İyi ki Doğdun Açık-Apaçık Radyo

-
Aa
+
a
a
a

Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, Açık Radyo’nun 30., kendi programının 3. yaşını bir dönem 'Traji-trafikten Beşeri Trafiğe' programını hazırlayan Yeşim Ayöz ile kutluyor; geçmişe ve Açık Radyo’nun bize kattıklarına uzanarak eski stüdyo koridorlarındaki anılarla dolu nostaljik bir programa imza atıyor.

""

Alper Tolga Akkuş: Merhaba. Sakat Muhabbet’e hoş geldiniz. Bu hafta 30. yaş günü Apaçık ve Açık Radyo’nun. Çok özel bir konuğum var; Yeşim Ayöz. Yeşim Hanım hoşgeldiniz, nasılsınız, iyi misiniz?

Yeşim Ayöz: İyiyim, teşekkür ederim. Öncelikle Açık Radyo’nun 30. yılı kutlu olsun ve senin de 3. yılın kutlu olsun. Bayağı uzun zamandır ve çok keyifle gidiyorsun, başarılarının devamını diliyorum

A.T.A.: Sağolun. Sizin de emeğiniz var bende tabi. Bu arada biz bu kaydı Cumartesi günü, 8 Kasım’da alıyoruz. 8 Kasım da aslında Sakat Muhabbet’in 3. doğum günü.

Bu hafta Sakat Muhabbet’in normal içeriğinin dışında, Açık Radyo’yu konuşacağız daha çok. Sizin de Açık Radyo’da bir programınız vardı Yeşim Hanım. Hangi yıllardaydı o program, bize bilgi verebilir misiniz?

Traji-trafikten Beşeri Trafiğe

Y.A.: Biz, Traji-trafikten Beşeri Trafiğe programını yapıyorduk. 2006’da ben dahil oldum programa. Daha önceden İdil Işık yapıyordu programı tek başına. İdil’den konuk olma daveti aldık. Ben 2006’da kardeşimi kaybettim biliyorsun ve ondan sonra da trafikle ilgilenmeye başladım. Ağustos 2006 idi sanırım, İdil’in programına gittik Kevser Üstündağ ile birlikte. Sonra biz koltukları çok sevdik ve oraya yerleştik. Sanırım 2011’in sonuna kadar, bayağı bir süre devam ettik Traji-trafikten Beşeri Trafiğe programına. 

Traji-trafikten Beşeri Trafiğe, trafiğin psikoloji açısından, mağdurlar açısından, sokakta yürüyen insanlar açısından her çeşidi ile ele aldığımız çok keyifli bir programdı. Bazen konuklarımız oluyordu, bazen üçümüz birlikte oluyorduk. Üç kişi olunca şöyle bir rahatlık oluyordu tabi; birinin işi olduğu zaman diğerleri devam ediyordu. Şimdi de blog olarak devam ediyor Traji-trafikten Beşeri Trafiğe. Belki de veteran Traji-trafikten Beşeri Trafiğe diye bir şey de yapabiliriz tekrardan yani üçümüz İdil, Kevser ve ben yeniden bir araya gelebiliriz. 

A.T.A: Hala görüşüyor musunuz, hala var mı irtibatınız?

Y.A.: Tabi, hala beraberiz. Trafik Kazalarını Önleme Derneği’nin yönetim kurulundayız üçümüz de. Bu sene bir Ayda Bir Gün Sokak Bizim yapma niyetimiz vardı veteranlarla birlikte ama sağlıkla ilgili ve dışarıdan bir sürü problemler olduğu için yapamadık ama muhtemelen önümüzdeki sene Ayda Bir Gün Sokak Bizim’i yapacağız. 

Programla birlikte biz o etkinliği de yapıyorduk ve her ay bir sokağı trafiğe kapatıyorduk. Hatta o dönemlerde trafiğe kapattığımız Atiye Sokak yayalaşmıştı. Zeytinburnu’ndaki kapattığımız sokak Çocuk Sokağı oldu. Fatih’teki ve Kadıköy’deki birer sokağı yayalaştırdık yani bizim etkinlik yaptığımız dört-beş tane sokak yayalaştı. Şimdi ise bizden sonra gelen gençlerin kurduğu Sokak Bizim Derneği devam ediyor bu etkinliğe.  

