Kadıköy nasıl Kadıköy oldu? 

-
Aa
+
a
a
a

Yer Yüzlerinde: Kentin Köpüğü’nde Aysim Türkmen Kadıköy’ün kendine özgü ve kozmopolit nüfus yapısını, Murat Güvenç ise yerel “duygu yapıları”, gündelik yaşam ritmi ve kimlik oluşumunu irdeliyor. 

Kadıköy nasıl Kadıköy oldu?
 

Kadıköy nasıl Kadıköy oldu?

podcast servisi: iTunes / RSS

Yazıyı okurken dinlemeniz için bir çalma listesi hazırladık.

Kadıköy’ün tarihi, antik dönemde Kalkedon adıyla başlar. Boğazın karşı kıyısında, bugün Sarayburnu’nun olduğu bölgede yaşayanlar, burayı “Körler Ülkesi” olarak adlandırır. Bunun nedeni, boğazın en cazibeli, daha avantajlı ve dünya çapında bilinen eşsiz bir yerine yerleşmek yerine Kadıköy’e yerleşmeyi ancak bir kör yapabilir diye düşünmekti. Oysa Kadıköy’ün verimli toprakları, su kaynakları ve tarıma uygun yapısı bu bölgeyi cazip kılmıştır. Antik dönemde bu avantaj, sadece yerleşim için değil, şehrin gıda tedariki için de belirleyici olmuştur.

Antik dönemde hayatta kalmak için iki temel besin grubu vardı. Bunladan birincisi protein ve vitamin kaynağı olan meyve-sebzeler, ikincisi ise tahıllardı. Meyve ve sebzeler genellikle yerel olarak yetiştirilebilirdi ancak tahıllar özellikle kışı geçirmek için hayati derecede önemliydi. Tahıl bakımından Antik Çağ’ın ambarı sayılabilecek iki önemli merkez vardı. Bunlardan başlıcası Mısır’dı ve Akdeniz üzerinden gelen tahıllar, büyük karınlı gemilerle Çanakkale Boğazı’na kadar taşınıyordu. Rum mitolojisinde bahsi geçen bu iri gövdeli gemiler, 60 kilometre uzunluğundaki güçlü akıntılar nedeniyle boğazı geçemiyordu. Bu yüzden Truva şehri önemli bir aktarma merkezi olarak kuruldu. Tahıllar burada depolanıyor, ardından kürekli ticari kadırgalara yüklenip boğaz geçiliyordu. İstanbul’a yaklaşıldığında ise ikinci bir akıntı problemi ortaya çıkıyordu. Bu akıntı, gemilerin tarihi yarımadaya yanaşmasını zorlaştırıyordu. Oysa Kadıköy tarafında böyle bir akıntı yoktu. Ayrıca Kadıköy’ün kenarında iki dere vardı, bugün Kurbağalıdere olarak bildiğimiz ve Haydarpaşa ve Kadıköy arasındaki dere. Tarihi yarımada neredeyse tamamen susuz, kurak bir bölgeydi. Bu yüzden büyük yerleşimler için uygun değildi.

Osmanlı öncesi Doğu Roma döneminde ise su sorunu daha büyük bir probleme dönüştü. İstanbul, Doğu Roma’nın merkezi olarak seçildiğinde Romalılar su sorunuyla karşı karşıya kaldı. Şehrin jeopolitik konumu mükemmeldi, boğazın girişini kontrol ediyordu fakat şehirde içme suyu yoktu. Çözüm olarak dünyanın en büyük su sağlama sistemlerinden biri kuruldu, bu sistem bugün bile tam olarak anlaşılamamış bir sistem. Istranca Dağları’na, hatta Kırklareli’nin Vize bölgesine kadar uzanan su tünelleri, kanallar ve bentlerle Trakya’nın suları İstanbul’a getirildi. Su Fatih’e ulaşabildiğindeyse önüne bir vadi çıkıyordu. Bu noktada bugün Saraçhane’de gördüğümüz Bozdoğan Kemeri inşa edildi. Böylesine dev bir taş yapının malzemesi çok kıymetliydi. Romalılar, Kadıköy’ün surlarını yıkarak taşlarını gemilerle getirip bu kemerde kullandılar. Yani, Bozdoğan Kemeri’ne bakıldığında aslında Kadıköy’ün eski sur taşlarını görmek mümkündür.

