Sosyoloji ve Sakat Muhabbet

-
Aa
+
a
a
a

Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, Şirince'deki Nesin Matematik Köyü’nde tanışma imkanı bulduğu ve Apaçık Radyo dinleyicilerinin yakından tanıdığı Ferhat Kentel ile sosyoloji ve Sakat Muhabbet üzerinden bir söyleşi gerçekleştiriyor.

""
Sosyoloji ve Sakat Muhabbet
 

Sosyoloji ve Sakat Muhabbet

podcast servisi: iTunes / RSS

Alper Tolga Akkuş: Merhaba Apaçık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoş geldiniz, ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 22 Ocak 2025 Çarşamba. Bu hafta Açık Radyo'nun, Apaçık Radyo'nun yakından tanıdığı bir isim ile beraberiz. Ben de kendisiyle bir hafta önce Şirince Matematik Köyü'nde - ki benim ilk kez oraya gidişimdi - tanıştım, karşılaştım. Orada programı yapmak istedik ama denk olmadı ve şimdi uzaktan, zoom üzerinden görüşüyoruz. Konuğumuz Ferhat Kentel. Ferhat Hocam, hoş geldiniz ama aslında ben hoş geldim, siz hep oradaydınız, ben sonra geldim ama Sakat Muhabbet’e hoş geldiniz diyebilirim. Nasılsınız, iyi misiniz?

Ferhat Kentel: Çok teşekkürler, hoş bulduk. Çok teşekkürler davet ettiğiniz için buraya.

A.T.A.: Benim ilk sorum sabit Ferhat Hocam; Ferhat Kentel kimdir, bugüne kadar neler yapmıştır ve bir sakatlığınız bulunuyor ise bunu da paylaşır mısınız diye başlıyorum her zaman söze.

F.K.: Bugüne kadar vallahi son 30-40 yılım galiba sosyoloji içinde geçti. Türkiye'de yaşamak çok heyecanlı bir tecrübe. 12 yıl öncesinden başlayan, belki siyasi sosyalizasyon sürecime bağlı olarak ailem, sosyal kültürel ortamım, çevrem ve bütün bunların birleşiminde hasbelkader sosyoloji alanının içine düştüm diyeyim ve iyi ki de düşmüşüm. Çünkü sosyaloji gerçekten sadece toplumu anlamak gibi yukarıdan bakan bir şey değil; aynı zamanda insanın kendi üzerine düşünmesini de içeren bir disiplin. Dolayısıyla biraz böyle kendi psikanalizmimi de yapmama sebep olan bir dal gibi geliyor aslında. 

Ben ne yapıyorum, ne işlerle uğraşıyorum, niye uğraşıyorum? Hem kendimi anlamak, hem de başkalarını anlamak açısından çok zengin, çok verimli, çok mütevazi, çok adaletli bir disiplin aslında sosyoloji yani çok adalet içeren bir disiplin. Dolayısıyla sakatlıkla da bu bağlamda tanıştım aslında ben. Kendim bizzat o sayılabilir engeller diye tanımlanan bir takım belki sorunlarım olmadı ama hepimiz açık, klasik tecrübe ile potansiyel sakatız aslında veya hepimiz bir şekilde birbirimize göre daha eksik veya daha çoğuz. Ben mesela çok hızlı koşamam, müzik yapamam, bir sürü şey yapamam ama aynı zamanda başka şeyleri yaparım. Tabii ki var olan toplumdaki bir adaletsizlik alanı olarak sakatlığı göstermek istemem ama hepimizin sakatlığı anlamak için galiba kendimizdeki eksikleri görmemiz lazım. Bu anlamda da hepimiz sakatız. Ben de sakatım sonuç olarak. demek bana daha mantıklı geliyor.

A.T.A.: Sosyolojide sakatlık alanı önemli bir alan mı? Çünkü sakatlık hep es geçiliyor gibi geliyor bana, ben mi hatalıyım? Kısaca buna girelim, tam da konusu. Aslında Şirince Matematik Köyü’nü konuşacağız, oradaki keyifli anları da konuşacağız ama sen açtığın için bu alanı ona da şimdi girelim diye bunu açmış olayım ben sana.

Sosyoloji’de Sakatlık: Sakat Fikir, Sakat Düşünce, Sakat Hareket!

