İklim Kuşağı Konuşuyor'da Atlas Sarrafoğlu, Gazze’de yaşananlar, Sumud Filosu’nun direnişi ve barış söyleminin ardındaki gerçekler üzerine konuşuyor.
Merhaba Sevgili Apaçık Radyo dinleyicileri. 62. Yayın Dönemi ile birlikte İklim Kuşağı Konuşuyor programım, yine aynı format ile artık her Cuma saat 18:00’de Açık Dergi içinde sizlerle buluşacak. 2020 yılından bu yana her Cuma 14.00’te yayında oluyordum; şimdi, yeni yayın döneminde sesimi yine aynı kararlılıkla, sadece başka bir saatte duyacaksınız. Aslında bu yolculuk, 2019 yılında, o dönemki adıyla yine Açık Radyo’da, Greta Thunberg’in başlattığı iklim grevlerini ilk kez duyduğumda başladı. O günden beri genç iklim hareketinin bir parçası olarak, sesimizi duyurmak için bu mikrofondan konuşmayı sürdürüyorum. Son bir yıldır ise, iletişim ve medya eğitimi aldığım Budapeşte’den sesleniyorum sizlere. Bugünkü konumuz da geçtiğimiz haftalarda programda oldukça yer verdiğim Gazze’deki soykırım, Gazze halkının çağrılarına cevap vermek üzere yola çıkan Özgürlük Filoları ve sözde barış anlaşması ile ilgili.
Geçen hafta, İsrail ordusu tarafından hukuksuz bir şekilde alıkonulan Global Sumud Filosu üyelerinin, İsrail’in en kötü şöhretli işkence merkezlerinden biri olarak bilinen Necef Çölündeki Kitzi’ot Hapishanesi’ne nakledileceği bilgisi ulaşmıştı.
Yıllardır Filistinli tutuklulara yönelik ağır insan hakları ihlalleriyle gündeme gelen bu hapishaneye, Cuma akşamı itibarıyla filo üyelerinin gönderildiğine dair haberler basına yansımaya başladı.
Bu arada aynı gece uluslararası bazda sözde barış görüşmeleri yapılıyordu. Birleşmiş Milletler’in insan hakları ve hukuk uzmanları, ABD’nin Gazze için önerdiği barış planının uluslararası hukuku ihlal etme riski taşıdığı uyarısında bulundu.
ABD Başkanı Donald Trump’ın açıkladığı 20 maddelik plan, Gazze’nin askerden arındırılmış bir bölgeye dönüştürülmesini ve geçici olarak uluslararası denetim altındaki teknokrat bir Filistin komitesi tarafından yönetilmesini öngörüyor.
Geçtiğimiz hafta sonu, ateşkes anlaşmalarının sürdüğü bir dönemde İsrail’in saldırılarını hiçbir şekilde azaltmadığı bilgisi geldi. Aynı günlerde, Gazze’de sağlık sisteminin tamamen çöktüğü ve bölgede görev yapan birçok önemli doktorun hayatını kaybettiği bildiriliyordu.
Tam da bu sırada, Gazze ablukasını kırmak amacıyla Sicilya’dan yola çıkan Vicdan Gemisi’nde yer alan doktorlar, bölgede birkaç hastanenin birlikte sunabileceği ölçüde hayati sağlık hizmeti sağlayabilecek donanıma ve deneyime sahipti.
Hafta başında dikkat çekici bir haber yayınlandı: Türkiye’nin hâlâ İsrail’e petrol sevkiyatı yaptığı ortaya çıktı. Araştırmacı gruplar Palestinian Youth Movement ve No Harbour for Genocide, bu gizli petrol transferlerini belgeledi. Edinilen bilgilere göre, BP ve SOCAR tarafından üretilen ham petrolü İsrail’e taşımak üzere Ceyhan Limanına gelen son gemi, Nissos Tinos.
