"Türkiye, Orta Doğu cehennemi yaşanırken ayazda kalma ihtimali olabileceğini de düşünmek durumunda"

Ekonomi Politik
-
Aa
+
a
a
a

Ekonomi Politik'te Ali Bilge, Suriye'de yaşanan son gelişmeleri mercek altına alıyor.

""
Ekonomi Politik: 09 Aralık 2024
 

Ekonomi Politik: 09 Aralık 2024

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra: Günaydın Ali Bey, merhabalar!

Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş, Andrei!

Özdeş Özbay: Günaydın!

Ö.M.: Bugün artık çok yoğun bir haftanın sonrasındaki gelişmeleri değil, konuşulacak bir tek şey ağırlıklı olarak var, o da 13 yıllık bir felaketin sonunda 50 yıllık bir iktidarın, hatta 54 yıllık bir hanedanın devrilmesi ve bütün Suriye’de kutlamalarla geçiyor. Çok büyük şaşkınlık, biraz hüzün ama büyük bir sevinç de var Suriye’de.

A.B.: 2003 yılının ilk aylarında Ekonomi Politik programlarını yapmaya başladığımızda Irak ikinci savaşı başlamıştı, sonrasında Irak diktatörü Saddam Hüseyin devrilmişti. 22 yıl sonra Suriye diktatörü Esad’ın devrilmesine de tanık olduk. Eğer ömrümüz yeterse diğer diktatör ve otokratların da gidişlerini programlarımızda konu edebiliriz. Suriye’nin perişan bir ülke olduğunu haftalardır anlatıyoruz, devam edeceğiz.

2012’de başlayan Arap isyanları Arap baharı sonrasında bölgede oluşan devlet dışı silahlı aktörlerden bahsetmek istiyorum. Devlet dışı silahlı aktörler, ağırlıklı olarak Libya, Suriye ve Orta Doğu’da Arap isyanları sonrasında oluşan yapılanmalardır. Nusra cephesi, Hey'etu Tahrîri'ş-Şâm ,El Kaide, IŞİD, DAEŞ, Hizbullah, Hussiler gibi yapılar devlet dışı silahlı aktörler olarak tanımlanıyor. PYD de bunlara ekleniyor. Devlet dışı silahlı aktörler, aslında yeni bir siyasi araştırma alanı ve yapılan pek çalışma da yok. Devlet dışı siyasi aktörlerden pek çoğu Suriye’de de oluştu, alt grupları da olmasına karşın, Suriye’de iki ana yapı belirgin; biri Hey'etu Tahrîri'ş-Şâm olarak bugün anılan grup, diğeri de Suriye Demokratik Güçleri yani Kürtler ve diğer halklardan oluşan yapılanma.

2015’ten sonra Rusya’nın da devreye girmesiyle birlikte bölgede böyle bir yapı/statüko oluştu, diğer tarafta da Suriye devleti vardı. Onların dayandığı İran ve Hizbullah güçleri bulunuyordu. Lübnan Hizbullah’ı, daha önce oluşmuş bir aktör; ülke seçimlerine katılan, hükümette temsil edilen bir silahlı aktör, Lübnan’da ve devletin içerisinde yer alıyor.

Suriye’de devlet dışı silahlı aktörler olarak sayılan aktörlerden ikisi şu anda Suriye’nin egemenlik sürecinde baş aktörler olarak görülüyorlar. Bu iki aktör, aynı zamanda terör örgütleri olarak da adlandırılıyor. Geçen 13 yıllık dönemde, Hey'etu Tahrîri'ş-Şâm ve Suriye Demokratik Güçleri, dünyanın büyük ve orta boy güçlerinin (ABD - Rusya - Türkiye ve İran) destekleriyle varlıklarını ve düşmanlıklarını sürdürdüler. İlk zamanlar ABD ve Türkiye, Suriyeli muhalifleri eğitmeye, silahlandırmaya başladı. Obama döneminde Türkiye ve ABD birlikte hareket ettiler ancak bir süre sonra, Mayıs 2013’te meşhur oval ofisteki toplantıdan sonra iki ülke arasında görüş ayrılığı çıktı.

