Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, programına daha önce konuk olan Alper Okçuoğlu, Alper Şirvan, Beyza Ünal, Binnaz Uzun, Gülçin Erdiş, Meral Sözen, Selcan Kankul ve Zeynep Şölen Yıldız ile 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı vesilesiyle bir araya geliyor ve 23 Nisan'a dair anılarını dinliyor.
Alper Tolga Akkuş: Merhaba, Apaçık Radyo'ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoşgeldiniz, ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 23 Nisan 2025 Çarşamba. Bugün aslında bir yandan da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ve ben de bu hafta 23 Nisan'a özel bir içerik düşündüm. Tek bir konuk, iki konuk, üç konuk yerine Sakat Muhabbet'e bugüne kadar konuk olan sakat konuklarımıza mesaj attım. Tabii hepsine değil çünkü yarım saatlik bir yerimiz var ve çok büyük bir oranda geri dönüş aldım. Kendilerine, ‘Programımız 23 Nisan'a denk geliyor ve bu konuda bir içerik düşündüm, sizden şunu rica ediyorum; bana bir güncel, bir çocukluk fotoğrafınızı ve yanında da çocukluğunuza dair sakatlığa değen, keyifli ya da hüzünlü bir anınızı ses kaydı yapıp bana gönderin’ dedim. Çoğundan dönüş aldım dediğim gibi. ‘Fotoğrafları da niye istedin Alper, bu radyo, podcast kaydı’ diyenler için de şunu diyebilirim; biz kendi içeriklerimizi Apaçık Radyo’nun internet sitesine de ekliyoruz yani o fotoğrafları internet sitemizde yer verebiliriz düşüncesiyle bunu rica etmiştim.
‘Bu nasıl aklına geldi? Çok iyi fikirmiş derseniz’ de bunun fikri hakları bana ait değil., onu da paylaşayım sizlerle. Bir hafta önce Erişilebilir Her Şey (EHŞ) girişiminden, Zeynep Şölen Yıldız - konuğumuz da olmuştu kendisi - bana ulaştı ve ‘Alper 23 Nisan’da EHŞ’nin bir sosyal medya içeriği planı var ve bununla da ilgili senden şunu rica ediyorum; bana bir çocukluk, bir yeni fotoğrafını gönder ve bir de video çek. Bu videoda da çocukluğuna dair erişimle ilgili bir isteğini, düşünceni bize aktar’ demişti. Ben de yaptım tabi, fotoğrafı gönderdim, videoyu çektim. Zeynep Şölen Yıldız'dan sonra Zeynep Yılmaz hanımefendi de buna ulaşmıştı, kendisi de EHŞ'nin iletişim sorumlusu anladığım kadarıyla, ona gönderdim içerikleri ve gönderince de ‘Çok güzel fikirmiş, ben de bunu yapayım’ dedim. Ama ben erişilebilirlikle ilgili değil de her şeyle alakalı bir şey yapayım dedim. Gönderdim arkadaşlarıma bu dileğimi ve sağolsunlar sekiz arkadaştan dönüş geldi. Tabii ben de süre yeterse kendi çocukluğumdan bir anımı paylaşmak istiyorum sizlerle, onu da yapacağım.
Ben şimdi o isimleri anacağım. Sonra da sözü onlara bırakacağım. Bu sekiz arkadaşımızın alfabetik sırayla isimlerini söylüyorum;
Alper Okçuoğlu; kendisi 24 Temmuz 2024'te ‘Medya Sektöründe Engelli Bireyler’ tezi ile ilgili konuğumuz olmuştu.
İkinci kişi Alper Şirvan; kendisi yakın arkadaşım benim, Sakat Muhabbet'i daha hayalken bile paylaştığım ve ondan bilgiler aldığım bir arkadaşım, adaşım - Alper Okçuoğlu da öyle tabii ki. Onunla da 25 Nisan 2023’te ‘Ne Olacak Bu Sakat Muhabbet’in Hali?’ bölümünde beraber olmuştuk. 56. yayın dönemi ilk yayın dönemimizdi ve onun son programında Alper'i de, yakın arkadaşımı da alıp Sakat Muhabbet ne yaptı, ne etti Alper diye paylaşmıştık sizlerle.