A.T.A.: Ermanlar yani.

Y.A.: Erman’ın da bebeği oldu biliyorsun. 

Ayda Bir Gün Sokak Bizim

A.T.A.: Biliyorum, bebekleri oldu Arzu ile Erman’ın. Onlar da çok tatlı insanlar zaten. Bu arada Ayda Bir Gün Sokak Bizim çok güzel bir etkinlikti. Orada ne yapıyordunuz? Bilmeyenlere bir anımsatalım. Ben de bir kaç tanesine katılmıştım, Nişantaşı ve Fatih’te olanlarında vardım.

Y.A.: Fatih’teki çok enterasandı hatta. 2007’nin başında başladık ve ilkinde Abdi İpekçi’yi kapattık. Hatta ona Birleşmiş Milletler’in Trafik Komisyonu ve FEVR’in (European Federation of Road Traffic Victims) de başkanı Brigitte Chaudhry de gelmişti.

Peki ne yapıyorduk? Sokağı kapatıyorduk ayda bir gün yani bir Pazar günü sokağı trafiğe kapatıyorduk, araçları trafikten alıyorduk yani sokağın içerisinde hiçbir araba kalmıyordu. Öncesinde de tek tek evleri geziyorduk, muhtar ve esnafı geziyorduk ve sonra da evleri geziyorduk. İlk başta çok kızıyorlardı, ‘Arabamı nereye çekeceğim’ ya da ‘Kapımın önünde’ diyerekten kızıyorlardı ama sonra işin keyfini alınca da bir daha gelsenize şeklinde geri dönüşler oluyordu. 

Belediye bütün sokağı çiçeklendiriyordu. Bütün dernekler geliyordu, bisikletliler geliyordu, çocuklar geliyordu, yayalar geliyordu. Kalabalık oluyordu bir hayli ve aktiviteler oluyordu. Şirketler geliyordu, promosyon dağıtıyorlardı. Hiçbirisi kendi logosunu kullanmıyordu. Gayet keyifli geçiyordu. Herkes piknik sepetini getirip piknik yapıyordu kendi sokağında. 

Şimdi ise şöyle bir şey var artık; insanlar kendi sokağında yaşayanları tanımıyorlar. Mahalle kültürümüz ne yazık ki bitti. Kadıköy’de biraz vardı ama bu kentsel dönüşümden sonra o da artık yavaş yavaş kayboldu. Sokaklarındaki insanlarla tanışıyorlardı. Sokağın ortasında ip atlayıp, top oynayıp; bir araç çarpacak mı çarpmayacak mı diye düşünmeden çocuğunu bisiklete bindirmek gerçekten çok güzel bir olay. 

Kevser’in yaptığı bir Yayaba vardı, telden bir araba yapmıştı. O telden arabanın içinde kaç kişi oturuyoruz, ne yapıyoruz diyorduk ve hatta biz o telden arabayı otoparklara da taşıyorduk. O zamanlar Tepebaşı’ndaki otoparkta yer veriyorlardı bize. Biz arabayı oraya koyuyorduk ve ölçüyorduk yani aynı alana kaç insan, kaç bisikletli sığabilir diyorduk. Bir aracın kapladığı yere ne kadar insan oturabiliyor ve ne kadar insan keyifle zaman geçirebiliyor onu görüyorduk. 

Ayda Bir Gün Sokak Bizim’i pek çok yerde yaptık biz; Taksim, Etiler, Beylikdüzü… Fatih’teki ise çok enteresandı ama ki sen de oraya gelmiştin.

A.T.A.: Fatih deneyimini ben anlatmak isterim; biz Fatih’te yapmaktan önceleri çekiniyorduk çünkü Fatih biraz mutaassıp bir bölge, ‘Acaba ne derler? İstemezler mi?’ diye bir çekince vardı, öyle hatırlıyorum ben. Oraya biz gittik ve tabi giderken lastikle atlamak için lastiklerimizi de götürüyoruz, tebeşirle sokağın bir köşesine sek sek oynama yeri çiziyoruz, oyunlar oynuyoruz. O Yayaba da var. Onun dışında çocuklara trafik eğitimi vermek için trafik setleri ile eğitim veren görevliler var. 

