Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, çağdaş dans sanatçısı, koreograf, akademisyen, beden odaklı terapist ve Mimar Sinan Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü ve Dans Ana Sanat Dalı Başkanı Tuğçe Ulugün Tuna ile çeyrek asrı geride bırakan 'Farklı Bedenlerle Dans' projesini ve bedenin hareketle kurduğu ilişkiden doğan güçlenme alanlarını konuşuyor.
Alper Tolga Akkuş: Merhaba. Apaçık Radyo'ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoşgeldiniz, ben Alper Tolga Akkuş ve bugün 3 Aralık 2025 Çarşamba.
Bu hafta konuğumuz, çağdaş dans sanatçısı, koreograf, akademisyen, beden odaklı terapist ve Mimar Sinan Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü ve Dans Ana Sanat Dalı Başkanı sayın Tuğçe Ulugün Tuna.

3 Aralık Dünya Engelliler Günü
Bugün bir yandan da 3 Aralık. Aslında ben Tuğçe Hanım'ı konuk ettiğimde, davet ettiğimde aklıma gelmemişti ama hazırlarken program taslağını 3 Aralık Dünya Sakatlar Günü bugün bir yandan da ama benim için o kadar önemli bir gün değil bugün. 3 Aralık'a özel bir şey yapmadığımı düşündüm yani yapmak gerekiyor mu, gerekmiyor mu bilmiyorum. Tabii bunu sakat dinleyiciler diyeceklerdir gerek var, gerek yok diye ama benim için herhangi bir gün. Her gün değerli benim için.
Tuğçe Hanım'a da bekletmeyeyim ben. Tuğçe Hanım, Apaçık Radyo’ya, Sakat Muhabbet’e hoşgeldiniz. Nasılsınız, iyi misiniz?
Tuğçe Ulugün Tuna: Hoşbulduk Alper Bey, siz nasılsınız? Çok teşekkür ederim davetiniz için.
A.T.A.: Rica ederim. Ben zaten bayağıdır sizi konuk etmek istiyordum. Ortak arkadaşımız var, Gülçin Erdiş. O hep diyordu, sizden bahsediyordu. Hatta bir ara - şimdi detaya gireceğiz ama dinleyiciler bilmiyor burayı - bana diyordu ki “Alper, sen de katıl bu sizin dans şeyine”. “Ben Mersin'deyim, nasıl geleceğim?“ diyordum ve o da "İşte gelirsin, bende kalırsın, gideriz, geliriz" diyordu.
T.U.T.: Evet, Alper. Gülçin Erdiş de senden bahsetmişti aslında. Belki yeni projemizde yer alırsın bir şekilde.
A.T.A.: Olabilir. Benim bir ilk sorum var Tuğçe Hocam; Tuğçe Ulugün Tuna kimdir? Bugüne kadar neler yapmıştır ve bir sakatlığınız bulunuyor ise bunu da bizimle paylaşır mısınız lütfen?
T.U.T.: Tekrar merhaba Alper ve tekrar davetin için çok teşekkür ederim. Sakat Muhabbet her anlamda çok değerli ve çok kıymetli. Bunu görünür, duyulur, hissedilir kıldığın için ayrıca teşekkür ederim.
Tuğçe Ulugün Tuna, yarım asırlık hayatının neredeyse 42 yılı hareketle büyüyerek, gelişerek, dibe vurarak, arayarak ve keşfederek geçti ve geçmekte.
Dans sanatçısı, koreograf ve dans alanında ülkemizdeki ilk akademisyenlerden biriyim - özellikle çağdaş dans alanındaki ilk akademisyenlerden biriyim. Bu bağlamda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuarı Modern Dans Ana Sanat Dalı'nda çalışıyorum ve aynı zamanda son 10 yıldır programın direktörlüğünü de yürütüyorum.
