Sakat Muhabbet'te Alper Tolga Akkuş, kendisini 'Aspergerli yazar ve konuşmacı' olarak tanımlayan Espina Ayas ile kendi deneyimlerinden yola çıkarak kaleme aldığı ‘Bir Aspergerli’nin Açık Notları’ alt başlıklı "Entelaktör" adlı kitabı üzerine konuşuyor.
Alper Tolga Akkuş: Merhaba. Apaçık Radyo'ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoşgeldiniz. Ben Alper Tolga Akkuş. Bugün 10 Eylül 2025 Çarşamba.
Çanakkale'den bir konuğum var; Espina Ayas'ı konuk ediyoruz bu hafta. Aslında Espina Hanım ile biz Temmuz ayının sonlarından beri yazışıyoruz, konuşuyoruz bu bölüme dair ama benim Ağustos başında İstanbul seyahatim, iki bölüm canlı yayın yapmam derken bugüne kaldı, bugüne kısmetmiş diyelim.
Espina Hanım, sosyal medyada kendisini ‘Aspergerli Yazar’ olarak tanımlıyor ki zaten biz de bugün bu konuları konuşacağız. Hatırlayanlar vardır; iki hafta önce de Chris Kaan Caudwell'i konuk almış ve ‘Otizm'i konuşmuştuk. Asperger de otizmin bir versiyonu gibi söyleniyor. Gerçi Chris öyle değil demişti ama ona da gireriz zaten Espina Hanım’la. Espina Hanım, Apaçık Radyo’ya hoşgeldiniz. Nasılsınız, iyi misiniz?
Espina Ayas: Çok teşekkür ederim. Tabii nasılsınız sorusu benim için bir mayın tarlası ama sosyal maskelemeden dolayı ‘İyiyim, sen?’ deyip geçiştirmem gerektiğini biliyorum. Bu yüzden iyiyim, siz nasılsınız?
A.T.A.: Geçiştirmeyin, içinizden ne geçiyorsa onu söyleyin. Şu an ne hissediyorsunuz?
E.A.: Program yetmez buna çünkü nasılsın demek, benim nöroçeşitlilikte yani benim beynimde ‘Sabah kalktığımdan bu saate kadar yaptığım her şeyi anlatmalı mıyım, ne yapmalıyım?’ sorularını süzgeçten geçirmek demek. Bu yüzden ben direkt programı mahvetmemek adına ‘İyiyim, siz?’ diyorum.
A.T.A.: Bizim programımız zaten tüm sakatlık çeşitlerini de anlamak yönünde. Otizmi anlamak için bu gerekiyor demek ki. Benim aklıma şu geldi; ben inziva gibi bir şeye katılmıştım, 10 sene kadar oldu. Orada biz her sabah check-in yapıyorduk ve check-in de üç dakika boyunca ‘içinden ne geçiyor ise onu söyle’ demekti. Aslında sizin dediğiniz de o; ‘Benim hepsini konuşmam için bayağı bir süre geçmesi gerekiyor’ diyorsunuz. Otistik olmayanlar da ‘iyiyim’ deyip geçiştiriyorlar aslında.
E.A.: Zaten otizm ile alakası olmayanlar bunu yapıyor, bizler yapmıyoruz. Biz normalin bu olması gerektiğini öğrendiğimiz için ‘İyiyim, sen?’ diye geçiştiriyoruz. Ama bana çok yapay geliyor mesela bu, hala anlamlandıramıyorum.
A.T.A.: O da bir maskeleme aslında bir yandan da, değil mi ?
E.A.: Tabii, maskeleme.
A.T.A.: Yani tamam biz konuya direkt girdik ama benim bir ilk sorum var, onu sorayım size, bunu sorarak başlıyorum programa; Espina Ayas kimdir, bugüne kadar neler yapmıştır ve bir sakatlığınız bulunuyor ise bunu da aktarır mısınız bize lütfen?