Üçüncü kişi Beyza Ünal; Beyza Hanım ile de 26 Kasım 2024 tarihinde ‘Normalciyique’ başlıklı bir bölüm yapmış, sağlamcılığa başka bir yönden bakmıştık biraz. Felsefi bir şey konuşmuştuk kendi aramızda Beyza Ünal'la.
Dördüncü isim Binnaz Uzun; Binnaz Hanım ile de 29 Mayıs 2024 tarihinde, ‘Sakat, Bekar… Üstelik Anne’ başlığıyla bir bölüm paylaşmıştık.
Gülçin Erdiş; yakın arkadaşım benim. Gülçin ile de 8 Ağustos 2024 tarihinde ‘Sakat Flanöz, yok değil Sakat Hezarfen’ başlığıyla Gülçin'in yaptığı, eğittiği birçok alana değinmiştik.
Sonra Meral Sözen; Meral Hanım ile de 17 Temmuz 2024 tarihinde ‘Gostil Sağlamcılık Ödülleri’ bölümünü konuşmuştuk.
Ardından Selcen Kankul; Mersin'de yaşayan bir hemşehrim kendisi şu anda. Onunla da 28 Şubat 2023 tarihinde, 6 Şubat depremlerinin ardından üç-dört bölüm yapmıştık depreme özel. O bağlamda ‘6 Şubat Depremleri ve Fizyoterapi’ başlığıyla konuk almıştık Selcen'i de.
Ve Zeynep Şölen Yıldız; başta bahsetmiştim. Zeynep, bu fikri ateşleyen kişiydi bende ve kendisi de sağolsun katıldı. Zeynep'i de 8 Mayıs 2024 tarihinde ‘İstanbul'dan Karlsruhe'ye Bir Taşınma Öyküsü’ başlığıyla konuk almıştık.
Tabi bu sekiz kişi ses kaydıyla aramızda oldu ama dönemeyenler de oldu, dönenler oldu yani şöyle dönüşler oldu;
Bülent Küçükaslan; 3 Ocak 2023 tarihinde yani üçüncü bölümümüzde ‘Sakat Politik’ başlığıyla onu konuk almıştım ben Sakat Muhabbet’e. Bülent dedi ki, ‘Alperim, ben 26 yaşında sakatlandım, çocukken sakat değildim, beni mazur gör’. Bu şekilde yer alamadı.
Ardından Murat Kefeli; 10 Ocak 2025 tarihinde kendisini, ‘2024 Gostilleri’ başlığıyla konuk almıştık. Murat Bey, hem kör, hem de sağır bir bireydi ve kendi ifadesiyle - kendisi belirtmişti program sırasında bunu - ‘Galiba dünya tarihinde ilk defa kör ve sağır bir birey radyo programına konuk oluyor’ demişti. Murat Bey de, ‘Üniversite yıllarında başladı benim sakatlığım, çocuk değildim’ dedi. Ama şunu da ekledi; Engelsiz Erişim Derneği'nin Eşit, Erişilebilir, Engelsiz Hayat (EEEH) dergisinde Şubat 2025 tarihinde, 132. sayıda bir yazısı yayınlanmış. O yazının da başlığı, ‘Kaynaştıramayan Beceriksiz’. Çocukken kendi mahallesindeki sakatlarla olan iletişimine dair bir yazı yazmış Murat Bey. ‘Bundan bahsedin benim olduğum bölümde, böyle bana yer verin’ dedi. Ben de dedim ki Murat Bey'e, ‘Ben niye bahsedeyim, siz bahsedin’. Onu da 30 Nisan bölümünde, haftaya konuk alacağız yani bir kez daha sağır ve kör bir bireyi konu kalacağız Apaçık Radyo'ya, bunu da bir aksilik olmazsa paylaşayım.