Obama yönetimi Türkiye’nin birlikte destekledikleri gruplar içinde özellikle cihatçı grupları desteklediğini öne sürdü, bunu istemedi, engellemeye çalıştı. Türkiye ise desteklemeye devam etti. Rusya zaten bölgede varolan Esed rejiminin isteği ile orada bulunan büyük bir ülke. İran da Suriye Şii rejimini uzun yıllardır ciddi destekleyen bir aktör. İşte böyle bir yapılanma ile bugüne kadar gelindi.

Şimdi aklımızdaki sorularımızı şöyle sıralayabiliriz: Suriye’de ve bölgede bulunan devlet dışı silahlı aktörler neye dönüşecek, nasıl dönüşecek? Literatüre devlet dışı silahlı aktörler olarak geçen yapılanmalar, yeni bir devlete dönüşmenin arifesinde bulunuyor. Özerk bölgelerle birlikte merkezi yeni bir Suriye devleti ortak bir Anayasa yapabilecekler mi? Nasıl bir yönetim hakim olacak? Demokrasi mi hakim olacak? Seçimler yapılabilecek mi yoksa istikrarsızlık süreci sürgit devam mı edecek? Suriye’de bulunan silahlı yapılar birbirleriyle savaşmadan birlikte yaşayabilecekler mi?

Cihatçı gömleğini değiştirdiğini söyleyen Hey'etu Tahrîri'ş-Şâm ve lideri Ebu Muhammed Colani var. Diğer tarafta ise Kürtler ve Suriye Demokratik Güçleri bulunuyor, onların da lideri Mazlum Kobani. Hey'etu Tahrîri'ş-Şâm liderinin de uluslararası ilişkilerinin başlamış olduğu anlaşılıyor. Mazlum Kobani’nin daha öncesinden ilişkileri - bilhassa ABD ile bulunuyor. Devlet dışı silahlı aktörler, hem terörist gruplar olarak ilan ediliyor, hem de güçler dengesine göre ülkeler tarafından muhatap alınabiliyor.

Suriye, çok fazla dini yapının bulunduğu bir bölge, uzun yıllardır devam diktatörlükle çok fazla yıpranmış durumda, çok fazla da köklü bir devlet yapısı yok. Aslında Osmanlı modeli burada hep örnek gösterilir; Osmanlı, 14. yüzyıldan 1922’ye kadar burada bir şekilde varlığını sürdürdü çünkü Osmanlı’nın yapısı çok güçlü bir etnik ideolojiye dayanmıyordu. Dolayısıyla buradaki grupları, yapıları bir şekilde dengede tuttu. Osmanlı’nın kurduğu yapı, bugün de Türkiye’de ve dünyada örnek gösterilmektedir. Geçen hafta biraz bahsettim, ‘Barışa son veren barış’ diye de adlandırılan I. Dünya Savaşı sonrası yapılan Paris Konferansı’ndan. Bölge, bu konferans ile paylaşılmıştı. Paris Konferansı’nın aktör devletleri; İngiltere, Fransa ve Rusya idi. İngiltere ve Fransa’nın bugün bölgede etkinlikleri söz konusu değil.

Bugün Suriye’de aktörler değişmiş durumda: Rusya, bölgede zayıflamış; İran ve Hizbullah, devreden çıkmış durumda. Peki, kimler var şimdi? ABD var tabii en büyük aktör olarak. Her ne kadar Trump dünyayla çok fazla ilgilenmeyecekmiş gibi gözükse de, şu ana kadar verdiği sinyaller böyle gibi olsa da dünya ile içe dönüklük daha çok ekonomik planda olacak gibi. ABD’nin bölgede ve dünyada dışa dönük politikasının devam edeceğini görüyoruz. Bölgede elbette Türkiye var; sınırlarının ötesine geçmiş durumda ve artık Suriye’de eskisinden çok fazla denklemde olan İsrail var, en önemli gelişme bunu görmek durumundayız. İsrail, yeni Suriye’nin oluşumunda nasıl ve ne kadar yer alacaktır? Tabii İsrail, ABD ile birlikte yer alacaktır. İsrail, ABD’nin bölgedeki en önemli gözde ülkesidir, vazgeçilmesidir. Artık İsrail sadece vekâleten değil, asaleten de oradadır,belirleyici ülke olarak yer alacağını anlıyoruz. Dün akşam gördüm, Golan tepelerinin kalan kısmına da işgal emri verilmiş.