F.K.: Tabii ki. Aslında tabii ki sosyolojide var sakatlık çalışmaları. Ben o konuda yani teorik anlamdaki, o akademik anlamdaki sakatlıkla çok uğraşmış birisi değilim. Dolayısıyla yaygınlığını çok iyi hakim olamam, söyleyemem. Ama bu, sakatlıkla ilgili yorumunuz galiba modern toplumun bir ürünü aslında. Az önce program başlarken sizin de söylediğiniz gibi, sağlamcılık ideolojisi aslında modernliğin belki en temel direklerinden birisi belki de; esas olarak, çalışmaya dayalı, üretmeye dayalı, insanı sadece doğa ve başka insanlar üzerine tahakküm kuran, güç üreten, üreten vs. değil. Bu gayet çok şık kelimeler olarak öğrendiğimiz bir zihniyet. Tabii ki beraberinde kapasite hep getiriyor yani fabrikaya gittiğiniz zaman makinaları ellerinizle, ayaklarınızla, gözlerinizle, bütün organlarınızla tam çalıştırabilecek misiniz, çalıştıramayacak mısınız? Çalıştıramayacaksanız o zaman sağlam insan değilsiniz ve o zaman dışarı atılıyorsunuz. 

Tabii ki muhtemelen bu mesele sadece modernlik içinde yaşadığım sanayi toplumu meselesi değil; çok daha öncelerden beri gelen bir şey. Sakatlığımızın türüne göre bu zihin olabilir, başka bir şeyler olabilir. Her toplumda her zaman çok makul bir şekilde ele alınmış bir mesele değil; dışlama çoğunlukla var. Ama modernlikle birlikte buna eklenen şey çok daha ideolojik, çok daha üretime bağlı olan bir şey. Toplum bir şekilde kendini inşa ediyor. Modern toplumda tabii ki kapitalist ilişkiler tahakkümle ilişkili olarak yapıyor bunu ve üretemeyen bir insansanız dolayısıyla siz bir şekilde toplumun zaten çok da merkezinde olan birisi değilsiniz. 

Mesela buna benzer, bunun en korkunç örnekleri nerelerde oldu? Örneğin Nazi Almanya'sında oldu. Sakatları ve tam da o Nazi ideolojisine faydalı olmayacak bir takım insanları soykırıma uğratarak oldu veya İsveç gibi bir takım Kuzey İskandinav ülkelerinde oldu. Sakat olma ihtimali olan bir takım insanlar, öjenik yani o ırkı temizlemek anlamında bir şeyler yapıldı. Çingenelerin, Romanların ve bir takım etnik grupların çocuk doğurmalarının önüne geçildi. Temizlik yani bir tür insanlığı temizlemek ve o insanlığa, temiz insanlığa rasyonel veya çok başarılı üretken olamayacak insanları temizlemek üzerine bol miktarda bir şeyler yapıldı. 

Temizlik hareketleri tabi sadece ırkçı uygulamaların içinde kalmadı; ırkçı görünüşte hiç ırkçılığı olmayan şeyler deyimlerimize de yansıdı. Mesela sakat fikir, sakat düşünce, sakat hareket... Sakatlık hatta bir tür toplumun dışına atılmanın aracı oldu belki. Tabi oradan da zaten sakatlık kelimesi dışarı atılmak ile eşleşince kelimenin kendisi de pejoratif ya da olumsuz bir anlam içerdi. O yüzden tekrar modern toplum kendini toparlayıp bu insanları nasıl içeri alacağız derken, bir takım laflar üretti. Mesela Türkiye'deki versiyonuyla özürlüler, engelliler falan gibi bir takım laflar çıkarıldı. Dolayısıyla sakatlık kelimesi de gayrimeşru bir kelime oldu. Yani aslında toplum meseleyi halletmedi ama sadece kelimelerinde belki bir takım şeyler yaptı yani kelimeleri temizleme anlamında bir şeyler yaptı ama bu tam tersine belki sakatlık meselesini daha da görünmez kıldı, toplum merkezindeki önemli bir mesele olmaktan çıkardı. Dolayısıyla ancak bir takım yardım kuruluşları, devletin bir takım attığı adımlar gibi marjinalize edilmiş bir alana dönüştü. 

