Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, 'Blind Runner' Çağla Özgür ile görmeyen birinin nasıl koştuğunu, bu alandaki toplulukları ve koşarken ihtiyaç duyulan destekleri ele alıyor.
Alper Tolga Akkuş: Merhaba. Apaçık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoşgeldiniz, ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 3 Eylül 2025 Çarşamba.
Bu hafta konuğum Çağla Özgür. Çağla da iki hafta önce konuğum olan Christopher Kaan Caudwell gibi 9 Ağustos’ta, İstanbul'dayken sergilediğim Sit Down'a gelmişti. Şimdi dinleyiciler, ‘Alper, Sit Down'a gelenlere öncelik veriyorsun, hep onları mı çıkaracaksın?’ diye düşünebilirler ama denk geldi aslında, onu söyleyeyim. Çağla hoş geldin, nasılsın, iyi misin?
Çağla Özgür: Merhaba Alper, hoşbulduk. İyiyim, teşekkür ederim. Sen nasılsın?
A.T.A.: Nasıl gidiyor? Ben İstanbul'dan geleli iki hafta oldu ama İstanbul'un keşmekeşi sürüyor herhalde hala.
Ç.Ö.: Benim de çok bir bilgim yok. Yaz nedeniyle her yerdeydim ama tekrardan İstanbul'a döndüm dün. Gerçekten o keşmekeş devam ediyor, çok da kalabalık bence.
A.T.A.: Benim bir ilk sorum var Çağla, hep onu sorarak başladım programa; Çağla Özgür kimdir, bugüne kadar neler yapmıştır ve bir sakatlığın bulunuyor ise bunu da bizlerle paylaşır mısın lütfen?
Ç.Ö.: Tabii. Şimdi önce o zaman ben kör biriyim, oradan başlayalım ve doğuştan yani insanların deneyimi doğrudan etkilediği için genelde bu da merak edilir. Bunun dışında şu anda 20 yaşındayım, üniversiteye başlayacağım bu sene. İngiltere merkezinde bir üniversite fakat eğitimi çevrimiçi olarak gerçekleştireceğim. Orada psikoloji okuyacağım. Tabii bir sürü ilgi alanım var ve yoga da bunlardan birisi, hatta biraz daha derinleştirdim son zamanlarda o ilgi alanımı. Onun dışındaki koşu ki bugün konuşacağız zaten; kahveler, kokular, kitaplar gibi farklı farklı ilgi alanlarım var.
A.T.A.: Biz seninle Erişiyorsam Varım topluluğundan tanışıyoruz ki ben kısaca EVAT diyorum. Biz EVAT'ta her ay zoom üzerinden buluşma yapıyoruz ve en son buluşmayı da geçen hafta yaptık diye hatırlıyorum. Onun moderatörü de Zeynep Şölen Yıldız idi ve ona bir selam göndereyim buradan. Senin konuk olacağını ben orada söylemiştim ki sen de orada öğrenmiştin aslında konuk olacağını.
Sen de orada bu İngiltere'deki okul hakkında bilgiler vermiştin; o okulun erişilebilirlik ile ilgili bazı aşamaları varmış, sana iletmişler bunlar bunlar var, bunlar bunlar yok gibisinden. Patronumuz da olduğu için de biraz Şölen hemen bana bir görev verdi orada, “Alper, bunu da konuşun programda” dedi. O zaman öyle başlayalım, Şölen’i de kırmayalım, onun ricası önemli benim için de.
İngiltere'deki bu okul hangi okul ve sen oraya giderken kör olduğun için bazı ayarlamalar var mı? Ayrıca bu süreç nasıl geçti?
İngiltere’deki Üniversite’nin Kör Bir Öğrenci için Erişilebilirlik Standardı ve Türkiye’de Eğitim ile Kıyası
Ç.Ö.: Tamam, biraz oradan bahsedeyim. İngiltere'deki bu okulun ismi The Open University. Fiziksel bir kampüsü var ama aslında çevrimiçi eğitim vermek üzerine tasarlanmış bir okul. Bu üniversiteye başlamadan öncesinde ve belki daha sonrasında okulumu değiştirebilirim diye de düşündüğüm için İngiltere'deki başka okullarla da konuştum. Genel olarak hepsinde gözlemlediğim birkaç özellik var, biraz onlardan bahsedeyim.