Biz Fatih’teki bir sokağa gittik. İlk birkaç saat bizim ne yaptığımıza pencerelerden bakıyor mahalleli yani tabi onlar da bizim ne yapmaya çalıştığımızı anlama uğraşı içindeler. Bir süre sonra ne yapmak istediğimizi farkettiklerinde onlar da aramıza katıldı. Kavunlar, karpuzlar, ikramlar aşağıya yığmaya başladı. Çok ama çok güzel bir gün geçirdik orada. 

Y.A.: Tabi tabi. Hepsi öyle oluyordu, ‘Dur daha karpuz kesecektik’ ya da ‘Pişi yaptım hemen erkenden gitmeyin’ diyenler oluyordu. Keyifli oluyordu. Aslında insanlar da sokağı nasıl kullanması gerektiğini ve eskisi gibi nasıl sokakta yaşamaları gerektiğini öğreniyorlardı. 

A.T.A.: Bir sokağa gitmiştik. Nejat Yavaşoğulları’nın evi de oradaydı. 

Y.A.: Evet, Anadolu Hisarı’ndaki sokak. 

A.T.A.: Bütün gün bizimle birlikteydi Nejat Yavaşoğulları, onu hatırlıyorum bir de ben. Çok keyifli geçmişti oradaki etkinlik de.

Y.A.: Orada da, o sokağı verene ‘Burada kimse yapmaz, gelmez, etmez’ diyerekten çok kasmışlardı ama sonra gayet keyifli geçti. Yani başta bir itici geliyor insanlara ama sonrasında gayet mutlu oluyorlardı. 

İki sene önce Fatih’teki o sokakta bulunan kahvenin önünden bir geçtim. Biz burada yıllar önce bunu yapmıştık diye kahveciye anımsattım. Kahveci hala anımsıyor, ‘Evet, evet, Bizim müşterilerle kahvenin içinde yoga yaptırmıştınız’ dedi. Kahvede oturanlara o gün Sem, yoga yaptırmıştı, hatırlıyor musun?

A.T.A.: Evet, Sem Hanım.

Y.A.:Sem Tutal. Alternatif Yaşam Derneği kurucusu. Kendisi Ercan Tutal’ın ablası.

A.T.A.: Şimdi Nejat Yavaşoğulları, Bulutsuzluk Özlemi deyince. Bir şarkı daha çalalım ki şenlik yapıyoruz zaten. 

Ben de Mersin’de yaşıyorum, Adanalıyım. Onlardan “Güneye Giderken”i dinleyelim.

Y.A.: Süper.

A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta Açık Radyo, Apaçık Radyo’nun 30., Sakat Muhabbet’in ise 3. yaş gününde konuğum Yeşim Ayöz. Kendisi Açık Radyo’nun eski emektarlarından. Kendisiyle Açık Radyo ile tanışmanızı, Açık Radyo’nun o eski stüdyolarında yayın yapmamızı konuşuyoruz ki eski yer demişken de, o ‘Koridor’, o koridor önemliydi bizim için. 

Y.A.: Sen de bizim programa konuk olmuştun ki birkaç kere konuk olmuştun. Sonra bizim podcastlerimizi yaptın. Hatırlıyorsun değil mi?

A.T.A.: Romanya’ya gittim.

Y.A.: Evet, oradaki Trafik Mağdurları Konfederasyonu toplantısına gittin. 

A.T.A.: Benim tek yurt dışı seyahatim sizin sayenizde oldu. Romanya’ya gitmiştim ben.

Açık Radyo ile tanışmanızı, oradaki süreci biraz konuşalım. 2007-2011 dediniz, dört sene oradaymışsınız zaten.

Y.A.: Tabi. 

Açık Radyolu Olmak, Açık Radyo’da Olmak

A.T.A.: Nasıl geçti o süreç? Açık Radyo’da olmak, Açık Radyolu olmak nasıl hissettirdi size? Nasıl geçti o günler?

