Bir yer… Aynı gökyüzü, aynı ağaçlar. Ama artık tanıdık değil. Antroposen Sohbetler'de Utku Perktaş, bir filozofun bu hissi tarif etmek için bulduğu kelimeyi anlatıyor.
“Yaralı bir dünya bile bizi besliyor. Yaralı bir dünya bile bizi kucaklıyor, bize hayret ve sevinç anları veriyor. Umudu, umutsuzluğa tercih ediyorum. Başımı kuma gömdüğüm için değil, yeryüzü bana her gün sevinç verdiği için ve ben de bu armağanı iade etmeliyim.” -Robin Wall Kimmerer, Braiding Sweetgrass
Avustralyalı filozof Glenn Albrecht, uzun süreli kuraklık ve madencilik faaliyetlerinin manzarayı tanınmaz hale getirdiği Yeni Güney Galler’de, insanların yaşadığı derin huzursuzluğu tarif etmek için yeni bir kelimeye ihtiyaç duydu. Nostalji, bir yere duyulan özlemdi; ama burada kimse yerinden olmamıştı. Yine de, evleri, ufuk çizgileri, bahçeleri değişmişti. Böyle doğdu solastalji: Tanıdık bir yerde kalarak, orayı geri dönüşsüz biçimde kaybetmenin acısı.
Cape Town’da birkaç yıl önce yaşanan ağır kuraklık, bu duygunun somut bir örneğini sundu. Bir düğün günü… Bahçe yemyeşil, konuklar neşeli, çocuklar çimenlerde oynuyor. Ama ev sahiplerinden biri, misafirlerine gülümserken, rüyalarında komşuların bahçeyi günlerce belediye suyuyla suladıklarını sanıp kapıya dayanmasını görüyor. Su kıtlığı, düğünün arka planında görünmeyen bir gölge gibi dolaşıyor.
Bu kaygı, uykularda bile peşini bırakmıyor. Bir rüyada, küçük bir çocuk boş havuza atlamak üzereyken koşup yetişememek… Bir diğerinde, kapatılan her musluğun yeniden açıldığını görmek… Solastalji, yalnızca gündüzlerin değil, bilinçaltının da yabancılaştığı bir hal.
Kavram, daha geniş bir çağın -Antroposen’in- içinde anlam kazanıyor. İnsan etkisi artık gezegenin jeolojik tarihinde silinmez izler bırakıyor: okyanuslarda plastik, toprakta radyoaktif izler, yok olan ormanlar, kaybolan türler. Bu, sadece çevresel değil, aynı zamanda bir hafıza krizi. Yaşanan değişimler, bin yıllar boyunca sürecek.
Orman yangınları, iklim değişiminin tetiklediği en yıkıcı olaylardan biri olarak, bu hafıza krizini derinleştiriyor. Sadece ağaçlar değil; flora, yaban hayatı, su kaynakları, toprak, hatta yerleşim alanları yok oluyor. Yangın sonrası, kayıp yalnızca fiziksel değil; aidiyet duygusu zedeleniyor, kimlik algısı ve yaşam üzerinde kontrol hissi sarsılıyor. Yangınlarda evini, toprağını ya da geçim kaynağını kaybeden kişiler, bağ kurdukları mekânın yitimiyle birlikte kimliklerinin bir parçasını da kaybediyor.
Cape Town’daki su kıtlığı, suya erişimin yalnızca doğal değil, toplumsal bir mesele olduğunu da hatırlattı. Orta sınıf için “kısıtlı musluk” yeni bir endişeydi; oysa yoksul bölgelerde su yoksunluğu zaten günlük hayatın değişmez parçasıydı.
Solastalji, ruh sağlığı uzmanları açısından yalnızca bireysel bir duygu değil; ekosistem sağlığı ile insan sağlığı arasındaki bağı kavramak için kritik bir araç. İklim krizine bağlı mekânsal kayıplar, travma sonrası stres bozukluğu, depresyon ve anksiyete gibi ruhsal sorunları tetikleyebiliyor. Marmaris’te 2021’deki yangında olduğu gibi, çam balı üreticilerinin hem ormanlarını hem arılarını kaybetmesi, geçim kaynaklarının yok olması bu duyguyu somutlaştırıyor.
Ancak solastalji, yalnızca kaybı değil; kaybın ardından çevreyle yeniden bağ kurma ve uyum sağlama sürecini de içerir.
Şair Ada Limón’un dediği gibi, bu çağ hem yas hem umut için alan açmayı gerektiriyor. “Eğer yas tutmazsak hissizleşiriz, eğer umudumuz olmazsa vazgeçeriz” diyor Limón. Onun gözünde şiir, cevapların değil soruların mekânı; hem kederi hem de yaşamın yeniden filizlenme ihtimalini birlikte tutabileceğimiz bir yer.
Limón, ağaçlara bakarak kendini bulduğunu söylüyor: “Beni hem daha insan hem de daha az insan hissettiriyorlar… Onlarla birlikte nefes aldığımızı fark ediyorum. Şiirler de bu açıdan ağaçlar gibidir; birlikte nefes almamıza izin verirler.” Bu bakış, solastaljinin donup kalmış kederini, doğayla yeniden bağ kurma arzusuna dönüştürebilir.
Solastalji, işte bu kırılganlığın bireysel duygusu. Onu fark etmek, kaybı görmek kadar, kederle birlikte umudu da taşıyabilmeyi gerektiriyor. Çünkü hatırlamak, yalnızca geçmişi muhafaza etmek değil; geleceğe sahip çıkmanın da ilk adımıdır. Tanıdık yerlerimizi korumak, sadece mekânı değil, kimliğimizi ve ortak hafızamızı da savunmaktır.