Bu olaylardan sonra Kadıköy, İstanbul’un büyümesine katkı sağlayıp adeta 2000 yıllık bir uykuya daldı. İstanbul büyürken, Üsküdar bir ticaret merkezi olarak gelişirken Kadıköy öyle durdu. 

Osmanlı döneminde Kadıköy, neredeyse unutulmuş bir yerleşim gibiydi. Evliya Çelebi ve Bostancıbaşı kayıtları burayı küçük bir balıkçı kasabası olarak tanımlar. 19. yüzyıla gelindiğinde, Osmanlıların “Bostancıbaşı Defterleri” denen detaylı bir kayıt sistemi vardı. Bostancıbaşı, padişahın kayığıyla sahilde gezerken gördüğü binalar hakkında anında bilgi verebilmeliydi. “Bu yalı kimin?” diye sorulduğunda defterden bakar, “Falancanındır efendim” derdi. Bu nedenle bütün sahil boyunca hangi bina kime ait, kim ne iş yapar gibi bilgiler kayıtlıydı. Bu kayıtlar sayesinde İstanbul kıyılarının ayrıntılı bir haritası elimizde olmuş oldu Fenerbahçe’de kıyıda birkaç iskele, bağ ve bahçe, bostanlar, üzüm bağları, tütün tarlaları ve geniş çayırlıklar vardı. Fenerbahçe’deki fener, deniz ulaşımında önemli bir nokta olarak kullanılırdı. Şehrin merkezinden uzak, sakin ve kendi halinde bir bölgeydi. 

Kadıköy’ün “kış uykusunu” bozan ilk büyük olay Anadolu Demiryolları’nın yapılmasıydı. İstanbul’dan İzmit’e uzanacak hattın istasyonu için iki seçenek vardı, bunlar Üsküdar veya Haydarpaşa. Üsküdar daha merkeziydi ama Karacaahmet’in altından tünel kazmak gerekiyordu. Haydarpaşa ise liman yapmaya elverişliydi ama lodos ve poyraz sorunları vardı. Sonunda Haydarpaşa seçildi ve bu sorunlara karşı mendirek inşa edildi.O mendirek sadece limanı korumadı, Kadıköy’ün kaderini değiştirdi. Çünkü mendirekle birlikte Kadıköy sakin sulara kavuştu, deniz ticareti ve ulaşımı canlandı. Yani aslında bu mendireğin inşaası ile birlikte Kadıköy uykusundan uyandı. Ardından çıkan büyük yangınla birlikte eski bahçeli evler ve bostanlar yerini, Beşiktaş’taki gibi ızgara planlı bir çarşıya bıraktı. Deniz ise bugünkü çarşının başladığı yere kadar sokuluyordu ve iskeleler ve balıkçı tekneleri tam oradaydı.

Kadıköy’ün Osmanlı’daki ismi, Fatih Sultan Mehmet döneminde kadı olarak görev yapan Hızır Bey’den geldiği iddia edilir .Kadı Hızır Bey de Kadıköy’ü bahçelerle donattı ve artık Kadıköy, “gezinti yeri” olarak tarif ediliyordu. Kadıköy uzun süre Üsküdar’ın gölgesinde yaşadı tabii ama bölge uzun süre tarımsal üretim, bağcılık, balıkçılık ve küçük ölçekli ticaretle geçindi. Bugün hala isimleriyle hatırlanan bu alanlarda bağlar, bahçeler, hatta saraylar ve köşkler vardı. Buralar, devletin üst kademelerinden bürokratların ve varlıklı ailelerin konaklarına ev sahipliği yapıyordu. Aynı zamanda balıkçılık da çok önemliydi; Rum ve Türk balıkçılar kıyıda barınaklar kurmuş, bölge deniz ürünleriyle ünlü bir tarım merkezi haline gelmişti.

19. yüzyılla birlikte bölgenin nüfus yapısı daha da çeşitlendi Ermeniler ve Yahudiler gelmeye başladı. Yahudi topluluğu özellikle Yeldeğirmeni’ne yerleşti; burada bir sinagog inşa ettiler ve İstanbul’un ilk apartman bloğunu yaptılar. Bu yapı, kent tarihi açısından kültürel olarak çok önemli bir dönüm noktasıydı. Yeldeğirmeni’nin bugün bile Kadıköy’le bağlantılı ama biraz “ayrıksı” bir havası olması, bu dönemdeki kapalı Yahudi yerleşkesinin mirası olarak görülebilir. Özellikle de Kuzguncuk yangınından sonra buraya ciddi bir Yahudi nüfus göçü oldu.

