Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, Tip 2 SMA ve ASD kalp hastalığı bulunan Alper Okçuoğlu ile ‘Medya Sektöründe Engelli Bireyler: İstihdam, Çalışma Koşulları ve Yaşadıkları Sorunlar’ adlı tezinden yola çıkarak medya sektöründeki engelli bireylerin sorunları üzerine konuşuyor.
Alper Tolga Akkuş: Merhaba Açık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoş geldiniz, ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 24 Temmuz 2024 Çarşamba. Bu hafta programımızı destekleyen Esra Eren, Ozan ve Murat Demirtaş'a teşekkür ederek başlamak istiyorum programa. İki hafta önce programa son verirken konu ettiğimiz Alper Okçuoğlu’nu hatırlıyorsunuzdur. Bir sonraki programda onu konuk edeceğiz diye ben bilgi vermiştim dinleyicilere ve program konuğum Çiğdem Hocam'a da. Ama geçen haftaki bölümde de bahsettiğim gibi, onun bir tedavi süreci vardı. Onu bekledik ama bugün, iki hafta sonraki programda Alper Okçuoğlu’nu konuk ediyoruz. Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde öğrenciyken Alper ile yarattığı olumlu dönüşüme, sakatlığa dair farkındalığa dair konuşmuştuk. Bu arada Alper Okçuoğlu’nun da şu an hali hazırda Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde ‘Medya Sektöründe Engelli Bireyler: İstihdam, Çalışma Koşulları ve Yaşadıkları Sorunlar’ başlıklı bir yüksek lisans tezi hazırladığını da ben ileteyim dinleyicilere ve Alper'e söz vereyim. Alper hoş geldin Açık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e. Nasılsın, iyi misin?
Alper Okçuoğlu: Merhabalar, hoş bulduk. Gayet iyiyim. Bugün burada seninle birlikte tekrardan buluştuğum için çok mutluyum. Çok teşekkür ederim konuk olarak davet ettiğin için. Çiğdem Hocam ile yaptığın programı dinledim, detaylı bir şekilde orada benden çok güzel şekilde bahsetmiş Çiğdem Hocam da. Sende de güzel bir etki bırakmama çok sevindim bu arada. Tedavi sürecini atlattıktan sonra da burada konuk olduğum için çok mutluyum.
A.T.A.: Alper, hoş geldin programa ve her zaman da konuk edeceğiz seni. Zaten ikimiz de iletişim okuduk, ikimiz de medya sektöründe akademik ya da alan içinde çalışıyoruz zaten. Biliyorsundur Alper, bizim bir ilk sorumuz var; Alper Okçuoğlu kimdir, bugüne kadar neler yapmıştır ve bir sakatlığın bulunuyor ise bunun da detayını verirsen sevinirim.
Tip 2 SMA ve ASD Kalp Hastalıkları
A.O.: Tabii ki. Alper Okçuoğlu, 12 Ağustos 1995 doğumlu, SMA Tip 2 hastası ve kalbinde de ASD hastalığı bulunan, bedensel engelli bir bireydir. SMA Tip 2 hastalığı, biliyorsunuz, nörovasküler bir çeşit kas hastalığı - vücuttaki uzuvları, özellikle çalıştırılan kaslar da olmak üzere, diğer bütün kas ve kas sistemlerini etkileyen bir kas erimesi. ASD ise bir çeşit kalp hastalığı; kalpte bulunan, kalp kapakları üzerinde bulunan bir kalp deliği diyebiliriz. Bundan dolayı kalp biraz benim sorunlu, problemli. Onun dışında Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim Bilimleri Bölümü mezunuyum ve şu anda da Mersin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Ana Bilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimi alıyorum. Gazetecilik alanında ilerlemek istememin de genelde en temel çıkış noktası, Çiğdem Hoca oldu açıkçası. Ben de Çiğdem Hoca’ya atıfta bulunayım; Çiğdem Hoca ile birlikte yaptığımız akademik çalışmalar dışında, dergi çalışmalarımız beni açıkçası gazetecilik alanına yönlendirdi. Engelli bireylerin toplumsal mücadelesini duyurabilecek bireyler arasında olabileceğimi düşündüm ama ben bunun dışında ekstra olarak bu işin akademik boyutuyla da ilgilendim. O yüzden de şu anda engelli medya çalışanı bireylerin istihdam koşullarını araştırıyorum, böyle bir yüksek lisans tezim var.
A.T.A.: Dinleyiciler merak edecektir; bu tedavi ne oldu, ne bitti Alper'e diye soruyorlardır. Kısaca, bir mahsuru yoksa, bu son yaşadığın rahatsızlık ve tedaviyi kısaca anlatsana, dinleyiciler onu öğrensin, o açıdan soruyorum.
A.O.: Elbette, şöyle bir durum söz konusuydu; benim kalbimde ASD yıllardır vardı. Ancak her geçen gün kalp hastalığı benim akciğerime hasar vermeye başladı. Akciğerimde küçülme başladı, akciğerimde astım hastalığı başladı vs. diye ilerledi bu. Ben, geçen kış boyunca sürekli astım krizleri yaşadım ve sürekli soluğu acilde alıyordum. Kardiyoloji doktoruna söyledim, göğüs hastalıklarına gönderdi. Göğüs hastalıkları doktoru astımı kontrol altına aldı ama bu sefer de kalp yetmezliği başladı. Ayaklarımda ödem oluştu, ayaklarım mevcut olduğu durumdan üç kat daha büyük gözükmeye başladı şişlikten ve bu da beni daha da olumsuz etkilemeye başladı. Derken kontrollere gidip gelirken, en son üç gün hastanede yatırdılar. Üç günlük tedavinin ardına ödem indi ama iki gün sonra da geri şişti ayak. Hastaneden çıkar çıkmaz ben tekrar randevu aldım. Doktor dedi ki, ‘Yapacak bir şey yok, seni hastaneye yatırıp bu kalbi kapatmaya çalışacağız.’ Hastaneye yattım, ameliyat oldum. Normalde bir saat süren ameliyat bende beş - beş buçuk saat sürdü. Çünkü üç dört defadan fazla denemişler. Benim kalp yapısı bozuk, doktorların taktığı cihazlar oturmuyor. Açık kalp ameliyatına da girmek istemiyorlar. Beni kardiyovasküler cerrahinin eline teslim etmek istememiş kardiyoloji doktorum, en son iptal etmişler yani ‘Yapmayalım, dursun şu anda’ demişler. BT anjiografi denilen bir yöntem ile tekrar kalp yapıma bakılacak ve tekrar durumu değerlendirecekler. Ama şöyle bir durum var - tekrar ameliyat isterler ise ben şu anda çok yorgunum, o yüzden de ameliyatı tekrardan düşünmüyorum.
A.T.A.: Şimdi bir yandan da dinleyenlerin yerine koyuyorum kendimi – Biz, sakat bireyleriz, biz biliyoruz detayı fakat sakat olmayanlar diyordur, ‘Ya bu adam bunları bunları bunları yaşamış, sesi ne kadar pozitif geliyor.’ Sakat insanlar şöyle görüyorlar ya, ‘Ya yazık! Ah vah!’. Bir de şunu konuşacağız seninle, ben de yaşadım onu; sakatsın, yürüyemiyorsun, tekerlekli sandalye kullanıyorsun, ben kanedyen kullanıyorum. İletişim’i niye yazdın diye ailemden bana sövmeyen kalmamıştı, onu da açalım - sakatlık konusu ve hayata umutla bakma. Hem de iletişim okuyan bir sakat. Niye bunu yazdık konusunda sen ne yaşadın?
Hem Sakat Hem de Pozitif Olmak
A.O.: Benim şöyle bi durumum var ki benim zaten kendi şartlarım dışında da en çok aldığım tepki bu; ‘Alper, niye bu kadar güler yüzlüsün?’, ‘Alper niye bu kadar pozitifsin?’, ‘Alper, hiç mi üzüntün, sıkıntın, derdin, kederin yok?’ gibi sürekli böyle bir yüzün gülüyor soruları alıyorum. Yoğun bakımdan çıktım, millete gülüyorum. Doktorlar - duyuyordum onları artık - ‘Ya bu çocuk yattı, gülüyordu, kalktı gene gülüyor’ dediler, bunu çok net duydum. Benim genel bir pozitif olma durumum var. Ben yaşadığım sorun ve sıkıntılara rağmen pozitif olmayı seviyorum çünkü pozitif olmak beni hayata bağlıyor. Toplumda şöyle bir algı söz konusu; ‘Engelli birey depresiftir, engelli birey saldırgandır, engelli birey hakaret eder, engelli birey karşısındaki insana zarar verir’ gibi bir şablon söz konusu. Bu şablonları biz aslında yıkmak için aslında böyle olmak durumunda kalıyoruz. Belki insanlarda böyle bir algı olmasa ben bu kadar pozitif olmak adına uğraşır mıydım bilmiyorum. Yani işin gerçeği böyle bir durum var, bu bir kişilik, karakter meselesi. Benim böyle bir birey olmam, toplumdaki algının değişmesine öncülük ediyorsa ben böyle bir birey olmayı kabul ediyorum. Ama bunu her engelli birey bu şekilde kabul edecek diye de bir kaide yok elbette.
A.T.A.: Peki, iletişimi kazanınca, ‘Sakatsın, yürüyemezsin, kalbinde sıkıntı var, iletişim yazılır mı?’ dediler mi sana da? Bana demişlerdi, o yüzden soruyorum.
A.O.: Benim iletişim bilimlerinden ziyade, ‘Alper, niye sen tekerlekli sandalyede olmana rağmen normal üniversiteye gittin?’ veya ‘Niye Açık Öğretim’i bitirmedin?’ gibi, çünkü benim bir de Açık Öğretim maceram vardı, Kamu Yönetimi okuyordum ve Kamu Yönetimi’ni okurken üçüncü sınıfta okulu bıraktım. Dayım o dönem Almanya’daydı, geri geldi Türkiye'ye. Ben dedim ki, ‘Ben İletişim Bilimleri diye bir bölüm gördüm, bu bölümü istiyorum, bu bölüme gideceğim’. Dayım da dedi ki, ‘Tamam oğlum, sen istiyorsan götürürüm getiririm ben, yardımcı olurum sana’. Annem de ‘Eğer istiyorsan tamam, yardımcı olurum, elimden geleni yaparım sen okumak istiyorsan’ dedi. Ama benim çevremdeki insanlardan ‘İletişim Bilimleri ne, iletişimde ne yapıyorsunuz?’ sorusu da çok geldi.
A.T.A.: Ben ‘Gazetecilik’ diye kazandığım için o biliniyordu. Doğru, bilselerdi belki sana da aynısı olurdu muhtemelen.
A.O.: Benim aldığım en büyük tepki, zaten fakülteye gidip gelmem oldu. ‘Alper, niye gidip geliyorsun, niye Açık Öğretim’den devam etmedin, niye Açık Öğretim’den bitirmedin?’ soruları çok geldi bana. Ben de dedim ki, ‘Ben normal bir insanım, engelli olmam benim bir şeyimi değiştirmiyor. Ben, gidip o insanlarla beraber rekabet edebilirim, o insanlarla beraber eğitim alabilirim. Ben bunu istiyorum’. İletişim Bilimleri dediğimiz alanın toplumun her noktasını, her parçasını kapsayan bir alan olduğunu gördükten sonra burası benim alanım, burası benim yerim dedim. Onu sahiplendikten sonra da zaten kimse bir şey diyemez hale geldi çünkü benim arka arkaya başarılarım gelmeye başladı bu sefer.
A.T.A.: Şimdi lafını etmişken o başarıları bir alalım, onları da say istersen.
Alper Okçuoğlu’nun Mesleki Başarıları
A.O.: Elbette, Sayayım. Ben, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Aydın Doğan Vakfı'nın düzenlemiş olduğu Genç İletişimciler Yarışması’nda Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi bünyesinde Çiğdem Hocam ve Fırat Hocamın eşliğinde hazırladığımız dergi kapsamında haberler yapmıştım. Haberlerden bir tanesi, bir engellinin ulaşım günüyle alakalı bir haberdi. O haberim, Röportaj kategorisinde ikincilik ödülü aldı. Bir de üniversiteden yine bölüm arkadaşım Aslı ile yaptığımız bir dosya haber çalışması vardı. ‘Bebeklerde besin alerjisi neden artıyor?’ diye bir araştırma yapmıştık ki bu haber üzerine de gerçekten çok büyük emek verdik. Aslı ile birlikte de Haber Araştırma kategorisinde üçüncülük ödülü almıştık. Bunun dışında mezun olduktan sonra Kahramanmaraş Gazeteciler Cemiyeti’nde Geleceğin Genç Gazetecileri arasında gösterildim ve ödül törenine bizzat davet edildim, gittim, ödül aldım. Üniversitemde keza yine teşekkür belgeleri ve ödüller aldım. Bunlar gibi ödüllerim oldu.
A.T.A.: Programın da ortalarına geldik Alper. Müzik çalıyoruz ve müziği de konuğumuza soruyoruz; ne çalalım, ne istiyorsun senin için bu hafta?
A.O.: Bence biraz ironik bir iş olsun, günümüz toplumunu anlatan bir şey olsun; Manga’dan “Dünyanın Sonuna Doğmuşum”.
A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor ve bu hafta konuğumuz Alper Okçuoğlu. Şu anda Mersin Üniversitesi'nde master tezini hazırlıyor, tezinin de başlığı ‘Medya Sektöründe Engelli Bireyler: İstihdam, Çalışma Koşulları ve Yaşadıkları Sorunlar’. Şimdi teze gelelim; bu tezin başlangıç, fikir aşaması ve şu ana kadar ki aşamalarını bir özetlesene bize.
Medya Sektöründe Engelli Bireyler Yüksek Lisans Tezi
A.O.: Elbette. Ben açıkçası yüksek lisansıma ilk başladığımda aklımda tez konusu olarak engelli bireylerle ilgili bir proje yapmak vardı yani bu işin bir projeye dönüşmesi ve Türkiye'de daha önce yapılmamış bir tez arayışım vardı. Bunu yapmak istememdeki en önemli nedenlerden bir tanesi de, genellikle artık kalıplaşmış bazı tez çalışmaları oluşmasındandı. Nedir onlar? Mesela, Engelliler Haftası'nda veya Engelliler Günü'nde çıkmış haberlerin incelenmesine yönelik akademik çalışmalar. Evet, literatürde önemlidir bunlar ancak aktif olarak sahada çalışan engelli bireylere ilişkin verinin eksik olduğunu gördüm ve hatta Çiğdem Hocam ve Fırat Hocam da birlikte bir proje yapmışlardı benim tez konuma benzer. Onlar Adana ölçeğini yaptılar, bir çalışma yürüttüler sadece benim bildiğim kadarıyla. Çiğdem Hocama dedim ki, ‘Hocam, bu çalışmadan esinlenerek bunu Türkiye geneline çeksem ve bunu yüksek lisans tezi olarak yapsam sizin için sorun olur mu?’ O da, ‘Alper, hiçbir sorun yok ama bu işe başlıyorsan, bu işin zor olacağını bil. İnsanlar sana geri dönüş yapmayabilir’ dedi. Yani bir akademisyenden böyle bir şey duyunca insan bir korkuyor.
A.T.A.: Ne oldu peki? Gerçekte de böyle mi oldu?
A.O.: Engelli bireylerle alakalı %80'e yakın bir geri dönüş aldım. Benim araştırdığım 30 insandan yaklaşık 20 - 21 engelli geri döndü bana.
A.T.A.: Onlardan birisi de benim galiba değil mi?
A.O.: Evet, onlardan birisi de sensin, aynen öyle. Ben tezi yaparken bir şey daha dikkatimizi çekti. Bunu tez danışmanımla birlikte konuşurken - bu arada benim tez danışmanım da Erhan Arslan Hocadır Mersin Üniversitesi’nden - dedik ki, madem sadece engelli bireyler yok bu işin bu ayağında, istihdam konusu da var bu işin iş veren boyutunda ve bir de sivil toplum kuruluşları boyutu var. Biliyorsunuz, gazeteciler cemiyetleri var, federasyonları var. Peki, onlar engelli istihdamına dair neler diyor? Bir şekilde gene tanıdıklar, araştırmalar vasıtasıyla federasyonlara ulaşmak mümkün oldu. Kısıtlı bir katılım da olsa bir katılım sağlandı ama tezin bence en çarpıcı boyutu engelli bireyleri çalıştıran, istihdam eden medya patronlarını teze katılımını sağlamaktı. Çok düşük de kaldı yani şöyle söyleyeyim; veri ortaya çıkmayacak kadar az bir katılım gerçekleşti.
A.T.A.: Tezin başlığının sonunda şöyle demişsin; ‘Çalışma koşulları ve yaşadıkları sorunlar’. Neler bunlar?
Sakat Gazetecilerin Çalışma Koşulları ve Yaşadıkları Sorunlar
A.O.: Genel bir gözlemimden bahsedebilirim; engelli bireylerin en önemli sorunu ve problemi istihdama başlamak - en temel çıkış noktamız burası. Çünkü medya kurumlarına ‘istihdam edilir miyim’ sorusuyla gidiyorlar. Ben şunu gördüm; radyo programı yapıyor arkadaş ve ‘Ben engelli bir bireyim’ demeyi saklamaya çalışıyor. Gözle görülür bir engelliliği yok, daha çok psikolojik diyeyim engelliliği ve bunu saklamaya çalışıyor. ‘Niye?’ diye sordum ve dedi ki, ‘Engelli olduğumu söyleyince vazgeçiyorlar, almıyorlar’.
A.T.A.: Daha önce denemiş bunu ve deneyimlemiş anladığım kadarıyla...
A.O.: Aynen öyle ve ‘Şu anda yerel bir kanalda radyo programı yapıyorum’ dedi. ‘Tamam da sen bunu ne zamana kadar saklayabileceksin?’ diye sordum. ‘Fark ederlerse işten çıkartılacağımı biliyorum’ diye cevam verdi bana. O yüzden bizim en temel çıkış noktamız istihdam edilir miyiz sorusuyla başlıyor.
A.T.A.: Edildik diyelim. Edilenler ne yaşıyor? Onu söyle.
A.O.: En büyük problem, erişilebilirlik problemleri. ‘İş yapabilir misin?’ sorusu çok gelmiş yani ‘Şu işi yapabilir misin?’ sorusu. Engelliye dair klasik stereotipler devreye giriyor burada ve engelli birey hiçbir şey yapamaz, bir şey beceremez, bir işin üstesinden gelemez gibi bir algı var. Dolayısıyla da sanki engelli bireylerin ortam ve koşulları bozduğuna yönelik bir algı da var - kalabalık, özellikle toplu istihdamın yapılabileceği büyük medya kuruluşları engelli bireyleri istihdam etmekten çok, felaket derecede kaçınıyorlar. İstihdam edenlerde de şöyle bir algı var; ‘Düzeni bozacak mısın?’ sorusu ve baskısı geliyor engelli bireylere. Bunun adını biliyorsun; mobbing. İşin gerçeği bu.
A.T.A.: Düzeni nasıl bozacaklarmış? Yani ne yapacaklarmış da düzen bozuluyormuş? Onu anlamadım ben.
A.O.: Engelli birey, mesela otizmli, takıntısı var, kalemi vuruyor ve çevredeki insanları rahatsız ediyor.
A.T.A.: Ben 93'te kazandım üniversiteyi. O zaman ne sosyal medya var, ne internet, ne de bilgisayar. O zaman ailemin tepkisi bir bakıma mantıklı, ‘Fotoğraf makinesi alıp koşturacak mısın?’ diyorlar. Ama günümüz teknolojik gelişimlerinde sakat bireyler için inanılmaz çok alan var medyada, bunu da söylemek lazım. Yani bizim hareket etmiyor oluşumuz bir avantaj belki ama bir yandan da. Bu konuya girelim mi?
A.O.: Elbette, şöyle bir durum söz konusu; ben şu anda mesela bizim alanımıza yönelik de yapılabilecek şeyler olduğunu gördüm. İnsanlar, işverenler özellikle şuna dikkat etmiyor; bizim oturduğumuz yerden veya evimizden yani uzaktan çalışma veya hibrit modellerle istihdam edebileceğimizi hala kabul etmiyorlar. Ben bu bilgisayar başında verdiğim bütün görevleri yapabiliyorum, bunu niye ısrarla ve inatla bana o binaya gelme zorunluluğu tutuyorsun? Benim engellilik oranımı biliyorsun, durumumu biliyorsun ve benim durum ve koşullarına göre bir istihdam alanının biraz daha uygun hale getirilebilir olduğunu da biliyorsun. Ben enteresan bir iş teklifi aldım. Mesela diyorum ki, ‘Ben iletişimciyim, gazeteciyim, medya alanına ilgim var, kurumsal iletişim alanında da bir şeyler yapabilirim eğer eğitirseniz’ ve bana diyorlar ki, ‘Sana iş olarak kulaklık verelim, bir tane bilgisayarın önünde otur, müşteri hizmetleri olarak çalış.’ Diyorum ki, ‘Ben bundan daha fazlasını yapabilirim’. Yani beni olduğumdan daha alt bir kademeye alıyorlar.
A.T.A.: Medya kuruluşu mu bu bahsettiğin kurum? İsim vermeyelim de o akıldaki şeyleri kırmak çok zor. Mesela sen iki saatlik bir yere gidip gelinceye kadar harcadığın eforu evinde otursan, işine odaklansan daha iyi iş çıkartacaksın, onu düşünemiyorlar. Ona bakmak lazım bir yandan da.
A.O.: Aynen öyle. Bir de dediğin gibi, yolda giden zaman, artı yolda beni bir yerden bir yere çağırdıkları zaman zaten yoruluyorum kas hastası olduğum için. ‘Ben gelirim ama orada bir şey yapmam’ diyorum beni bir yere çağırdıkları zaman. Ben de diyorum ki, ‘Tekerlekli sandalye üzerine otururum, konuşuruz’ yani başka bir şey yapamam ekstra. Çünkü ben zaten fiziksel olarak yorulmuş oluyorum oraya gelene kadar.
A.T.A.: İşin başka bir boyutu. Sakatlığı olmayanlarla aynı kefeye koymak istiyorlar. Benim yaptığım şeyler farklı, benim becerilerim farklı. Benim derken, benim senden de farklı, senin ondan da farklı. Sakatların her birinin birbirinden farklı becerisi, kapasitesi var ve ona göre bir şey yapılabilir. Bunu da ben belirleyebilirim - bunu, bunu, bunu yaparım diyebilirim. Benim adıma, bana sormadan, senin yaptığını bilmeden... Buna dair ne söylemek istersin?
Yaşadıkça Haber Sitesi ve Mehmet Kızıltaş
A.O.: Şöyle bir durum söz konusu; engelli bireylerin yetenek ve becerilerine odaklı bir sistemin olması gerekiyor. Benim CV’me veya benimle ilgili bir mülakat yapıldığına veya bir görüşme yapıldığında diyorum ki ‘Ben Alper Okçuoğlu’yum. Benim yapabileceğim beceriler, yetenekler burada yazıyor. Kurumsal iletişim, gazetecilik, medya, basın müşavirliği yardımcı olabileceğim alanlar arasında yazıyor tek tek. Ben size bu alanlarda destek olabilirim, yardımcı olabilirim. Ben istiyorsanız hibrit de çalışırım. Gelirim haftanın belli bir günü, bir toplantı yaparsınız yapar, katılır, sonra da geri dönerim evime, işimi yapmaya devam ederim uzaktan’. Bana diyorlar ki, ‘Yok, firmaya geleceksin’. Ya engelli bir bireyin yetenek ve becerisini ölçmeniz için burnunuzun dibinde olmasına ihtiyaç yok. Bunu bir kabul etmesi gerekiyor işverenin.