Ben tabii daha çok akademisyenlikten ziyade bu programda biraz daha beden algım ve beden felsefem üzerinde sizlerle paylaşımda bulunmak istiyorum.
2000 yılında İstanbul'da bir grup oluşumunu yürüttüm, tohumunu attım diyebilirim ve bu grup, halen atölyeleriyle, projeleriyle, gösterileriyle, çeşitli disiplinler arası üretimleriyle yoluna devam ediyor. Farklı Bedenlerle Dans, aslında bugünün odağında olan bir konu ve onun da hem koreografi eğitmeni, hem de doğası gereği sanat direktörüyüm.
A.T.A.: Sakatlığınız bulunuyor mu peki sizin?
T.U.T.: Bildiğim hep geçici sakatlıklarım oldu ufak tefek.
A.T.A.: Dans olunca işiniz sakatlıktan azade olamıyorsunuz bir yandan da belki de.
T.U.T.: Hem öyle, hem de değil. Aslında 8 yaşında Ankara Devlet Opera Balesi Çocuk Balesi'nde başladım ben dans etmeye ve sonra da Hacettepe Üniversitesi Konservatuarı’na girdim. O dönemdeki en büyük korkumuz harekete engel olabilecek her şey bizim için ya da benim için diyeyim çok ürkütücüydü yani hiçbir şeyin harekete engel olmasını istemiyordum.

‘Beden bir şans işi aslında’
Tabii bu noktada hep büyüklerimizden hikayelerini duyuyorduk, ‘Çok iyi bir dansçıydı, sakatlandı ve dansı bıraktı’ ya da ‘Çok muhteşem yetenekliydi, sakatlandı bıraktı’ gibi. Sakatlanmanın hareketi engelleyen, hareket etmeni bırakmanı sağlayacak bir şey olduğunu çok küçük yaşlarda, 8 yaşında idrak etmiş durumdaydım. O yüzden aslında sakatlanmak benim korktuğum bir şeydi ve bu yüzden de hayatımı belki özellikle ortaokul ve lise dönemlerinde bale yaparken daha çok bir fanusun içinde yaşamaya başladım. Sakatlanma riski oluşturacak hiçbir fiziksel koşula dahil olmadım, bisiklete binmek belki maksimum yaptığım şeydir ama paten kaymak, buz pateni, dağa tırmanmak, dalmak, çıkmak gibi basınç değişikliğiyle sakatlamama neden olabilecek hiçbir riski aslında almadım çünkü günlük eğitimimiz ve meslek gereği zaten vücudu çok zorluyorduk. Bir içsel sakatlanma korkum varmış diye şimdi geriye baktığımda söyleyebiliyorum, bu yaştan 8 yaşıma geri dönüp baktığımda söyleyebiliyorum.
Onun dışında hareketleri fazla denemek ya da beden basıncına aykırı şekilde hareket etmek ya da sert düşmeler, tekrara dayalı yıpranmalar ufak tefek geçici dediğimiz sakatlanmalara neden olabiliyor ama beden bir şans işi aslında yani her ne kadar kontrol etmeye çalışsanız da hayat akışında size bir takım şeyleri getiriyor tabi. Ben sakatlanmadım ama meme kanseri tedavisi gördüm, dolayısıyla farklı türlü sakatlanmalarım var diyebilirim yani.
A.T.A.: Şimdi Gülçin'den bahsettik. Gülçin de konuğumuz oldu ve siz de zaten Gülçin’in bana aktardığına göre son zamanlarda onu dinlemişsiniz ve oradan da size selam göndermişim ben. Tabii ben hatırlamıyorum, eski bir programdı.
T.U.T.: Evet, aleyküm selam.
