Açık Bilinç'te bu haftaki sorumuz: Başkalarının cefasını, kendimiz deneyimlemeden, ne kadar anlayabiliriz Uluslararası Af Örgütü'nün hipnoz deneyi ışığında, toplumsal ayrışma, anlayış, empati, ve deneyim-idrak ilişkisi hakkında konuştuk.
Deneyim-idrak ayrımı, Felsefe tarihinde derin bir yere sahip. Fakat bu tartışmayı özetlemeden önce, "Amnesty International"ın hazırlamış olduğu hipnoz deneyinin videosunu izleyelim: Hypnosis experiment: Through the eyes of a refugee.
"Bir Mültecinin Gözünden"başlıklı deneyde Hollanda vatandaşı 5 kişi, hipnoz yoluyla, evini terkedip eziyetli bir süreç sonunda ülkelerine varabilmiş Suriyeli bir kadınınkine benzer bir deneyimden geçiyor.
Deneyin sonunda bu kişiler sözü edilen mülteci kadınla yüz yüze geliyorlar. Mülteciler konusundaki görüşleri bu deneyim sonucunda değişecek mi?
Uluslararası Af Örgütü Hollanda şubesinin hazırladığı video, "mültecilerin, sizin anlayışınız olmadan gidebilecekleri hiç bir yer yok" cümlesiyle sona eriyor.
Burada, felsefe ve psikoloji açısından önemli olan soru şu: Hipnoz ile yapılan bu deneye niçin ihtiyaç duyuluyor?
Deneyimin, idrak veya anlayış açısından katkısı, ne? Bazı olguları, deneyimlemeden, gerçek anlamda anlamamıza olanak yok mu?
Deneyin videosu, bu sorunun cevabını doğrudan gösteriyor: Evet, anlayış, deneyim olmadan, bazı durumlarda yeterli olmuyor, olamıyor.
Hipnoz deneyiminin bu 5 kişi üzerindeki çarpıcı etkisini -sosyal medyanın sevdiği tarzda söyleyeyim- "anlatmaya gerek yok, görüyorsunuz".
Fakat konu bu videodan ibaret değil.
Deneyim-idrak (anlayış) ayrımı ve bu iki zihinsel durum arasındaki ilişki, felsefe tarihinde çok köklü bir tartışmanın kapısını aralıyor. Psikoloji ve İlahiyat literatüründe de yeri var.
Bu programın konusu, deneyimden idrak'e uzanan yol ...
Modernite düşüncesinin felsefi temellerine baktığımızda, deneyim-idrak ayrımının, 17. ve 18. yüzyıl felsefecilerini neredeyse bütünüyle meşgul etmiş olduğunu görüyoruz.
Tartışmaya buradan başlayayım.
Felsefe tarihinde "Rasyonalistler" olarak bilinen ve öncelikli olarak Descartes, Spinoza, ve Leibniz tarafından temsil edilen düşünce okulu, güvenilir bilginin kaynağı olarak duyulara bağlı olmayan aklı, yani bilişsel anlayış veya idraki öne çıkartıyor.
Duyulara bağlı olan algı bizi her zaman yanıltabilir. Gördüğümüz, duyduğumuz şeylerde yanılsama veya sanrı söz konusu olabilir. Hatta rüyada yaşadığımız deneyimi gerçek bile sanabiliriz.
Rasyonalistlere göre, algı (deneyim) güvenilir bir bilgi kaynağı olamaz. Güvenilir olan, idrak'tir.
Rasyonalistlerin ardından felsefe tarihinde öne çıkan, ve en başta Locke, Berkeley, ve Hume tarafından temsil edilen "Empirisist" (deneyci/deneyimci) düşünce okuluna göreyse, bilginin ilk ve en önemli kaynağı her zaman deneyimdir.
Empirisistlere göre, deneyim olmadan idrak boş kalmaya mahkumdur.