Ben çok konuştum ve şimdi sözü konuklarımıza bırakıyorum. İsim sırasıyla kendileri çocukluklarını anlatıyorlar, dinleyelim onlardan.
ALPER OKÇUOĞLU: ‘Her çocuk bir mucizedir’
Herkese merhaba, ben Alper Okçuoğlu. SMA tip iki kas hastalığı ve ASD kalp hastalığı nedeniyle %100 bedensel engelliyim. Bugün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı hep birlikte kutlarken, sizlerle hayatımdan küçük ama anlamlı bir kesiti paylaşmak istiyorum.
Bu yaşadığım olay, ben henüz 1,5 yaşındayken gerçekleşti. Kalbimdeki rahatsızlık nedeniyle doktor kontrolüne götürüldüğümde doktorlar akciğerimde bir farklılık fark ediyor ve bu durum üzerine beni başka uzmanlara yönlendiriyorlar. Yapılan kontroller sonucunda ailem büyük bir şokla karşılaşıyor; akciğer kanseri teşhisi konuluyor. Ameliyat kararı hızla alınıp doktorlar aileme bu operasyonun ne kadar riskli olduğunu, ölüm dahil birçok olasılığın göz önünde bulundurulması gerektiğini açıkça söylüyorlar.
O yıllarda bu tür ameliyatlar bugüne kıyasla çok daha zordu. Annem her anlattığında o anları tekrar tekrar yaşar. O çaresiz bekleyiş, korku ve umudun iç içe geçtiği saatleri tarif edebilmek çok da mümkün değil. Tüm risklere rağmen ameliyat başarıyla sonuçlanıyor. Doktorlar akciğerimi temizleyip ardından 6 kür kemoterapi tedavisi alıyorum.
Elbette o günleri hatırlamıyorum ama ailemin ve çevremdeki insanların anlattıkları sayesinde zorlu bir yoldan geçtiğimi biliyorum. Belki de bu yüzden bugün burada olabilmem kelimenin tam anlamıyla bir mucize. Hayat bazen küçük yaşlarda bile büyük savaşlar verir insana, ben bu savaştan güçlenerek çıktım. Bugün hala mücadele etmeye devam ediyorum. Her nefesimde minnet, umut ve direnç taşıyorum. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun. Dilerim tüm çocuklar sağlıkla, neşeyle ve sevgiyle büyür çünkü her çocuk bir mucizedir. Sevgiyle kalın.
ALPER ŞİRVAN: ‘Beşinci sınıfta okul hayatımın o ilk günü’
Adım Alper Şirvan. 1973 doğumlu bir serebral palsiliyim. Tekerlekli sandalye kullanıcısıyım ve sol elimi kullanabiliyorum sadece. Okul benim zamanımda beş yıldı ve ben ilk dört yıl tahmin edilebilir sebeplerden dolayı okula gidemedim. İlkokul öğretmeni olan annem evde okuma yazmayı öğretti bana. Okumaya öyle meraklıydım ki daha altı yaşımda falan okuma yazmayı biliyordum.
Beşinci sınıfta okul hayatımın o ilk gününü hiç unutmam. Akranlarım da olsalar ilk defa öyle toplu bir ortama girmiştim. İlk gün sağ en öndeydim ve sınıf solumda kalıyordu. Onlara bakamıyordum bile. Dakikalar ilerleyip sınıfa baktığımda gülen gözleriyle sonradan çok iyi dost olacağım sınıf arkadaşlarımı gördüm.
O gün, o gülen gözlerle başladı her şey. Ve bugün meslekte 30 yılı devirmiş bir yazılımcı, beş kitaba imza atmış bir yazarım. Bu yüzden o günü ve o anı asla unutmadım.