Orada sistem öncelikle bir yasa ile korunuyor; Eşitlik Yasası. Bu yasa, herkesin ihtiyaçlarına uygun makul düzenlemeler yapılmasını şart koşuyor kurumlara ve İngiltere bütün kurumlarını bu yasa altında topluyor. Eğer siz bir yere başvuruyorsanız ve sizin özel ihtiyaçlarınız var ise İngiltere diyor ki ‘makul düzenlemeler yapılmak zorunda’. Çoğu üniversite bu yasa altında size bazı düzenlemeler sunuyor. Ben birkaç okulla görüştüm ve hepsi aslında ortak olarak şunu yapıyor; sizinle konuşuyor, sizin ihtiyaçlarınızı birlikte ortak olarak belirliyorlar ve kurum hangilerini yapabilir, hangilerinde aslında imkanları var, bunlar üzerinden ilerleyerek size belli bir rapor oluşturuyorlar. Bu rapor, eğitimcilerinizle birlikte paylaşılıyor, onlara tanıtılıyor. Sizinle ilgili herkes sizin ihtiyaçlarınıza ve sizin durumunuza önceden aşina oluyor. Ben de bunu yaşadım, benim için de oluşturdular bunu.
A.T.A.: Peki, Türkiye'de okudun şimdiye kadar, burada böyle bir şey var mıydı ya da buna yakın bir şey yaşadın mı? İngiltere - Türkiye kıyasını nasıl yaparsın?
Ç.Ö.: Kesinlikle, çok fark var. Ben Türkiye'de zaten ilkokul ve ortaokulun ilk senesini kör öğrenciler için ayrılmış bir okulda okudum. O bölümü biraz geçebilirim ama ortaokul 6, 7, 8 ve lise hayatım boyunca bir sürü, bir ton erişilebilirlik problemleriyle karşılaştım. Eğitim kesinlikle ihtiyaçlarıma uygun olarak düzenlenmedi ve hocaların inisiyatifine kalıyordu. Bu bence çok büyük bir problem. Zaten öğretmenlerin durumdan haberdar olmadığı için de hepsiyle gidip teker teker konuşup ihtiyaçlarımı belirtmem gerekiyordu.
Ben 11 ve 12. sınıfları bir dil öğrencisi olarak okudum yani haftada 17-18 saat İngilizce dersimiz vardı ve çok yoğun İngilizce görüyorduk. Bu noktada da dil biraz daha sözeldir, erişilebilir hale getirilmesi daha kolaydır diye bakacak olabiliriz ama durum kesinlikle böyle değildi. Aslında orada da hocalar hiçbir şekilde çok kolay uyarlama yapabilecek olmalarına rağmen - örneğin kelime öğretiyorlardı ve o kelimeleri benim için dijital olarak bir yere yazabilecek olmalarını ya da ses kaydı alıp bana gönderebilmelerine rağmen hiçbiri bununla uğraşmadı açıkçası - orada da çok fazla erişebilirlik problemleri yaşadım. Arkadaşlarım test çözerken benim elimde materyal var ise çözebiliyordum ki onu da biz kendimiz oluşturuyorduk. Fiziksel kitapları alıp kendimiz evde tarıyorduk, ben okuyabildiğim için PDF haline getiriyorduk ama onlar da bazen sorunlu oluyordu, her soru bizim kendi imkanlarımızla doğru düzgün taranmıyordu ve okul da sağlamıyordu bana dijital kitapları. Şimdi okuyacağım üniversite ise bunu tamamen sağlıyor; her şeyin hem dijital formatı, hem de farklı farklı formatları da var.
Türkiye'de üniversite okuyan arkadaşlarım var ve çok bilinen üniversitelerde bile çok büyük erişilebilirlik problemleri olduğunu gördüm. Bir üniversite var İstanbul'da ve çok fazla kör öğrencisi olmasıyla biliniyor çünkü yaptığı şey engel raporunuzdaki yani o oran kadar indirim yapmaları öğrencilere. Burası özel bir üniversite ve orada mesela bir sürü farklı imkan olduğunu ben biliyorum. Burada nüfus çoğunluğu da önemli galiba biraz, bu da ilginç bir nokta bence.
A.T.A.: Hangi üniversite bu, adı nedir?
Ç.Ö.: Ticaret Üniversitesi.