Bu petrol, İsrail’in Aşkelon’daki rafinerilerinde jet yakıtına dönüştürülüyor ve Gazze’de yürütülen soykırım ve işgal operasyonlarında kullanılıyor.
Bu bilgiler, denizde Gazze ablukasını kırmak için ilerleyen Global Sumud Filosu üyelerinin gözlemleriyle de örtüşüyor. Filo katılımcıları, Akdeniz’de seyir halindeyken Türk bandıralı bazı tankerlerin İsrail limanlarına doğru ilerlediğini görmüş ve bu durumu rapor etmişti.
Araştırmacılar ve aktivistler, liman işçilerine bu gemilerin yanaşmasını reddetme çağrısı yaparken, Türkiye’deki tüm vicdan sahibi insanları da sokaklara çıkarak hükümete bu sevkiyatları durdurması için baskı yapmaya davet ediyor.
Yine hafta başında İsrail hapishanelerinde tutulan 42 Küresel Sumud Filosu gönüllüsü açlık grevine başladı. İşgal devleti tarafından 1 Ekim’de kaçırılan aktivistler, Gazze’de Filistinlileri açlığa mahkum eden devletin verdiği yiyecekleri yemeyi reddettiler.
Hafta başında İsrail’in ilk bıraktığı aktivistler İstanbul’a getirildi. Global Sumud Filosu aktivistleri arasında bulunan Ersin Çelik, İsrail güvenlik güçlerinin aktivistlere uyguladığı şiddeti şu sözlerle anlattı:
“Küçük Greta’yı saçlarından sürükleyip gözlerimizin önünde dövdüler, zorla İsrail bayrağını öptürdüler. Bize her şeyi yaptılar, bunu başkalarına da gözdağı vermek için yaptılar.”
Bu açıklama, hem uluslararası kamuoyunda hem Türkiye’de büyük yankı uyandırdı. İsrail’in gözaltındaki aktivistlere yönelik sistematik şiddeti bir kez daha gündeme taşındı ve filonun yaşadıklarıyla Gazze’deki baskı rejimi arasındaki paralelliği gözler önüne serdi.
Salı günü ise, İsrail tarafından gözaltına alınan Sumud filosu aktivistlerinden Greta Thunberg ile diğer 171 iklim aktivistlerinin yaşadıkları gün yüzüne çıkmaya başladı. Aktivistlerden biri, tutuldukları ceza merkezini şöyle anlatıyor:
“Duvarlarda kurumuş kan izleri, Filistinli tutukluların kazıdığı sözler vardı.
Üzerimize, bombalanmış Gazze’nin büyük bir fotoğrafını asmışlardı.
Altına ‘Yeni Gazze’ yazmışlardı.”
Aktivistlerin anlattıklarına göre, onlarca kişi küçük hücrelerde, havasız kafeslerde tutuldu. Temiz suya erişimleri yoktu; verilen su kirliydi ve hastalığa neden oluyordu. Yemek, ilaç, tuvalet kâğıdı gibi temel ihtiyaçlar neredeyse hiç sağlanmadı. Doktor istediklerinde gazla tehdit edildiler. Kadın aktivistler, kendilerine ped verilmediği için, duvarlara Filistin’le dayanışma mesajlarını kanları ile yazmak zorunda kaldı.
Bir başka aktivist, sürekli olarak psikolojik işkenceye maruz kaldıklarını, İsrail ordusunun propaganda videolarının gün boyu yüksek sesle açıldığını anlattı. Geceleri, gardiyanlar hücre kapılarını yumruklayarak, köpeklerle hücrelere ani baskınlar yaparak ve parlak ışıklarla uykusuz bırakarak baskıyı sürdürdü.
Bazı aktivistlerin aktardığına göre, elçilikler ve konsolosluklar da gereken desteği sağlamadı. Yardım talepleri cevapsız kaldı.
