Amatör botanikçi Isabella Sinclair’in 1860’larda, Hawaii adasının endemik bitkilerini resimleyip kayıt altına aldığı Indigenous Flowers of the Hawaiian Islands içindeki 44 adet nefis taş baskıyla renklendirilmiş levhalarıyla, gerçekten sıra dışı bir kitap.
Genç bir kadın nasıl olmuş da ta 19. yüzyılda, Hawaii bitkileriyle ilgili en önemli belgelerden, kitaplardan biri sayılan bir eseri yaratabilmiş? Ona bitkilerini tanımlaması ve Londra’da bir yayıncı bulması için kim yardım etmiş? Yeni Zelanda’yı neden terk etmiş? “Yasaklı ada” Niihau’ya yerleşme kararını nasıl almış? Chicago Botanik Bahçesi’nin web sitesinde yayımlanmış, Edward J. Valauskas’ın makalesinden de yararlanarak aktarıyorum.
Isabella’nın son derece ayrıntılı suluboya çizimleri, dünyanın bu bölgesine ait egzotik, endemik ve hatta bugün nesli tükenmiş bitkilerin de olduğu florasını dünyaya tanıtma işlevini de üstleniyor. Kitap 1800’lerin başında, sanayi devrimiyle birlikte yeni yeni başlayan Antroposen çağın bu ilk yıllarında, insanların iki Hawaii adasının kırılgan ekosistemi üzerinde yarattıkları etkiyi anlamamızı ve ölçümlememizi sağlayacak belli göstergeler içermesi açısından mükemmel bir başvuru kaynağı.
Isabella McHutcheson Sinclair (1840–90) ayrıntılı notları, gözlemleri ve çizimleriyle -özellikle çevrecilik, bitkilerin korunması alanında çalışanlar için- ilham verici bir portre. Onun hem Pasifik’te hem de Hawaii adalarında -James Cook’un verdiği isimle Sandwich Adalarındaki- engin botanik deneyimi, bugünden geriye doğru baktığımızda insanların flora ve faunayı nasıl olumsuz yönde etkilediğini de kavrayabilmemizi de sağlıyor.
Kimdir peki Isabella? 1863 yılında İskoçya’da doğmuş. Daha sonra dünyanın öteki ucuna, Yeni Zelanda’daki Canterbury’e göç edenlerden biri olmuş. Babası William McHutcheson (1810–1905) ve kız kardeşi Elizabeth McHutcheson (1800–92) ile birlikte o da dünyanın bu uzak bölgesine, ülkenin en kalabalık ikinci şehrine taşınmış, 16.000’den fazla Avrupa kökenli insanlardan biridir. Kızkardeşi Elizabeth, ya da aile arasındaki adıyla Eliza, kocası ve oğlunu 1846 yılında deniz kazasında kaybettikten sonra ona kalan ailenin malvarlığını yönetiyordu. Yeni Zelanda’da neredeyse 20 yıl kadar yaşadıktan sonra, 1863 yılında Elizabeth şansını başka ülkede denemeye karar verir ve Kanada’ya, British Columbia’ya taşınır. Eliza ve ailesi, British Columbia’da alıştıkları şartları bulamazlar, daha çok dağlık ve ormanlık arazilerden oluşuyordu burası, yerliler farklıdır; yerleşmek ve tarım yapmak için ormanlık arazilerde alan açmak çok daha zordur. O yüzden Eliza, Kanada’yı terk ederek bir arkadaşının önerisi üzerine Hawai adalarına doğru rotasını çevirir.
Eylül 1863’te Elizabeth ve arkadaşı Vancover ve Los Angeles arasında sefer yapan Bessi gemisiyle Honolulu’ya gider. Hızlı hareket etmeyi ve ani karar vermeyi seven Eliza, Niihau adasını Hawaii’nin hükümdarı beşinci Kamehameha’dan 10.000 dolara satın almış. Daha sonra kuzeni Francis ile evlenecek olan Isabella’nın da katılmasıyla genişleyen Sinclair ailesinin yaşam alanı olacaktır burası.
Isabella ve Francis, Niihau’da, Sinclair klanının bir üyesi olarak çalışıyor olsalar da hemen bitişiğindeki Makaweli Kauai adasının güney kıyısına yerleşmeye karar verirler. Böylece Francis iki ada arasında gidip gelerek aile işleriyle ilgili görev ve sorumluluklarını da kolayca yerine getirebilecektir. Neyse ki burada hem botanik bilgisi hem sanatsal beceri açısından oldukça başarılı olan Isabella’nın Kauai ve Niihau adalarının bitki örtüsünü keşfetmek için bolca vakti de olacaktır.