A.T.A.: Peki PDF'den okuyorum derken dinliyor musun yoksa okuyabiliyor musun? PDF'den dinliyorsun değil mi sen kitapları? Öyle anlıyorum ben, doğru mu anlıyorum?
Ç.Ö.: Dinliyorum, evet. Bilgisayarlarda ve telefonda ekran okuyucusu var aslında ve onlar dijital olan yazıları seslendirebiliyor ama örneğin bir fotoğraf gönderdiğinizde onu seslendiremiyor.
Kitap Kulübü Kardeşliği
A.T.A.: Ben de kitapları bir süredir dinliyorum, bunu da aktarmıştım bizim topluluğumuzda. Dinlemek bana, zihnime daha iyi geliyor yani okurken o kadar anlamıyordum kitapları.
Biz zaten seninle online bir kitap kulübüne de üyeyiz. Onun da ilk ayı başladı ve 20 ay sürecek bir şey bu. Kitabı okudun mu bu arada? Ahmet Büke'den Kırmızı Buğday idi kitap. Ben dinledim, sen dinledin mi?
A.T.A.: Ben de kitapları bir süredir dinliyorum, bunu da aktarmıştım bizim topluluğumuzda. Dinlemek bana, zihnime daha iyi geliyor yani okurken o kadar anlamıyordum kitapları.
Biz zaten seninle online bir kitap kulübüne de üyeyiz. Onun da ilk ayı başladı ve 20 ay sürecek bir şey bu
Kitabı okudun mu bu arada? Ahmet Büke'den Kırmızı Buğday idi kitap. Ben dinledim, sen dinledin mi?
Ç.Ö.: Ben bu aya katılmamaya karar verdim, bir sonraki aydan başlayacağım çünkü ben başka bir kitap kulübüne daha üyeyim.
A.T.A.: Kitap kulüpleri için ayrıca bir görüşürüz seninle daha sonrasında, gene konuk alırım ben seni olursa imkanın.
Ortalara bir yere geldik, müzik çalıyoruz ve ben müziği konuğuma soruyorum; sen müzik seçtin mi, ne dinleyelim şimdi?
Ç.Ö.: Evet, o zaman şimdiki müziğimiz benim için Jessie Buckley’den “Born to Run” parçası olsun çünkü koşu ile ilgili ve aynı zamanda bence özgürlüğü çok iyi yansıtıyor.
A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor ve bu hafta konuğumuz Çağla Özgür. Çağla ile aslında bu hafta kör bir koşucu olması nedeniye bir araya geldik. Zaten seçtiği şarkı da “Born To Run” idi, “Ben koşmaya doğdum” diye çevirebiliriz aslında bu şarkıyı biraz da. Bu haftanın başlığını da ben ‘Blind Runner: ‘Körüm ve Koşuyorum’ diye belirledim. ‘Körüm ve Koşuyorum'u aslında ben bir yerden aldım, onu da söyleyeyim. Çağla daha önce başka bir podcast'e konuk olmuştu; ‘Ayarı Kaçanlar’. Ayarı Kaçanlar'ın, sakatlıkla ilgisi yok ama, Ekstrem Sporlar hakkında bir podcast ve orada da konuk değildi Çağla. Konuktu ama şöyle; bir saat süren bir program o ve bir sürü şey konuşuyorlar, arada konuk da alıyorlar benim anladığım kadarıyla. Mert Derman ile konuşmuştun sen Çağla ve bunu da EVAT'ta paylaşmıştın, ben orada öğrendim senin koşu yaptığını, kör bir koşucu olduğunu. O programı da dinledim, çok defalarca notlar da aldım ve notlarım da şu an önümde zaten. Önce şunu sorayım ki Mert'in sorduğu soru da buydu aslında; görmeyen biri nasıl koşar?
Görmeyen Biri Nasıl Koşar?
Ç.Ö.: Evet, Mert Derman ve Can Özbek ile orada çok güzel bir sohbetimiz olmuştu, onlara da söylemiştim. Şöyle anlatılabilir aslında; çok farklı yöntemler var ama en sonunda artık standart olarak kabul edilen yöntem, bir ip oluyo ve bu yaklaşık 50 cm'lik bir ip. Bu ipi ben bileğime bağlıyorum ve yanımda bir rehber koşucu oluyor, o da kendi bileğine bağlıyor, böylece aramızda bir ip olmuş oluyor. Hafif esnek bir ip olabilir bu ama çok esnek olmaması tabii tercih ediliyor ve birlikte koşuyoruz aslında, hızı ortak belirliyoruz. Yanımdaki gören rehber koşucu yönü belirliyor ve beni bir noktada orada yönlendiriyor yani böyle bir koşu dinamiği oluşuyor.