Y.A.: Çok keyifliydi yani hem program keyifliydi, hem de Açık Radyo keyifliydi. Başka radyolardaki programlara konuk olduğundaki sentetik bir hava vardır ya öyle çok şık, çok havalı stüdyolardır ama samimi değildir onlar ama Açık Radyo’da her zaman için bir samimiyet vardı. Oradaki herkes, Açık Radyo’ya giren çıkan herkes birbirinin dostu, birbirinin arkadaşı. Daha sonraki yıllarda da aynı şekilde, yolda ya da bir toplantıda karşılaştığımızda sanki hiç zaman geçmemiş gibi o programa girecek, ardından sen programa girecekmişsin gibi aradaki zamanı yok sayıyorsun çoğu zaman. Çok keyifli ve çok iyi bir deneyimdi bizim için, çok güzeldi.

Koridorda Çoraptan Top ile Yapılan Futbol Maçları

A.T.A.: Eski yer demişken; ben de Galatasaraylıyım. Şimdi ‘Eski Ali Sami Yen’ ve ‘Yeni Stat’ diyoruz ya, Açık Radyo’da da aynı durum var. O eski yer, koridor... Yeni yer tabi daha konforlu, daha rahat ama eski yerdeki o sıkıntılar bile bize şimdi çok güzel geliyor. 

Ben hatırlıyorum. Ben şenlik yayını sırasında konuk olmuştum Açık Gazete’ye. Ömer Abi (Madra) ile Gökşen Şahin vardı o zamanlar. Onun da ses kaydını, CD’sni Volkan (Artunç) hazırlamıştı benim için. Volkan bana haber verdi; ‘Akşam 22:00 - 23:00 gibi Açık Radyo’ya gelirsen CD’yi alabilirsin’ dedi. Ben de belirlenen saatte gittim ve tabi o saatler Açık Radyo’nun müzik programcılarının saati oluyor, biliyorsunuz. 

Y.A.: Evet. 

A.T.A.: O koridorda maç yapıyorlardı yani çorapları birleştirip top yapmışlardı. Ben girdim koridora. Volkan hemen, “Kapıyı kapat, top kaçmasın” dedi. Hatta beni de maça dahil ettiler yani orada maç da yapmışlığım var aslında. 

Açık Radyo’yu ben o zamanlar danışma hattı gibi de kullanıyordum ki hala da öyledir. Ben 118’i aramazdım, Açık Radyo’yu arardım bir şey sormak için. Çok aradım ben Açık Radyo’yu. Bir şeyi merak edince arıyordum Açık Radyo’yu ve soruyordum ve bana demiyorlardı ki, ‘Beyefendi, rahatsız mısınız? Bir radyoyuz, nereden bilebiliriz’. O birine soruyor, başkası diğerine danışıyor, bana yardımcı olmaya çalışıyorlardı. 

Ve bugün 30 sene oldu. 30 senede kaç bin program, kaç bin programcı, kaç bin konuk, kaç bin müzik paylaşıldı.

Y.A.: Çok ciddi bir arşiv. 

Açık Radyo’ya Apaçık Radyo Web Sitesi Üzerinden Destek de Verebilirsiniz

A.T.A.: Bir de Türkiye gibi bir ülkede 30 sene boyunca sürdürmek, sürdürebilmek de önemli. 

Destek günleri de var ve şöyle bir şey yapalım. Açık Radyo’ya destek de verebiliyor insanlar, onu da söyleyelim burada dinleyenlere. O da nasıl oluyor; örneğin, diyorsunuz ki Sakat Muhabbet’e destek vermek istiyorum ve onun belli bir bedeli var yani yarım saatlik program ile bir saatlik programların bir bedeli var. Benim programım yarım saatlik ve destek olduğunuzda isminiz programın yayını öncesi ve sonrasında söyleniyor. 

Bunun için de ne yapmanız gerekiyor? apacikradyo.com.tr’ye girip hemen sol üstte, ‘Destek Olmak İstiyorum’ butonu vardır, oradan olabilirsiniz. Onun da çağrısını yapalım bu yayını yaparken de dinleyicilere. 

Peki Yeşim Hanım, bugünden geriye doğru bakınca, 2011-2012 gibi bitmiş bir programsınız. Açık Radyo size ne kattı ve sonrasında neler gelişti hayatınızda, neleri değiştirdi sizin hayatınızda Açık Radyo?