BEYZA ÜNAL: ‘Çocuklar gibi düşünürsek, her şey mümkün olabilir’
Ben Beyza Ünal. Kas hastasıyım ve tekerlekli sandalye kullanıyorum. Bu çocukluğumdan beri böyle ama çocukluğumu düşündüğümde arkadaşlarım arasında kendimi sakat gibi hissetmediğimi hatırlıyorum. Çünkü çok küçük yaşlardan 10’lu yaşlara kadar aynı çevrede, aynı arkadaşlarla büyüdüm. Beni onlar olduğum gibi kabul etmişlerdi ve üzerine hiç konuşmadan oynamanın bir sürü yolunu bulmuştuk.
Beraber saklambaç oynuyorduk, ebelemece oynuyorduk ve bir sürü hayal gücümüzle kurduğumuz oyunları oynayabiliyorduk. Bazen Zeyna oluyordum, kötülerle savaşıyordum; bazen FBI ajanı oluyordum, suçluları yakalıyordum. Bir dans grubumuz bile vardı. Eve misafir geldiğinde ponponlarımızla gösteri yapardık misafirlere. Okulda da farklı değildi aslında. Bahçede, mesela bir bankın altını kale kabul etmiştik ve ben o banka oturduğumda kaleci oluyordum. Yani kısacası her şey mümkündü çünkü çocuklar olarak çocuklar gibi düşünüyorduk.
Belki hala çocuklar gibi düşünürsek, her şey mümkün olabilir diye düşünüyorum.
BİNNAZ UZUN: ‘Şahane beden eğitimi öğretmenim’
Merhabalar, ben Binnaz Uzun. 1,5 yaşındayken geçirdiğim çocuk felci sonrası sağ bacağım sakat kalmış. Şimdilerde %60 ortopedik engelliyim.
Çocukluğumda beni hem hüzünlendiren, hem neşelendiren nedir diye düşündüğümde ilkokula giderken beden eğitimi derslerinde diğer arkadaşlarım koşturup oynarlarken ben hüzünlenir onlara bayağı üzülerek bakardım. Ama öyle şahane bir öğretmenim vardı ki beden eğitimi dersine çıktığımızda öncelikle arkadaşların koşarak yapabildikleri etkinliklerden sonra, ‘Hadi bakalım şimdi de Binnaz’la oynayacağımız oyunlara başlayalım’ derdi ve biz, benim de katılabileceğim oyunları oynamaya başlardık. Bu benim için çok keyifli bir an olurdu. Örneğin, ‘yağ satarım, bal satarım’ oynarken herkes arkadaşlarının arkasında koşarak yakalamaya çalışırken sıra bana geldiğinde benim bütün arkadaşlarım yürüyerek benim arkamdan dolaşırlardı. Böylece yaşadığım o hüznü neşeye çevirirdi öğretmenim.
Bunun dışında, 23 Nisan etkinliklerinde herkes bir şeylere hazırlanırdı. Tabii ki bu da beni hüzünlendirirdi ama öğretmenim yine aynı şekilde beni keyifli hale getirebilecek durumlar oluştururdu. Ya resmi geçit sırasında öğretmenimin yanında onun elini tutarak ilerlerdim ki bu en başta olmanın verdiği neşe, keyif paha biçilmezdi ya da bir şiir ezberleyerek 23 Nisan’lara katılırdım. Bu çocukluğumda yaşadığım keyifli anlardan birkaç tanesi. Teşekkür ediyorum.
A.T.A.: ...ve geldik müzik arasına. Bu hafta 23 Nisan'a özel bir müzik seçtim ben; Barış Manço'nun “Bugün Bayram Erken Kalkan Çocuklar” şarkısı. Şarkının tabii ki hikayesi hüzünlü bir hikaye ama çocukken olan mutluluğumuza değen de bir şarkı. O şarkıyı dinleyelim ve devam edelim.
