Süper Sakatlar Çağı: İllüzyon vs. Distopya

-
Aa
+
a
a
a

Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde sakatlık deneyimi ve sağlığın piyasalaşması üzerine doktora yapan Ekin Aydın ile 'Super Crip' kavramını ve bu kavrama karşı eleştirilerini 'Süper Sakatlar Çağı: İllüzyon versus Distopya' başlığı altında irdelemeye çalışıyor.

""
Süper Sakatlar Çağı: İlluzyon versus Distopya
 

Süper Sakatlar Çağı: İlluzyon versus Distopya

podcast servisi: iTunes / RSS

Alper Tolga Akkuş: Merhaba. Apaçık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoşgeldiniz, ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 6 Ağustos 2025 Çarşamba. Bu sözleri 98 bölümdür söylüyordum ama ilk defa bu kadar gerçek oldu çünkü şu an, şimdi ve buradayım, İstanbul'dayım, Apaçık Radyo'dayım, canlı yayındayım. Konuğum da Ekin Aydın. Ekin sen de hoşgeldin.

Ekin Aydın: Merhaba, hoşbulduk Alper.

A.T.A.: Çok sağol davetimi kabul ettiğin için.

E.A.: Sen de hoşgeldin.

A.T.A.: Çünkü canlı yayın için birkaç kişiyi zorladım ama seni kandırabildim bu canlı yayına.

E.A.: Güzel oldu bence.

A.T.A.: Açık Radyo’nun değil ama Sakat Muhabbet'in bu 99 yani böyle mistik bir sayı aslında programın. Ekin bana ‘Temmuz ayının başında şöyle bir konu var Alper’ demişti ki ben tüm konuklarıma diyorum - aslında akademisyenlere diyorum özellikle - ‘Ben çok alanın içinde değilim, siz öylesiniz. Bana öneri gönderin, şunu yapın, iletin’ diye. Ekin, çok sağol sen de bu güzel konuyu seçtin. 

Benim ilk sorum var ki sen daha önce konuk oldun ama ben ilk defa dinleyenlerden dolayı bunu hep soruyorum; Ekin Aydın kimdir, bu sürece kadar neler yaptın ve bir sakatlığın bulunuyor ise bunu da bizlerle paylaşır mısın lütfen?

E.A.: Tabii. Ben 2023 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde Sosyoloji Bölümü'nde doktoraya başladım. Çalışma konusu olarak sakatlık deneyimi yani protesto kullanan sakatların deneyimi ve sağlığın piyasalaşma meselesini irdeliyorum. Bu şekilde hala onun üzerinde çalışıyorum. Bir de aynı zamanda yaşlılık ve kentsel erişebilirlik ile ilgili bir projede de yer alıyorum. Bunları söyleyebilirim. Bir sakatlığım ise yok şu an.

A.T.A.: Sen öyle sanıyorsun belki de.

E.A.: Bilmiyorum var ise söyle istersen.

A.T.A.: Ben bilmiyorum değil mi?

E.A.: Tanıdığın kadarıyla en azından.

A.T.A.: İstanbul'da dün kuzenimle konuşuyordum, o demişti bana, “Aslında insan sakat ama onu bilmek gerekiyor.” Bu başka bir konu. 

Bu hafta konumuzu afişte yazdık: Süper Sakatlar Çağı: İllüzyon versus Distopya. Süper Sakatlar Çağı, süper crip ne demek? Ben senden duydum. Aslında ben de biliyormuşum ama ben farklı biliyormuşum kendi deneyimlerimden. Onlara gireceğim ama önce bir bu tanımı sen nereden edindin, bana gönderdin? Onun hikayesini alalım senden.

E.A.: Öncelikle bu kavramın kendisi şu anlama geliyor. Genel olarak sıradan insanların gerçekleştirdiği gündelik faaliyetleri, sakatlar yaptığı zaman süper sakat olarak nitelendiriliyor çünkü sakatlara dair bir beklenti düşüklüğü olduğu için toplumsal normallik algısı çerçevesinde böyle bir kavramı karşılıyor aslında süper sakat. 

