Böyle Yemeye Devam Edemeyiz

-
Aa
+
a
a
a

Brexit, milyarderlerin demokrasiyi ayaklarının altında çiğnemesi, gelecek ekonomik çöküş, ABD’nin haydut başkanı; bunların hiçbiri beni geceleri uykumdan etmiyor. Umursamadığımdan da değil, hepsi de pekâlâ umurumda. Sadece aklımda daha büyük bir soru var. Peki bu yiyecekler nereden gelecek?

The Guardian

Kaynak: The Guardian (13 Aralık 2017)

Yüzyılın ortasına geldiğimizde dünyadaki insan sayısı iki ya da üç milyar artmış olacak. Birazdan sıralayacağım meselelerden bir tanesi bile kitlelere kıtlık yaşatmaya yeter. Bir de bunların birbirlerini etkileyebilecekleri gerçeği var.

Sorun her şeyin başladığı yerde başlıyor yine: toprakta. BM’nin güncel toprak kaybı oranlarıyla, dünyada 60 yıllık hasat kaldığı tahmini yeni rakamsal verilerle de desteklenmekte. Toprağın bozulmasının kısmi sonucu olarak topraktan aldığımız randıman dünyadaki tarlaların %20’sinde azalmaya başladı bile.

Bir de su kaybını gözünüzün önüne getirin. Kuzey Çin Ovası, Birleşik Devletler’in orta bölümü, California ve Hindistan’ın kuzeybatısı gibi dünyanın en önemli tarım bölgelerinde ekinleri sulamak için kullanılan yeraltı sularının seviyesi çoktan alarm vermeye başladı bile. Ganj Nehri aküferindeki su mesela, yeniden dolum oranının 50 katı kadar çekiliyor. Ama, Güney Asya çiftçileri yiyecek talebini karşılamak için 2050 yılına kadar, mevcut suyun %80 ila %200 daha fazlasını kullanma beklentisi içinde. Peki bu su nereden gelecek?

Diğer sınırlılık da sıcaklıktan geliyor. Bir çalışma sonuçlarına göre, diğer bütün unsurları eşit tuttuğumuzda, her Celsius derece ısınmada küresel pirinç randımanının %3, buğdayın %6, mısırın %7 oranda düştüğü görülüyor. Bu tabii iyimser bir tahmin. Agricultural & Environmental Letters dergisinde yayımlanan bir araştırmanın sonucunda ABD Mısır Kuşağı’ndaki 4°C’lik ısınmanın mısır randımanını %84 ila %100 oranında azaltabileceğini gösteriyor.

Bunun sebebi geceleri görülen yüksek sıcaklıkların tozlaşma işlemini aksatıyor oluşu. Ama bu olası tozlaşma krizinin sadece tek bir parçası. Doğru düzgün teste tabi tutulmadan kullanılan böcek ilaçlarının yol açtığı insectageddon, ‘böcek kıyameti’ sorunun geri kalanını açıklıyor zaten. Dünyanın kimi bölgelerinde işçiler şimdiden bitkileri kendi elleriyle tozlamaya başladılar. Ama bu da sadece maliyeti en yüksek ürünler için uygulanabilmekte.

Bir de yapısal unsurlar var. Küçük çiftçiler daha çok emek harcadıkları, daha fazla çeşitte ürün yetiştirdikleri ve toprağı daha büyük bir dikkatle işledikleri için haliyle büyük çiftçilere göre daha büyük hektar verimi alıyorlar. Dünyanın daha yoksul kesimlerinde 5 hektardan daha az alana sahip insanlar ekilebilir arazinin %30’una sahip olup gıdanın %70’ini üretiyorlar. 2000 yılından bu yana, Amerika Birleşik Devletleri’nin yaklaşık iki katı büyüklüğünde verimli toprak haksız yere ve zorla ele geçirildi, büyük tarlalarla birleştirildi ve yoksul kesimin ihtiyacı için değil ithalat için ürün yetiştirilmeye başlandı.

Karada bunun gibi birçok sorun baş gösterirken denizler de plastikten geçilmez halde. Balıkçılık için harcanan çabada her geçen gün büyüyen teknelerle, motorlarla ve aletlerle ciddi bir artış gözlenmesine rağmen, nüfuslar katlanırken dünya çapında yakalanan balığın sayısı her yıl yaklaşık %1 oranında azalıyor. Topraklar ele geçirildiği gibi denizler de ele geçiriliyor: büyük şirketler küçük balıkçıların yerine geçip balığı ihtiyacı az ama parası çok olana satıyorlar. Dünyada yaklaşık 3 milyar insan büyük oranda balık ve kabuklu deniz hayvanlarından aldığı proteine bel bağlamış durumda. Peki bu balıklar nereden gelecek?