A.T.A.: Peki sen nasıl bunu öğrendin, nasıl buna başladın? Koşmak isteğin vardır muhtemelen ama ‘Ben körüm koşamam’ diye bir korkun var mıydı, nasıl bunu aştın?
Ç.Ö.: Hiç öyle bir korkum olmadı açıkçası fakat ben biraz bilmeden başladım çünkü bana teklif ettiler, dediler ki “Böyle koşulabiliyor.” Bir arkadaşım da dedi ki, “Ben bir halka açık koşuya, yarışa, organizasyona katılacağım” yani katılabiliyordu ve kayıt oldu herkes. 5 kilometreydi bu koşu ve dedi ki, “Sen de koşmak ister misin?” Ben de “Olur yani ne kaybederim,” dedim.
A.T.A.: Ne kadar zaman önceydi bu?
El Ele Koşu Kuvveti
Ç.Ö.: Galiba bir yılı aşkın zaman oldu, çok olmadı, ben yeni sayılırım. Ben de kabul ettim ve öyle 5 kilometre koşarak başladım ama nasıl bittiğini de anlamadım. Oradaki yarış atmosferinden insanların tezahüratları ve çok sevdim o özgürlük hissiyatını, bir noktada o atmosferi çok sevdim ve devam etmek istedim.
Bir arkadaşımız var, Engin Yılmaz, onunla konuştum. O da bir gruptan bahsetti; El Ele Koşu Kuvveti. Instagram'da bulunabilir ve bir internet sitesi de kurulmaya çalışıyordu ama şu an ne aşamada bilmiyorum. El Ele Koşu Kuvveti’nin amacı da kör koşucularla gören koşucuları bir araya getirmek. Yarışlara birlikte katılıyoruz ya da bazen birlikte antrenmanlar yapıyoruz. İki taraf içinde çok güzel ve zenginleştirici bir deneyim oluyor aslında. Sonra onlarla devam ettim ve başka koşu gruplarına da katıldım.
A.T.A.: Engin Yılmaz iki defa konuğum olmuştu benim. Boğaziçi Üniversitesi Görme Engelliler Teknoloji Ve Eğitim Laboratuvarı’nın (GETEM) direktörü zaten. Çok değerli bir insan Engin de ve buradan Engin'e de bir selam söyleyelim.
Bir rehber, kılavuz koşucu ve guide diye not almışım ben o podcast'ten. Bu guide, kılavuz koşucu, rehber ne yapıyor? Seninle beraber koşuyor ama hızı senin belirlemen gerekiyor sanıyorum çünkü Mert Derman'ın podcast’inde de şu deniyordu; uluslararası yarışlarda hep şu konuşuluyormuş: Rehber mi hızı belirliyor? Koşucu mu hızı belirliyor? Bu bir soru işaretiymiş bu çünkü orada aslında rehber seni çekiyor ise o seni götürüyor demektir ve bu aslında haksız rekabettir gibi şeyler de vardı.
Ç.Ö.: Tabii şimdi Olimpiyatlarda ve çok çok büyük yarışlarda paralimpik kategorisinde herkes saniyelerle yarıştığı için bunlar çok önemli ama tabii onlar çok katı kurallar ve hatta bu yarışlara katılan insanlar da bir noktada bunu eleştiriyorlar. Ama dediğin gibi, aslında bu çok büyük bir soru işareti; rehber mi hızı belirliyor ve bir noktada itici bir güç mü sağlıyor yoksa gerçekten de kör koşucu mu bunu sağlıyor? Hızlı belirlemek için burada rehberin ya biraz daha arkada durması ya da tam yanından koşması gerekiyor kör koşucunun. Bitiş çizgisini geçerken de - tabii ki burada uluslararası ya da çok büyük paralimpik koşulardan bahsediyorum - rehberin bir adım bilinçli olarak geriye çekilmesi lazım, öncelikle kör koşucunun o çizgiyi geçmesi gerekiyor kesinlikle.
A.T.A.: Bu atletizm, spor, lisans almak ve koşu yapmak, yarışlara girmek gibi var mı hasletlerin senin kendinin?