A.T.A.: Gülçin şöyle aktardı bana, “Tuğçe Hanım bana ulaştı ve çok hoşuna gittiğini söyledi. ‘Öyleyse konuk olayım o zaman’ dedi” dedi ve siz de konuk oldunuz ama bir yandan da bu ilk konukluğunuz değil Açık Radyo'ya. Siz, 2022 yılında da efsane programlardan birine - çok severdim o programı da ben - Çıplak Ayaklarla Dans programına konuk olmuşsunuz. Duygu Güngör ve Mihran Tomasyan'ın programı Çıplak Ayaklarla Dans ve Şubat 2022'de aslında bugün konuşacağımız konuyu, dans perspektifinden konuşmuşsunuz orada ve şimdi de sakatlık perspektifine gireceğiz.
T.U.T.: Evet.

‘İnsanlığı her şeyden sıyırdığınızda geriye bir bedeni kalıyor’
A.T.A.: Farklı Bedenlerle Dans’ı konuşacağız ama ben önce bir şey sorayım size; dans nedir ve dans bir ihtiyaç mıdır?
T.U.T.: ‘Dans nedir?’ sorusu hayatımda en çekindiğim soru çünkü benim için dans her şey ya da hiçbir şey yani bir varoluş hali gerçek anlamda. Hatta son dönemde bazı komedyenlerimiz bu durumla dalga da geçiyor ama hareketin ve değişimin sürecindeki akış, diyebilirim dans için.
Benim için önemli bir ihtiyaç yani kinestetik zeka ve kinestetik bir yaklaşımla büyüdüğüm ve yaşantım bu şekilde geliştiği için benim için hareket etmek ya da dans zihin, ruh, beden ilişkilenmemi sağlayan önemli bir ihtiyaç. Bu işim olmasa da, prova yapmak zorunda olmasam da, ders vermek zorunda olmasam da kendim için hareket ediyorum ve bunu dans, özellikle günümüzdeki dans sanatı anlayışıyla yapıyorum.
Burada şunu altına çizmek istiyorum; dansta daha çok bedeni duyumsamak, o günkü bedenin koşullarını kabul etmek ve oradan harekete geçmek mümkün olabiliyor. Dolayısıyla sonuçtan ziyade süreç ve anda kalarak kendinle ilişkilendiğin bir alan yaratıyor dans kültürü aslında. Ben çok isterim herkes kendi dansını bulsun, herkes kendi akışında olsun. İnsanlığı her şeyden sıyırdığınızda geriye bir bedeni kalıyor ve o bedenle din, dil, ırk, renk ayrımı olmadan, herhangi bir ayrımcılık olmadan iletişim kurmak ve uyumlanmak ve oradan yaratıcılığa açılmak mümkün.
A.T.A.: Programın ortalarına geldik sanıyorum ve biz bir müzik paylaşıyoruz. Müzik parçasını da ben konuğa soruyorum, ne isterse onu çalıyoruz. Açık Radyo’da her şey açık zaten, hiçbir kısıtlama yok. Sizin içinizden geçen bir parça var ise anons ederseniz dinleyelim şimdi.
T.U.T.: Melanie De Blasio’dan “Afro Blue” parçasını dinleyebiliriz.
A.T.A.: Tamam, dinliyoruz şimdi.
T.U.T.: Biraz hareketli bir parça.
A.T.A.: Şimdi benim en sonunda bir sloganım var. ‘Dünya'nın bütün sakatları eğleşin!’ diye bitiriyorum programı. Marx'ın sözünü böyle uyarladım. Bugün de 3 Aralık ya bu şarkı da dans ettiren bir şey ise herkes dans etsin diyeyim. 3 Aralık’ta benim de çağrım bu olsun o zaman.
A.T..A.:Sakat Muhabbet devam ediyor ve bu hafta konuğumuz Tuğçe Ulugün Tuna. Kendisiyle Farklı Bedenlerden Dans projesini konuşacağız. Bu proje de 25. yılına geldi diyelim, çok az bir zaman kaldı çeyrek asrı doldurmasına. Tuğçe Hocam, sizden şunu isteyeyim ve çeyrek asır önceye gidelim. O günden bugüne gelelim. Nasıl fikir ortaya çıktı? Bugüne nasıl gelindi? Özetlerseniz sevinirim.