E.A.: Tabii. Ben Espina Ayas, eski bir coğrafya öğretmeniyim. Şu anda kendimi ‘Aspergerli bir yazar ve konuşmacı’ olarak tanımlıyorum biliyorsunuz. Ben yıllarca başkalarına dünya haritasını gösterdim, şimdi ise kendi zihnimin haritasını insanlarla paylaşıyorum ve bu beni hayata karşı çok motive ediyor. Asperger tanımını bir sakatlık olarak değil, farklı bir bilişsel yolculuk olarak görüyorum - bunu da söylemek istiyorum bu programa özel ve tabii ki bazı zorluklarım var ama o zorlukların içinden yaratıcılığa, kitaba ve farkındalığa uzanan çok da güzel, anlamlı da bir yolum var.
Asperger ve Otizm
A.T.A.: Asperger ve otizm iki ayrı şey mi, aynı şeyin dalları mı? Nasıl ayırabiliriz bilmeyenler için?
E.A.: Aslında bunu Chris ile de konuşmuşsunuz, dinledim programınızı. 2013'te DSM-5 ile birlikte Asperger sendromu ayrı anılan bir durumdu, sonrasında ise otizm spektrumunun içine dahil edildi - 2013 ya da 2014 de olabilir, tam hatırlamıyorum orayı. Bu bilimsel olarak doğru çünkü hepimiz farklı yoğunluklarda özellikler taşıyoruz.
A.T.A.: Aspergerli ile otizmli eskiden ayrılıyordu diye anlıyorum. Nasıl onu ayırabiliyorduk, var mıydı onun bir şeyi ve şimdi ayrılmadığı için mi ona katıldı? O detayı aktarabilir misiniz?
E.A.: Tabii. Asperger, otizm spektrumu çok geniş bir yelpaze. Asperger sendromu, otizmden çok büyük farklılıklar gösteriyor ama çok da ortak özellikleri var yani biz daha rahat kendimizi ifade edebiliyoruz, daha rahat sosyal maskelemeyi yapabiliyoruz ya da bir spektrum durumunda, bir atak durumunda belki daha rahat kontrol edebiliyoruz kendimizi ama çok ortak yönleri de var. Nöroçeşitliliği hiç basamaklara ayırmıyorum, bağlarla tanımlıyorum. Bana göre nöroçeşitlilik insan olmanın başka bir hali, hiçbir spektrumun içine sokmamayı yeğliyorum. Zaten dönüşümümü de bu şekilde gerçekleştirdim yani normali reddederek.
A.T.A.: Peki sizin tanınız ne zaman kondu? Siz hep biliyor muydunuz bu durumu yoksa belli bir yıldan sonra mı öğrendiniz aslında kendinizi?
E.A.: Alper Bey, benim çok geniş bir tanı koleksiyonum var. Çocukluk dönemimde özel eğitim bu kadar net değildi bizim dönemimizde ama normal olmadığım belliydi. Bazıları için tuhaf, bazıları için ileri zeka, bazıları için geri zeka, bazıları için disleksi, bazıları için hiperaktif bir çocuktum. O kadar çok geniş bir tanı aldım ki bir farklılık vardı ama ne olduğunu bir türlü anlayamıyorduk. Sonrasında bir doktor otizmli olduğumu söyledi ve özel eğitim kapıları bana da açıldı, oraya gittik.
A.T.A.: Kaç yaşındaydınız?
E.A.: 93-94 yıllarında, 13-14 yaşlarındayım. Fakat oradaki öğretmenler de oradakilerden farklı olduğumu gördüler. O kartlar, davranış terapileri benim için de başladı ama çok farklıyım. Sonrasında 18 yaşımda Florence Nightingale'de görev yapan bir profesör hoca tarafından Asperger teşhisi konuldu ve bunun otizmin içinde olduğunu bize anlattı. Ondan sonra da o şekilde ilerledik ama Asperger teşhisi hala günümüzde de çok zor tanısı konulan bir spektrum ve bu durumdan dolayı gençler çok kötü şeylere maruz kalabiliyor; akran zorbalığı, anlaşılmama, evdeki bir takım durumlarından dolayı ergenlik deniliyor, geçiliyor ve Asperger'de kendini anlayamadığın zaman, anlamlandıramadığın zaman, bağımlılık durumumuz da çok fazla olduğu için uyuşturucu, daha kötüsünü söyleyeyim intihara kadar da gidebiliyor.