Bilginin güvenilir kaynağı konusunda, Rasyonalistler (Akılcılar) ile Empirisistler (Deneyimciler) arasında, ucu bugüne kadar uzanan derin bir anlaşmazlık var.
Bu anlaşmazlık, Çağdaş Bilgibilim (Epistemoloji) tartışmalarının temelini oluşturuyor.
Fakat benim tartışacağım soru, Epistemoloji açısından deneyim mi, idrak mi daha güvenilir sorusu değil.
Bu haftanın konusu, deneyimle idrak arasındaki ilişkinin doğası.
İdrak'in sınırları nerede başlayıp, bitiyor?
Bazı olguları anlamak için, illa deneyimi yaşamış olmak mı gerek?
İdrak-deneyim ilişkisini aklımızda şu soruyla canlandırabiliriz:
Hayatlarında hiç doğum sancısı çekmemiş, ve bu deneyimi yaşama ihtimali olmayan erkekler, sahici ve içten bir çabayla, diğer deneyimlerinden yola çıkarak, kadınların deneyimi konusunda tam bir anlayışa sahip olabilirler mi?
Yani, yaşanmamış bir deneyimin bilgisini, başkalarında gözlemleyerek, zihninizde canlandırarak, anlayış yoluyla edinmek mümkün müdür?
Anlayış yoluyla deneyimsel bilgiye erişmenin sınırları var mıdır, nelerdir?
Akılcılar, anlayışın, yeterli çabayla, bütün deneyimsel bilgiyi kuşatabileceğini savunuyorlar.
Deneyimciler ise, bazı tür bilginin ancak deneyim yoluyla edinilebileceği görüşündeler.
Af Örgütü'nün videosu, bu soruya deneysel bir cevap gibi düşünülebilir.
"Doğum sancısı simülatörü' adıyla satılan cihazlar, erkeklerin, yalnızca kadınların çektiği bu tür sancıyı ancak deneyimleme yoluyla anlayabileceklerini göstermek amacıyla hazırlanmış.
Erkek deneklerin beyanları, bu deneyimi yaşayana kadar gerçekten anlamamış olmadıkları yönünde.
İdrak-deneyim ilişkisi sorusunun, ilk bakışta, bariz ve kolay bir cevabı varmış gibi görünebilir.
Fakat insanların zihinsel melekeleri arasındaki bilgibilimsel bağı anlamaya çalışan felsefeciler için, burada daha derin sorular olduğunu not edeyim.
Eğer, idrak hiç bir zaman deneyim bilgisine tam olarak ulaşamaz diye düşünüyorsanız, soruyu İlahiyat literatüründe karşımıza çıktığı şekliyle sorayım:
Bedensel bir varlık olmayan Tanrı, insanların çektiği eziyetin bilgisine, yalnızca idrak yoluyla ve bütünüyle, sahip olabilir mi?
Semavi dinlerin temel inancına göre, her şeyi bilen ve kadir-i mutlak olan Tanrı'nın, insanların bedensel deneyimlerinin bilgisine, kendisi o deneyimleri yaşamış olmasa (hatta yaşaması imkansız olsa) bile, anlayış yoluyla sahip olması beklenir.
Böyle düşünüyorsanız, o zaman belki bizim durumumuzda eksik kalan anlayışın kendisi değil, bizim anlayış melekemizin sınırlı oluşu olduğunu kabul etmeniz gerekir.
Yani sorun anlayışın doğasından kaynaklanmıyor olabilir. Mantıki olarak, limit durumlarda, belki idrak (anlayış) deneyimi bütünüyle kuşatabilir.
Son olarak, şunu not edeyim. Bazı Hristiyan teologlara göre, yalnızca idrak yoluyla insan deneyimini tam olarak anlamak mümkün olmadığı için, Tanrı insan kimliğine bürünerek Hz. İsa kişiliğinde yer yüzüne inmiş ve ancak çarmıhta çektiği eziyetler sonucunda bu bilgiye ulaşmıştır.