A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta tam da 23 Nisan'dayken ona özel bir bölüm paylaşıyoruz. İlk bölümde detayını vermiştim zaten; sesleri dinliyorduk konuklarımızdan ve kaldığımız yerden devam ediyoruz. En sonunda sıra gelirse, zaman kalırsa ben de bir şey paylaşacağım. Evet, devam ediyoruz dinlemeye konuklarımızdan çocukluk hatıralarını.
GÜLÇİN ERDİŞ: ‘Ben Ali, Ben Sevda, Ben de o Bayan Kuş’um’
Ben Gülçin Erdiş. 1987’de yüksekten düşme sonucu paraplejik oldum, tekerlikli sandalyeyle yaşamaya başladım, en iyi arkadaşım tekerlekli sandalyem oldu.
Sakatlığımın ilk yıllarıydı. Yeni yeni kendimi sürükleyerek hareket edebilmeye başlamıştım. Salonda, camın önünde koltuğa çıkıp dışarı izliyordum hep. Aşağıda insanlar, çocuklar ve özellikle de sitenin gençleri bazen bahçede voleybol oynarlardı. Onları izleyebilmeyi çok severdim ama beni fark ettiklerinde aralarında, ‘Bizim baykuş çıktı’ yine diye gülüşürlerdi. İçten içe biraz dokundu ama belli etmezdim. Sonuçta ben de onların yaşında o topun peşinde koşan biriydim. Bir gün yeğenim yanıma geldi. ‘Teyze’ dedi, ‘Sen bana voleybol öğretmiştin ya, arkadaşlarıma da öğretir misin?’ Öyle mutlu oldum ki, ‘Tabii öğretirim’ dedim.
Ertesi gün birlikte bahçeye indik. Tam yeğenimin arkadaşlarının yanına giderken yine voleybol oynayan gençlerle karşılaştık. Tesadüf bu ya, topları benim önüme geldi. Hiç düşünmeden, eskiden yaptığım gibi bir manşetle vuruş yapıp topu onlara gönderdim. Sonra biri, ‘Siz voleybol biliyorsunuz galiba, bizimle oynar mısınız?’ dedi. Şaşkınlıkla kabul ettim ve tanışmaya başladık. ‘Ben Ali’, ‘Ben Sevda’... Ben de yukarıda oturduğumuz daireyi işaret ederek, ‘O baykuşum yani Bayan Kuş’um’ dedim. Bir an durarak birbirlerine baktılar, ‘Özür dileriz’ dediler. O gün onlar için de, benim için de bir şeyler değişti. O günden sonra ne zaman voleybol oynasalar beni de çağırdılar. Topun peşinde koşamasam da o sahada, o kalabalıkta yine var oldum ve en güzeli o baykuş esprisi artık sadece bir lakap değil, güzel bir hikayeye dönüştü benim için.
MERAL SÖZEN: ‘Tık Tık Tık, Bu bir gözlük camıdır’
Merhaba, ben Körüz Biz Derneği'nden Meral Sözen. Kör bir aktivist olarak engellilik konusunda dil kullanımı üzerine çalışıyorum.
Ben çocukken kalın çerçeveli kalın camlı gözlüklerim vardı ve çocuklar arasında gözlük takan kişilere dört göz demek gibi bir alışkanlık vardı. Hala var mı bilmiyorum bu ve beni üzmekten ziyade çok şaşırtıyordu bu kullanım. Onlara sürekli şunu anlatmaya çalıştığımı hatırlıyorum, ‘Gözüme taktığım şey ekstra bir göz değil, o bir gözlük’. Gözlük camını gösteriyordum şöyle vurarak ve diyordum ki ‘Bu bir gözlük camıdır, göz değildir. Eğer bunlar göz olsaydı evet, dört göz kullanımı doğru olurdu ama bu bir gözlük ve bunlar gözlük camı olduğu için, göz olmadığı için dört göz demek çok saçma’. Sürekli bunu anlattığımı hatırladığım anılarım var. Biraz da sinirlenerek anlatıyordum bunu.