T.U.T.: Gerçekten çok hızlı, çok yoğun, çok eğitici ve dönüştürücü bir dönem olmuş geriye doğru baktığım zaman.
1999 yılında bedenin plastik yapısını biraz değiştirerek eser üretmek ilgimi çekmeye başlamıştı. Belki bu çocukluktan gelen korkum ya da bilinçaltıma yerleşmiş olan korkumla yüzleşmek beni tetiklemiş olabilir ve bir yandan da somatik yani bedene dair bilgilerle çalışıyorum yani hareket bilimi üzerine, nöroloji ve hareket üzerine çalışıyorum. Çok ilgi duyuyorum bu konulara.

Farklı Bedenlerle Dans Yolculuğu
Psikoloji ve somatik bilgilerin birleştiği, psikosomatik çalışmalar, dans ve hareket aracılığıyla iyileşme, regulasyon programlarına da çok ilgi duyuyorum. Bütün bunlar bir araya geldi, katman katman üst üste bindi ve o dönemde üniversite dışında ya da İstanbul'dayken dışarıda yani kurum dışında grup dersleri veriyordum, hareket ve dans dersleri veriyordum. Bu derslere genellikle hiç hareket eğitimi almamış kişiler geliyordu ancak kurduğum metodoloji ya da uyguladığım metodolojiden sonra bu kişilerde mutlaka bir kas koordinasyonunda gelişme, dengede gelişme, kendini daha iyi hissetme, kendini dışa vurmaya da daha açık olma, doğaçlama çalışmaları vs. gündeme geliyordu.
Dolayısıyla aslında kurum dışında seçilmemiş, dans için seçilmemiş bedenlerle çalışmak beni bir yandan da çok besliyordu tabii ki. Bunlar böyle katman katman üst üste geldiğinde şöyle düşündüm; acaba hareket yani dans aracılığıyla farklı fiziksel koşulları olan bireylerin hareket dağarcığını geliştirebilir miyim? Aslında hareket ettikçe ve yeni bir hareket dizilimi öğrendikçe beyinde yeni nöronlar oluşuyor ve beyin beden ilişkisini biraz daha geliştirebilir miyim, kuvvetlendirebilir miyim diye düşünmüştüm.
İstanbul Üniversitesi Çocuk Fizyoterapi Bölümü’nde o dönem çalışan uzman doktor, çok sevgili Feride Bilir'e gittim yani direkt İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne gittim ve derdimi anlattım. Dedim ki, “Ben bunu merak ediyorum ve araştırmayı çok merak ediyorum” dedim. Onun da çocuklarla, sakat olmayan çocuklarla çalışma deneyimi vardı. bir 10 yıl kadar. Bana dedi ki, “Biz burada bazen haftada bir gün fizyoterapistlerle, çocuklarla birlikte çalışıyoruz. İstersen o çalışmalara gir ve sen de yönlendirmeye başla. Hem yanımızda fizyoterapistler olsun, hem de stajyerler olsun. Bir bakalım ne oluyor.” Böylece bazen dört çocuk, bazen altı çocuk, bazen iki çocuğun katıldığı bir çalışma programına dahil oldum.
Orada sadece sorun olan bölgeyi kuvvetlendirmekten ziyade, bedeni bütünsel olarak harekete geçiren, dolayısıyla bedenin her bir bölümüyle eyleme aksiyona destek verebileceği bir metodoloji ile yaklaştım. Doğaçlamaya çok önem verdim ve çocuklarda hakikaten yani düzenli gelen çocuklarda hakikaten dönem sonuna doğru bir yerden kalkmalar daha hızlandı, düşerken kendini korumalar daha iyi olmaya başladı, daha bedeniyle farklı hareketler yapmaya başladılar. Sadece hareketi öne doğru değil de yanlara doğru ya da arka köşeye doğru gibi uzanmalar başladı. Dolayısıyla algısına ve bakış açısına da farklı gerçek anlamda boyutlar ve yönler kazandırmaya başladılar.