Y.A.: Beni sesimden tanıyan çok insan oldu. Vapurda ya da başka bir yerde konuşurken sesimi tanıyorlardı çünkü çok sıkı dinlenen bir radyoydu. Şu anda da çok iyi dinleniyor ama o zamanlar gerçekten de konuyla ilgiliydi pek çok kişi. O tarihlerde belki de insanlar daha duyarlıydı insanlar, belki de hayat bu kadar ağır değildi.

A.T.A.: Yeşim Hanım, sosyal medya bu kadar yaygın değildi. Facebook, Instagram yoktu o zamanlarda, herkes dinliyordu. Daha fazla dinleyen ve dikkatle izleyen vardı radyoyu. 

Y.A.: Bir de Açık Radyo’nun yelpazesi çok genişti. Her tel ve her dil şeklindeydi ve her konuya mutlaka değinen bir radyoydu. Herkes kendinden bir şey buluyordu, birkaç programı kendisi için takip ediyordu ve programlar da son derece akıcıydı. Şimdi de halen devam ettiği gibi gayet keyifli şekilde geçiyordu. 

Bize ne kattı? Bize kendimizi daha rahat ifade edebilmeyi kattı. Radyo programında bir sorunu anlatırken ya da bir sürü insana bir şey anlatırken çok daha akıcı anlatman gerekiyor, çok daha püf noktalarına değinmen gerekiyor, konuşurken cümleleri uzatmaman gerekiyor yani anlaşılır konuşmayı öğretti. Bir sorunu, bir derdi veya bir çözümü anlatırken çok net ve açık açık anlatmayı öğretti, son derece net cümlelerle açık açık anlatmayı öğretti Açık Radyo. 

'Açık Radyo Dinliyor ise Bu İnsan Bendendir, Bizdendir' Duygusu

A.T.A.: Şu oldu mu size çünkü bende oluyordu İstanbul’dayken; tanışıyorsunuz insanlarla ve o insanın Açık Radyo’yu dinlediğini öğrendikten sonra birdenbire o tanışıklık çok ileriye gidiyor. ‘Açık Radyo dinliyor ise bu insan bendendir, bizdendir. Biz aynı yoldayız’ diye bana o duygu geliyordu en azından. Çevremden de bunu görüyordum, daha bir ısınıyorduk karşımızdaki insana. Sizde de oldu mu öyle şeyler?

Y.A.: Açık Radyo’da program yapmak, Açık Radyo’da yayına çıkmak özel bir durum, öyle sıradan bir şey değil. Daha özel, isminize daha bir prestij katıyor. Konuya daha yetkin olduğunuzu düşünüyor insanlar. Belki Açık Radyo o konuda bir akredite merkezi. Resmi bir akreditasyon yapmıyor olsa da böyle düşünüyor insanlar.

A.T.A.: ‘Açık Radyo diyorsa bu doğrudur’ şeklinde bir algısı da var yani ‘Açık Radyo’da eğer bu konuşuluyorsa demek ki bu doğru, bu bilgiye inanabiliriz’ şeklinde bir algısı da var.

Sakat Muhabbet’inde 3. yaş günü bu hafta. Sakat Muhabbet’i de izliyorsunuz siz. Sakat Muhabbet nasıl gidiyor?

Y.A.: Çok başarılı. 

A.T.A.: Üç sene oldu. Bu bölüm, sizinle olan bölüm de 113. bölümümüz. Tabi ben İstanbul’da iken siz orada yoktunuz, denk gelemedik ama umarım bir dahakine denk gelebiliriz. Sakat Muhabbet’i konuşalım son bölümde; eleştirdiğiniz, gelişmesi gerekir dediğiniz yerler, eksiği gediği, artık olan yerleri var mı? Onları da alalım sizden?

2007-2025: Galata Fotoğrafhanesi, ‘Işıkla İz Bırakanlar’; Apaçık Radyo, ‘Sakat Muhabbet’

Y.A.: Bence çok başarılı bir program. Önceden yol yürüdüğüm genç arkadaşlarımın bu kadar başarılı olması beni çok mutlu ediyor. Bir şeyler üstünde devam etmek, sürdürülebilir şekilde gitmek... Bir de kendi gitmek istediği yönde yürüyen arkadaşlarımı görünce çok mutlu oluyorum. Senin programını da o gözle izliyorum. Son derece düzgün gidiyor. Keyifle izliyorum senin programını.