Benim görünür olmamdaki, sizlerle iletişime geçmemdeki sebep de evet, bir ergenlik var ama bir de Asperger diye bir şey var. Çocuğun kendi kendine mücadele edemediği, baş edemediği bir durum var deyip görünür olmak istiyorum.
Bazen Asperger'de otizm spektrumunun çok daha ağır şeyleri olabiliyor. Mesela ben 6 yaşında konuşmaya başladım ama konuştum, şu anda da konuşuyorum. İlkokul dördüncü sınıftayken okumayı çözdüm ama anlayamıyordum. Disleksi dediler o yüzden ama değilmişim. Fakat üniversiteyi dereceyle kazandım, bölüm birinciliğiyle bitirdim. Peki niye? Çünkü lisede artık tuhaf olmadığımı, farklı olmadığımı, başka olduğumu anlayabildim ve etrafımdakiler de bana o şekilde yaklaştıkları için çok daha dönüşümümü hızlı ve doğru tamamladım.
Benim görünür olmamdaki neden, bir gence dahi dokunabilmek - buradan da bunu bağlamış olayım.
A.T.A.: Zaten şu anda da onunla ilgili bir yerdesiniz ve ikinci bölümde onun detayına geleceğiz zaten.
Bir de kitabınız var sizin ve kitabın ismi de Entelaktör. Kitabın da alt başlığına bakıyorum, ‘Bir Aspergerlinin Açık Notları’. Ama onlara müzikten sonra girelim istiyorum ben.
E.A.: Olur.
A.T.A.: Bir müzik seçiyoruz ve konuğa soruyorum ben ne istersiniz diye. Seçtiniz mi? Anons ederseniz dinleyelim hep beraber.
E.A.: Evet, benim içimde her olumsuzluğa karşı bir umut var ve bu yüzden ben bu programda Zülfü Livaneli'den “Güneş Topla Benim İçin”i istiyorum.
A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta konuğumuz Espina Ayas. Espina Hanım ile ilk bölümde Asperger'i, otizm ve Asperger farklı mı, aynı mı konularını konuştuk ve kendisinin kitabından da bahsettik. Kitaptan bahsettiğim anda da müzik arasına girdik ama Espina Hanım az önce bahsetti, ‘Ben bir gence daha umut olmak istiyorum’ demişti.
Bu bağlamda nasıl konuk aldık, nasıl tanıştık? Onu da ben açayım isterseniz dinleyicilerimize. Temmuz ayı sonlarında Apaçık Radyo'nun Instagram hesabına Espina Hanım bir mesaj atmış anladığım kadarıyla ve konuk olmak istediğini söylemiş; kendi kitabını, kendi durumunu anlatmış. Arkadaşlar da bana iletmişlerdi o mesajı, ben o zaman görüştüm. Hatta demiştim kendisine, ‘Ben İstanbul'a gideceğim, böyle böyle niyetlerim var, dönüşte sizinle yaparız’. Ama Chris’e de söz vermiştim önceden, o da bekliyordu. Hatta bir ara ikisini beraber mi konuk alsak diye konuştuk ama sonra daha geniş yer verelim diye iki ayrı bölüm olarak yapmayı tercih ettik. Böylece Espina Hanım şu anda konuğumuz oldu. Kitabınız diyorduk, Entelaktör kitabı. Kitap nasıl ortaya çıktı, nasıl düşündünüz ve şu andaki süreç nasıl gidiyor?