Çocuklarla çok eğlenmeye de başladık biz ve o eğlenmek dediğim şey çiğ bir şey. Çok zor çalışmalar bunlar ama iyi geldiğini gördüğünüz anda inanılmaz bir ferahlama veren çalışmalar aynı zamanda ve karşınızdaki özellikle çocuklara baktığımda uzuv kaybı olan çocuklar bu kişiler, çocuk felci olan çocuklar bu kişiler. Aslında haftada bir gün değil, haftada üç gün düzenli olarak bu şekilde hareket etseler eminim yetişkinliklerinde daha farklı bir hareket potansiyelleri ve daha farklı çevreyle ilişkilenme, uzanma, çekilme, itme gibi hareketlerde gelişmeleri olacaktı.
Bu çok ilgisini çekti fizyoterapistlerin ve hatta stajyerlerin. Bir süre de o dönem içerisinde onlara atölye yapmaya başladım yani ‘şöyle şöyle yapılandırın’, ‘şu şu şu metotlar üzerinden ilerleyelim’ vs. dedim. Fakat daha sonra maalesef ki İstanbul Üniversitesi'ndeki çocuk fizyoterapi bölümü kapandı ve havuzları da yoktu. Sanıyorum büyük depremden sonra bina deprem tehlikesi, depremde çökme tehlikesi içerisindeydi ve bölüm kapanmak zorunda kaldı.

Ve Gülçin Erdiş ile Karşılaşma
Tam da o dönemde ben yetişkinlerle çalışmak istedim yani birazcık da yaptığım bu çalışmaların geri refleksiyonunu daha bilinci yerinde olan yetişkinlerden almak istedim. Bu bağlamda biz Gülçin Erdiş'le karşılaştık, yollarımız kesişti çok şükür.
O dönem çok zordu. Öğrendim ki o dönem Türkiye'de yaklaşık 2 milyonun üzerinde engelli vatandaş var ama bu kişilerin nerede, hangi konumda, hangi koşulda yaşadıkları tam bilinmiyor, adresleri tam bilinmiyor. Bu kişilere ulaşın diye belediyelere gittim, büyük belediyelere gittim özellikle yani bu kişilere ulaşacağım, projeyi duyuracağım bir sistem yoktu ve anladık ki bu iş kulaktan kulağa yayılacak yani ben birini bulacağım, ona projemi anlatacağım ve şansım yaver giderse o belki bir iki kişiyi davet edecekti.
Gülçin o noktada gerçekten çok kilit bir isim oldu benim için çünkü Gülçin de 17 yaşında sakatlanan, ağaçtan düşerek sakatlanmış bir arkadaşım ve halihazırda dalıyor, yamaç paraşütü yapıyor, tenis oynuyor, tiyatro nedir biliyordu.
A.T.A.: Kayak yapıyor, o da var.
T.U.T.: Evet. Dolayısıyla ben Gülçin'e hayran bir şekildeydim ve yan yana geldiğimizde inanamamıştım. Ben kelimesi kelimesine anlattığımda her şeyi anlayan biriydi ve evet, hemen etrafındaki kişilere, özellikle de spor ve tiyatro yapmış olma ihtimali olan kişilere ulaşmaya çalıştık.