Aslında bu kavrama hepimiz çok da aşinayız. Mesela maruz kaldığımız haber başlıklarını düşündüğümüzde, örneğin Everest'e tırmanan ilk kör ya da kör olmasına rağmen maraton koşan engelli bir atlet ya da hayatı tutunma azmiyle herkese ders veren kişiler gibi haber başlıklarını görmüşüzdür. Burada aslında sorgulanması gereken bu haberler kimin için yapılıyor ya da sakatlık deneyimini nasıl şekillendiriyor bu başlıkların kendisi? En önemli sormamız gereken şeylerden biri de bu anlatıların toplumsal eşitsizlikleri görünmez mi kılıyor? Bugün de bu soruları konuşacağımızı düşünüyorum ben.

A.T.A.: Senin dediğin bana şunu düşündürdü; ben doğuştan sakat bir insanım ve bana hep şunu derdi beni tanıyan arkadaşlarım, ‘Alper, biz seni sakat görmüyoruz.’ Süper sakat demiyorlardı ama bizde sakat aynı şey aslında. Niye görmüyorsun yani? Bir de benim sevinmemi bekliyorlar yani, ‘Sakat görmüyorlar ne kadar iyi, demek ki ben sakat değilim’. O zamanlar belki hoşuma da gidiyordu çünkü sakatlığı başka türlü görüyordum, bugün eleştirdiğim şekilde görüyordum aslında. Senin verdiğin örnek de o. Mesela radyo programı yapan bir sakat da süper sakat yani böyle görülebiliyor. Hayatın içine karışmış ise tırnak içinde normal, benim kullanmadığım şey ama sıradan. Normal, sıradan insana yaklaştığı derecede sakat ‘süper’ oluyor.

E.A.: Evet.

A.T.A.: Ama en süperi bile tam kendine denk olmuyor aslında. 

E.A.: Yine de evet yani tırnak içerisinde ifade etmek istiyorum; ‘yine de normal insan olamıyor’ aslında.

A.T.A.: Normallere biz diyelim şimdi: Bize doğru ne kadar süper geldi ama bize de gelemezsin zaten gibi bir çarpık algı var.

E.A.: Dereceleri var, evet.

A.T.A.: Şimdi hemen müzik arasına girelim. Yeni başladık programa ama daha sonra detaylı konuşacağız çünkü sen bana birkaç yabancı makale de göndermiştin, onları da konuşacağız. Bu hafta müziği ben sana sordum, izin istedim, sen de ‘Sağol, sevdiğim müzik’ dedin. Sen genç bir arkadaşımsın ama bu müziği de biliyormuşsun, şaşırttı beni bu.

E.A.: Müzikle ilgileniyorum.

A.T.A.: 83 tarihli bir müzik ve Almanca. Nena söylüyor. Madem 99. bölüm dedim ve “99 Luftballons”. Almancam olmadığı için kötü söylemişimdir ama ‘99 uçan balon’. Uçan balonları alıp burada havaya uçurma niyetim vardı ama olamadı. Bu arada Instagram canlı yayınını da beceremedim, onu da söyleyeyim. Sıradan faaliyetleri bile gerçekleştiremedik, süper sakat değilmişim aslında. O açıdan da şarkıyı Andrei'den rica edelim, dinleyelim ve devam edelim. Belki de biraz daha konuşmamız gerekebilecek bununla ilgili.

E.A.: Olur. Bu şarkının hikayesi de aslında ilgi çekici, belki biraz da ondan bahsedebiliriz.

A.T.A.: Biliyor musun sen?

E.A.: Evet. 1982 yılında Nena'nın gitaristi Rolling Stones konserine katılıyor. Orada  Alman halkının umutlarını yansıtan 99 tane belki de daha fazla balon gökyüzüne bırakılıyor. Daha sonra gitarist bundan etkilenip bunun üzerine bir şarkı yazıyor. Zaten şarkıda da bu balonların aslında bir askeri radara takıldığını ve bir tehlike olarak görüldüğünü, daha sonra dünya savaşı çıktığını anlatıyor. Nihai olarak dünya harap bir halde gösteriliyor zaten şarkının klibinde de. Yine bir insan sağ kalıyor ve tekrar o balonu havaya fırlatıyor. Güzel de bir klibi var aslında, günümüzü de yansıtan bir politik protesto, savaş karşıtı bir şarkı olabilir yani anlamlı buldum ben seçimini; hem niceliksel, hem de niteliksel.