Ç.Ö.: Aslında çok istiyorum. Tabii benim çok yolum var, ben çok yeni sayılırım. Sadece çok tutkuluyum bu alana karşı. Benim fark ettiğim şey, kör koşucular için ve genel olarak galiba paralimpik kategoride uzun mesafe koşuları pek yok, daha ziyade galiba 1500 metreye kadar gidiyor ama ben uzun mesafe koşullarından daha çok keyif alıyorum. 10 kilometre, 15 kilometre gibi bir yarı maraton hedefim var şimdi çünkü biraz daha zor galiba burada paralimpik tarafı yönetmek ama ben amatör tarafta bunu yapabileceğimi biliyorum ama yarışlara nasıl taşınır onu bilmiyorum.
Kör Koşucular için Sesli İletişimin Önemi
A.T.A.: O podcast’te gene, koşu sırasında sesli iletişimin önemi üzerine konuşmuştun. Koşarken kılavuzunla neler konuşuyorsunuz? Düz git, sağda bir şey var gibi mi? Bir insan hiç görmeden koşarken nasıl gidiyor o süreç?
Ç.Ö.: Aslında tabii ben hem koşu grubundaki arkadaşlarımla, hem de El Ele Koşu Kuvveti’nden bir sürü insanla koşuyorum. Herkes o kadar farklı ki... Arkadaşlar da var, hepsi soruyorlar, ‘Bir deneyim gerekiyor mu?’ diye. Kesinlikle gerekmiyor ki zaten herkesin iletişim şekli birbirinden farklı. Bazı arkadaşlarla belki koşuya odaklanmadan, akışın içerisinde, yanımdaki kişinin beni yönlendirmesiyle çok farklı konular konuşuyoruz koşarken çünkü ipin hareketinden ben de hissediyorum sağa doğru mu döneceğiz, sola doğru mu, düz mü gideceğiz diye. Bazı insanlar da önceden söylüyor; örneğin, ‘20 metre sonra sağa doğru döneceğiz’ diyor ve ben de ona göre hazırlıklı olabiliyorum. Aslında ideal olanı da bir noktada bu bence. Bence bu detaylar da önemli çünkü bu da insanın kendi bedenini hazırlamasına da katkı sağlayabiliyor. Yokuşlar, inişler, sağa sola dönüşler çok önemli oluyor ve o yüzden orada hazırlıklı hissetmek gerekiyor aslında.
A.T.A.: Hep pistte mi koştun yoksa pist dışında, açık alanda, doğada da bunu deneyimledin mi?
Ç.Ö.: Pistte çok koşuyorum ama pist dışında da, örneğin sahilde de çok koşuyorum çünkü gruplarımızdan birisi sahilde çok koşu düzenliyor. Bir de tabii ki koşu yarışları pistlerde olmuyor - benim katıldıklarım en azından - yollar kapatılıyor, yollarda koşuluyor, sahilde koşuluyor ve oralarda örneğin çok ilginç deneyimler yaşıyorum. Bazı yerler çok engebeli olabiliyor ya da çok kalabalık olduğu zaman tabii ki insanlar bazen yürüyor yoldan, bazen yol vermeyebiliyorlar. Aslında koşu etiğinde bence herkes herkese yol vermeli ya da yol ortasında yürünmemeli. Doğa içerisinde henüz koşmadım. Bunlara biz ‘Patika Koşuları’ diyoruz. Bunları daha yapmadım fakat çok deneyimlemek istediğim bir şey aslında. Çok engebeli olmayan, nispeten kolay bir yer bulabilirsem ve arkadaşlarımla anlaşabilirsem aslında çok istediğim bir şey.
Kör Biri Koşarken Diğer İnsanların Tepkileri
A.T.A.: Şimdi sana Mert ile Can şunu da sormuşlar; 'Niye koşuyorsun?’ Sakat insanlara bunu da yapıyoruz, sakat olmayanlara da ‘bakın, körüm ama koşuyorum’ demek için mi? Orada sen ‘Ben oradan alacağım keyif için koşuyorum, sadece bunu seviyorum ve keyif alıyorum, beni mutlu ediyor, bundan koşuyorum’ demişsin. Bu çok hoşuma gitmişti.
Bir de diğer insanların tepkileri nasıl? Mesela, ‘Keşke bana kör müsün?’ diye sorsalardı demişsin. Hatta bir yarışta senin ailene, ‘Burada ne işi var?’ demiş insanlar. Onlara dair neler söylemek istersin?
Ç.Ö.: İnsanlar nedense hep yanımdaki insanlarla iletişim kurmak gereği duyuyor. Belki kırıcı olacağını mı düşünüyorlar ya da belki sormak uygunsuz olur diye mi düşünüyorlar, ona mı karar veremiyorlar bilmiyorum ama gerçekten keşke doğrudan gelip bana sorsalar. Bana sorsalar her şey çok daha kolay anlaşılabilir olur ve diğer türlü gerçekten çok onur kırıcı oluyor çünkü kendim hakkımdaki bir soruyu en iyi ben cevaplayabilirim ve aslında benimle konuşsalar, ailemle ya da çevremdeki başka biriyle konuştuklarında öğrenemeyecekleri bir sürü başka şey daha öğrenebilirler ve ben de onlardan öğrenebilirim. O yüzden eğer birisi hakkımda bir şey merak ediyorsa, doğrudan bana sorduğunda hiçbir şey kaybetmez; tam aksine ben cevaplamaktan ve karşımdaki kişi ile sohbet etmekten çok keyif alırım.
A.T.A.: O podcast’te iki hedeften bahsetmişsin; Nevşehir ve Bursa yarışları. Nedir onlarda son durum? Yarış oldu mu, olacak mı? Şu anda çalışıyor musun onlara?
Ç.Ö.: Şu an başka bir yarış var aslında önümde, İstanbul'da olacak bir yarış. Hatta İstanbul'da olacak iki tane yarış var; bir tanesi, 2 Kasım'da, o daha büyük nispeten. Nevşehir ve Bursa için ise kiminle koşarız diye henüz bir plan yapmadık ama zaten onlar biraz daha yılın ilerleyen zamanlarında oluyor. Sezon daha yeni başlıyor sayılır.
A.T.A.: Şimdi bizi dinleyen kör dinleyicilerimiz ne yapmaları lazım yani ne yapsınlar da bu işe başlasınlar?
Ç.Ö.: Bir kere bence herkes benim gibi başlayabilir, ben kendi başlangıcımdan çok mutluyum.
Ne kadar koşabilirim? 5 km midir, 1 km midir? Bence bunu çok düşünmeden, herkes kendi bedeninin izin verdiği müddetçe, onu bitirip bitirmediği, o mesafeyi kat edip edemediği ilk koşusunda çok önemli olmadan başlayabilir.
El Ele Koşu Kuvveti bence başlangıç için harika bir platform. Instagram’dan girebilirler El Ele Koşu Kuvveti’ne, oradan mesaj atabilirler. Bir WhatsApp grubumuz da var, insanları oraya ekleyebiliyoruz. Sonra herkes oraya kendi programını yazıp nerede hangi koşuda koşmak istiyor, bunu belirtebiliyor ve sonra da oradan insanlarla eşleşebiliyorlar.
Onun dışında doğrudan bana da ulaşabilirler bu arada, ben çok açığım buna. İnsanlarla bu konuda konuşmayı çok seviyorum ve eğer ki birisi daha koşmak istiyorsa bu konuda deneyim paylaşımından da çok memnun olurum.
A.T.A.: El Ele Koşu Kuvveti İstanbul özelinde mi, yoksa tüm Türkiye için mi? O da önemli. Mesela İstanbul dışından atıyorum Hakkari'den kör bir genç kadın koşmak istiyor, o da başvurabiliyor mu?
Ç.Ö.: Biraz büyütmeye çalışıyoruz. Tabi İstanbul merkezli başladı ve sanırım 50 küsur kişiyiz, 60'a yaklaşıyoruz. Daha çok İstanbul merkezli ama yakın zamanda örneğin İzmir'den arkadaşlar katıldı, çok mutlu oldum. Bursa'dan da var. Onun dışında başka şehirlerden de tabii katılmalarını çok istiyoruz. O yüzden gören arkadaşlardan veya kör koşuculardan fark etmeksizin farklı şehirlerden olup da bize ulaşabilirlerse çok mutlu oluruz. Asıl böyle böyle büyüyor zaten.