Eliza’ya kabile reisi anlamında “şef” diye hitap eden her iki adanın yerlileri Sinclair ailesine saygı duyuyordu. Yerli halk sayesinde Isabella, bitkilerin yerel dilde adları, halk tıbbında nasıl kullanıldığı, hangi özelliklerinin şifa verdiği gibi kendi botanik keşifleri hakkında çokça bilgi toplayabiliyordu. Kauai adasında 18 kilometre uzunluğunda ve yaklaşık 1 km genişliğinde Waimea Kanyonu’nu da kapsayan bir bölgede derinlemesine araştırmalar ve keşifler yapmış. Isabella, topladığı örneklerden yola çıkarak her bitki için son derece hassas ve ayrıntılı suluboya çizimleri de yapmış; habitat üzerine ve çiçeklenme dönemlerine dair notlarla botanik bilgisini de eklemiş.
Isabella, birçok Hawaii çiçeği ile Yeni Zelanda’da buldukları arasında benzerlikler olduğunu da gözlemlemiş. Cesurca bir adım atarak, Pasifik bölgesinin florası konusunda uzman olan Kew Kraliyet Botanik Bahçelerinin yöneticisi Joseph Dalton Hooker (1817–1911) iletişime geçmeye karar vermiş. Hooker, Yeni Zelanda florasıyla ilgili ilk tanımlamaların yapıldığı Flora novae-zelandiae (1853–55) kitabının da yazarıdır. 1839-1843 yılları arasında HMS Erebus gemisiyle Antarktika Okyanusu’na keşif seferi yapan İngiliz bilim ekibinin bir üyesidir Hooker. Birçok örnek de toplamıştır. Pasifik’teki farklı bölgelerin florasında ayrımlar kadar benzerlikler olduğunu da gözlemleyip kaydetmişti. Onun bitkisel coğrafyayla ilgili çalışmaları Güney Afrika, Asya ve Güney Amerika arasında botanik bağlantılar olduğunu da ilk kez ortaya koyuyordu. Flora novae-zelandie kitabında Hooker, geniş bir alana yayılan bitkilerin botanik açıdan benzerliklerinden yola çıkarak bu coğrafyalar arasında da bir bağlantı olduğunu tahmin etmiş ama bilimsel çalışmaları için daha fazla veriye ihtiyacı vardı. Kew’deki görevleri yeterince arazi çalışması yapmasını engelliyordu o yüzden hem meslektaşlarına hem de Hawaii’de yaşayan ve araştırma yapan Isabella gibi yetenekli amatörlere ihtiyacı vardı. Hawaii adalarının kuzey bölgelerinde yaptığı keşiflere bilimsel ad verilmesi ya da taksonomik sınıflandırma konusunda Isabella’ya bazı tavsiyelerde bulunmuş. Isabella, bulduğu her bitkiyle ilgili son derece incelikli gözlemlerin yanında, enfes suluboya resimleriyle de bir artı değer yaratmış oldu.
Londra’da, Sampson, Low, Marston, Searle, and Rivington tarafından yayımlanmış kitabın dijital kaydına Biodiversity Heritage Library üzerinden de ulaşılabiliyor. Isabella, Londra’da Leighton Brothers tarafından taşbaskıyla çoğaltılmış olan kitabın ilk sayfasında adaların florasıyla ilgili izlenimlerini de aktarmış. “Havaii adalarının bitki örtüsünün güzelliği hiç bilinmiyordu. Gerçekten de buraya yabancı olan biri yerli türlerden yoksun olduğunu düşünse de ne zaman ki tepeleri, ovaları, deniz kıyılarını, bulutlarla sarmalanmış dağ zirvelerini araştırmaya başladığınızda, karşınıza çıkan yerel bitkilerin sayısı ve çeşitliliği hayret uyandırıyor” diye başlamış ilk yazısına. Isabella olağanüstü bir duyarlılıkla, göz bebeği olan adalardaki habitatın ne kadar kırılgan olduğunu da söylüyor. “Hawaii florası, kendiliğinden doğal olarak yetişiyormuş gibi görünüyor, son derece göze hoş görünen; adaların doğal koşullarına ve iklimine mükemmel uyum sağlamış gibi görünse de yabancı bitkilerin istilası ve değişen koşullar karşısında bu çok uzun sürmeyebilir. Son elli ya da altmış yılda orman yangınları, hayvancılık, tarım adayı o kadar çok değiştirdi ki, bazı bölgelerde kilometrelerce seyahat etseniz de tek bir yerli türe rastlamadığınız oluyor. Topraklar, araziler başka ülkelerden taşınan yabani otların, fundalıkların ve çimlerin istilası altında…”
Kuzeyde yer alan Kauai ve Niihau adalarından topladığı örneklerden oluştuğunu; daha önce adaya gelen doğa bilimcilerin 400’ün üzerinde varyeteden söz ettiğini ama kendisinin bu çeşitliliği gözlemlemediğini büyük olasılıkla bu türlerin insan eliyle yok edilmiş olduğunu da belirtmiş. Yazılı kaynaklar olmadığı, sözel kültüre dayandığı için bitkilerin yerel dildeki karşılıklarını bulmak için zorlandığını, kano yapmak, kuş avı, ormancılık, şifalı bitkiler toplamak için dağlarda yaşamayı seçen insanların artık kalmadığını; yaşlılara sorarak bu bilgilere ulaşabildiğini söylüyor. Hau (hibiscus), Ohia-lehua (Metrosideros polymorpha), Puakauhi (Canavalia ensiformis), Kokio-ula (Hibiscus Arnottianus), Kolokolo (Vitex trifolia), Nohu (Tribulus Cistoides) gibi yerel adlarına göre 44 bitki sıralanmış.
