Ufuk Turu'nda Ahmet İnsel, uzun yıllar hapiste tutulan araştırmacı gazeteci Julian Assange’ın serbest bırakılmasını ve dünya çapındaki seçim süreçlerinde yaşanan gelişmeleri ele alıyor.
Julian Assange’ın şu an Pasifik’te yer alan ve ABD’ye bağlı bir ada olan Mariana Adaları’na doğru giden bir uçakta olduğunu bildiren Ahmet İnsel, Assange’ın bu adada federal mahkeme karşısına çıkacağını belirtti. Assange’ın avukatları ve Amerikan yargısı arasında yapılan bir pazarlık sonucunda Assange’ın belli bir suçtan suçlu olduğunu kabul etmeyi vaat ettiğini ifade eden İnsel, bu suçun ulusal savunmayla ilgili bilgileri elde etmek ve yaymak için komplo kurmak olarak tanımlandığını aktardı ve yapılan anlaşmaya göre Assange’ın bu suçu kabul edeceğini, karşılığında beş yıl Birleşik Krallık hapishanelerinde tutuklu kalma cezası almakla birlikte, hali hazırda 2019’dan bu yana bu hapishanelerinde tutuklu kalması gözetilerek serbest bırakılacağını ve Avustralya’ya uçacağını aktardı. Bunun önemli bir gelişme olduğunun altını çizen İnsel, daha önce Assange’a casusluk ve devletin güvenliğini ilgilendiren sırları ele geçirmek ve yaymak suçlamasıyla 175 yıla varan hapis cezası içeren davanın açıldığını hatırlattı ve 14 yıldan beri bu davalarla uğraşan Assange’ın 2012’den bu yana yedi yılı Ekvador’un Londra’daki büyükelçiliğinde mülteci olarak ve 2019’dan itibaren de Birleşik Krallık hapishanelerinde tutuklu olarak dört duvar arasında yaşadığını belirtti. Ömer Madra, ABD’nin CIA aracılığıyla ve İngiliz istihbarat teşkilatı ile ortaklık içinde Assange’ı öldürmek üzere bir komplo düzenlediğine ilişkin belgelerin olduğuna değinerek, bunların yalanlanmadığına dikkat çekti. İnsel, Assange’ın suçlanmasına yol açan belgelerin Irak’taki Amerikan müdahalesi sırasında Amerikan ordusunun gerçekleştirdiği cinayetlerin yer aldığı yasa dışı faaliyetlerle ilgili belgeler olduğunu hatırlatarak, bu belgeleri Assange’a ulaştıran kişinin Irak’ta askerliğini yapan Chelsea Manning’in de 2013 yılında yakalanarak 35 yıl hapis cezası aldığını aktardı. Manning’in 2000’de Barack Obama tarafından bazı koşullarla cezası değiştirilerek serbest bırakıldığını da belirten İnsel, böylece bu davadan yargılanan başka kimsenin kalmadığını ifade etti.
Ömer Madra, gazeteciliğin hiçbir zaman suç olmadığını ve Julian Assange’ın eleştirel gazeteciliği olmasaydı ABD ve müttefikleri tarafından işlenen savaş suçları hakkında dünyanın çok daha az bilgiye sahip olacağına dikkat çeken savaş karşıtı örgütlerin ifadesine yer verirken, Ferhat Kentel, ABD’nin işlediği savaş suçlarının hukuki yaptırımlarla karşılaşmadığını ve ceza almadığına ifade etti ve Assange’ın belgeleri yayınlaması nedeniyle ceza alması karşısında bu savaş suçlarını işleyenlerin ceza almamalarındaki çelişkiye dikkat çekti. Kentel, bu durumun halkta yarattığı tepkiye de değinirken, İnsel, diğer yandan bu cezasızlık durumunun daha fazla askeri güç kullanılması yönünde bir meşruiyet yarattığını belirtti ve bunun medeniyet kaybına işaret ettiğini ifade etti. İsrail - Gazze savaşında da görüldüğü üzere, “Diğerlerini öldürmeyi kendi varlığı için bir gereklilik gören bir kesimin de kanaatlerini pekiştiriyor” sözleriyle açıklamasına devam eden İnsel, yedi uluslararası medya kuruluşu ve Forbidden Stories’in dört aydan beri devam eden araştırmalarına değindi ve 7 Ekim’den beri Gazze şeridinde 108 gazetecinin öldüğünü ve bu gazetecilerin dörtte birinin gazeteci oldukları için kasıtlı biçimde öldürüldüklerinin ortaya konulduğuna dikkat çekti. Gazetecilerin işlerini yaparken insansız silahlı hava araçları tarafından doğrudan hedef alındıklarını aktaran rapora da değinen İnsel, “Gazze’de üzerinde ‘press’ yazılı yelek giymek, aslında hedef haline gelmek demek,” dedi.