Entelaktör Kitap
E.A.: Entelaktör aslında benim hep şöyle söylediğim bir şey; bir dürüstlük meselesinden yola çıktı çünkü toplumun normal saydığı şey toplumun konforlu alanıydı ve ben o konforlu alana uymadığım için gerçekten çok zorlandım. Kötü bir çocukluk, kötü bir gençlik geçirdim. Siz biliyorsunuz, kitabım için ‘biraz sert^ dediniz.
A.T.A.: Evet ama sonra düşündüm, sert değil de çok genelliyor insanları yani otistik ya da aspergilli olmayanları tanımlıyorsunuz aslında bir yandan, öyle gördüm ben.
E.A.: Evet çünkü şöyle düşünün Alper Bey; benim bir takım hareketlerim diğer çocuklardan farklı olduğu için bir konuyu öğrenemediğimde ‘sosyal gelişim geriliği’ dendi ama normal saydıkları çocuk öğrenemediğimde ‘ders ya zordu ya öğretmen anlatamamış’ oldu. Bir çocuk bir çizgi filmi defalarca izlediğinde kendini buluyor ve ‘Ay ne tatlı, sevimli’ dendi. Ben bir çizgi filmde rahatlayıp defalarca aynı şeyi izlemek istediğimde ise ‘takıntılı’ dendi. Bir çocuk sessizken ‘normal, efendi, beyefendi, utangaç, çekingen’ oldu, ben ise sessizken ‘sosyal gelişim farklılığı’ oldu. Sonra dedim ki ‘Demek ki normal diye bir şey yok, kalıp var’. Çocuğa ‘sen normal ol’ dediğinde şunu söylüyorsun, ‘sen yeterli değilsin, sen farklısın’ ve çocuğun omuzlarına binen büyük bir yük bu. Ben bunun dürüstlüğünü göstermek istedim kitabımda. Yoksa asla bir öfke değil, bunu öncelikle belirtmek istiyorum. Bir de Asperger zihni, dünyayı filtrelemeden görür. Ben de gördüklerimi direkt paylaşmak istedim. Yani yumuşatmadan, makyajlamadan yazdım. Normal kalıpları sorgularken diplomatik olmaya çalışmadım çünkü bana göre bazen en büyük şiddet, normal adı altında dayatılan kalıplar yani bunu düşündüğünüz zaman inanın bana hak vereceksiniz.
Kitabımda da bunları deşifre etmeye çalıştım yani sertliği de belki buradan geliyor ama Entelaktör aslında benim beynimin ham hali. İçinde aslında okuduğunuzda mizah da var, eleştiri de var, umut da var. Kısacası ben hayatımı nasıl yaşıyorsam kitap da öyle konuşuyor.
A.T.A.: Aslında belki de siz bir şeyleri çok samimi olarak, dosdoğru söylediğiniz zaman bize sert geliyor.
E.A.: Evet.
A.T.A.: Bu kadar açık açık, pat pat pat söylenmiyor her şey. Siz söylediğiniz zaman o belki öyle olmuş olabilir.
E.A.: Tabii yani mesela bu kitabın çok insanı rahatsız etmişliği var yani kadar rahatsız ettik ki...
A.T.A.: Belki de amacınız da buydu başından beri yazarken.
E.A.: Ama zaten önsözde yazıyorum yani ‘Eğer bu kitaptaki anlatılan sen isen rahatsız olacaksın’ diyorum.
A.T.A.: Peki, ‘Entelaktör’ ne demek, manası nedir? Siz mi ürettiniz bu kelimeyi yoksa var mıydı?
E.A.: Yok, benim uydurduğum bir kelime bu. Entellektüel diye bir şey var ama günümüz entelektüellerine baktığınızda gösteriş budalası geliyorlar bana. Kitapta da bahsettiğim gibi, bir raf alıp kitap dizmek bir entelektüellik değildir; entel aktör, entel gibi gözüken oyuncular demek benim için. Böyle de bir kitap ismi uydurdum.
A.T.A.: Ben entelektüeli de anladım ama sanki günümüz entellerine, sosyal medyada görünür olma çabasındaki entellere entelaktör demişsiniz diye algılamıştım ben okurken.