İlk fotoğraf kursuna gelmiştin. Hatırlıyor musun?

A.T.A.: Evet. Galata Fotoğrafhanesi, Yücel Tunca’nın atölyesi idi. 

Y.A.: Evet, Yücel Tunca ile birlikte açmıştık. Adı da, ‘Işık ile İz Bırakanlar’ idi.  

2007’deydi ve oradan bu zamana baktığımda çok mutluyum ben Sakat Muhabbet’i dinlerken. Çok keyif alıyorum dinlerken, emeğinize sağlık. Katkım olacak her şeyde de her zaman hazırım, biliyorsun.

Çalışmaya da başladım sen İstanbul’dayken konuştuğumuz konulara dair. Bir tane dosya göndereceğim sana. 

Açık Radyo 30, Sakat Muhabbet 3 Yaşında ve Bir Matematik Karmaşası :)

A.T.A.: Bana da İstanbul’da o gösteriyi yaptıktan sonra bir tembellik geldi. Üstüne de çalışacağım elbette. Sit Down )Bazı Bazı( Remedy Show’a dair konuşuyoruz bu arada. Dinleyenler konuyu anlamayabilir diye onlara da açıklama ihtiyacı hissettim. 

Yeşim Hanım, çok teşekkür ederim konuk olduğunuz için. Son olarak neler söylemek istersiniz Açık Radyo’ya dair, Sakat Muhabbet’e dair? İkisinin de doğum günleri. Biri 30, diğeri 3 yaşında. Son sözlerinizi alalım.

Y.A.: Evet, Açık Radyo’ya 30. yaşı için, size de, Sakat Muhabbet’e de 3. yaşınızda nice mutlu, sağlıklı, aydınlık ve dilerim. Her ikinize de çok teşekkür ediyorum. Açık Radyo’ya teşekkür ediyorum, bize kapılarını açtı, birlikte beraber yayınlar yaptık. Biliyorsun, hala da Açık Radyo her zaman, her daim ve her şekilde açık kalbimizde.

Sana da başarılar diliyorum tekrardan. Senin de 30. seneni kutlayacağız. Ben görmeyebilirim tabi ki ama sen umarım 30. seneni görürsün. Açık Radyo’nun da 33. senesini kutlayacağız o zaman. Pardon, 63. senesi olacak tabi ki, yok, 60 olacak değil mi sen 30 olursan?

A.T.A.: Yok. Hesaplar karıştı. Şimdi ben 3’üm. 27 sene sonra 30 olacağım. 

Y.A.: 27 sene sonra, 57. senesi olacak Açık Radyo’nun, evet. Bunu bir sonraki nesiller mutlaka yapacak ama…

A.T.A.: Açık Radyo’ya matematik programları gelsin, o çıktı şimdi ortaya, hesabı yapamadık. Buradan çağrımız da olsun Açık Radyo’ya.  

Y.A.: En sonunda topladık. Sana 30, ona 57. yıl oluyor.

A.T.A.: Ne oluyor şimdi, 27 yıl sonra? 2025, 2055. 2057 oluyor.

Y.A.: 2057, evet.

A.T.A.: Yok, pardon, yanlış oldu, gene yanlış oldu. 2057, 22 sene sonra oluyor. 30 sene sonra 2065. Sonuç 2062. Şimdi oldu.

Y.A.: Evet.

A.T.A.: Ben de göremem galiba. 

Y.A.: Belli olmaz yani ben göremem de sen görebilirsin. 

A.T.A.: Şu önemli Yeşim Hanım, bizim görüp görmememiz önemli değil ama programlar devam etsin, başkaları yapar, gençler yapar. Biz gene görürüz, başka bir yerden görürüz bir yere gittiysek eğer. 

Çok çok sağolun konuk olduğunuz için. Bu hafta konuğum Yeşim Ayöz idi. Bir zamanlar 2007-2012 ya da 2013 yıllarında her Çarşamba; aynı Sakat Muhabbet’in de olduğu gibi Çarşamba günlerinde program yapıyordu Yeşim Hanım da arkadaşları ile birlikte. Onu konuk aldık.

‘Dünyanın bütün sakatları eğleşin!’

Haftaya görüşmek üzere. Hoşçakalın. 

Y.A.: Hoşçakalın.