1839 Tanzimat Fermanı sonrası ticaret hızla arttı. İngilizler bölgeye akın etti ve Moda’yı “Moda” haline getirdiler. Hatta Moda için küçük bir İngiliz kolonisi bile denebilir. Fenerbahçe’de ise Fransızlar ve Belçikalılar yerleşti. Ermeni, Türk, Yahudi, İngiliz, Fransız… Kadıköy artık tam anlamıyla kozmopolit bir bölgeye dönüşmüştü. Bugün sıkça kullandığımız “Anadolu Yakası” tabiri de bu dönemde şekillendi. Anadolu Demiryolu hattının Haydarpaşa’da son bulmasıyla, burası Anadolu’dan gelenlerin varış noktası haline geldi. İlginç olan, “Asya Yakası” değil, “Anadolu Yakası” denmesi ve bu, demiryolunun getirdiği kültürel ve ticari bağlantının bir yansımasıydı.

19. yüzyılda vapur seferlerinin başlaması Kadıköy’ün çehresini tamamen değiştirdi. Vapur sayesinde burası bir cazibe merkezi haline geldi, nüfus hızla arttı. Seyrek konakların yerini giderek daha sık yerleşim aldı. Demiryolu inşasıyla birlikte Alman mühendisler, İtalyan ustalar, yabancı bürokratlar ve Anadolu’dan gelen işçiler buraya yerleşti. Kadıköy artık sadece yerel bir semt değil, uluslararası bir buluşma noktasıydı.

Refik Halit Karay, yüz yıl önceki Kadıköy’ü öyle bir tasvir eder ki bugün -yani yüz yıl sonra- bu tanım geçerliliğini koruyor diyebiliriz. “Sanki Kadıköy'ün suyundan içenin gözleri döner. Eğlenelim, keyiflenelim, hoş vakit geçirelim diye koşmaya başlar. Havasını soluyan mest olur. Aşk garam sevda diye sokaklara uğrar. Fakir ve zengin herkes ortak yalnız bir şey düşünür o da eğlence. Halk ömrünü tiyatro ile sinema ile, sazda, seyranda, düğünde, dernekte, güle eğlene, çılgın ve daima çakır keyif zevkinde geçirir. Sanki başka semtlerden Kadıköy'e taşınanlar ‘artık çok sıkıldık, çok bunaldık, biraz da eğlenelim fikriyle’ bu tarafa göç ederler ve bir eğlenceye gider gibi gönüllerinde ümit dolu ve öyle yeşerirler.”

Fenerbahçe ise bambaşka bir sahnedir. Cuma ve Pazar günleri konak arabaları, kira paytonları, tenteli çekçekler, trenlerle gelenler… Tozlu yollarda bir piyasa alanı kurulur; flörtler, bakışmalar, gizli tanışmalar havada uçuşur. Belvi Gazinosu’nda kent soyluları gelip geçenleri seyrederken, bahçelerde renk renk fenerler, bayraklar, balolar olur. Yahudi kadınları, Ermeni duduları, Levantenler ve Rumlar dans edenleri izlemek için can atar. Ahmet Rasim’in dediği gibi, envai çeşit fayton, çekçek, lando, kupa… Her biri Fenerbahçe’nin o zamanlar nasıl bir cazibe merkezi olduğunun kanıtı.

Hikayelerden biri: Jean Botter ve Anadolu Demiryolları’nda Bir Yol Ayrımı

19. yüzyılın sonlarında Kadıköy’ün gelişiminde en önemli etkenlerden biri tren yolu oldu. 1890’larda Moda bölgesi iyice dolmuş, inşaat yapılacak arsa kalmamıştı. Karşısındaki Fenerbahçe ise bomboştu; ancak oraya ulaşmak zordu. Kadıköy’den Fenerbahçe’ye tren gitmiyor, kara yolu da yetersizdi.