E.A.: Çok da doğru algılamışsınız bence.
A.T.A.: Çünkü sürekli ona bir vurgu var; sosyal medyada görünür olmak, mutlu gözükmek. Zaten siyasi şeyleri; milliyetçiliği, komünizmi, solculuğu... Ve hep onları vurgulamışsınız, öyle diyorsunuz ama aslında bunun detayları böyle, bilmiyorsunuz. ‘Herkes, her şeyin görünürde olanının içinde ama derininde değil’ gibi bir şey vardı kitapta.
E.A.: Her ülkenin, her düşüncenin insana ihtiyacı var; solcu olsun, sağcı olsun, ne olursa olsun ama ben istiyorum ki inancını teoride bırakmasın çünkü ‘pratiksiz teori küreksiz sandala benzer’. Pratiğin olsun, bir düşüncen olsun. Komünistim diyorsan, ‘Komünist Manifesto’yu bilmek zorundasın. Atatürkçüyüm diyorsan, ‘Nutuk’u okumak zorundasın. Nutuk’u okumadan Google'daki parçalarla, milletten duyduğunla herhangi bir düşüncenin sahibi olamazsın. O zaman savunduğunu okumayanlar ve kolay bağlananlarla dolu bu ülke. Bütün dünya bu hale geldi internetten dolayı çünkü bilgiye çok hızlı ulaşıyoruz.
A.T.A.: Kitabın hikayesine gelirsek kitap ne zaman yazıldı? Kaç baskı oldu? Nasıl, nereden çıktı? O kitabın tarihçesini alalım mı?
E.A.: Şimdi ikinci baskıya gidiyor kitap, şu anda ikinci baskısı yapıldı. Hiç beklemediğim bir hızla gidiyor. Mesela bugün İzmir'de Sıradışı Çocuklar Müzik Akademisi'nde imza günüm var.
Şöyle düşünün yani ben ayna tuttum sadece kitabımla ve bu kitap, kitap olmak için yazılmadı. Bir gün o kadar bunaldım ki... Göz teması kuramıyor olmam, ikili ilişkilerde sözümün devamlı kesilmesi... İçimdeki her şeyi not etmek istedim ve bir günlük gibi başladı. Sonra bittiğinde biz bunu bir gönderelim bakalım yani bu kitap çıksın dedik, kitap olsun dedik. Bu şekilde ortaya çıktı. Tartışması da çok yüksek bir kitap oldu, çok da sevilen bir kitap oldu.
A.T.A.: Kapağa bakıyorum tekrar. O kapaktaki resim sizin resminiz değil mi?
E.A.: Evet. Kitabın kapak tasarımı da bana ait.
A.T.A.: Kafasındaki taçta bir sürü çay kaşığı var.
E.A.: Evet çünkü kahveyle besleniyorum.
A.T.A.: Bir de sayfalar sarı, eski parşümen sayfalar dökülüyor bir yanda. Evet, elde kırmızı bir kahve fincanı var - görmeyenlere de bir betimleyelim diye aslında böyle yapıyorum şu anda.
E.A.:Instagram adresimden gelip görebilirler. Espine Ayas diye yazdıklarında entelaktör.kitap diye çıkıyor. Oradan kitabımın içindeki bazı yazıları paylaşıyorum.
İzmir’de, Sıradışı Çocuklar Müzik Akademisi ile Buluşma
A.T.A.: İzmir'den bahsettiniz. Aslında bu kitap dediğiniz gibi tabi okunsun ama bir yandan da bir şeyler değiştirsin ama sadece kitap ile de olmuyor. Bu yüzden kitabı bir araç gibi kullanıp siz geziyorsunuz, dolaşıyorsunuz, çocuklarla buluşuyorsunuz ve bugün de İzmir'desiniz.
E.A.: Aslında özür dilerim çocuklarla buluşmuyorum, çocukların aileleriyle buluşuyorum.
A.T.A.: Tamam, çok pardon, onu düzeltmiş olalım.