Konuyu sosyolojiye bağlarsan, sosyolojide de zaten hiçbir şeyi kendi icat etmez yani durup dururken ‘ben bu konu ile uğraşayım’ demez; toplum konuşur ise sosyoloji konuşur ya da toplumda var ise bunun bir karşılığı, toplumdan bir tür etki, tepki, dinamik olarak bir takım ortaya atılan konular, yaşanan meseleler oluyor ise sosyoloji de konuşur bunları. Dolayısıyla sosyolojiyi galiba topluma bir anlamda bağımlı bir disiplin olarak düşünmek lazım.

Şirince Matematik Köyü

A.T.A.: Önce bu bölümde Şirince Matematik Köyü'nü bir anlatalım, keyifli bir bölümdü orası. Ben de ilk defa gittim. Kış sohbetleri, kestane sohbetleri dendi bize, bilmiyorum doğru muydu? Benim gittiğim gün, 10 Ocak Cuma günüydü ve Bol Kepçe denen bir lokantası var oranın, oraya girdim. Bir masada Ali Nesin oturuyor ve çevresinde bir sürü genç yani hani olur ya derviş oturmuş çevresinde de gençler, öyle bir ortam vardı ve çok hoşuma gitti. Sonra ikinci gün, 11 Ocak sabahı kapıda karşılaştık seninle ve ben hemen tanıştım. Dedim ki ‘Sakat Muhabbet, Açık Radyo’ ve birden her şey değişti, birden bire ben o oradan geçen Alper değil de Açık Radyocu, bizden Alper oldum. Açık Radyo’num böyle bir olayı da var. Sen köyde ne için bulunuyordun, kısaca anlatır mısın? Sonra ben de kendi projemi anlatayım ve müzik arasına girelim. Sonra da asıl konumuza geçelim istersen.

F.K.: Tabii ki. Benim vallahi kaç sene oldu bilmiyorum ama 10 seneyi buldu galiba Nesin’in Matematik Köyü'nde. Kenan Çayır ve Ozan Zeybek adlı iki arkadaşımla, ikisi de sosyolog, coğrafyacı.

A.T.A.: Bu arada Ozan çok yakın arkadaşım, buradan selam gönderelim Ozan'a. Çok severim Ozan'ı, çok sevdiğim bir arkadaşım.

Sosyoloji Yaz Okulları/Kış Muhabbetleri Serisi

F.K.: Evet, selam söyleyelim. Onlarla dediğim gibi sekiz, 10 sene oldu. Arada bir sayıyorum, unutuyorum sonra ne kadar oldu diye, çok olmuş gerçekten ama dün gibi de olduğu için bir sürü şey çok canlı kafamızda. Üç kişi ortak ders yapıyoruz biz orada. Biraz hem sosyolojik düşünmek, hem bir tür toplumsal meselede duyarlılık kazanmak, sosyal adalet, eşitlik, katılım vs. gibi işte veya Ozan'ın versiyonuyla; hayatı, toplumu hayvanların, bitkilerin gözünden anlamak diye onun çok inanılmaz, hem zihin açan, hem de keyif veren bir alanı var. Bunlar, Kenan'ın daha sivil toplum, benim daha klasik sosyoloji ve duygu sosyolojisi gibi alanlarda buluşturduğumuz bir kesişim dersi aslında ve tabii çok inanılmaz derecede keyifli oluyor çünkü klasik bürokratik yapıların içine sıkışmamış bir ortamda insanların severek, isteyerek geldiği, bir tür not almak için falan değil de bir tür burada bir şey kazanmak istiyorum’, ‘hayata dair bir şey kazanmak istiyorum’ diyen insanları gerçekten birlikte kazandım. Sadece onlar kazanmıyor. Biz de her gelen yeni grupla birlikte bir sürü şey öğreniyoruz. 

Sosyoloji Yaz Okulları ile başladı bu ama zaman içinde bu Ali Nesin'inya da Nesin Matematik Köyü'nün kışında daha öğrenci olmayan ya da daha büyük, daha orta yaşlı ya da daha dışarı dönük olan, illaki öğrenciler ile sınırlı olmayan bir Kış Muhabbetleri Serisi’ne döndü. Ne zamandır var bilmiyorum ama ben üç senedir dahilim. Mesela bu sene katıldığım grup ile şöyle bir şey oldu; genç, orta yaşlı ve yaşlı diyebileceğim ya da farklı kategorilerden insanların olduğu bir gruptu ve şu çok güzeldi. Her farklı yaş grubundan, farklı disiplinlerden, farklı formasyonlardan, farklı akademik düzeylerden insanlar bir araya gelip, bir takım ortak dertleri konuşuyor aslında yani birimiz oraya gelen, sunuş yapanlardan birisi daha edebiyat, hatıra, hafıza üzerine; ötekisi de matematik veya şiir yaparken Ali Nesin ile birlikte ben de sosyoloji yapıyorum. Dolayısıyla biraz interdisiplinler, biraz çok disiplinli bir ortam yapılıyor orada. 

Aslında Açık Radyo, Apaçık Radyo meselesini açman da çok iyi oluyor çünkü biraz böyle topluluk ruhu yani bir patron yok. Tamam Ali Nesin'in tabii ki Nesin Matematik Köyü’nün en önemli adamı ama oradaki üretim çok daha kolektif bir şekle dönüşüyor. Biraz Apaçık radyo gibi düşünmek lazım; burası bir ortak ruh yaratıyor, ortak bir kimlik yaratıyor. Katı, sınırları olan bir kimlikten ziyade, daha belki açık bir kimlik, daha pencerelerinden hava giren, oksijenin sürekli yenilendiği bir kimlik diye düşünmek lazım. Zihniyetin yaklaşımını belki bir tür kimlik olduğunu düşünmek lazım yani ‘beni başkalarından ayıran şey nedir’den ziyade içeride bir arada çalışmaktan, bir arada düşünmekten, bir arada bir şeyler hayal etmekten kaynaklanan, kenarları noktalı olan, kas katı olmayan bir kimlik diye düşünmek lazım. O yüzden de gelen giden herkes memnun oluyor. Apaçık Radyo’yu dinleyen herkesin memnun olduğu gibi bir durum bu.

Anadolu Kültür, ‘Değişim için Birlikte’ Projesi

A.T.A.: Ben ilk defa geldim. Ben Mersin'de yaşıyorum ve Mersin'de Mersinefil Sinema Derneği'nin üyesiyim, yönetim kurulu üyesiyim. Dernek adına, Mersin'de Anadolu Kültür’ün organize ettiği bir projeye katılmıştım, Ekim ayında eğitim almıştık Adana'da ve bir proje yaptık. Çocuklarla çalıştık, tarım işçisi çocuklarla çalıştık. Ben masal anlattım çocuklara, öyle bir şey yapmıştık Mersin genelinde ve o proje kapsamında Eskişehir, Mersin, Adana ve Diyarbakır grupları orada buluştu. Orada hasat toplantısı yaptık aslında ve kaynaştık bir bakımdan. Projenin de adı Değişim İçin Birlikte’ydi. O da şuradan geliyor; farklı farklı STK'lar, belediyeler, sanat kurumları işbirliği yapar mı, yapmaz mı konusunu aslında anlamaya çalışmışlar Anadolu Kültür’deki Beril, Taaralp ve Ekin ve oradaki kolaylaştırıcılar Naci ve Nil. Onlara da birer selam göndereyim buradan. Ben ilk defa geldim. Kaldığım koğuşun adı Akrep Nalan Koğuşu idi, köyde böyle isimler var. Hiç bilmeyenlere anlatıyorum aslında. Cahit Arf Dersliği’nde toplantılarımızı yaptık - isimleri söylüyorum ki bilmeyenlerin zihninde biraz canlansın. Benim koğuşumdan Cahit Arf'a giden sokağın adı da Gülriz Sururi, Engin Cezzar Sokağı’ydı. Böyle bir yer anlatayım, öyle bir yerdi, çok güzeldi. Şimdi müzik arasına gireceğim. Müzik arasında ben hep konuğa sorarım müziği ama ben seçmek istiyorum bu hafta çünkü bunun bir hikayesi var. Senin müsaaden var mı buna? Önce müsaade isteyeyim de senden.

F.K.: Tabii ki, lütfen.

A.T.A.: Ali Nesin ile ikinci gün yan yanaydık, tavla oynuyordu rakibiyle ve orada - şimdi onu çalmayacağım ama Ali Nesin Abi’yi biliyorlar; matematikçi, sakallı, kerli ferli bir adam. Abdullah Yüce’nin “Bu Ne Sevgi Ah, Bu Ne Izdırap” şarkısıyla iyi zar attığı için göbek atarken gördüm Ali Nesin’i. Benim yanımda göbek atıyordu ve biz de eğleniyorduk. Sen de diğer taraftaydın, sen de gördün o sahneyi zaten. 

F.K.: Hep beraber tanık olduk ona.

A.T.A.: Evet, çok keyifliydi. Karşısındaki rakip Avrupa birincisiymiş tavlada ve ‘Onu yeneceğim sıfırıncı olacağım ben’ diyordu, sıfırıncı da oldu o gün, başardı Ali Abi.

F.K.: Tam bir matematikçi formülüyle değil mi?

A.T.A.: Evet, gerçekten ilginçti. Çalacağım müzik şöyle, yine köy ile alakalı. İlk gün, gece yarısı bir genç kadın ney çaldı ve ney çalmayı da yeni öğrenmiş. Aslında biz ilk gün espri yaptık, çalamıyor dedik, makara yaptık arkadaşlarla. Sonra bir gün sonra tanıştık onunla, bir ay önce aslında ney çalmayı öğrenmeye başlamış ve ikinci günde bana özel geldi, çaldı sağolsun. İsmi Ece bu arada, buradan da Ece'ye de selam göndereyim - almadım soyadını ya da iletişim bilgilerini ama buradan duyar inşallah. Ney üzerine bir eser çalalım istedim; Niyazi Sayın, Necdet Yaşar ve İhsan Özgensırayla ney, tambur ve kemençe çalıyorlar. Parçanın da ismi de “Acemaşiran Peşrev”. Onu dinliyoruz şimdi.

A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor. Konuğumuz Ferhat Kentel ile - o bana bey, ben ona hocam dedim ama aslında biz ağabey, Alper diye konuşuyoruz aslında... 

F.K.: Bu program vesilesiyle senli benliyi de resmileştirebiliriz.

A.T.A.: İlk bölümde böyle daha bir resmi dildeydik, şimdi Açık Radyo olalım. Biraz ağabeye, Alper'e dönelim istiyorum. Ben seninle tanıştığım zaman dedim ki, ‘Sakat Muhabbet programı yapıyorum’.  Sonra sen derse gittin, acelen vardı. İkinci gün yayın yapacağız derken de sen dedin ki, ‘Sakat Muhabbet ile ilgili dün konuştum ben Alper, açtım konuyu öğrencilere’. Oradan girelim; benden duydun, derse gittin, Sakat Muhabbet’ten bahsettin. Orada dinleyiciler ile senin aranda nasıl bir iletişim oldu?

Sosyoloji ve Sakat Muhabbet

F.K.: Şimdi aslında önce tabii ki sadece o derste değil, ben bir sürü dersimde hep sakatlıktan zaten bahsediyorum yani modern toplumu, az önce de dediğim gibi, anlamak için sakatlık mefhumuna gerçekten vakıf olmamız lazım ve bunu da her seferinde söylüyorum. Kulaklarını çınlatıyorum, benim bir master yüksek lisanstan öğrencim, Soner Çoban, bu konuda beni aydınlatan insan odur. Toplumda marjinalleştirilmiş, birebir doğrudan toplumun muhatap almadığı insanlar ile biz sıradan insanlar muhatap olurken her zaman bir sıkıntı olur. Örneğin, bir Ermeniyi tanımadıysanız Ermeni olarak da doğrusu fikriniz yok. Birisi geliyor, Ermeni olduğunu söylüyor ise tam böyle ne yapacağınızı bilemezsiniz. Kafanızdaki şeyler negatif ise, ‘Ermeniler şöyle yaptı, böyle yaptı’ derseniz ön yargılı yaklaşırsınız ya da kötü değil, devletin kurmuş olduğu bütün o şablonlar, söylemler, Ermenilere haksızlık yapıldığını düşünüyorsanız da ilk Ermeni ile karşılaştığınız zaman da ne yapacağınızı bilemezsiniz. Dolayısıyla ancak konuştukça, insanlarla normal ilişkiler içine girdiğiniz zaman o söylem de normalleşir, artık o sizi dürtmez, o size bir ‘Aman Tanrım, ne yapacağım?’ diye sorun olmaktan çıkar. Sakatlık da benim için öyle bir şeyken, Soner ile tanıştıktan sonra ben sakatlığı artık tırnak içinde ‘normal’ bir mesele olarak konuşabilir bir hale geldim. Soner benim, o anlamda zihnimi açtı.  