A.T.A.: Ben bunun adını hiç bilmiyordum. 99 tane balon havada uçuyor diye ben seçmiştim ama demek ki müziği eğrisi doğrusuna denk gelmiş.

Evet, ben şunları da söyleyeyim; Sakat Muhabbet'in arka planında ben Mersin'de yaşıyorum. Çarşamba günü yayın ama ben Perşembe, Cuma, Cumartesi gibi kayıt yapıyordum. Şimdi giriyoruz müziğe, başladık.

A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor. Nena'dan “99 Luftballons”u dinledik. Hikayesini anlattı Ekin, ben de bir coştum. Şarkı sözlerini almıştım ben, bakayım edeyim derken, internete bağlanayım derken bağlanamadık. Sakat Muhabbet’in Instagram sayfasından canlı yayına da geçemedik. Ben de dedim ki Ekin’e ‘Ya çok saçmayız ama iyiyiz herhalde”. Öyleyiz değil mi?

E.A.: Bence iyiyiz.

A.T.A.: Süper sakatları eleştirecekken bir örnek de veriyoruz aslında burada. Üç makale demiştim ama sen önce kavramsal çerçeveyi bir ele alayım sonra onlara geçelim demiştin müzik arasında bana. Oradan başlayalım istersen Ekin.

Süper Sakat (Super Crip) Kavramı

E.A.: Süper sakat kavramı, kavramsal olarak süper sakat anlatıları terimin kendisinden çok önce ortaya çıkmıştır yani kelimenin tam kökeni aslında belirsiz olmakla birlikte bu çizgi romanlarda ve film karakteri olan Superman ile ilişkisi vardır, o retoriği kullanır. Süper Sakat anlatılarına baktığımızda, zaten genellikle Superman ikonunun retoriğini ve çağrışımlarını kullandığını görüyoruz; Süper, ilham verici yetenekleri ya da işte olağanüstü olarak X dışını vardı, uçma hızı falan.

A.T.A.: Mesela ‘Man of Steel’ yani ‘Çelik Adam’ derler mesela Superman'e. O bana çok ironik gelir çünkü Superman’ı canlandıran Christopher Reeve sakatlandığı için zaten sandalyeyle çelik adam gerçekten oldu sonunda yani tersinden bir bakışla biraz trajikomedi oldu. Peki, süper sakat Türkiye'de kullanılan bir şey mi? Jargonda ben hiç duymamıştım çünkü.

E.A.: Türkçe jargonda çok yok. Medyayı da biraz karıştırmıştım, dergilere falan da baktım ama çok böyle rastladığımız bir kavram değil. Geçen Türkiye Paralimpik Komitesi'nin haberlerine baktım ve orada birazcık karşılaştığımız bir kavram. Kolları olmayan ama her şeye rağmen yüzebilen kişi Olimpiyatlarda birinci oldu gibisinden anlatılar var yani Paralimpik sporlarda genellikle bu anlatıyla karşılaşıyoruz ama uluslararası literatürde kullanıldığı şekliyle bir kullanım yok.

A.T.A.: Onlar süper krip diyor, biz sakat diyoruz. 

E.A.: Evet.

A.T.A.: İngilizcede süper krip diye mi söylüyorlar? Haberlerde geçmiyordur bence de akademisyenler diyordur diye tahmin ediyorum yanlış düşünmüyorsam?

E.A.: Türkiye'de mi?

A.T.A.: Yok, evrensel uluslararası alanda.

E.A.: Süper krip diye geçiyor yani süper sakat.

A.T.A.: Akademisyenler diyor yani. Peki medya bunu söylüyor mu, yazıyor mu?

E.A.: Yok, medyada daha tabii ki de rafine olmuş bir şekilde bu aktarılıyor. Dediğim gibi, engellerine rağmen yüzebildi, Everest'te tırmandı ya da Stevie Wonder için de çok üretilen söylemlerden biridir; görmemesine rağmen çok iyi bir müzisyen. Birçok örnek verebiliriz aslında.