Bugün dediniz ama biz tabi kaydı önce alıyoruz. Bugün 5 Eylül Cuma ve biz şu an kaydı yapıyoruz sizinle. İzmir'de bugün ne yapacaksınız ve aslında bu tür etkinlikler nasıl devam ediyor sizin için?
E.A.: Epey yoğun geçiyor ama ilk defa şehir dışına çıkıyorum. Ben Çanakkale'de yaşıyorum. Çanakkale'deki etkinliklerim çok yoğun geçiyor ama İzmir'e yani ilk defa şehir dışına bir söyleşiye katılıyorum. Dün bizi çok iyi ağırladılar ve bu akşamı da heyecanla bekliyorum. Şunu söyleyeyim; büyük ihtimalle ben bunu sevdim yani şehir dışlarına da oradaki velilere, oradaki özel eğitimcilere de umut olmak için herhalde Türkiye'nin dört bir yanına dolaşabileceğimi düşünüyorum, bu motivasyonu kendimde buluyorum.
A.T.A.: İzmir'deki bu ailelerin çocukları otizmli mi yoksa otizmli olmayanlar da var mı? Nasıldır o frekans?
E.A.: Geneli otizmli ama down sendromu olan da var, ama çoğu otizmli.
A.T.A.: Peki Çanakkale'de bu etkinlikleri çok yaptınız anladığım kadarıyla; nasıl geri dönüşler alıyorsunuz ve ne yapıyorsunuz? Etkinliklerde kitap imzalıyorsunuz ama onun dışında neler konuşuluyor, neler söyleşiliyor?
E.A.: Bakın, ben yapamaz denilen çok şeyi başardım. Okuyamaz dediler, evlenemez dediler, çocuk yapamaz dediler, anne olamaz dediler. Bunların hepsini gerçekleştirdim. Başka ülkede olsam filmim olurdu çünkü beni bir 15 yıl önce, bırakın 15 yılı, beş yıl önce görmüş olsaydınız sizinle şu konuşmayı yapabilmek çok güç olabilirdi benim için.
Ben birçok aileye şunu göstermek istiyorum; Otizm iyileşilebilen bir şey değil; bir sabah kalktığınızda normal bildirim sinyali almıyorsunuz. Şu anda normal miyim? Hala değilim ama buna ihtiyaç duymuyorum. Otizm iyileşilebilen bir durum değildir ama dönüşümü olabilen bir durumdur çünkü ailelerin en çok korktuğu şey ‘bizden sonra bu çocuklara ne olacak?’ Ben onlardan sonra ne olabileceğini göstermek, onların kaygılarını azaltmak ve aslında özel eğitimin önce anne babalara verilmesi gerektiğine inanıyorum çünkü özel eğitim tek başına asla bir destek olmuyor.
Evin ortamı, o güvenli bağ çok önemli, ayetlik duygusu çok önemli. Bu yüzden anne babalarla söyleşilerimi gerçekleştiriyorum ve rahatlıyorlar yani beni görünce bir umut oluyor, ‘Demek ki olabilir’ diyorlar çünkü çok da vazgeçmiş anne babalar çocuğundan. Karamsar olan, umutsuz olan, kaygı düzeyi çok yüksek olan anne babalar var. Ben onlar için belki anlık, belki süreli bir umut ışığı oluyorum. Bu da önemli bir şey bu süreçte birileri için.
A.T.A.: Sizin de gidemeyeceğiniz yerler vardır ve radyonun da bu açıdan bir faydası var.
E.A.: Tabii.
Otizmli Çocuğu Olan Ailelere Öneriler
A.T.A.: Gidemeyeceğiniz yerler var. Peki, oradaki özel çocuk aileleri için yani onlardan sonra ne olacak? Kısaca radyoda dinleyenler ve otizm ya da down sendromlu çocuğu olan ailelere ne diyebilirsiniz? İşte ben başardım oluyor mu? Küçük bir şekilde söylerseniz çok güzel olur. Siz söyleyin, ben söylemeyeyim artık. Ne diyebilirsiniz onlara?