100 yıl önce, 1919 Paris Konferansı’nda manda himaye isteyen ülkeler, gönüllü veya gönülsüz bir şekilde adeta kuyruğa girmişlerdi. Suriye dahil Orta Doğu’da manda yönetimleri kuruldu ve hatta bazı halklar gözden kaçırıldı. Kürtler başta olmak üzere kaderleri civarlarında bulunan ülkelere bırakıldı. Osmanlı’dan sonra bu bölgede yer alan halkların kendilerini yönetemeyeceğine inanan ‘düveli muazzama’ ülkeleri (büyük güçler), manda yönetimlerini oluşturdular. Aslında bugünde Suriye’de ve bölgede yeni devletin oluşumunun ABD ve diğer büyük güçlerin, devletlerin gözetimi ve dahli ile olacağı anlaşılıyor. Buna 21. yüzyıl mandacılığı diyebiliriz.

Elbette savaşı kazanmak ki yönetim düşerken muhalifler ile Esed yönetimi arasında çok büyük bir savaş olmadı - barışı kazanmak anlamına gelmiyor. Dünya sayısız örnekleriyle dolu.

Bu aşamada, çok yakın geçmişte Suriye ve Türkiye ilişkilerine dair bir hatırlatma yapalım; Türkiye’nin lideri Erdoğan ve Suriye’nin devrik, bugün Rusya’ya iltica etmiş lideri Esad, Arap baharı öncesinde Bodrum’da birlikte tatil yapmışlardı, birlikte denizde yüzmüşlerdi, hatta deve güreşi yaptıkları bile iddia edilmişti, bu kadar yakındılar, ailecek tatil yapıyorlardı. AVM açılışlarını birlikte yaptılar, hatta ve hatta ortak bakanlar kurulu toplantıları gerçekleştirmişlerdi.

İsyan başladıktan ve Türkiye muhalifleri kanatları altına aldıktan sonra Türkiye Cumhurbaşkanı, Şam’da Emevî Cami’nde namaz kılacağını söylemişti. Şam’da Emevî Cami yıkıldı mı, hasar gördü mü bilmiyorum ama ABD ve İsrail’in desteğiyle Esed devrildi, bugün hem muhalifler, hem de Türkiye lideri namaz kılacaklarise kimlere dua edecekler sorusu aklımı karıştırıyor. Kılınan namaz sevap hanesine mi yazılır, günah hanesine mi yazılır? Doğrusu sormak. Siz de bilemezsiniz, en iyisi bir hocaya sormak.. !

Bir de şuna işaret edelim; CHP’nin ve liderinin de görüşemeden Esad’ın devrildiğini belirtelim, ana muhalefette 13 yıllık süre boyunca Suriye politikasında çok savrulduğuna işaret edelim.

Ayrıca, Türkiye başından itibaren hem sürekli olarak Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyordu, hem de bölgede askeri harekatlar düzenliyor ve kontrolü altına alıyordu. İdari mali ve hukuki bir düzen kurdu - Vali , kaymakamlar atadı, fakülte kurdu, karma adalet sistemi oluşturdu. Türkiye’nin sınırları genişledi, yaklaşık 10 bin km2 sanıyorum ülke alanı genişledi. Desteklediği güçlerle bir ordu oluşturdu.

Bugün Suriye’de muhalifler iktidarı ele geçirdi, iktidar değişti. Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan Türkiye sınırlarına geri dönecek mi? Ne dersiniz? Ya da muhaliflere başta Suriye Millî Ordusu liderlik etmeye devam edecek mi? Hey'etu Tahrîri'ş-Şâm ve Suriye Millî Ordusu, bundan böyle birbirleriyle uyum içerisinde çalışabilecek mi? Ayrıca yeni durumda İsrail ve ABD’nin Türkiye ile ilişkileri yeni durumda nasıl gelişecek?

Nusaybin karşısında, bildiğim kadarıyla mayınlı arazinin karşısında petrol rezervi olduğu biliniyor - zaten iştah kabartan unsurlardan birinin de bu olduğu iddia ediliyor.

Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyor ama bölgeye yol, su, elektrik ve ordu götürüyor, güvenlik kuruyor, adalet sistemi oluşturuyor, bölgede Türk parası geçerli, fiilen bölgeyi kontrolü altında tutuyor. Aynı zamanda Türkiye, Kürtsüzleştirme politikasına da devam ediyor, yeni durumda bu politikaya ne kadar devam edebilecek?

Unutmayalım, Saddam’ın devrilmesi ile Kuzey Irak’ta özerk bir Kürt devleti gerçekleşti, Türkiye de buna razı oldu ki şu anda iki ülke yani Türkiye ile Kuzey Irak Kürt devleti ballı lokma tatlısı ilişkileri içerisinde. Suriye’de böyle bir gelişme yaşanabilir mi?

Sünni kesim de, Kürtler de çok eza cefa yaşamıştır, Esad’ın zulmü gözler önünde. Esad’ın Kürtler üzerinde kimyasal silah kullandığını da unutmayalım.

Dört ülkede Kürt nüfusunun dağılımından hep bahsederiz; Kürtler, en fazla Türkiye’de bulunuyor, ikinci sırada İran, üçüncü Irak ve dördüncü Kürt nüfusu Suriye’de yaşıyor. Kürt nüfusunun üçüncü ve dördüncü sırasında olan ülkelerden Irak devletinin içinde Kürtler özerk bir devlet kurmuş durumdalar. Suriye’de de bir devletçik diyebileceğimiz bir yapı var. Esed sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriye Kürtlerine bakışı değişebilir mi? Bu da cevaplanması gereken sorulardan biri olarak karşımıza çıkıyor.

Etkisi azalan aktör devlet Rusya ile Türkiye’nin çok derin ilişkileri var, elbette Çin’i de hesaba katmak lazım. Bu iki ülkeye büyük dış ticaret açığı veriyoruz; birinci sırada Rusya, ikinci sırada Çin. Rusya’ya ekonomik anlamda çok ciddi bir bağımlılığımız var. Buna karşın Suriye’de yeni durumun oluşumunda, Rusya’nın Suriye’deki etkinliğinin azalmasında, Türkiye’nin dolaylı, dolaysız ciddi katkısı var. Rusya, yeni dönemde Türkiye ile olan ilişkilerinde bunları hiç mi hesaba katmayacak ya da nasıl katacak? Bu da önemli. Türkiye, Orta Doğu cehennemi yaşanırken ayazda kalma ihtimali olabileceğini de düşünmek durumunda.

Suriye’de işler ne zaman ve nasıl durulur? 1975 sonrası Lübnan benzeri gibi çatışmalar süreci yaşanır mı? Bilemiyoruz. 1923 Lozan Anlaşması’ndan sonra Suriye ve Irak’ta sınırlarını genişletti Türkiye, bundan böyle geri dönecek mi? Bugün böyle bir ibare de göremiyoruz.

Haftalardır değinemediğimiz bir konuya değinmek istiyorum; Türkiye’nin Irak ve Irak Kürt devleti ile yaptığı anlaşmaları ve mutabakatları kast ediyorum.

Irak ve Irak Kürdistan yönetimiyle Ağustos 2024’te 26 adet anlaşma yapıldı, bu anlaşmalar askeri üs ve asker bulundurmayı da kapsıyor, Irak Kürdistan’ında ve hatta Bağdat’a asker bulundurabilecek Türkiye, Başika ve Bağdat’ta ortak operasyon merkezi askeri harekat merkezine dönüştü.

İki ülke arasında hali hazırda pek çok alanda işler yürüyor ve koordinasyon bulunuyor, ekonomik ilişkiler malum petrol işi var, askeri harekat merkezi güvenlik merkezi oluşturulması, Irak’ın başkentine kadar mümkün kılınıyor, sanıyorum anlaşmanın 5. ve 6. maddeleri istihbarat paylaşımı dahil pek çok ileri düzey askeri konuyu kapsıyor.

Irak ve Suriye, yabancı üsler cenneti olan ülkeler. Suriye’de en fazla üs, İran ve Hizbullah’ındı. Sonra Rusya, Türkiye ve ABD bulunuyor. Rejimin devrilmemesinden sonra İran ve Hizbullah çekildi, Rusya hâlâ var ama eskisi gibi değil, yabancı varlığı olarak hem Suriye’de, hem Irak’ta Türkiye ve ABD var.

Yeni döneme bakarken Türkiye Cumhuriyeti ve Irak arasında varılan anlaşmaları ve mutabakatı göz önünde tutmak lazım. Mutabakata göre, Kuzey Irak’ta ve Kandil bölgesinde yer alan PKK güçlerine karşı ortak bir tutum geliştirileceği de anlaşılıyor.

Peki, Türkiye’de neler yaşıyoruz? ‘Öcalan kalksın, gelsin, Meclis’te konuşsun’ deniyor. Öcalan konuşmasını kimlere yapacak? Suriye Kürtlerine ilişkin bir konuşma olacak ise Suriye Kürtlerinin silahları bırakma, böyle bir çağrıyı yerine getirme imkanı yok. Türkiye’nin Suriye’de yürüttüğü politika ile ülke içinde gündeme getirdiği Kürt sorunu çözüm politikası yani İmralı’nın ‘silahlara veda’ çağrısı yapması arasındaki ilişki boşlukta kalıyor.

Öcalan’ın çağrıyı ülke içindeki PKK’lılara yapması da pek anlamlı değil, yok gibiler,içerdeki PKK’lılar çok güç kaybetmiş durumda, Kandil’de Irak devleti ve Kuzey Irak Kürt yönetimiyle ciddi problemler yaşıyor, YPG/SDG de can derdinde, savaşta, böyle bir ortamda çağrıyı kime yapacak ve neye yarayacak? Tüm bu gelişmeler içinde anlamlı bağlantılar kurmak pek mümkün değil; sorunun çözümüne ve barışın sağlanmasına ilişkin çok iş var.

 

Ukrayna’daki savaş muazzam bir tahribata yol açtı, alt yapı - üst yapı ülke yıkıldı, her yer yeniden imar edilecek. Suriye de yıllardır yıkıldı, perişan bir ülke. Her iki ülkede trilyonlarca dolarlık inşaat, ticaret, yatırım ortamı doğuyor. Ordular tanzim edilecek. Yollar, köprüler, santraller, binalar yapılacak.

Dünya kapitalizmi, emperyal güçler, uluslararası bankalar, kreditörler, uluslararası kuruluşlar ki başta Dünya Bankası olmak üzere her iki ülkede barış ortamı olduğunda, Suriye’de devlet kurulduğu takdirde buraya koşacaklar. Trilyonlarca dolarlık yatırım ve ticaret, ekonomik aktivite onları bekliyor olacak.

Önce yık yık, sonra öldür öldür, sonra win win durumları yani. Karıştır, savaştır, sonra barıştır - her durumda da kapitalistler kazançlı.

Suriye’de Ukrayna’nın yeniden inşası için barış gerekiyor, barış iştah arttırıyor, muazzam bir iş hacim doğuyor. Kapitalizmin kuralı işliyor: Önce borçlandır ve savaştır, sonra barıştır ve tekrar borçlandır.Silah sat borçlandır ve savaştır, yıkılsın ülkeler, sonra barıştır, yeniden borçlandır ve imar et..!

Barış sonrasına elleri ovuşturarak bekliyorlar. Hem dünyada, hem de Türkiye başta olmak üzere pastadan pay almak, ekonomik büyümelerini arttırmak, ihracatlarını arttırmak üzere bekliyorlar. Türkiye çok avantajlı bir ülke, her iki ülkeye de yakın. Bu iki ülke egemenliklerini ve ekonomik siyasal sistemlerini kurmaya çalışırken oluşacak pastadan herkes gibi Türkiye de payını almak isteyecektir.

Türkiye’de saraydan icazetli havuz şirketleri başta olmak üzere tüm şirketler barış olduğunda kapacakları payları şimdiden herhalde düşünmeye başlamışlardır. Barışın olması ya da ihtimali borsayı – değim yerindeyse – şahlandırabilecektir. İktisadi büyümenin ana dinamosu, Suriye ve Ukrayna olacaktır. Bu laflar çok edilecektir. Bunu Irak’ta da gördük, ‘Iraklı Kürtler devleti, Türkler de ihaleleri kaptı’ denmişti.