A.T.A.: Görmeme deyince Sakat Muhabbet’in daha ilk başlarımda benim bir partnerim olacaktı - adını vermeyeyim şimdi, iznini almadım çünkü - sonra ise vazgeçmişti o. Kör bir bireydi. Hatta bizim sloganımız ikimiz olacağı için öyle bulunmuştu; ‘Kör topal muhalefet’ oradan geliyor. 

O da gitar çalan bir arkadaşımdı, buradan selam söylüyorum kendisine, dinlerse anlıyordur zaten. Benden çok genç tabi, o da bir gazeteciydi ve demişti ki, “Alper abi, gitar çalıyorum”. Çalarken bir si bemole basmış ve bir arkadaşı da demiş ki, “Aaaaa, si bemol basabiliyor”. 

E.A.: İnanmıyorum.

A.T.A.: Demişti ki, “Ben körüm sadece, parmaklarım da bir sorun yok”. Yani aynı mantık değil mi bu?

E.A.: Bu tabi gündelik pratiklerle ilişkili olan örnekler. Daha böyle spesifik örnekleri de var ve özellikle de teknolojinin kullanımıyla ilgili aslında. Burada belki biliyorsundur, Hugh Herr diye bir dağcı ve aynı zamanda biyofizikçi bir mühendis kişi var. O da bir dağ tırmanışı sırasında 17 yaşında kar fırtınasına kapılıyor ve iki tane dizi ampute ediliyor yani bacaklara ampute ediliyor. Daha sonra kendi mekatronik protezi yaptığı bir şirket kuruyor. 

A.T.A.: Mekatronik nedir? 

E.A.: Biyomekatronik grubunu kuruyor yani makineyle insan vücudunu uyumlamayla ilişkili bir grup oluşumu.

A.T.A.: Transformers var makinelerden oluşan yani onun insan hali benim anladığım. 

E.A.: İnsan fizyolojisiyle elektromanyetikleri birleştiren biyomekanik teknolojileriyle ilgileniyor kendisi. Hem kendisi dağa tırmanabilmek için, hem de insanlara satabilmek için bu şekilde bir protez şirketi kuruyor. 

A.T.A.: Peki başarmış mı bunu kendisi? 

E.A.: Tabii. Şu an çok popüler, kendisinin TEDx konuşmaları falan var.

A.T.A.: Oscar Pistorius'u ben afişe koyacaktım ve sen o doğru bir örnek değil demiştin, çıkarmıştık ama o da öyle bir örnek ancak o da trajikomik bir örnek çünkü kendisi ampute bacaklı bir atletti ve Paralimpik'te değil de sakatlar normallere yakın mantığıyla Olimpiyatlarda yarışmıştı. Esprili bir şekilde şöyle düşünmüştüm; tabii karısını öldürdüğüne dair cinayet şüpheleri vardı çünkü kesin yargı kararı olmadığı için diyemiyorum bunu ama orada da aslında normalleşmiş adam çünkü normaller bunu yapıyor diye, erkek olduğu için öyle bir şey gelmişti. 

Üç makale gönderdin sen bana ve onlara da bakalım buradan: Şubat 2020 tarihli Chia Wei Fahn’ın var; ‘Marketing the Prosthesis: Supercrip and Superhuman Narratives in Contemporary Cultural Representations'. İngilizce makaleleri söylüyorum. Bu makalelerde ele alınan şeyler de bu konuştuğumuz konu mu? Daha başka detayları var mı?

E.A.: Açıkçası ben o üç makaleyi şu sebeple seçmiştim; bu üçü birbirini aslında tamamlıyor yani daha doğrusu süper sakat anlatılarının medyadaki, spordaki ve teknolojideki dönüşümlerini ve bu dönüşümlerinin sakatlık temsillerini nasıl etkilediğini birlikte el aldığı için, tamamladığı için seçmiştim. Makalelerden birinde zaten Oscar Pistorius'tan da bahsediyor, Paralimpik sporcuları ele alıyor,  süper sakatlık meselesinin teknoloji ile ilgili kısmını bize aktarıyor, ileri teknoloji kullanan süper sakatların nasıl bir kapitalist pazar içerisinde bir tüketici grubu haline getirdiğini bize aktarıyor.

