Bizler içeride ya da dışarıda aynaya baktığında gözünü kendinden kaçırmayan, geceleri uykuları bilinçaltına işlemiş suçluluk duygularıyla bölünmeyenlerdeniz...
Kaynak: Cumhuriyet ( 4 Aralık 2017)
Akın Atalay ve Murat Sabuncu 400 gündür mü demir parmaklıkların ardında?
Ahmet (Şık) 339. Emre (İper) de 242. gününü mü doldurdu Silivri’nin mapus damında?
Boşverin.
Çetele tutmuyoruz.
Kimimiz “içeri”de, kimimiz “dışarı”dayız ve biz direnenleriz...
Çoğu teslim alınmış, kimi gönüllü teslim olmuş medyanın kararttığı gerçeği, kapalı kapılar ardında dönen dolapları halkımıza aktarmak, uyuyanları dürtmek, mahmurları sarsmak, yurttaşların doğru, eksiksiz, örtüsüz, sansürsüz haber alma hakkını savunmak için direnenleriz.
İçerideki dört can arkadaşım ve dışarıdaki yorgun bizler, mesleğimizi mağdur edilenlerin sesi olmak, zalime karşı durmak, zulme boyun eğmemek, hukuku, demokrasiyi, özgürlükleri savunmak, gerçekleri ve doğruları gün ışığına çıkarmak olarak tanımlıyoruz.
İçerideysek işte tam da bu yüzden içeride olduğumuzu biliyoruz. Dışarıdaysak işte tam da bu yüzden bir gün içeride olabileceğimizi biliyoruz.
Bu ülkenin en iyi evlatlarını, mesela adalet ve demokrasiye vurgun Osman Kavala’yı, mesela cin zekâsını yiğitlik ve dürüstlükle harmanlamış Selahattin Demirtaş’ı, 12 Eylül’ün Diyarbakır zindanında bile boyun eğmemiş Gültan Kışanak’ı, sadece gazetecilik yapan, başka da bir iş yapmayı zaten bilmeyen Deniz Yücel’i saçma, hatta saçma bile olamayan gerekçelerle tutuklayıp hapsedenlere “zılcan dikeni” gibi batmak, bizim yurttaşlık ve meslek ödevimiz. Bu uğurda kâh içeride oluruz, kâh dışarıda ve ister içeride, ister dışarıda olalım Pir Sultan’ın “Dönen dönsün, ben dönmezem yolumdan” türküsünü çığırırız. Kâh zindan duvarlarında yankılanır türkümüz, kâh kent meydanlarında...
İktidarın dizginlerini ele almış, iktidarı yitirmek korkusuyla ahlakı, hukuku, adaleti çoktaaan unutmuşlara dönüp sorarız:
- Yazılarını beğenmeyebilirsiniz, hoşlanmayabilirsiniz, hatta nefret edebilirsiniz, ama siz Ahmet Altan’ı, Mehmet Altan’ı, Nazlı Ilıcak’ı, Ahmet Turan Alkan’ı, AliBulaç’ı, Mümtaz’er Türköne’yi, Şahin Alpay’ı darbe girişimiyle uzaktan yakından ilişkileri olmadığı, daha önemlisi olamayacağı halde sadece sizin sevmediğiniz gazetelerde yazdıkları için tutuklayıp hapiste çürümeye terk etme hakkını nereden alıyorsunuz?
Bunu duraksamadan sorarız...
Bunu sorarken “Acaba bize FETÖ’cü mü derler; acaba bize PKK’li mi derler; acaba bize terörist mi derler” gibi ancak ödleklere yakışan sorular aklımızın ucundan bile geçmez.
Bizler içeride ya da dışarıda aynaya baktığında gözünü kendinden kaçırmayan, geceleri uykuları bilinçaltına işlemiş suçluluk duygularıyla bölünmeyenlerdeniz...
***
Bu bir gazete yazısı. Alacağı sözcük sayısı sınırlı. Adını anamadığım, hapishanelerde yatan, adı ünü duyulmuş ya da duyulmamış binlerce ve binlerce kadın ve erkek var.
Olsun, anlayan anladı zaten...
İçeride 400 mapusluk gününü dolduran Akın Atalay ve Murat Sabuncu, 339 gündür “Silivri voltası” atan Ahmet Şık, 242 gündür Ahmet’in voltasına eşlik eden Emre İper arkadaşlarım işte bu yüzden; yukarıda özetlediğim nedenlerden dolayı, gazetecilik mesleğinin ak adına kara sürmedikleri için içerideler. Kiminin adını saydığım, çoğunu sayamadığım adalet mağdurlarının sesi oldukları için ve olacakları için içerideler.
Bizleri içeriye tıkanlara dönüp küçümseyerek güleriz. Diz çöktüreceklerini, boyun eğdireceklerini sananlara keyifle nanik yapıp işimize bakarız. Bazen içeride, bazen dışarıdayız.
Ama...
Ama içeride olanları, bencileyin dışarıdakiler özler be!..
Çok özler.
Çok özledik...