Ben şu anda bir platformda yarı zamanlı olarak çalışıyorum. Mehmet Kızıltaş Bey'in yanındayım. Yaşadıkça isimli bir engelli haber platformumuz var. Mehmet Bey, Engelsiz Kariyer adlı sitenin de kurucusu ve Yaşadıkça’nın da kurucusu. Bu arada çok kısa söylemem gerekirse, Yaşadıkça, zamanında TRT'de de ‘Yaşadıkça’ adındaki engelli bireylerin hikayelerinin, sorun ve problemlerinin anlatıldığı bir programdan esinlenerek bugün internet haber portalına dönüştürülmüş durumda. Ben de orada yarı zamanlı olarak Mehmet Bey ve ekibine haber editörü olarak yardımcı oluyorum, destek veriyorum. Elimden geldiğince haber içeriklerine baktığımda da engelli bireylerle alakalı mevcut stereotipleri biz nasıl değiştirebiliriz; basında, medyada yer alan kavram ve kelimeleri nasıl dönüştürebiliriz sorusunu biraz kovalıyoruz. Ben bu yönden de Mehmet Bey'e tekrar teşekkür ediyorum buradan bana böyle bir şans imkanı tanıdığı için. Ben gerçekten işe başladıktan sonra kendimi ayrı bir özgüvenli de hissediyorum. Bu işin sadece ekonomik veya mali bir şeyi yok; psikolojik olarak da engelli bireyler kendini daha iyi hissediyor. Bunu da eklemek istedim.
A.T A.: Çok sağol Alper konuk olduğun için. Alper Okçuoğlu idi bu haftaki konuğumuz. Son olarak neler söylemek istersin?
A.O.: Benim genel olarak bu sefer mesajım toplumun engelsiz olan bireylerine gelsin; benim gördüğüm ve deneyimlediğim süreçlerde, engelli bireylere ilişkin kafanızda oluşturduğunuz stereotiplerden lütfen ayrılın. Bu sterotipler bize ötekileştirme, ayrımcılık ve diğer alanlarda dışlanmamıza neden oluyor. Bu stereotiplerden vazgeçtiğiniz anlarda bizleri birer birey ve toplumun içerisinde yaşayan bir insan, yurttaş, vatandaş olarak kabul ettiğiniz andan itibaren toplumda bizler daha çok fayda sağlayacağız, daha çok yer alacağız. Engelli bireylere de şu mesajım olsun; ne olursa olsun, karşınıza kim çıkarsa çıksın, nasıl bir problem ve sorunla karşılaşırsanız karşılaşan lütfen pes etmeyin, hedefe doğru gidin.
Sakat Muhabbet’in Açık Radyo’daki 50. Programı
A.T.A.: Bu arada seni konuk aldığım bu program Sakat Muhabbet’in Açık Radyo’daki 50. programı. Bu dönüm noktası seninle oldu Alper, bu da ayrı bir mutluluk oldu hem adaşım olduğun için, hem de meslektaşım olduğun için. Bu hafta destekçilerimiz Esra, Eren, Ozan ve Murat Demirtaş idi. Bu arada Murat Demirtaş’ın Fırınımdan Ekmekler diye bir hesabı da vardır, 'Ekmekçi Murat' diye bilinir, ona da bir selam göndereyim, arkadaşımdır. Bir sonraki hafta, yeni bölümde yeni bir konuyla görüşmek üzere hoşça kalın diyorum.
A.O.: Hoşça kalın.