Tüm bu anlatımlar, gözaltında kalan aktivistlerin bile yaşadıkları bu şiddet düzeyinin, Filistinlilerin her gün maruz kaldıkları sistematik zulmün yalnızca küçük bir yansıması olduğunu gösteriyor. Ve içlerinden biri şöyle diyor: “Bize bunları yapabiliyorlarsa… Filistinlilere neler yaptıklarını düşünemiyorum bile.”
İsrail’de gözaltında kötü muameleye maruz kalan Global Sumud Filosu aktivisti ve gazeteci Sarah Wilkinson ise, İngiltere’ye döner dönmez “terör” suçlamalarıyla karşılaştı.
İddiaya göre, Heathrow Havalimanına vardığında yeniden gözaltına alındı. Wilkinson daha önce, Ağustos 2024’te çevrimiçi paylaşımları gerekçe gösterilerek tutuklanmıştı.
O tarihten bu yana İngiltere hükümeti, Filistin yanlısı eylemlere yönelik baskıları artırdı.
Özellikle Palestine Action adlı sivil toplum hareketinin “terör örgütü” ilan edilmesiyle birlikte, ülkede Filistin yanlısı protestolarda çok sayıda aktivist gözaltına alınmaya başlandı. Sarah Wilkinson’ın durumu, İngiltere’de Filistin’le dayanışmanın kriminalize edilmesinin ve aktivizme yönelik artan baskıların çarpıcı bir örneği olarak görülüyor.
Sumud Filosu aktivistleri uygulanan fiziksel ve psikolojik işkenceler sonrası süreç içinde evlerine gönderilirken Gazze’deki ablukayı kırmak için bir sonraki dalga olan Vicdan Filosu, Freedom Flotilla Coalition ve Thousand Madleens gemilerinden oluşan insani yardım filosunu İsrail uluslararası sularda yasa dışı biçimde durdurdu.
Gazze kıyısına yaklaşık 120 deniz mili açığında gerçekleşen bu müdahalede, gemilerde bulunan tüm yolcular kaçırılarak gözaltına alındı. Bu durum, uluslararası hukukun açık ihlali anlamına geliyor.
Gemilerdeki silahsız mürettebat arasında doktorlar, gazeteciler ve seçilmiş temsilciler bulunuyordu. Ayrıca, 110.000 dolar değerinde tıbbi malzeme, solunum cihazı ve Gazze’nin açlıktan kırılan halkı için besin desteği taşınıyordu.
Haftaya damga vuran konu ise soykırımın her geçen gün şiddetle arttığı Filistin’deki barış adına yapılması planlar oldu. Bu konuyu ele almadan programı kapatmak istemedim.
Perşembe günü yani dün Gazze’de ilk aşama ateşkes anlaşması yapıldığı bildirildi. Ancak anlaşma, İsrail’in tamamen çekilmesini içermiyor. Bazı İsrail birlikleri, tüm esirlerin serbest bırakılmasından sonra bile Gazze’de kalmaya devam edecek.
Kaynaklara göre Hamas bu anlaşmaya zorlandı. Özellikle bazı Arap ve Müslüman ülkelerin yoğun baskısı altında, taviz vererek anlaşmayı kabul etmek zorunda kaldı. Bu plan, Trump’ın arabuluculuğunda hazırlanan 20 maddelik planın bir parçası olarak değerlendiriliyor. Uzmanlar ise bu ateşkesin esir takası, insani yardım bazı olumlu adımlar içerse de , işgalin kalıcı biçimde sonlanmasını garanti etmediğini vurguluyor.
Ve belki de bu ateşkes, savaşın bitişi değil… sessizliğin başka bir biçimidir.
Bence bu kadar büyük bir katliam, soykırım, insanlık suçu…. her ne derseniz deyin bitti denilerek kapanacak bir dönem olamaz. İsrail, tabii ki yasadışı işgaline ve apartheid rejimine son vermelidir.