Şimdi bugüne geldiğimizde de kapsayıcı bir dil oluşturmak için metin analizleri yapıyorum ve kullandığımız sözcüklerin neyi ifade ettiğini anlatmaya çalışıyorum. Yani bu anlamda benim için pek bir şey değişmedi diyebiliriz.
SELCEN KANKUL: ‘Fizyoterapistim benim kahramanımdı’
Herkese merhabalar, ben Selcen Kankul. 22 Mayıs 1995 Mersin doğumluyum. Evliyim. Mersin’de çocuk fizyoterapisti olarak çalışıyorum. Ben aynı zamanda serebral palsili bir bireyim. Niçin fizyoterapist olmaya karar verdim, buradan başlamak istiyorum.
İlkokul dönemimde engel durumumdan dolayı kendi akranlarımdan oyunlara alınmıyordum; engelimden dolayı beni aralarına almak istemiyorlardı. Ben de o dönemlerde fizyoterapiye gidiyordum ve benim bir kahramanım vardı.
Fizyoterapistim benim kahramanımdı ve bana iyi geliyordu. Ben de o dönemlerde hiç arkadaşım olmadığından dolayı kafamda şöyle bir şey oluştu. Ben de büyüyünce kahramanım gibi olacak ve benim gibi çocukların kahramanı olacaktım, onlara iyi gelecektim. Benim arkadaşım yoktu ama benim tedavi ettiğim çocukların arkadaşı olacaktı çünkü ben onlara iyi gelecektim.
Küçükken kötü olaylar yaşadığım halde bu kötü olaylardan yola çıkarak büyük bir başarı elde etmiş oldum ve hayalimi gerçekleştirip çocuk fizyoterapisti oldum.
ZEYNEP ŞÖLEN YILDIZ: ‘Ben nasıl yapıyorsam öyle yaparım’
İsmim Zeynep Şölen Yıldız. Bir kas hastalığına bağlı olarak ortopedik bir engelim var.
Çocukluğumu düşününce ya da böyle çocukluk fotoğraflarıma baktığımda aslında yaşadığım erişim sorunlarının, erişilebilirlik sorunlarının o kadar da aklıma gelmediğini fark ediyorum - sanırım onları biraz unutmuşum ya da belki de çocuk bakış açısıyla onları çok fazla büyütmüyordum, kendi kendime hepsine bir çözüm bulmaya çalışıyordum. Onların o kadar da büyük problemler olduğunun farkında da değildim sanırım.
Örneğin, toplara çok meraklıydım. Böyle sürekli marketten bir top almaya çalışırdım, nerede bir top görsem peşinden koşardım, özellikle neredeyse boyum kadar olan basket toplarını sektirmekten çok hoşlanırdım.
Ama bunun yanı sıra beden eğitimi derslerinde, beden eğitimi öğretmeni beni pek katmak istemezdi derslere. Genelde bana ‘Sen otur’ derdi ve bunun beni bayağı üzdüğünü hatırlıyorum. Ama bunun aksine şunu da hatırlıyorum; arkadaşlarım hep beni bir şekilde katmaya çalışırlardı çünkü ben oldukça da sosyal bir çocuktum ve arkadaşlarımla aram çok iyiydi. Mesela voleybol takımı vardı ve beden eğitimi derslerinde voleybol oynardı insanlar. Daha sonra voleybol takımının kaptanı olan arkadaşım onların maçları bittikten sonra biraz da benimle oynardı, birazcık boyunu bana yaklaştırmak için birazcık eğilir, karşılıklı voleybol oynardık.
Bunu hatırlıyorum ve bu beni çok mutlu ederdi. Bir şekilde onun bir parçası olduğumu hissederdim. Annem de bu konuda beni hep cesaretlendirirdi. ‘Aynısını yapmak zorunda değilsin, hiç kimse hiçbir şey yapmak zorunda değil ama yapabildiğin kadarını yap, sen nasıl yapıyorsan öyle yap’ derdi.