Her bitki illüstrasyonunun sol sayfasında botanik özelliklerini, gözlemlerini not etmiş.
Puakauhi (Canavalia ensiformis) tırmanıcı bir bitki olduğunu daha çok dağın eteklerinde yetiştiğini ama -renkleri daha az canlı ve açık renkte de olsa- 1000 feet yükseklikte de rastlandığını, nisan ve mayıs aylarında çiçeklendiğini yazmış. Geçmişte daha çok sayıda yetişen bu çiçeklerin şimdi yerlilerin parlak turuncu renkte Wiliwili çiçeğiyle karıştırılarak boyun süsü olarak kullanıldığını yazmış.
Hauhele yani Hibiscus Youngiannus için de şöyle diyor: “ Bu levhadaki örnek, bir zamanlar hemen hemen tüm vadilerde ve korunaklı alanlarda yaygın bir çiçekti; adanın hem rüzgaraltı, hem rüzgar alan tarafında eşit oranda yayılmıştı. Ama insanlar, hayvancılık ve tarım kuytu alanlarda bitkiyi neredeyse yok olma noktasına getirmiş, ama rüzgarlı kısımlarda hala sıkça karşılaşılabiliyor. Bu kısımlar daha zengin bir bitki örtüsüne sahip olduğu için rüzgarsız alanlarda yok olan kimi bitki türlerine hala rastlanabiliyor.”
Puakala (Argemone mexiana) için ise şöyle yazmış: “Gelincik ailesinden bütün çiçekler gibi kır manzarasının en göz alıcı ve en güzel çiçeklerinden biri. Saf beyaz renkte çiçekleri, kar gibi açmış çiçekleriyle hektarlarca toprağı cömertçe kapladığı Şubat ve Mart aylarında ortaya çıkıyor. Toplanınca hemen döküldüğü için çizmesi en zor çiçek. Kaptan Cook’un bulduğu ve ilk kez sözünü ettiği Puakala, azalma emaresi göstermeyen, geçen yüzyılda olduğu kadar güçlü ve cömertçe açmaya devam eden, adanın birkaç yerli bitki türünden biri.”
Hawai’deki Ulusal Tropik Botanik Bahçesi’nın uzmanlarına göre Hawaii adaları 100’ü nesli tükenmiş olan, 273 türü ise nesli tükenme tehlikesi altında olan 1300’den fazla endemik bitki türüne ev sahipliği yapıyor. Isabella Sinclair bu soruna 130 küsur yıl önce kitabında işaret etmiş.
Mark Twain de 1886 yılında The Sacramento Union gazetesinin muhabiri olarak birkaç ay için Hawaii’ye gelmiş. Hawaii’nin güzelliğinden ve yerli halkın yaşam tarzlarından son derece etkilenen Twain onlarca yıl sonra şöyle yazmış: “Bana göre sert rüzgarları her zaman esiyor, yaz denizleri güneşte parlıyor; denizin kıyıya vuran dalgalarının sesi kulağımda… Çelenk olmuş sarp kayalıklarını görebiliyorum; sıçrayarak dökülen çağlayanlarını, kıyılarda dinlenen tüylerle süslü palmiyeleri; uzaklardaki dağların bulutların üstünde yüzen adalar gibi görünen zirvelerini... Odunsu yalnızlıkların ruhunu hissedebiliyorum, derelerin çağıltısını duyuyorum; burun deliklerimin içinde hala yirmi yıl öncesinde yok olmuş çiçeklerin kokusu var..”
Şarkıcı / Yorumcu | Parça Adı | Albüm Adı | Süre |
---|---|---|---|
Bahar Şarkısı | Felix Mendelsshon | 02:46 |