Bu uzun ve üzerinde anlaşma sağlanamamış felsefe ve ilahiyat tartışmalarını burada sonlandırayım. Ama bu örnekler, konunun düşünce tarihinde kapladığı yer açısından fikir verici olmuştur diye umuyorum.
Deneyim-idrak ayrımının, çağdaş zihin felsefesi ve Bilişsel Bilimler tartışmalarında da yeri var.
"Başka Zihinler” sorunu: Bizden farklı deneyimleri olan canlıların iç dünyalarını ne derecede anlayabiliriz? Anlayabilir miyiz?
Felsefeci Thomas Nagel'ın, idrak-deneyim ilişkisini öne çıkartan "Yarasa olmak neye benzer?" sorusu, zihin felsefesinde, özellikle bilinç konusunda, son 40 yıldır bir kilometre taşı oldu.
Makalenin Türkçe'sini, geçen hafta söz ettiğim "Aklın G'özü" derlemesinde bulabilirsiniz.
Aklın G'özü: Yazarlar: Douglas R. Hofstadter, Daniel C. Dennett |
Son olarak, hipnoz konusuna değineyim.
Genellikle bir tür eğlence aracı gibi görülen hipnotizmanın aslında çok ilginç bir tarihçesi ve eğlenceyle ilgisi olmayan gerçek bilimsel kullanım alanları var.
Hipnoz, kimi insanlarda, aslında içinde olmadıkları koşullardaymışçasına, uzaktan olağan anlayışın ötesine geçen ve gerçek yaşanılana çok yakın gelen bir deneyim sağlıyor.
Hollanda "Amnesty International"ın videosunda olduğu gibi.
Hipnotizmayı, bilimsel bir araç olarak sistematikleştiren ve deneysel ölçüm için standart bir skala oluşturan kişi, Stanford Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nden Prof. Ernest Hilgard. 2001'de vefat etti.
Kısa bir süre öğrencisi olmuştum. Hipnoz konusunu ileride bir programda ele alacağım.
Uluslararası Af Örgütü'nün deneyine döneyim:
Burada, deneklerin hipnoz yoluyla deneyimlediklerinin, medyadan, okuyarak, izleyerek o ana kadar edindikleri anlayışın ötesine geçen, çarpıcı bir yanı olduğu açık.
Zaten video da bunu göstermek için hazırlanmış.
İdrak-deneyim konusu, pek çok açıdan günlük hayatta karşılaştığımız durumlara temas ediyor.
Örneğin, geçen hafta Gazze'de Filistinlilere reva görülen eziyet ve ölümler karşısında Avrupa'nın utanç verici sessizliği, bütün kıtanın hipnoz olması gerektiğini düşündürmüyor mu?
Öte yandan, diğer insanların çektikleri cefayı anlamak, empati hissetmek için, illa o deneyimleri yaşamamız, hipnoz olmamız gerekmiyor.
Evet, hipnoz bu deneyde çarpıcı bir etki yaratıyor ama çoğu durumda bu mümkün değil. Ne var ki, şart da değil.
İdrak-deneyim üzerine bu tefrikayı bitirirken,Twitter'da rast geldiğim bir zincirden söz etmek isterim. Bir kullanıcı, unutamayacağını söylediği bir fotoğraf paylaşmış. Başkaları da altına kendi unutamadıkları travmatik fotoğrafları ekleyince, ortaya uzun ve çarpıcı bir zincir çıkmış.
Bazı şeyleri anlamak ve unutmamak için illa hipnoz olmak gerekmiyor.
Soma'dan, Ankara Gar katliamına kadar bu zincirdeki her bir fotoğrafı ben bugünmüş gibi hatırlıyorum.
Hatırlamak, zihnimizde canlı tutmak, yapabileceğimizin en azı. Hem de, bu travmaları bizzat yaşamış, canlarından olmuş insanlara borcumuz. Siz de unutmayın.