Sanırım bu çocukluktaki voleybol oynayışımdan hayatta geri kalan her şeyi yapmaya çalışma şeklim hep böyle oldu. Herkesle aynı yapmak zorunda değilim ama ben nasıl yapıyorsam öyle yaparım diye düşünürüm. Bunu sanırım çocuklukta öğrendim.
A.T.A.: Evet, konuklarımızdan dinledik . İsimlerini bir kez daha anayım onların; Alper Okçuoğlu, Alper Şirvan, Beyza Ünal, Binnaz Uzun, Gülçin Erdiş, Meral Sözen, Selcan Kankul ve Zeynep Şölen Yıldız.
Şimdi sıra bana geldi.
ALPER TOLGA AKKUŞ: "Anneanne desteğiyle şampiyon olunan şeker toplama yarışı"
Alper Tolga Akkuş. Doğuştan sakat bir bireyim. Spastik paraparazi deniyor benim rahatsızlığıma, tek bir kanedyenle erişimimi sağlıyorum.
Çocukluk hatırama gelirsem de benim mahlasım hashtag Anavarrza’dır. (#anavarrza) Anavarza da, Adana Ceyhan'a bağlı bir köy - asıl adı Ağaçlı Çeçen. Aslında Osmaniye'ye bağlı Anavarza Kalesi ama bizim köy tam Osmaniye Ceyhan sınırında bir köydür. Oradan bir hatıra.
Tabii Şeker Bayramlarında bütün böyle sülale biz köyde olurduk kuzenlerimle beraber ve şeker toplama yarışı yapardık her bayramda. Tabii ben sakat bir çocuk olduğum için de daha ikinci, üçüncü evde nefes nefese kalıp, hızlı gidemeyip, evleri dolaşamayıp, kuzenlerimin ardında kalıp, yorulup eve geri dönüyordum. Anneannem de - rahmetli, Zekiye Dilay, buradan da onu rahmetle anıyorum, ellerinden öpüyorum, yanaklarından öpüyorum kendisinin - böyle görüyordu beni ve her sene oluyordu bu çocukken, ‘Ne oldu yavrucuğum?’ diyordu. Ben de böyle dudaklarımı büzüp, ‘Şeker toplama yarışı yapıyorduk ama ben yoruldum, kaybettim’ diye oturuyordum küskün şekilde, böyle başımı da eğerek. Anneannem de başımı okşayıp, ‘Hadi gel bakalım içeri’ diyordu bana ve eve alınan kavanoz kavanoz şekerlerden karıştırarak benim torbamı dolduruyordu, tıka basa doluyordu torbam benim.
Sonra kuzenlerim geliyordu tabii eve. Ben de hiç çaktırmıyordum tabi. ”Hadi bakalım şekerleri sayalım" diyorduk biz ve en nihayetinde de bu yarışı kazanan ben oluyordum. Biraz hile hurdayla, anneannemin katkısıyla ama ben de bunu hiç söylemiyordum kuzenlerime.
Hatta benim fotoğrafımda kuzenlerimin bir kısmı ve kız kardeşlerimin resimleri de var benimle beraber. O fotoğrafta Galatasaray şapkalı olan kişi benim bu arada. Benim de hatıram bu olsun.
A.T.A.: Bu hafta Sakat Muhabbet'te 23 Nisan’a, sakat çocuklara dair bir şey hazırladım, kendimizden örneklerle sundum. Umarım beğenmişsinizdir. Biz çok heyecanlandık, ben heyecanlandım. Katılan konuklarım, katılamayan konuklarım onlar da çok mutlu olmuşlardı bu fikirden. Bu hafta böyle yaptık.
Tabii bizim bir son sloganımız da var; ‘Dünyanın bütün sakatları eğleşin. 23 Nisan'da hele daha bir eğleşin’ diyorum. Haftaya görüşmek üzere, hoşçakalın.