Bu noktada devreye padişahın terzisi Botter girdi. Bugünkü Botter Apartmanı’nı yaptıran bu kişi, Anadolu Demiryolları’na yol ayrımı hattı yapılması için izin aldı. Kızıltoprak ile Göztepe istasyonları arasında, bugün Fener Yolu olarak bilinen bölgede bir istasyon kuruldu. Buradan Fenerbahçe’ye yaz aylarında çalışan bir tren hattı çekildi. Kışın çalışmıyordu çünkü o dönemde Fenerbahçe’de sürekli oturan pek yoktu. Bu tren Haydarpaşa’ya gelenleri Fenerbahçe’ye ulaştırıyordu.

Bugün bile Hat Boyu Caddesi ismini bu hattın geçmişinden alır. Hattın istasyon binasından hatta Kadıköy Gazetesi yazıhanesi olarak da kullanılan binasından kalan kırıntılar hala durur ve mimarisi 19. yüzyıl İngiliz banliyö istasyonlarını andırır. Bu hat, bölgeye bir tür “banliyö yaşamı” getirmiştir.

Ve Pera yanıyor

Moda’nın İngilizler tarafından keşfedilmesi 1870 Pera yangını ile ilişkilidir. O büyük yangında Pera’da yaklaşık 5.000 bina kül oldu. İngiliz Elçiliği binası büyük bir bahçenin ortasında, çevresinden 50 metre uzakta olmasına rağmen sıcaktan içindeki her şey kavrulup yandı. Bu olaydan sonra İngiliz elçisi Moda’da ikamet etmeye başladı ve her gün İngiltere Sefareti’ne ait buharlı kayıkla işe gidip gelirken, Moda bir çekim merkezi haline geldi.

Benzer şekilde, Saint Joseph o zamanlar İstiklal Caddesi’nde. Saint Joseph papazları da yangın sonrası İstiklal Caddesi’nden ayrılarak Moda kenarında, bugün Fransız Erkek Lisesi’nin bulunduğu araziyi satın aldı ve ilk okullarını burada kurdu. Böylece Kadıköy, tren hattı ve buharlı gemi seferleri sayesinde kentsel altyapının bir parçası olarak, gelişmeye başladı.

Kadıköy hattındaki banliyö trenleri ilk başlarda üst kademe yöneticiler tarafından kullanılsa da zamanla cazibesini yitirdi. Çünkü bu hat, hem banliyö hem de şehirlerarası trenlere hizmet veriyordu ve demiryolu işletmeciliğinde şehirlerarası trenlerin “geçiş üstünlüğü” vardı. Örneğin Ankara treni İstanbul’a 10 dakika geç gelse, bütün banliyö trenleri beklerdi. Bu, yolcuların vapuru veya randevusunu kaçırmasına neden oluyordu. Ayrıca buharlı trenler kirli ve kromluydu ve bu da özellikle üst sınıf ve kadın yolcular için cazip değildi.

Kadıköy’ün gelişiminde Süreyya İlmen Paşa ailesi de çok önemli rol oynar. Süreyya Sineması ve Süreyya Plajı’nı yaptıran bu aile, Kadıköy’e tramvayı getiren özel şirketi de kurdu: Üsküdar-Kadıköy Halk Tramvay Şirketi. Bu belediye şirketi değil, özel bir girişimdi. Tramvay hattı hem Bağdat Caddesi’nin gelişmesini sağladı hem de Fenerbahçe’ye giden tren hattını yıl boyu çalışır hale getirdi. Böylece Kadıköy’den Moda’ya, Fenerbahçe’ye, Bostancı’ya tramvayla ulaşmak mümkün oldu.

Sonra 50’ler, 60’lar…

1950’lere kadar Kadıköy, Osmanlı üst bürokrasisinden emekli olmuş veya gözden düşmüş paşaların, bakanların inzivaya çekildiği bir yerdi. Hem şehre yakın, hem sakin, hem de ulaşımı kolaydı. 1960’lara kadar ise İstanbul’un varlıklı ailelerinin yazlık köşklerinin olduğu bölgeydi.

Kadıköy’ün kaderini değiştiren olaylardan biri de 1973’te Boğaziçi Köprüsü’nün açılmasıydı, bu durumun ardından Kadıköy sayfiye olmaktan çıkıp arabayla 10 dakikada Taksim’e ulaşabilen bir merkez oldu. O dönemde trafik de az olduğundan, şahane bir yaşam alanıydı. