Mollalarla Emperyalistler Arasında Sıkışan Yaşamlar

-
Aa
+
a
a
a

Milat Bülent Kılıç, İsrail - İran savaşına dair son gelişmeleri İran'da olup bitenleri gözlemleyerek aktarıyor.

""

Amerika İran’ın nükleer tesislerini bombaladı. Amerika, İran’ın nükleer tesislerini bombalayarak başladı, demek daha doğru belki. 

“Peki bundan sonra neler olacak?

Bundan sonra neler olabileceğine ilişkin çok şey söylenebilir ama söylemeyelim. Çünkü geride kalan şu on gün içinde bile sayısız uzmanın çuvalladığına tanık olduk ve onların konumuna düşmeyi  kimse istemez.

Bir zamanlar  Halkın Fedaileri Örgütü'nün üyesi olan, SAVAK’tan işkence gören, örgütünün merkez komitesinde görev üstlenen eski solcu Farrogh Negahdar, geçtiğimiz Cuma günü, yani Amerikan uçakları İran’ı bombalamadan hemen önce, Trump’a bir açık mektup yazdı ve şöyle dedi:

“Ben, İran İslam Cumhuriyeti tarafından onlarca yıl boyunca zulüm ve baskıya maruz bırakılmış sürgündeki bir İran vatandaşıyım. Tüm bu süre boyunca iki temel hedef uğruna durmaksızın çaba gösterdim: ülkemde özgür ve adil seçimlerin gerçekleştirilmesi ve İran ile Amerika Birleşik Devletleri arasında diplomatik ilişkilerin kurulması.”

Ömrünün önemli bir bölümünü bir gerilla örgütünün yöneticilerinden biri olarak geçirmiş birinin bütün bu süreci  “İran ile Amerika Birleşik Devletleri arasında diplomatik ilişkilerin kurulması için” yaşadığını söylemesi acınacak bir zavallılık örneği.  Ama bize, sözde İran muhalefetini temsil eden belli bir insan grubunun gerçek kimliği hakkında çarpıcı bilgiler veriyor.

Şöyle tuhaf bir durum var: İran muhalefetinin içinde İsrailci-Amerikancı çok geniş bir kesim var. Bu toplam, liberalleri,  monarşistleri,  Kürtlerin ezici bir bölümünü içerebiliyor. Farrogh Negahdargiller bunlar! Bir başka tuhaflık da Türkiye’de: İfade uygunsa, ki belli açılardan olmadığının farkındayım, molladan çok mollacı olan; İran İslam Cumhuriyeti’ni büsbütün sahiplenen ve çoğunluğunu sosyalist solcuların oluşturduğu bir kesim…

İran muhalefetinin içindeki İsrailci-Amerikancı kesimin bu tutumunun tarihsel gerekçelerine kabaca bakacak olursak, dikkatimizi çekecek en önemli şey, herhalde,  Şah ile ABD’nin ve İsrail’in ilişkileri çok iyi olması olurdu. Çoğunluğunu eski rejimin, Şah çağının kaymak tabakasının oluşturduğu bu kesimler, devrimle birlikte İran’daki bütün ayrıcalıklarını kaybettiler ve ABD’de güvenli bir liman buldular. Burada koloniler kurdular, yatırımlar yaptılar, eğitim aldılar ve az çok ayrıcalıklı bir konuma ulaştılar.  Ülkelerini (yani ayrıcalıklarını) İslamcıların ve komünistlerin işbirliği yüzünden kaybetmişlerdi: Bu nedenle iki tarafa da düşmanlardı. Kürt gruplara gelince… Onlar da Irak Savaşı’ndan beri ABD’nin ve çok uzun zamandır İsrail’in desteğini almaktan dolayı hoşnut haldeler.  Bu nedenle de olup biteni kendilerine yönelik bir saldırı gibi hissetmiyorlar. Tersine, ABD’yi de, İsrail’i de, hedeflerine ulaşmalarını kolaylaştıracak bir katalizör hatta bir hami olarak görüyorlar.

Türkiye solunun önemli bir bölümünün İran İslam Cumhuriyeti’ne destek verir konumda olmasınınsa bir yanıyla çok haklı bir gerekçesi var. Herkes, İran İslam Cumhuriyeti’ne yönelik bu saldırıların sonucunda İran’ın Irak’tan, Libya’dan, Suriye’den beter olmasından kaygılanıyor. Bu, yabana atılmayacak bir kaygı elbette. İran gibi kalabalık nüfuslu, pek çok etnik kesime, dine, mezhebe ev sahipliği yapan bu ülkenin dağılması ya da iç savaşa sürüklenmesi sahiden de çok büyük acılara ve sorunlara neden olabilir. Bugüne kadar olagelenler ise böyle düşünenleri haklı çıkaracak nitelikte.

Dolayısıyla, bu kaygıları ben de paylaşıyorum. Ama sorunun, bu kaygıyı taşıyanlarca yanıtlanmayan ya da yanıtlanamayan bir yanı var ve bunun üzerinde durmak zorundayız. Çünkü bana kalırsa, bu bağlamda anlamlı bir karşılık üretemeyen hiçbir politik odağın bu süreçte yol alması mümkün değil. 

İran’a ettiğim bir yolculuktan sonra, 24 Haziran 2008’de,  Cumhuriyet Gazetesi’nde bir yazı yayınlamıştım ve başlığı “İran’da Savaş Çoktan Başlamış” idi.  O günlerde İran İslam Cumhuriyeti,  temel gıda ürünleri için uyguladığı sübvansiyonu savaş olasılığını gerekçe göstererek büyük ölçüde kaldırmıştı. Bu da, çaydan şekere, undan pirince birçok şeyin fiyatının dramatik bir biçimde artmasına neden olmuştu. O güne kadar belli açılardan daha rahat olan İran halkı bir gecede yoksullaşmıştı. Devlet, aynı dönemlerde petrole de kota uygulamaya başlamıştı. Önceleri “sudan ucuz” olan akaryakıta kota getirilmişti. Plaka bazında kotayı aşanlar akaryakıtı iki üç kat pahalıya almak zorunda kalıyordu.  Köy evlerinde bile 500 Wattlık ampullerin kullanıldığı İran’da artık herkes paradan, pahalılıktan, fiyatlardan konuşuyordu. İran İslam Cumhuriyeti ise savaş koşullarına hazırlık olsun diye, örneğin, pirinç stokluyordu. Yazımın başlığını “İran’da Savaş Çoktan Başlamış”  koymamın nedeni buydu.

Elbette, sözde tasarruf ettikleri o paraların bir kısmını çaldılar ve başka ülkelerde yatırıma çevirdiler. Bir kısmını ise savaş teknolojileri için daha da ötesi Filistin’deki, Lübnan’daki, Yemen ve Irak’taki İslamcı terörist örgütleri finanse etmek için kullandılar. Devrim ihraç etmek için kullandılar. 

Önceki gün, İran’daki Kürt gruplardan birinin basın sözcüsü, bir açıklamasında, İsrail’in saldırılarıyla Mehsa Jina Emini ayaklanmalarını karşılaştırıyordu ve o ayaklanmalarda ölenlerin sayısının daha fazla olduğunu söylüyordu. Bu son  günlerde, yani 13 Haziran’da başlayan saldırılardan sonra resmi rakamlara göre 250’ye yakın kişi ölmüştü; gayri resmi kurumlarsa bu rakamı 400 ila 650 arasında kabul ediyor. Mehsa Jina Emini  Ayaklanmalarındaki ölü sayısı ise resmi olarak 200 ila 300 arası, gayri resmi olarak ise 551 olarak ifade ediliyor. Molla karşıtı, monarşi yanlısı, İsrail ve ABD’ye yakın hisseden kesimlerden bir kadınsa bir You Tube videosunda şöyle diyordu:  “Siz, ülkemizin bu ülkelerce tecavüze, saldırıya uğradığını düşünüyorsunuz ama biz, bu tecavüzün Molla Rejiminin kurulduğu gün başladığını düşünüyoruz” Bazıları ise İran İslam Cumhuriyeti’nin on yıllardır sistematik olarak savaşı davet ettiğini söylüyorlar.  Bu, bir propaganda biçiminde de olsa,  gerçekten de ülkenin her yeri, kent merkezleri, otoban kenarları, parklar  “Amerika hiçbir halt edemez!”, “Kahrolsun Amerika” gibi yazıların yer aldığı dev görsellerle doludur İran’da.  İran füze yapar ama üzerinde Tel-Aviv yazar, örneğin. Bu yaklaşımlar Siyonist-emperyalist bloğa yardakçılık bahanesine dönüşmüyor olsaydı nasıl karşı çıkabilirdik bu argümanlara!

Hep dediğim gibi, birçok insanın hep dediği gibi, Siyonistler ile Siyasal (seçikleştirmek için söylersek “silahlı”) İslamcılar birbirinin antitetik ikizidir. Bu konuda daha ileri gidenler olduğunu da söylemeliyim. İranlı kimi siyasal çevreler,  İran İslam Cumhuriyeti’ni doğrudan Siyonist rejimin inşa ettiğini, bundaki muradının da İran’ı Araplarla karşı karşıya getirerek, bir anlamda kendi kirli işini başkalarına yaptırmak olduğunu öne sürüyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse bu yaklaşım uzun süre boyunca bana “fantastik” gelmişti.  Ama Hamas’ın İsrail topraklarına operasyonun sonuçlarına ya da Suriye’nin başına bir cihatçının getirilmesine bakınca, hele de bu İslamcı teröristin ABD tarafından yıllardır korunup gözetildiğine, dahası yeni konumuna hazırlandığına bakınca artık inandırıcı buluyorum.

Bütün bunlara bakan sıradan İranlı, on yıllardır kendine zulm eden, işkence eden, her türlü hakkını gasp eden ve bunları yaparken de başka ülkelerdeki dinci militanları besleyen bu rejime yalnızca karşı çıkmıyor ondan nefret de ediyor. Çünkü Lübnanlı, Filistinli, Afgan militanları kendi topraklarında pek çok kez görmüş, İran topraklarındaki ayaklanmalar, eylemler sırasında bu beslemelerin copunu ve kurşununu yemişti. Kimi canını, kimi gözünü, kimi ise özellikle hedef alınmış olarak cinsel organını kaybetmişti. Dolayısıyla, Filistin’e ya da Lübnan’a, oradaki acılara bakarken bir ölçüde duyarsızlaşmış durumdalar. 

İran’ın siyasal olarak sürece daha bütünlüklü yaklaşan kesimleri, özellikle kimi komünist gruplar ve Beluçlar, İslam Cumhuriyeti’ne duydukları büyük kine karşın İsrail’in ve ABD’nin saldırılarına onay vermiyor ve bu ülkelerin saldırılarının bir yıkım getireceğine inanıyor.  Evet, ama bu, İran İslam Rejimine duydukları büyük öfkeden, büyük nefretten ötürü, ülkelerine –onlara göre sadece İslami Rejimin belli başlı hedeflerine ve kişilerine- yönelen bu şiddeti hoş gören ya da benimseyen kesimlerin eleştirilerini geçersizleştirmiyor. 

Bu toplulukların bir bölümünün iflah olmaz İsrail-ABD yandaşları olması gerçeğine karşın şu soruyu sormak zorundayız: Sözünü ettiğim bu geniş topluluklara rağmen emperyalist projeye, emperyalist oyuna karşı çıkıyoruz diyerek İran İslam Cumhuriyetine destek verenler ya da destek vermek gerektiğini söyleyenler, aslında bu büyük toplulukları sahipsiz, kimsesiz, yalnız bırakmış olmuyorlar mı?  On yıllardır rejimin gazabına uğrayan kesimler bu kez de solun, sosyalistlerin, özgürlükçülerin sillesini yiyen kesimler olarak bir kez daha ortada kalmış olmuyorlar mı?

Bir ateşkese ihtiyaç var. Evet, ama bir de ülkeyi mollalara ve emperyalistlere emanet etmeyecek bir muhalefet örgütlenmesine ve bir ilkeler manzumesine ihtiyaç var.  Bu ise soyut projeleri değil, halkların tarihsel acılarını hatta bireylerin trajedilerini gören ve önemseyen çok yönlü bir dayanışma zemini inşa etmeyi gerektiriyor. 

23 Haziran 2025