Bir de şuna işaret edelim; bu tür örneklerde özerkliğin alınması, savaş sonrası yeni devletin ve düzenin kurulması sonrasında yeni yönetimi oluşturan gruplar ve aileler arasında, yolsuzluklara ve yeniden otokrasi isteklerine şahit oluyoruz. Yakın gelecekte yeni aktörlerin havuzlarına oluşuna şahit olabiliriz. Tarih bize pek çok örneğini gösteriyor.

Ö.M.: Bu dediğinize ufak bir ilavede de ben bulunayım izninizle; büyük bir doğa yağmacılığı diyebileceğimiz şeye doğru dönüşecek. Artık her tarafta öncelikleri çok büyük bir kritik eşiğin olduğu çok net olarak görüyoruz yani yıkımın eşiğindeyiz. İklim krizinin 2024’te tarihteki en büyük sıcaklığa yol açacağı kesinleşti artık, 2024’ün milyonlarca yıldır en sıcak yıla yol açtığı en azından 250 bin küsur yıldan beri çıkıyor. Dolayısıyla vakit de yok yani iklim değişikliği ve kuraklık, özellikle Suriye’nin bu korkunç barbar, 21. yüzyılının en büyük barbar savaşına da yol açmıştı. Şimdi ondan kurtulmaya çalışırken yeni haberler de geliyor. Lût Gölü’nün tabanında gizemli bacalar bulunmuş, ‘felaketin habercisi mi?’ diye tartışılıyor. Öbür taraftan da sizin de sözünü ettiğiniz gibi, yeni yatırımlardan, kazanç sağlanacak şeylerden bahsediliyor. Hunharca bir kıyım hazırlığı diyor dinleyicilerimizden bir tanesi. European Bank for Reconstruction and Development’ın (EBRD) yenilenebilir madencilik hedefleri var, EBRD’den de finans desteği alacaklar uluslararası finanstan ve nadir metallerin yağmalanmasına geçilecek. Diken’de Mustafa Alp Dağıstanlı’nın da nadir metallerin nadide doğayı cehenneme çevireceği yolunda çok ayrıntılı bir haberi var. Durum tamamen tuhaflıklardan ibaret ve çok iç açıcı bir gelecek de gözükmüyor.

A.B.: Türkiye bilhassa Suriye’de her türlü felaketin yaşanmasında katkısı ve sorumluluğu olan bir ülke ama en büyük dram; göç dramı, açlık ve yoksulluk dramı. Sudan’dan sonra dünyada en büyük göç ve yoksulluk yaşayan ülke Suriye.

Ö.M.: Evet.

A.B.: Perişan bir ülke, nüfusunun büyük bir bölümü göçmüş, iç göç ya da dış göçe uğramış durumda. Böyle bir ülkenin yeniden iç savaşları yaşayarak devam etmesi de pek mümkün gözükmüyor. Umarım, nedenlerini belirttiğim barış iştahı ülkede istikrarı sağlayabilir.

Suriye’de ve bölgede yüzyıl sonra aktörler değişti ama irade değişmedi, kapitalist dünya büyük aktör güçlerin bölgeye ilişkin bakışı, iradesi değişmedi.

Son olarak şunu da söyleyeyim; Çin’in bir sessizliği var değil mi? Rastlamadım, Çin devletinin Suriye’deki gelişmelere ilişkin bir açıklaması oldu mu? Çünkü Orta Doğu, Çin için çok önemli. ABD, Orta Doğu’daki Çin etkisini azaltmak istiyor - özellikle Çin‘in yaralandığı enerji kaynaklarının genişlemesine engel olmak ve denetlemek istiyor. Çin’in yol kuşak projesi; hem Gazze’den, hem de bu bölgelerden geçen hatları içeriyor. Çin’in bu gelişmelere tavrı ve atakları önemli. Bunları takip etmeye devam edeceğiz.

Ö.M.: Evet. Çok önemli tabii, dünyada nadir element, nadir toprak elementlerinin dünyada %70’ini Çin yapıyor ve bunun da Orta Doğu’da çok önemli şeyleri olabilir. Bunları konuşmayı sonraya bırakalım. Teşekkürler Ali Bey.

A.B.: Ben teşekkür ederim, iyi yayınlar, hoşça kalın!

Ö.Ö.: Görüşmek üzere.

A.B.: Hoşça kal.