Ardından seçim haberlerine geçen Ahmet İnsel, önümüzdeki günlerde iki önemli seçim yaşanacağını belirterek, bunlardan ilkinin Fransa’da, 30 Haziran günü erken seçimlerin ilk turu olduğunu belirtti. Kamuoyu yoklamalarına göre, seçimlerde galibiyeti kesin gibi görünen partinin Marine Le Pen’in lideri olduğu aşırı sağ parti Ulusal Birlik (RN) olduğunu dile getiren İnsel, partinin başkanı ve aynı zamanda başbakan adayı olan Jordan Bardella’nın 24 Haziran günü yapılan toplantıda iktidara geldiklerinde çifte vatandaşlığı olan Fransızların kamu idaresi, kamu işletmeleri ve kamu hizmetleriyle yükümlü işlerde çalışmasının yasaklanmasına yönelik bir öneriyi ısrarla yeniden gündeme getirdiğini aktardı. Bu uygulamanın Avrupa Birliği vatandaşları için nasıl uygulanacağının çok belli olmadığını belirten İnsel, Avrupa Birliği dışındaki ülkelerde vatandaşlığı olan kişilerin devletin güvenliği gerekçesiyle kamu işlerinde görev almamalarını içerdiğine de dikkat çekti. Bunun, vatandaşlar arasında son derece vahim bir ayrımcılık olduğunu dile getiren İnsel, şu an İsrail ve Fransız vatandaşı olan büyük bir seçmen kesimin anti semitist bir çizgide konumlanması nedeniyle Ulusal Birliğe oy vereceklerini ifade etti. Kamuoyu yoklamalarında seçimlerde Marine Le Pen’in partisinin %33-34 oranında, ittifak yaparak Yeni Halk Cephesi altında ittifak yapan dört sol partinin %28-30 oranında, Başbakan Emmanuel Macron’un partisinin büyük bir düşüşle %18-20 oranında ve klasik sağ partinin ise iyice düşerek %10’un altında oy almasının beklendiğini aktardı. Seçimlerin bu şekilde sonlanması halinde hiçbir partinin çoğunluğu alamayacağını belirten İnsel, mecliste üç blok oluşacağını ve Macron’un ne Ulusal Cephe ne de Sol ile bir ittifak kurma ihtimalinin olmadığını ifade etti ve dolaysıyla önümüzdeki günlerde Fransa’da ya bir azınlık hükümetinin kurulacağını, ya da büyük bir kaosun yaşanacağını ifade etti. Sol partilerin bir araya gelerek ittifak kurma olasılıklarını göz ardı ederek, erken seçim kararı alan ve son turda aşırı sağ parti ile karşı karşıya kalmayı bekleyen Macron için kamuoyu yoklamalarında ortaya çıkan oy tablosunun şok yarattığını dile getiren İnsel, sol partilerin kurduğu ittifakın meclis çoğunluğunu alamamakla birlikte aşırı sağ partiye çok yakın sayıda milletvekili çıkaracağına da dikkat çekti. Fransa’da Macron’a karşı olan tepkinin çok büyük olduğunu ve oy kaybedecekleri endişesiyle partisi tarafından Macron’un konuşmamasının istendiğini aktardı ve bu durumu, “Macron, aşırı sağ ve aşırı sola karşı bir merkez izlerken, aşırı merkez tabirini kullanmış durumda - belki de aşırı merkez Fransa’da çok büyük bir sorun,” olarak özetledi.
Ardından Birleşik Krallık’ta 4 Temmuz’da yapılacak genel seçimleri ele alan Ahmet İnsel, İşçi Partisi’nin %38 ile %40 arasında oy alarak seçimleri kazanmasının çok büyük bir ihtimal olduğunu belirtti. Muhafazakar Parti’nin 20 puan kaybederek, çok büyük bir düşüşte olduğuna dikkat çeken İnsel, seçimlerde Nigel Farage’ın Reform Partisi’nin %15’in üzerinde oy almasının beklendiğini ve Farage’ın Birleşik Krallığın Avrupa Birliği’nden çıkmasını sağlayan kampanyanın lideri olduğunu hatırlattı. İnsel, İngiltere, Avrupa Birliği’nden çıktıktan sonra, partisinin sönümlendiğini, fakat muhafazakarların çöküşünün bu ultra liberal partiyi yeniden canlandırdığını ifade ederken, Ömer Madra, Farage’ın Muhafazakar Partisi’nin lideri olabileceğini ve seçimleri kazanabileceğine dair yorumların yapıldığını aktardı. İnsel, uzun yıllardan bu yana ilk defa Birleşik Krallık’ta İşçi Partisi ve Muhafazakar Parti’nin toplam oy oranının %60 civarında kalacağına değinirken, merkez sol ve merkez sağ dışında kalan partilerin ilk defa çıkacağını da belirtti.
Bulgaristan’da yapılan seçimlere de değinen Ahmet İnsel, Boyko Borissov’un liderliğindeki Hak ve Özgürlükler Partisi ve liberal, reform yanlısı Değişime Devam Partisi ile birleşerek bir koalisyon kurma ihtimalinin olduğunu aktardı. Meclise giren toplam yedi partiden dördünün Ukrayna - Rusya savaşında Rusya yanlısı olduğunu belirten İnsel, bu dört partinin oylarının toplamının neredeyse %30’u geçtiğine ve dolaysıyla geri kalan bu üç partinin koalisyon kurmak dışında hükümet kurma olasılıklarının olmadığını belirtti.
Son olarak, 24 Haziran günü İtalyan televizyon Rai 3’te ikinci bölümü yayınlanan, Arnavutluk devletinin narkotik suç ilişkilerini konu alan belgesele değinen Ahmet İnsel, Arnavutluk Başbakanı Edi Rama ve suç örgütleri arasındaki yapısal ilişkiyi sergileyen, Arnavutluk devletini uyuşturucu parası aklayan bir narko-devlet olarak tanımlayan bu belgeselin Edi Rama’nın tepkisine yol açmakla birlikte, belgeselde yer alan iddiaların hiç de yabana atılacak türde iddialar olmadığını ifade etti ve önümüzdeki günlerde bu konunun daha fazla gündeme geleceğini söyleyerek bu haftaki Ufuk Turu’nu tamamladı.