Antroposen Sohbetler'de Utku Perktaş, şehirlerin ışıklarıyla birlikte doğanın ritminin nasıl değiştiğini ele alıyor.
İçinde yaşadığımız çağ artık Antroposen olarak adlandırılıyor yani insanın gezegenin doğal döngülerine damgasını vurduğu çağ. Bunun işaretlerini buzulların erimesinde, iklim krizinde ya da ormanların yok oluşunda görüyoruz ama bazen bu çağın izleri çok daha gündelik, çok daha fark edilmeyen yollarla ortaya çıkıyor; mesela şehirlerimizin hiç sönmeyen ışıklarıyla…
Tam da bu noktada size bir kitaptan söz etmek isterim. Evrimsel biyolog Menno Schilthuizen’in kaleme aldığı Darwin Şehirde. Kitap, Türkçe’ye 2025 yılında, yakın zaman önce Avantür Yayınevi tarafından kazandırıldı1 ve bize şu soruyu sorduruyor: Şehirler sadece insanlara mı ait? Beton bloklar, asfalt yollar, gökdelenler… Bunlar doğanın sonu mu, yoksa yeni bir başlangıç mı?
Menno Schilthuizen’in cevabı ise oldukça çarpıcı: "Doğa pes etmiyor". Kuşlar, trafik gürültüsüne uyum sağlıyor; kelebekler, binaların arasında mutasyona uğruyor; bitkiler, toprak kirliliğiyle başa çıkmayı öğreniyor ve hatta böcekler, gecenin yapay ışıklarına karşı evrim geçiriyor. Elizabeth Kolbert’in dediği gibi, “Doğal seçilim burnumuzun dibinde, şehirlerde işliyor ve bu artık bizim sayemizde oluyor.” Yani evrim, sadece tropik ormanlarda ya da el değmemiş doğada değil; yaşadığımız sokaklarda, betonun içinde de devam ediyor.
Geçtiğimiz günlerde Science dergisinde yayımlanan yeni bir araştırma2 bu anlatıyı güçlendiren taze bulgular ortaya koydu. Yurttaş bilimi projesi BirdWeather üzerinden toplanan veriler incelendi: Tam 2,6 milyon sabah ötüşü ve 1,8 milyon akşam sessizleşmesi kaydı, uydudan alınan ışık kirliliği haritalarıyla karşılaştırıldı. Sonuçlar çarpıcıydı: ışıkla aydınlanan şehirlerde kuşların günü ortalama 50 dakika uzuyor. Özellikle Göçmen Ardıç, Kuzeyli Taklitçi ve Saka gibi türler bu ortalamanın da ötesinde etkileniyor. Bazı serçelerse daha az tepki veriyor. Araştırmayı yürüten bilim insanı Brent Pease şöyle diyor, "En parlak gece gökleri altında bir kuşun günü neredeyse bir saat uzuyor. Bulgularımız bizi bile şoke etti.”
Bugün dünya yüzeyinin %23’ü yapay ışıkla kaplı. Bunun yalnızca kuşlara değil, böceklerden deniz kaplumbağalarına kadar birçok canlıya zarar verdiğini biliyoruz. Işık kirliliği göç yollarını bozuyor, doğal davranış döngülerini kesintiye uğratıyor ve ekosistem zincirlerinde kırılmalara yol açıyor.
Menno Schilthuizen’in kitabında bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri ise New York’tan geliyor. Her yıl 11 Eylül saldırılarında hayatını kaybedenleri anmak için gökyüzüne yönlendirilen 'Işıklı Saygı Duruşu' ışıkları, binlerce ötücü kuşu bir ışık kafesine hapsediyor ve yorgun düşen kuşlar yere çakılmadan önce gönüllüler tarafından kurtarılmak zorunda kalıyor. Yine 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası sırasında stadyum ışıkları, güney yönünde göç eden kuşları ve böcekleri dev bir tuzağa dönüştürmüştü.
Güveler, örümcekler ve diğer gece canlıları da aynı şekilde yapay ışıklara yönelerek toplu ölümler yaşıyor. Bu yüzden ışık kirliliği sadece bir 'enerji israfı' değil, doğrudan evrimsel süreçlere müdahale eden bir insan icadı. Schilthuizen’in dediği gibi, şehirlerde evrim artık yalnızca gün ışığında değil, gecenin yapay ışıkları altında da şekilleniyor.
Peki bütün bunlar bize ne söylüyor? İnsanlarda uykusuzluk zararlı, ama kuşlar göç dönemlerinde uykusuzluğa dayanabiliyor. Bazı türlerde uzun gün, yavru büyütmeye avantaj sağlayabilir ama doğal ritmin bozulması, uzun vadede ekosistemlerin dengesi için ciddi bir tehdit oluşturuyor.
İşte Antroposen dediğimiz çağ tam da bu: Doğanın kendi ritimlerinin insan eliyle yeniden yazılması. Şehirler sadece bize ait değil; kuşların, böceklerin, bitkilerin de sahnesi. Biz ışıkları biraz fazla açtığımızda onların gecelerini de uzatıyoruz.
Şu soruyu sormadan edemiyorum: bu fazladan ışık, fazladan yaşam mı, yoksa doğal ritmin bozulması mı?
Belki de gökyüzüne bakıp hatırlamamız gereken şey şu: Karanlık da yaşamın bir parçası.