Makale - Yorum - Analiz
Her yeni nesil çevre erozyonunu normalleştiriyor ve hassas ekosistemleri birer birer kaybediyoruz. Benden genç çok fazla insan artık tarlalarda beyaz mantarları, sonbahar ekinoksunda nehirlerin içinde yılan balıklarını görmenin ya da bir zamanlar bütün ısırgan otlarının tırtıllara ev sahipliği yaptığının normal olduğunu bilmiyor. Kuşların şakımayı bıraktığı bir zaman diliminde insanların yataktan kalkıp kahvaltı ettikten sonra herhangi bir şeyin değiştiğini farketmeksizin işlerine gimek üzere yola koyulabilecekleri bir ânı düşünebiliyorum artık.
Birkaç gün önce çıkarılan 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 37. maddesine eklenen: “Resmî bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmî bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır,” ibaresi, ülkeye dayatılmaya çalışılan rejimin niteliğini açıkça değiştiren, niceliği niteliksel dönüşüme sıçratan adımdır.
“Cezasızlık” yani devletin suç işleyen kamu görevlilerine kol kanat germesi, Türkiye’de her zaman insan haklarını kemiren ve içini boşaltan bir kurt oldu. Bunun yol açtığı insan hakları ihlallerini birçok AİHM kararında görmek olanağı var. Ancak 15 Temmuz darbe girişiminden sonra cezasızlık yeni boyutlar kazandı.
Cesetler sahil boyunca her yere dağılmış. Definler karmaşık zira hiçkimse ölülerin– çoğu açlık ve yoksulluktan kaçan kadınlar ve çocuklar kendilerine vaadedilen bolluk ülkesine ulaşmaya çalışırken bunun yerine girdaplı sularda erken bir son ile karşılaşıyorlar– isimlerini bilmiyor. Seyirciler son deniz kazasının geride bıraktığı “kayalıklar üzerinde yumurta kabuğu gibi çatlayan” enkaza hayretle bakarken diğerleri hiçbirşey olmamış gibi işlerine devam ediyorlar.
Brexit, milyarderlerin demokrasiyi ayaklarının altında çiğnemesi, gelecek ekonomik çöküş, ABD’nin haydut başkanı; bunların hiçbiri beni geceleri uykumdan etmiyor. Umursamadığımdan da değil, hepsi de pekâlâ umurumda. Sadece aklımda daha büyük bir soru var. Peki bu yiyecekler nereden gelecek?
Muktedir erkeklere yöneltilen cinsel saldırı suçlamalarının ağızları sulandıran ve müstehcen detaylarını davul zurnayla ilan eden basın, asıl hikâyeyi gözden kaçırıyor:
Bizler içeride ya da dışarıda aynaya baktığında gözünü kendinden kaçırmayan, geceleri uykuları bilinçaltına işlemiş suçluluk duygularıyla bölünmeyenlerdeniz...
Küresel kapitalizm hastalığı, gezegenimizin her yerinde aynı sonuçları yaratıyor. Demokratik kurumları zayıflatarak veya tamamen ortadan kaldırarak, onları oligarşik güçlere ve büyük şirketlere boyun eğmeye zorluyor.
Bonn’da COP 23’ü izleyen herkesi bir hayli şaşırtan haber, kuşkusuz Türkiye delegasyonunun zirveyi terk ettiği şeklinde algılanıyor. Oysa durum pek böyle değil.
Direniş yalnızca karanlığın güçleri ile çarpışmak demek değildir. Direniş, tam ve bütünleşmiş bir insanoğlu ya da insankızı olmaya ilişkin birşeydir. Direniş, yenilsek bile meydan okumanın insana getirdiği bir iç özgürlük olduğunu, hatta belki de görüp göreceğimiz tek özgürlüğün ve gerçek mutluluğun bu olduğunu kabul eder.
İşadamı Osman Kavala, herkesin bildiği ve çok rahatlıkla ulaşabileceği, Türkiye’de de, dünyada da demokrasiye, Anadolu kültürüne, barış çabasına verdiği katkılardan dolayı takdir edilen, tanınan, sevilen bir kişi. İktidardan da, kendisini çok iyi tanıyanlar, bilenler var. Peki ne oldu da, Kavala bir anda karanlık işler yapan biri olarak sunulmaya başlandı?
Bu sabah sivil toplumcu, işadamı, Osman Kavala’nın gözaltına alındığını öğrenerek uyandım. Onunla ilgili birçok şeyi biliyorsunuz zaten, ben bilmediklerinizden bahsedeyim.
'Yeter ki Kürt bir yere hakim olmasın' kronik hastalığı, aslında söyleyen için Kürtler arasında tersi yönde çok güçlü bir etki oluşturuyor.
Şimdi bir ülke hayal edin... Manevi, dini değerlerin içi dindarlık kisvesi altında boşaltılmış... Dünyada pek çok dostu varken, bugün neredeyse hiç dostu kalmamış... Her alanda yasakçı ve çatışmacı bir zihniyet egemen olmuş...
Bu işleri yapan ve azimle sürdüren kişiye normal bir ülkede toplumun kültürüne, barışına, halkların kardeşliğine hizmet ödülü verilir olsa olsa.
Aklıma geleni hemen söyleyim; bu gözaltı olayı yeni bir rehine operasyonudur. Yurtdışında, Batı dünyasında hem saygınlığı hem de ilişkileri olan Osman Kavala’nın gözaltına alınmasına, tutuklanmasına büyük tepki geleceğini bu operasyonu başlatanlar sizden benden daha iyi bilirler. İstedikleri belki de budur zaten.
Canını sıkma kardeşim; Yalnız değilsin; Yanındayız! Türkiye'deki hukuk, özgürlük, insan hakları mücadelemiz hep birlikte devam edecek.
Adalet Nöbeti’nin örgütlenmesinin ve sürekliliğinin en ağır yükünü taşıyan avukat Kemal Aytaç ve eylemin aktivistlerinden avukat Gülendam Şan Karabulut Cumhuriyet'ten Aydın Engin'in sorularını yanıtladılar.
Demokrasiyle yönetilen ülkelerde, demokrasinin temel unsurları üzerinde bir mutabakat sağlanması elbette o ülkeyi daha huzurlu, daha güçlü yapar. Buna karşılık demokrasiyle yönetilmeyen, baskının ve korkunun egemen olduğu ülkelerde, önemli olan iktidarın politikalarının onaylanması sonucunun verecek birlik ve beraberlik değil, tersine iktidarın politikalarından ayrışarak etkili bir mücadele yürütmektir.
Her gün iki, üç, beş… Artık gazetelerin iç sayfalarında bazen tek sütun, bazen bayrağa sarılı bir tabut fotoğrafıyla birlikte biraz daha büyücek bir haber.