Türkiye'de Beden Büyük Bir Tabu
Bir yandan da tabii çok ilginç şeylerle karşılaştım ve bugün bunları rahatlıkla apaçık söylemek isterim, belki tek fırsatım olabilir. Türkiye'de beden büyük bir tabu tabii ki ve beden üzerinden kaynaklı derin kırılmalar, çok farklı şekillerde yani bir ilahi güç cezalandırmasından tutun, doğuran kişinin cezalandırılmasına, sakatlanmış olan kişinin cezalandırılmasına kadar birçok farklı yaklaşımı da içeriyor. Çoğu evde kalıyordu o dönem yani 2000 yılından bahsediyoruz. Hatta aile istemiyordu sosyal ortamlara katılsın ama iki nedeni vardı; Bir, durumla nasıl başa çıkacağını bilmiyorlardı ve ikincisi de maddi olarak imkanları yoktu.
Eğer fiziksel bir engeliniz var ise İstanbul'da bir noktadan bir noktaya gitmeniz mümkün değil kamuya ait ulaşım sistemleriyle neredeyse - o dönemden bahsediyorum yani bundan 25 yıl öncesinden bahsediyorum. Raylı sistemler ise biraz daha asansörler çalışıyor ise erişebilir oluyordu.
Bu noktada benim hem zihni değiştirmem, hem de erişim sistemini kurmam gerekiyordu ki proje çalışmaya başlayayım. Karşılaştığım buzdağının görünen kısmından ziyade görünmeyen kısmı çok zordu ve Gülçin sağolsun, beni Muhsin Öngel ile tanıştırdı, Muhsin Murat Polat'la tanıştırdı, o da onunla tanıştırdı derken zincirleme gelişen, iki hafta içerisinde yedi sekiz kişiye ulaştık. Berna Belgin gene ilk ekipteydi.
Tabii şimdi bu kişileri bulduk ama bu sefer de çalışacak yer bulmamız gerekiyordu yani düz girişi olacak ve tuvalet erişimi açık olacak. Tam da o dönemde İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin Kuştepe Kampüsü yeni açılmıştı ve orada bir spor salonu vardı. Ben de oraya dedim ki, “Biz burada tamamen ücretsiz, tamamen gönüllülük ilkesiyle Pazar günleri üçer saat çalışabilir miyiz?” Bunu da çok sevdi Bilgi Üniversitesi'nin o dönemki yönetimi ve bana o spor salonunu tahsis ettiler ve böylece o zaman bir mekanımız da olmuş oldu. Biz her Pazar günü, saat 14:00 ile 17:00 arası Kuştepe'de buluşmaya başladık.

‘’Sakat bir insan nasıl dans edebilir ki!’ fikrini zihinlerden silebilmek…’
İlk hafta altı-yedi kişiydik ve böyle böyle sayılar arttı. Hatta biz 60 küsüre kadar çıktık. Sadece meraktan gelenler vardı. İlk derse gelip sonra üç-dört hafta sonra tekrar gelenler vardı.
Şunu olduğu gibi söylemek zorundayım; ‘Sakat bir insan nasıl dans edebilir ki’ fikrini farklı fiziksel koşulları olan kişilerin zihninden silmeye çalıştım ben ve dolayısıyla bu benim için çok değerliydi. Swen kendini öyle etiketleyebilirsin, fiziksel koşulun bu olabilir ama bu senin hareket edemeyeceğin ya da hareket odağında üretime, yaratıcılığa açılamayacağın anlamına gelmiyor.
Bakış açısı değişince bedenlerde bir açılma olmaya başladı. Bu atölyeler yine altı-yedi ay sürdü. Her Pazar biz orada kim geliyorsa şeklinde giderek çalışmalar yaptık.
Bedeni duyumsamak, doğaçlamak, mevcut olan beden koşullarıyla hareket etmek gibi benim dilim de değişti çünkü ilk çalışmaya başladığımızda kişiye özel nasıl ileri bildirim vereceğimi bilemiyordum ve o kişinin bedensel yapısına göre metodoloji geliştirmek zorundaydım.
