Yayıncılık dünyasından son haberler, çağdaş yazarlardan sesler...
Ceyhan Usanmaz, her hafta yeni çıkan kitaplar arasından seçtiği birkaçını tanıtıyor.
Yayıncılık dünyasından son haberler, çağdaş yazarlardan sesler...
Ceyhan Usanmaz, her hafta yeni çıkan kitaplar arasından seçtiği birkaçını tanıtıyor.
Armağan Tunaboylu’nun her kitabı, yeni okuru dışlamayacak yapıda aslında. Bir polisiye serisinden bahsediyoruz belki ama Metin Çakır maceralarına istediğiniz kitaptan başlayarak dahil olabilirsiniz
Fotoğraf muhabirinin ortaya koyduklarını maalesef göremiyoruz ‘Köşe Bucak İstanbul’ kitabında ama Osman Cemal Kaygılı’nın 1930’ların İstanbul’una dair yazdıkları, o ‘nostaljik’ manzaraları zihnimizde canlandırmaya yetiyor.
Holger Feindel’in kitabı, terapi iddiasında değil. Ama vaka örnekleriyle, çalışma materyalleriyle ve özellikle de son sayfalardaki çeşitli testler ve alıştırmalarla 'bataklıkta' olup olmadığınızı değerlendirme imkânı sunuyor, çıkış kapısını gösteriyor
1955 doğumlu Vladimir Sorokin, romanına, Tolstoy’un erken dönem hikâyelerinden biri gibi “Tipi” ismini vermiş olması bir yana, tipik bir Rus klasiği atmosferi yaratmayı da başarmış görünüyor.
'Babil Kitaplığı' öyküsü, ilham vermeye devam ediyor. Bu örneklerden biri de, Steven L. Peck’in yakın bir zaman önce Türkçeye de çevrilen 'Kısa Bir Cehennem' isimli romanı.
Kimi zaman Jungvari bir kişilik testi gibi bile değerlendirilen kitaplıkların hikâyesi, ne kadar anlatılırsa anlatılsın hiç bitmeyecek gibi görünüyor.
Yesari’nin gözlemleri kadar kaleminin kıvraklığının da eseri olan bu yazılar, bir portreler galerisi sunmanın yanı sıra tarihe farklı noktalardan bakmayı da sağlıyor.
'Dünün Dünyası', ilk defa yayımlanmıyor elbette Türkçede ama Zweig’ın yeniden gündeme gelmesinin hiçbir sakıncası yok.
'Bir Taşra Köpeği’nde, roman boyunca ismini öğrenemediğimiz kahramanımızın peşinde, adı yine roman boyunca anılmasa da neresi olduğunu tahmin edebildiğimiz kentte, kelimenin tam anlamıyla dolanıp duruyoruz.
Eğer bu masalları da aforizmaları okuduğumuz gibi okursak, her bir masalın merkezinde yalnızca 'cesaret'in yer aldığını zannedebiliriz örneğin; aslında cesaretin sabır, kararlılık, neşe, akıl ve bilgelikle kol kola hareket ettiğini görmezden gelebiliriz!
Arne Dahl yeni bir seri kaleme almaya başladı ve daha da önemlisi, Türkçede de düzenli olarak okuyabileceğiz gibi görünüyor bu yeni seriyi.
'Bitkilerin Bildikleri' isimli kitabının her bölümünde bir insan duyusunda odaklanmış ve bu duyunun insanlardaki işleviyle bitkilerdeki işlevini karşılaştırmış, benzerliklerin peşine düşmüş.
“Yunan Cinayetleri” seçkisini örnek alan bir derleme yayımlandı geçtiğimiz günlerde; “özel” bir derleme olarak da nitelendirebiliriz.
Her biri kendine has özellikler barındıran on altı “farklı” öykü okuyoruz İstanbul 2099 derlemesinde; ortak payda ise, gelecek tasavvurlarının distopyaya yakın durması.
Hikâyenin düğümü elbette çocukların söz aldığı bölümde çözülüyor, gerçi, düğümün nasıl atıldığı da önemli.
Portatif Edebiyatın Kısaltılmış Tarihi’nde “taşınabilir edebiyat” düşkünlerinin tarihçesini okuyoruz.
Barış Müstecaplıoğlu’nun ismini ilk olarak, 2002’de yayımlanan “Korkak ve Canavar” romanıyla duymuştuk. Okurlarını bambaşka diyarlara davet eden bu romanıyla Barış Müstecaplıoğlu’nun kendisi de, Türkçe edebiyatta pek sık adım atılmamış bir diyara girmiş oluyordu.
Charlie’nin Çikolata Fabrikası’nı ilk okuduğumuzda, eminim hepimiz, çikolata fabrikasına giriş imkanı veren “altın bilet”ten bir tane de bizim payımıza düşseydi keşke diye düşünmüşüzdür. Bir çikolata ırmağına ya da bir vanilyalı şekerleme dağına, ceviz odasına kayıtsız kalmak pek mümkün değil ne de olsa!
Werner Herzog, 23 Kasım’da başlayıp 14 Aralık 1974’te sona eren üç haftalık kış yürüyüşü boyunca notlar tutar. Aslında yayımlamak gibi bir düşüncesi yoktur, ama dört yıl sonra küçük not defterini eline yeniden alınca beklenmedik bir hisse kapılır ve bu metni tanımadığı kişilere gösterme arzusu, yabancı gözlere kapıyı ardına kadar açmanın dehşetine ve çekinliğine baskın gelir.
Genellikle caz müziği söz konusu olduğunda karşımıza çıkan jam-session tabirini, bu yazının da çıkış noktası yaparak şöyle devam edebilirim sanırım; Kurbağalara İnanıyorum kitabını okumak, özel bir caz trio’sunu dinlemek gibi...