Bütün bu anlattıklarımız yeterince zor herhalde. Ama insanların gelirleri arttıkça diyetleri de bitkisel proteinden hayvansal proteine doğru yön değiştiriyor. Dünyadaki et üretimi son 50 yıl içinde dört misli arttı ama küresel ortalama gıda tüketimi hala, her yıl vücut ağırlığımızı neredeyse tamamen etten oluşturduğumuz Birleşik Krallık’ın yarısı, ABD düzeyinin de üçte biri kadar. Beslenme şeklimizden dolayı, Birleşik Krallık’taki ekilebilir arazinin kapladığı alan (talebimizi karşılaması gereken toprak), tarım alanının 2.4 katı büyüklüğünde. Yani herkes bu diyete yönelirse gerekeni nasıl temin edeceğiz?

Hayvancılıktaki çarçur harcamalar da hayret verici. Tahıl ve bakliyattan üretilen kalorinin %36’sı ve proteinin %53’ü çiftlik hayvanlarını beslemek için harcanıyor. Bu gıdanın üçte ikisi de bitkiden hayvana dönüştürülürken kayboluyor. Our World in Data, oluşturduğu bir çizelgede ortalama olarak, fasulye ya da bezelyeden bir gram protein almak için 0.01m2 toprağa ihtiyacımız varken sığırdan ya da koyundan üretmek için 1m2 toprağa ihtiyacımız olduğunu, yani arada 100 misli bir fark olduğunu gösteriyor.

Büyükbaş ve küçükbaş hayvanların kullandığı otlakların birçoğunda üretim yapılamayacağı doğru olsa da ürün yetiştirmek yerine vahşi hayatı ve ekosistemleri sürdürmek için de pekala kullanılabilirlerdi. Ama bu otlatma sistemleri çoğaldıkça, bataklıklar kurutuluyor, ağaçlar kesiliyor ve fideleri hayvanlara yem oluyor, yırtıcı hayvanlar imha ediliyor, yabani otçul hayvanların önü çitlerle kesiliyor ve başka yaşam formları da yavaş yavaş ortalıktan çekiliyor. Madagaskar’ın ve Brezilya’nın yağmur ormanları gibi muazzam bölgeler daha fazla hayvanı otlatmak için tahrip ediliyor.

İhtiyaca ve açgözlülüğe aynı anda yetecek toprak olmadığı için küresel çapta hayvan yemeye geçiş artık yoksul kesimin ağzındaki lokmayı kapmak anlamına geliyor. Tabii gezegenin neredeyse bütün köşelerine ekolojik bir temizlik yapmayı da gerektiriyor.

Nüfus artmasa bile diyetlerde yapılacak bir değişimi ayakta tutmak mümkün olmayacak. Ama insan sayısı arttıkça et yemenin getirdiği açlık da büyüyecek. 2010 yılında yapılan bir temel değerlendirme çalışmasında, BM et tüketiminin 2030 yılına gelindiğinde %70 oranında artacağını söylüyor (bu nüfus artış oranının üç katı demek). Kısmen bunun sonucu olarak da 2050 yılına gelindiğinde küresel mahsul talebi 2005’teki çalışmasına göre iki katına çıkmış olacak. Fakat bu mahsulü üretecek toprak dünyada mevcut değil.

Geceleri gözüme uyku girmiyor derken abartmıyorum. Açlıktan ölme noktasına gelip de gri atıklardan kaçmaya çalışan, polisler tarafından dövülen insanların görüntüsü hiç aklımdan çıkmıyor. Elimizde kalan son zengin ekosistemlerin de bitirildiğini, son küresel megafaunanın – aslanların, fillerin, balinaların ve ton balıklarının yok olduğunu görüyorum. Sabah uyandığımda da bütün bunların bir kabustan ibaret olduğuna inandıramıyorum kendimi.

Başka insanların da farklı rüyaları var: asla bitmek zorunda olmayan beslenme çılgınlığı fantezisi, canlı bir dünyada devam eden ekonomik büyüme masalı. Eğer insanlık toplumsal bir çöküşe girerse sebebi bu rüyalar olacak işte.

Bütün bunlara verilecek kolay bir cevap yok, ama en kritik değişim hayvan temelli diyetten bitki temelli diyete geçiş olabilir bu süreçte. Diğer unsurları hesaba katmadan, et üretimini ve biyoyakıt üretmek için toprak kullanımını durdurursak 4 milyar insana daha yeterli kalori sağlayabilir ve insanın tüketmesi için gerekli proteini iki katına çıkarabiliriz. Yapay et de işe yarayabilir: bir makaleye göre yapay et su kullanımını en az %82, toprak kullanımını da en az %99 oranında azalttığını öne sürüyor.

Bir sonraki Yeşil Devrim önceki gibi olmayacak. Toprağı kırbaçla öldürmeye değil, nasıl ve neden kullandığımızı durup düşünmemize bağlı olacak. Yapabilir miyiz bunu, yoksa bizler – yaşayan gezegeni tüketen zengin insanlar – diyetimizi değiştirmek yerine küresel çaptaki ölümü daha mı kolay karşılarız?

 

İngilizce aslından çeviren: Büşra Balcan

Makalenin İngilizce aslını okumak için tıklayın.