Tüm Filistin topraklarından — Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze’den — tamamen çekilmeli ve yasadışı yerleşimleri derhal kaldırmalıdır.
Birleşmiş Milletler’in 194 sayılı kararı uyarınca, Filistinlilerin geri dönüş hakkı koşulsuz olarak tanınmalıdır.
Gazze ablukası kaldırılmalı, insani yardımın bölgeye serbestçe ulaşması sağlanmalıdır.
İsrail, keyfi tutuklamaları, toplu cezalandırmaları ve yargısız infazları durdurmalı, işlenen savaş suçlarının failleri uluslararası hukuk önünde hesap vermelidir.
Filistin halkının kendi kaderini tayin etme, eşitlik ve özgürlük hakkı tanınmalı, tüm süreçler BM kararları ve uluslararası hukukla tam uyum içinde yürütülmelidir.
Bugün bu küçük zaferi kutlayabiliriz — ama unutmayın: mücadele henüz bitmedi. Çünkü bu mücadele 7 Ekim’de başlamadı. 7 Ekim’in ikinci yılında, sadece yıkımı değil, aynı zamanda bu yıkımın üstünü örten devasa bir dezenformasyon makinesini de konuşuyoruz.
İsrail, uluslararası hukuku ihlal etmediğini iddia ediyor. Oysa Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Adalet Divanı, İsrail’in Filistin topraklarındaki varlığının açıkça yasa dışı olduğunu defalarca ilan etti. Batı Şeria’daki yerleşimler, Cenevre Sözleşmesi’ne göre savaş suçu sayılıyor.
Her hastane, her okul vurulduğunda, “burası Hamas üssüydü” deniyor. Fakat sahadaki kanıtlar, bunun bilinçli yalanlar olduğunu gösteriyor. Örneğin, El-Rantisi Çocuk Hastanesi’nde bulunan “Hamas isim listesi” dedikleri şey, aslında sadece Arapça bir takvimdi.
İsrail, “sivilleri koruyoruz” dese de, Ekim 2023’ten bu yana 42 binden fazla insan öldü. Apartmanlar kasıtlı olarak bombalanıyor, keskin nişancılar sivilleri hedef alıyor. Bu ölümler tesadüf değil.
Bir diğer yalan: “Gazze Sağlık Bakanlığı rakamları sahte.” Ancak The Lancet dergisi, bu iddiaları çürüttü — ölüm sayılarında hiçbir abartı bulunmadığını açıkladı. Üstelik bu verileri yıllardır BM dâhil tüm uluslararası kurumlar kullanıyor. Aslında gerçek ölü sayısı, enkaz altında kalmış binlerce kimliği belirlenemeyen insan yüzünden açıklanandan çok daha fazla.
İsrail’in en erken uydurduğu yalanlardan biri de “bebeklerin kafası kesildi” haberiydi. Bu iddia tamamen çürütüldü. Gerçek şu ki, Gazze’deki bebekleri öldüren, parçalanmalarına neden olan bombalar İsrail’e ait.
Ve son olarak, “Hamas’ın cinsel saldırı görüntüleri” yalanı... Bu iddiayı dillendiren Alman Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock bile, İsrail’in kendi ordusunun elinde böyle bir görüntü olmadığını itiraf etmek zorunda kaldı. Gerçek şu ki, belgelenmiş tek cinsel şiddet vakaları, İsrail askerlerinin Filistinlilere yönelik saldırıları.
Bugün elimizde kalan sadece sayılar değil, sistematik olarak çarpıtılmış gerçekler. Ama bu gerçekleri ifşa etmek — en az savaşın kendisine direnmek kadar — bir vicdan meselesi.
Benim için ayrılan sürenin sonuna geldik sanırım. Haftaya İklim Kuşağı Konuşuyor programında buluşana dek kendinize, sevdiklerinize ve gezegenimize çok iyi bakın.