A.T.A.: Bir tanesi de Sami Schalk galiba.

E.A.: Evet.

A.T.A.: ‘Reevaluating the Supercrip’.

E.A.: Evet.

A.T.A.: Diğeri de Carla Filomena Silva ve P . David Howe ortak imzalı; ‘The (In)validity of Supercrip Representation of Paralympian Athletes’. İşte bu herhalde onunla ilgilidir.

E.A.: Aynen. Bu Sami Schalk’ın yaptığı zaten süper sakat anlatılarına yüzeysel olarak olumsuz bir terim gibi yaklaşmamamız gerektiğinden de bahsediyor ayrıca. Orada süper krip anlatılarda dil nasıl kullanıyor, anlatı mekanizmaları dediğimiz olağanüstü dil kullanımı, aşırı yüceltici dil kullanımı ya da bireysel çaba ve iradenin ön plana çıkarılmasının nasıl kullanıldığından bahsediyor ve bunların toplumsal bağlamdaki eşitsizliği göz ardı ettiğinden de bahsediyor. Tek bir süper sakat anlatısından ziyade, üç türlü süper sakat anlatısı bize sunuyor Schalk. Bu diğer iki makalede zaten bunun kategorize ettiği süper sakat başlıklarına oturduğu için de aslında bir bütünsellik de oluşuyor kendi içerisinde. Sami Schalk, üç kategoriden bahsediyordu; ‘Regular Super Crip’ yani ‘Normal Super Crip’, ‘Glorified Super Crip’ yani ‘Yüceltilmiş Super Crip’ - Olimpiyat sporcuları aslında bu kategoriye giriyor – ve bir de ‘Super Powered Super Crip’ yani genellikle kurgusal karakterler ya da tesadüfen sakatlıkları sebebiyle süper sakat olan kişiler - Superman gibi ya da Spider-Man, Daredevil bunlara örnek verilebilir. En son o marketing dediğin makalede yüceltilmiş süper cripten bahsediyor. Diğeri de süper power süper kripten bahsettiği için ben bunları seçtim bilinçli olarak.

A.T.A.: Ben de şunu söyleyeyim; şu an canlı yayındayız ve normalde yayın bitince bizim sohbetimizin yazılı hali internet sitesinde yayınlanıyordu ama şimdi canlı olduğu için bu programın kayıt hali bana gelecek yani yarın ya da belki de Cuma gününe de kalabilir, onu da söyleyelim bu makaleleri merak edenlere çünkü linklerini oraya da koyarız, oradan okuyabilirler merak edenler.

Türkiye'den senin dışında süper crip çalışılıyor mu akademide? Onu merak ettim yani sen makaleyi gördün gönderdin ama Türkiye'de bir dirsek teması yaptığın birisi oldu mu ve nasıl oldu? O konularda bir şey söyleyebilir misin?

E.A.: Eleştirel sakatlık çalışan isimler var tabii.

A.T.A.: Sen öyle konuk oldun da, süper crip için bu isimlerle bir şey yapıldı mı?

E.A.: Yani süper sakat ya da süper crip diye aradığınızda bir çalışma bulmuyorsunuz Türkçe literatüründe. Uluslararası literatürde de çok az bu arada ve özellikle son zamanlarda bu anlatı, tekno süper sakat falan popüler oldu yani birazcık teknolojiyle ilgili kısmını irdeliyorlar ve bu da daha çok yeni yani çok yok.

A.T.A.: Konuştuğumuz konular dünyada bile aslında yeni. Gerçi makaleler eskiydi ama akademi tabi çalışıyor bazı şeyleri.

Ben bu arada şöyle bir şey de yapıyorum, böyle bir ‘Robin Hood’luk. Senin üç makaleni de ben translate üzerinden Türkçe'ye çevirmiştim ve şimdi onlara bakıyorum, onlara bakmak da şimdi aklıma geldi - canlı yayın bir Jean Jacques Rousseau itiraftar şeyine döndü bizim burada, onu da söyleyeyim. Dediğim gibi Sami Schalk kırılım da yapmış ve anlattığı şeyi bir de önceden doğuştan olanlarınki ayrı, sonra olanlarınki ayrı gibi şeyler var. 

