Yesari’nin gözlemleri kadar kaleminin kıvraklığının da eseri olan bu yazılar, bir portreler galerisi sunmanın yanı sıra tarihe farklı noktalardan bakmayı da sağlıyor.
İstanbul’un tuhaflıkları, tekinsiz mekânları, esrarengiz kişilikleri, ilginç ya da değil ama bizzat tarihi söz konusu olduğunda akla gelen ilk isim hiç kuşkusuz Reşad Ekrem Koçu olacaktır ve elbette onun 'İstanbul Ansiklopedisi'.
“Koçu, İstanbul’un ‘muazzam kütüğü’nü oluşturmak üzere 1944’te başladığı etraflı kaynak tarama ve madde yazımı çalışmalarını 1973’e kadar sürdürür. Sokaklardan mimari yapılara, mühim ya da alelade şahıslardan şehrin âdetlerine, tarihî olaylardan şehir efsanelerine nice konu hikâyemsi anlatımlarla ve resimlemeler eşliğinde kayda geçirilir. Dönemin değerli tarihçi, edebiyatçı, akademisyen ve sanatçılarının katkıda bulunduğu İstanbul Ansiklopedisi, tezkirecilik geleneğiyle Batılı ansiklopedizmin –Koçu’nun kişisel ilgileri çevresinde şekillenen– benzersiz bir karışımı olur. Yalnızca bir başvuru kaynağı, bir tanıklıklar derlemesi ya da İstanbul’a dair her şeyi içerme çabasında devasa bir girişim değil; bütün bu malzemeyi belirli önem hiyerarşileri ve içerme/dışlama stratejileri doğrultusunda işleyerek kendine has bir İstanbul fikri ya da imgesi inşa eden sıra dışı bir çalışmadır.”
Bu cümleler, SALT ve Kadir Has Üniversitesi’nin uzun vadeli bir arşiv ve araştırma projesini hayata geçirdiklerine dair yapılan açıklamadan... Üç yıla yayılacak projeyle tarihçi ve romancı Reşad Ekrem Koçu’nun yarım kalmış İstanbul Ansiklopedisi‘nin basılı ciltleri ve yayınla ilgili muhtelif nitelikte binlerce belge dijital ortama aktarılarak çok yönlü bir çevrimiçi yazılım aracılığıyla erişime açıldı. Son zamanlarda haberini aldığımız en heyecan verici girişimlerden biri olarak nitelendirebiliriz sanırım rahatlıkla; çalışmaların ayrıntılarını da SALT’ın internet sitesinden takip etmek mümkün.
Bir tarafta böylesi bir proje yürütülürken, benzeri çalışmalarla ilgilenenleri sevindirecek bir kitap da yakın bir zaman önce Can Yayınları tarafından yayımlandı: Mahmut Yesari (1895-1945) imzalı 'İstanbul’un Antika Tipleri'. "Yesari, bir halk yazarı olarak toplumun her tabakasını gözlemlemiş, kendine has bir üslupla kaleme almıştır. Farklı dinî ve etnik kökendeki kişilerin dikkat çekici yönlerini, karikatüristliğinin de tesiriyle eserlerine yansıtmıştır. Üç bölümden oluşan bu eseri hazırlarken Mahmut Yesari’nin gazeteler ve dergilerde kalan çeşitli yazılarından derlemeler yaptık. (...) Gerek kurguya dayalı gerekse gazetecilikten hareketle gözleme dayalı eserlerinde daha çok halk yaşantısı üzerinde duran Yesari, İstanbul’un Antika Tipleri’nde topluma göre ‘meşâhir-i meçhule’ olan tipleri (bilinmeyen ünlü insanlar) anlatmıştır.” Kitabı yayıma hazırlayan Tahsin Yıldırım, bu cümlelerle tanıtıyor 'İstanbul’un Antika Tipleri’ni.
Yesari’nin gözlemleri kadar kaleminin kıvraklığının da eseri olan bu yazılar, bir portreler galerisi sunmanın yanı sıra tarihe farklı noktalardan bakmayı da sağlıyor. İstanbul’daki mimariye ilişkin, hiç bitmeyecek gibi görünen şikâyetlerimiz mesela! “Bir de ekleme halam vardır. Babamın ablası, öz halamın emekli kalfası Resmihâl Bacı. Onu, yaşadığı dekor içinde anlatmazsam anlayamazsınız, zevkine varamazsınız. Halamın Teşvikiye’deki konağı. Basık tavanlı, yayvan bir konak. Nerede o konaklar? Onların mimarları alaylı kalfalardı fakat diplomalı mimarlardan daha fenni inşaat yaparlardı. Evin temelini kurarken lodosu, poyrazı, karayeli düşünürlerdi. Yatak odalarının yerlerine kadar hesap ederlerdi. Evin içinde hela, mutfak kokuları gelmezdi. Sobalar çekerdi. Odaların, sofaların taksimatı göze gönle ferahlık verirdi. Sizin anlayacağınız, bir türlü ısınamayacağım kübik apartmanların soğukluğu, darlığı yoktu. O konaklar, yazın serin olurlardı, kışın da ılık. Ahşap bina. Diplomalı mimar, yap da göreyim seni! Herkes kaşık yapar ama sapını oraya getiremez. Halamın zemin katından sonra iki katlı geniş konağına girerken içimde bir serinlik duyardım. Bu yalnız refahın ruha işlediği tesir değildi, binanın tesiriydi. Ne derseniz deyiniz, geri kafalı doğmuş, geri kafalı öleceğim. O basık tavanlı, yayvan konaklarda, kübik apartmanların kasvetli melali yoktu.”
İSTANBUL’UN ANTİKA TİPLERİ
Mahmut Yesari
Can Yayınları, 2019, 184 s.
Dipnot: Bir anlamda 'geleneği sürdüren' Ümit Bayazoğlu’ndan da burada söz etmezsek olmaz! 'Hatırda Kalmaz Satırda Kalır' (Aras Yayıncılık, 2013) ve 'Uzun, İnce Yolcular' (genişletilmiş basımı Aras Yayıncılık, 2014) kitaplarıyla toplamda 100 portre sunuyor Bayazoğlu. Yaşadıkları dönemde uzun veya kısa süreli üne kavuşmuş figürlerin saklı kalmış hikâyeleri... Bayazoğlu’nun cümleleriyle: “Bu kitap girişimi, yakın tarihimiz içinde yaşadıkları dönemin şöhreti olmuş, fakat sonradan unutulmuş, dolayısıyla zaman içinde kaybolmuş kimi insanları anlatan sivil bir ansiklopedi teklifidir. Her boydan her soydan, hem birbirinden hem herkesten çok farklı bu insanlar değişik zaman ve mekânlarda ömür sürdüler. Onların çoğu şimdi hayatta değil; kimi intihar etmiş, kimi cinayete kurban gitmiş, bazılarınınsa akıbeti meçhul. Söz konusu kişiler, yaşadıkları dönemin sosyal tablosu içinde sunulmaya çalışılmıştır. Bu kitap için, gerçeklikte ve imgelemde yaşanan olağanüstü serüvenleri tutkuyla anlatan bir ‘mitomani’ de denebilir.”