Sit Down İzlenimleri ve Geri Dönüşleri
A.T.A.: Sana şunu da sorayım ki Chris’e da sormuştum bunu en sonunda; Sit Down'a geldin, izledin ve sen aslında geçen seneki Kültürhane'deki Sit Down performansı YouTube'a yüklenmişti ve onu da izlemiştin, bana detaylı uzun uzun da yazmıştın. Çok sağol oradaki geri dönüşler için. Sit Down'ı internetten de seyrettin, geldin de. Peki neler söylemek istersin?
Ç.Ö.: Rica ederim, evet. İki farklı performansı orada izlemek benim için de çok keyifliydi ve çok gelişiyor bence. Sen de zaten söylemiştin ‘artık son halleri kafamda oluşmaya başlıyor’ diye. Ben geçen geldiğimde o betimleme kısmını çok sevdim. Bence orası çok ufuk açıcıydı herkes için ve insanların ne kadar aslında bir noktada fikir sahibi olmadıklarını, aslında birçok şeyin daha çok fazla anlatılması gerektiğini gördüm.
Bir de insanlar bilmedikleri gibi farklı varsayımlarda bulunuyorlar - tabi tahmin etmek için. ‘Betimleme nedir?’ diye sormuştun sen oradan. ‘Video’ diyen olmuştu, ‘fotoğraf’ diyen farklı cevaplar verenler olmuştu. Ne kadar uyuşmadığını da görüyoruz gerçeklikten aslında. O yüzden bilgilendirme çok önemli; insanların birbiriyle temasta bulunması, fikir ve bilgi paylaşımı çok önemli.
Evet, o ilk kısım zaten herkesin bence çok duygulandığı ve özellikle oraya gelen engelli arkadaşların da kendisiyle bir noktada ortak payda bulabilecekleri bir alan. Bende de aynı şekilde. Toplumda çokca gördüğümüz tavırlar bunlar ve insanın üzerinde bıraktığı etki bence seninkiyle çok benzer.
İkinci kısım tabii çok komik; hepimizin yaşadığı olaylar. Ben orada yine kendimle çok bağdaştırdım. İnsanlar bazen inanamıyorlar. Gerçekten böyle şeyler yaşanıyor mu? İnsanlar böyle şeyler düşünüyor mu, diyorlar mı? Gerçekten oluyor ve o yüzden çok gerçekçiydi bence, çok samimi buldum. Ortam da çok samimiydi, senin tavırların ve anlatımların da öyleydi.
Daha sonraki performansları da kesinlikle dinlemek için sabırsızlanıyorum. Bence - orada da konuşmuştuk - ortaklaşa bir anlatım da oluşturulabilir hepimizin deneyimleriyle. Senin orada yaptığın şey bence çok ufuk acıcı ve hepimiz için çok ilham verici diye düşünüyorum.
Umarım herkesin dinlemesi için bir fırsatı olur ve daha bir sürü defa bu performansı sergileyebilirsin. İnsanların öğrenebilecekleri çok şey var diye düşünüyorum.
A.T.A.: Çok çok sağol Çağlacığım, gerçekten beni çok motive ettin. Sen konuşurken de İngiltere'ye gelip Open University'de yapayım diye düşümdüm, sen de çevirirsin orada İngilizce konuşan arkadaşlarına. Gerçi ben bu gösteriyi İngilizce de yapmak istiyorum, öyle bir niyetim de var. İngilizcem çok iyi değil ama olsun, çat pat da olsa başlayayım istiyorum.
Bu hafta Çağla Özgür idi konuğum. Son sözlerini de alalım ve bitirelim istersen Çağlacığım bu hafta.
Ç.Ö.: Çok teşekkür ederim ben de beni konu kaldığın için. Çok keyifliydi burada olmak ve en çok sevdiğim konulardan biri olan koşu üzerine konuşmak. Dilerim çok daha fazla insan koşar, yüzer, spor yapar, her ne ise, neyi seviyorlarsa onu yaparlar. Sadece şunu söylemek isterim ki her şeyin bir yöntemi var.
Bu arada ben koşu bandı da çok kullanıyorum yani zannedilmesin ki sadece rehber koşucularla, arkadaşlarımla koşuyorum - öyle de değil. Yani her şeyin bir yolu var ve sadece önemli olan şey yöntemi bulmak. O yüzden umarım herkes kendisi için sevdiği şeyi yapar ve dener. En önemlisi denemek bence.
A.T.A.: Çok çok sağol. ‘Dünyanın bütün sakatları eğleşin’ diyorum ve haftaya görüşmek üzere, hoşçakalın.