Radyodan Dinleyen Görece ‘Kör’lere Görsel Betimleme
A.T.A.: Pardon,araya gireyim. Dinleyenler görmüyor ama burada anlatırken Tuğçe Hocam da eliyle koluyla gösteriyor. Siz radyoda bunu farketmiyorsunuz ama akış halinde eller kollar gidiyor, şu anda da gidiyor. Çok sağolun. Tabi dinleyenlere de betinlemek gerekiyor.
Aslında au anda radyodan dinleyenler bir anlamda ‘kör’ yani görmüyorlar, duyuyorlar. O da bir sakatlık ve sakatlık çözümü gibi bir yandan da.
T.U.T.: Biz aslında hazırlık süreci son derece sancılı olan ve insanların bakış açısını değiştirmeye çok çalıştığım, çok kendimi yıprattığım bir dönemi yaşadık. En sonunda 8 Ocak 2001'de ilk gösterimizi yaptık ve bu noktada farklı bedenlerle dans algısını ve terminolojisini aslında dans sanatına kazandırmak da istedim yani dansı o sahip olduğu, estetiksel beden kültüründen de özgürleştirmek istedim. O yüzden dansı bedenden özgürleştirdiğim proje gibi düşünüyorum bu projeyi.
Zamanla projeye gösteriyi izleyen, atölyelere katılan birçok farklı arkadaşım dahil oldu. Bu arada sadece farklı fiziksel koşulları olan kişiler derken, uzuv kaybı yaşayan kişilerden bahsetmiyorum ya da tekerlekli sandalyede yaşayan arkadaşlarından bahsetmiyorum - farklı fiziksel koşulları olan dansçılar, oyuncular da projeye dahil oldu. Hatta kör olan, sağır olan, psikolojik olarak farklı ihtiyaçları olan kişiler de zaman zaman projelere dahil oldu.
En son gösterimizi 2023'te yaptık. Ben Londra'da bir sunum yapmıştım projeyle ilgili ve ondan sonra da İstanbul'da Londra'daki festivalin bir uzantısı olarak gösteriyi yaptık.
Şimdi de yeni projemiz için tekrar çalışıyorum ve biraz destek arıyorum çünkü artık İstanbul'da destek olmadan proje üretmek ve sergilemek mümkün değil. İlk başlarda bunu özellikle reddediyordum, her şeyi kendi imkanlarımla yaptım. Logo tasarımını Vahit Tuna yaptı, müzikleri ise farklı sanatçılar yaptı.
Şu da çok önemli; Gülçin Erdiş ve Muhsin Öngel aslında 25 yıldır Türkiye'de dans eden, dans sanatçılığı yapan ve farklı fiziksel koşulları olan dansçılar ve bu bir ilk tabi.
A.T.A.: Bedenleşen Kesitler mi bu yeni proje yoksa başka bir şey mi?
T.U.T.: Yok. Bedenleşen Kesitler, Londra Festivali'nde yaptığımız, Türkiye ayağında da yaptığımız gösterinin adıydı. Şimdi ben yeni bir iş yapmak istiyorum.
A.T.A.: Tamamdır. Son sözleriniz de var ise alayım.
T.U.T.: Alper, şunu eklemek isterim; projeye zamanla dahil olan bedenler fiziksel engeli olduğu için dahil olmadı, mevcut beden koşullarını bir yaratıcı söylemle farklı bir fiziksel kapasitede paylaşabildikleri için aslında projede oldular. Zamanla da birçok farklı fiziksel engeli olan arkadaşımız projede yer almak istedi ama yaratıcılık ve sahnede bedenle olmak, sahnede bedenin aracılığıyla bir şeyleri anlatmak için daha farklı bir altyapıya ve birikime de sahip olmak gerekiyor.
A.T.A.: Çok sağolun. Bu hafta konuğumuz Tuğçe Ulugün Tuna idi. ‘Dünyanın bütün sakatları eğleşin!’ ve 3 Aralık ve her gün bunu yapmayı ihmal etmeyin. Haftaya görüşmek üzere, hoşçakalın.