Soner'in verdiği tonla örnek var ve derste de tam bu örnekleri anlattım. Soner kör bir öğrenci. Köre görme engelli, bedensel sakata bedensel engel demek yerine kelimeleri kurmak lazım. Bu kelimelere toplum tarafından olumsuz bir anlam yüklendiyse bu toplumun derdidir, sakatın derdi değildir. Sakat, sakat olarak tanımlıyorsa kendini ben de tanımlarım. Soner'den ben bu tanımlamayı öğrendim. 

Soner, beyaz bastonu ile sokakta yürürken, kaldırımda yürürken önüne çıkan bir takım kutular, koliler çıkıyor. Tabii ki nedir bunlar diye soruyor ortaya doğru seslenerek ve oradan bakkal, esnaf, ‘Kaldırımdan aşağı, yoldan yürü’ diye Soner'i uyarıyor. Soner diyor ki, ‘İyi de burası yaya kaldırımı, ben niye yürüyemiyorum bu yoldan?’ Bakkal, oradan diyor ki, ‘Allah senin zaten belanı vermiş, uzatma, geç oradan yürü’. Bu örnek karşısında ne yapacaksın? Yola devam ediyorsun yukarıdan aşağıya ve birisi bir tabelasını koymuş, sen bastonla aşağı her tarafı 360 derece kontrol edemiyorsun, önünü kontrol ediyorsun, yeri kontrol ediyorsun ve kafana bir tane tabela çarpınca, kafan yarıldığı zaman bir kere daha anlıyorsun ki kent aslında zaten seni düşünmüyor. Sokakta yanında bir anne ve çocuk geçiyor. Anne çocuğuna diyor ki ev sen de bir kör olarak duyuyorsun bunu, ‘Bak evladım, ne durumlar var, çok şükür edelim halimize’. Dolayısıyla bir kere daha muhatap oluyorsun. Koltuk değneği ile otobüse biniyorsun ve otobüs aniden fren yapıyor, paldır küldür yuvarlanıyorsun ve etraftan şöyle sesler geliyor, ‘Bu halinle ne işin var senin otobüste?’ Tekerlikli sandalyesiyle otobüse binemeyenler gibi gibi. 

Toplumda kabaca şöyle bir şey var; bir tanesi, bir acıma hali. Kör ya da bedensel engelliyi dilenci göreceksin, ona bir şey vereceksin, eline sıkıştıracaksın. Diğeri de, aman görünme. O yüzden zaten ki sen rakamları daha iyi bilirsin; Türkiye'de sekiz, 10 milyon yakın sakat insan var yani %10’larda olan bir rakam bu. Sokaklarda görebiliyor muyuz o insanları? Göremiyoruz, çünkü herkes evine kapanıyor. Bir de devlet sana ‘al sana bakım masrafı vereyim’ diyor.

Soner'in dediğine gelecek olursam, sakatlar aslında bir kimlik mücadelesi veremediler şimdiye kadar, kurban da veremediler. Dolayısıyla ancak acınan veya nefret edilen, kenara itilen, normal değil, dışarı atılan insanlar olarak muamele gördüler. Derslerde de ben bunu anlatıyorum, buna benzer şeyler anlatıyorum. Yani sakatlığı, tırnak içinde bütün ‘anormalliklerimiz’ içinde bütün normalliklerimizden farklı bir şey olarak görmeyip, toplumun içinde bir parça olarak görmemiz lazımı anlatıyorum. Sakatlar için ayrı bir park yap, ayrı bir okul yap, hep beraber okuyalım. Nasıl ben bugün okullarda ana dil eğitiminde Çerkezçenin, Kürtçenin vs. bir takım dillerin öğretilmesi gerektiğinin normal olduğunu, bunun resmi dilden farklı bir şey olduğunu, ben kültürümü öğrenmek istiyorum, nasıl İngilizce öğreniyorsak, niye bu topraklardaki dilleri öğrenmeyelim diye bir soruyla düşünüyor isem bütün bu sosyalizasyon, ulus devlet meselelerini, toplumda ben başörtülü insanlarla, Kürtlerle bir arada okuyorsam da sakatlarla da bir arada okuyayım. Ben hem Kürtleri tanıyayım, hem başörtülüyü tanıyayım, hem de sakatları tanıyayım. Ben toplumdaki sosyalizasyon sürecimizin çok daha adaletli, çok daha eşitlikçi, üstünlük kurmayan, herkesin birbirini tanıyabildiği, normalliklerimizi tanımak anlamında normalliğin anlamını genişleterek, çok daha eşitliği içerecek şekilde bir sosyalizasyon sürecini veya sosyalizasyonun meşrulaştırılması gerektiğini düşünüyorum. Anlatmaya çalıştığım bunlar sonuç olarak veyahut bunun farklı türevleri oluyor ama burada bir durayım istersen.