E.A.: Çocuklarınıza tanı koymaktansa tanıklık edin, onları anlamlandırın. Özellikle içlerinde mutlaka resim, müzik, spor, matematik, coğrafya, tarih bilemiyorum yani herkesin hedefi ve zevk aldığı şey farklıdır; çocuklarınızın içindeki cevheri patlatın ki özgüveni pekişsin, benlik algısı yükselsin. Böylelikle çocuklarınız farklı değil, başka olduğunu görsün ve o başkalaşma ile rutinlerini daha iyi yapabilir, daha iyi öğrenmelerine sebep olabilir.
Bu yüzden velilere söylemek istediğim, farklılıklardan korkulmasın çünkü hepimiz kendi zihnimizin penceresinden bakıyoruz ve bunu kabul ettiğimizde toplumsal olarak daha kapsayıcı olduğumuza inanıyorum.
Asperger deyin, otizm deyin, inanın bir eksiklik değil; farklı bir bilişsel ekosistem. Hatta şöyle diyorum; eğer herkes aynı düşünseydi dünyada ne bilim olurdu, ne de sanat.
Bakın; çok sessiz diye, kalıplara uymuyor diye, kuralları reddediyor diye, annesinin sözünden çıkıyor diye, arkadaşlarıyla oynamak yerine içe dönük bir şekilde saatlerce kitap okuyor diye bir devrimi borçlu olduğumuz Mustafa Kemal'i normalleştirseydik ne eksik kalırdık? Aziz Sancar'ı normalleştirseydik, Celal Şengör'ü normalleştirseydik o kadar çok eksik kalırdık ki... Bu bütün dünya için geçerli çünkü dünyayı normalin dışındaki çocuklar şekillendirdi.
A.T.A.: Çok çok sağolun. Bu hafta konuğumuz Çanakkale'den Espina Ayas idi. Son sözleriniz varsa alalım ve yavaş yavaş bitirelim.
‘Küçük Lokmalar Menüsü’ Tekniği
E.A.: Ben süremiz kısa diye başlık başlık anlattım ama bunun tabii ki bir de tekniği var ve bu tekniği de anlatmak kendi kendime görev edindiğim bir şey.
Bu tekniğin adını ben kendi çapımda ‘Küçük Lokmalar Menüsü’ koydum. Ben o ailelerin çocuklarının içinden gelen biriyim ve bu yüzden onları çok iyi anlıyorum ama daha da önemlisi var; Otizmli bir evlada sahip bir anneyim, bu yüzden onları da çok iyi anlıyorum ve bu anlayış beni bu yolda yürüten en büyük motivasyon oldu.
Beni kabul edip bu görünürlüğü sağladığınız için çok teşekkür ederi, söyleyeceklerim bu kadar, başka da söyleyeceğim bir şey aklıma gelmiyor. Bir gün teknik kısmını da konuşmak için umarım buluşuruz.
A.T.A.: İnşallah diyorum, rica ederim. Bu arada sizin çocuğunuz da mı otizmli?
E.A.: Evet, küçük kızım.
A.T.A.: Otizmde böyle bir şey yok ama genle ilgili bir şey yok herhalde ya da var mı?
E.A.: Var.
A.T.A.: Siz olduğunuz için çocuğunuz da olabiliyor mu?
E.A.: Olabiliyor, evet, DNA önemli.
A.T.A.: Bunu da bilmiyordum, bu da benim için bir aydınlanma oldu aslında.
Bizim bir son sloganımız da var. Siz Atatürk'ten bahsettiniz, ben de Marx'ın sözünü aldım, programa koydum; ‘Dünyanın tüm işçileri birleşin’ sözünü ‘Dünyanın tüm sakatları eğleşin’ diye söylüyorum.
E.A.: Çok güzel.
A.T.A.: Haftaya görüşmek üzere, hoşçakalın.
E.A.: Hoşçakalın, iyi günler.