Bu hafta Ekin Aydın idi konuğum ki kendisi ikinci kez konuğum oldu. Canlı yayın nasılmış Apaçık Radyo'da? Onu da alalım senden.

E.A.: Yani açıkçası benim de ilk deneyimim oldu ve beni tanıyan tanır, zaten çok heyecanlı bir insan olduğumu bilirler. Güzeldi bence, güzel oldu ve bundan sonra da geleceğim diyebilirim belki başka vesilelerle.

A.T.A.: Ben tabii iki saattir rahatlatmaya çalışıyorum seni, sen şahitsin, doğru mu söylüyorum?

E.A.: Şahidim evet.

A.T.A.: Tam tersi aslında çok heyecanlı olacak falan diye korkutmuştum ama o bir tepkiydi ve öyle yaparak aslında daha bir rahatlatıyorum. 

E.A.: Hayır, öyle değil Alper.

A.T.A.: Öyle bir şey olmuyor. Evet, bugün 99. bölümde, Sakat Muhabbet'te ilk kez Apaçık Radyo stüdyosundan canlı seslendik size, bilmiyorum ne derece size yansıdı bu. Tabii Ekin Aydın'dan da son sözlerini alalım ve 99. bölümü nihayete erdirelim yavaştan.

E.A.: Ben teşekkür ederim tekrar davet ettiğin için ve seninle de yüz yüze görüşme fırsatı yakaladım. Aynı zamanda Apaçık Radyo'nun stüdyosuna geldim, bunun için de mutluyum. Burada çok güzel insanlarla da tanıştık, teşekkür ederim. Bir daha geleceğim.

A.T.A.: Bu arada biz İstanbul turu da yaptık.

E.A.: Bayağı yaptık.

A.T.A.: Kadıköy, Moda Tramvayı, Kadıköy-Kabataş motoru, oradan tramvay, yanlış durakta inmeler, sonra daha gelmeler ve orada da konuştuk. Bayağı da bir konu varmış benim de okumam gereken. Sen de dedin ya şu da var, bu da var Alper diye bana söylemiştin zaten. O da herkese açık zaten. 

Bu arada haftaya 100.  bölümü olacak Sakat Muhabbet'in ve 100. bölümde de bir şeyler düşünüyorum. Hatta bu bölümden haftadaki bölüme kadar bir şeyler olacak ama ona şimdiden hiç çağrı yapmayalım çünkü bir şeyler planladık. Haftaya onu da duyacaksınız zaten Apaçık Radyo'da ve Sakat Muhabbet'in Instagram hesabında, benim hesabımda. 

İstanbul'a geldim. İstanbul'da doğduğumu da biliyorsun ama İstanbul, ne bileyim, bugün konuşuyorduk seninle, 'İstanbul'u özledin mi?’ diye sordun. Ya Kadıköy, Moda. ve Fındıklı'ya gelince İstanbul'u özlenecek bir şehir ama İstanbul'un tamamı için onu pek söyleyemeyiz herhalde. 

Sakatlar açısından da aslında ben şöyle bağlayayım. İstanbul'da yaşayan her sakat, süper sakat desem bilmiyorum doğru mu olur? Tabii evinden çıkabilenler, çıkamayanlar da çıkamıyor tabii. O ayrı bir konu ama öyle bir şeyi de var. 

Evet, bu haftaya bu şekilde bir son verelim, Andrei'ye de bakayım, verelim mi, erken mi? Daha bir şeyler konuşayım mı Andrei? Sen ne diyorsun kardeşim?  'Artık yeter, artık yeter Alper. Sen bir sussan iyi olacak bizim için’ de diyor. ‘Estağfurullah’ diyor şu anda da. Böyle daha keyifli oluyormuş gerçekten..

E.A.: Ne diyorsun Andrei?

A.T.A.: Evet, neydi bizim sloganımız? 'Dünyanın bütün sakatları eğleşin!' Haftaya görüşmek üzere, hoşçakalın.