Apaçık Radyo’da Açık Gazete’nin Yedek Oyuncusu Olarak Ferhat Kentel

A.T.A.: Açık Radyo konuşalım biraz. Ben biraz da seni şöyle tarif ediyorum, aklımda öyle vardı; Aapaçık Radyo'da Ömer Madra'nın yedek kulübesindeki oyuncusu yani Ömer Abi yoksa Ferhat Abi vardır. Doğru mu bu tespitim benim?

F.K.: Evet, doğru. Geçenlerde mesela birkaç hafta önce Ömer Madra, sağlık nedeniyle, bir doktor kontrolü için olamayacaktı ama benim de aynı gün bir dersim vardı. Apaçık Radyo için şöyle diyeyim; o kadar çok saygı duymamız ve sahiplenmemiz gereken bir yer ki... Gerçi şimdi buna Apaçık Radyo'da söylüyor olmak biraz ayıp oluyor belki ama sahiplenmek gerekiyor, elimizden gelen katkıyı göstermek gerekiyor. Ben de o katkıyı göstermeye çalışıyorum çünkü biraz da bencilce bir şey. Şöyle ki ben, Apaçık Radyo'dan çok faydalanıyorum, nasipleniyorum, besleniyorum. Peki, bana böyle bir katkı veren bir mecranın güçlendirilmesi, sürekli var olması? Bu çok önemli bir şey ve benim için bu çok vazgeçilmez bir şey. O yüzden de ben stepne olmaya devam edeceğim her zaman. Özdeş de olmayabilir ki bir kere Özdeş yoktu ve Ömer Madra ile beraber yaptık. Gayet keyifli bir program oluyor ama çok çalıştırıyorlar, o ayrı mesele tabi. Çünkü onların yaptığı iş ki bir parça biliyorsundur, bana program öncesi 80-90 sayfa haber özetleri geliyor ve onları gece boyunca, bilmem kaçlara kadar okuyup, hangisi ne kadar önemli gibi bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Ama ertesi sabah programı bitirdiğin zaman süper, iyi oldu, becerdik falan gibi şeyler de hissediyorsun.

A.T.A.: Akıl kârı bir şey değil aslında Apaçık Radyo, Açık Radyo. Ferhat Abi, çok sağol konuk olduğun için. Sakat Muhabbet’te bu hafta Ferhat Kentel’i konuk aldık ve onunla tanıştığımız Şirince Matematik Köyü'nü, köyde ne arıyordu, ben ne arıyordum konularını konuştuk. Tekrar çok sağol konuk olduğun için. Son olarak neler söylemek istersin programda?

F.K.: Ben çok teşekkür ederim, gerçekten çok kıymetli bir program yapıyorsun. Ellerine sağlık, zihnine sağlık, kalbine sağlık. Sadece küçük bir not söyleyeyim, hafif küçük bir çengel atmak için; belki Nesin Matematik Köyü'nü sakatlar için, her türlü sakatlık için biraz daha düzenleyebiliriz. Olağanüstü güzel bir köy orası ama o taşlarda tekerlekli sandalyelerle yürümek zor olabilir. Dolayısıyla orayı belki yeniden rötuşlamak, yeniden en azından kolaylıkları, baştan aşağı değil belki ama bazı kolaylıkları arttıracak bir şekilde revizyondan geçirmek fena olmaz diyerek buradan Nesin Matematik Köyü'ne ve Ali Nesim'e küçük bir mesajcık iletmiş olayım.

A.T.A.: Yani rampa da yok. Evet, bu hafta da programın sonuna geldik. ‘Dünyanın bütün sakatları eğleşin’ diyerek haftaya görüşmek üzere, hoşça kalın.

F.K.: Hoşça kalın, çok teşekkürler.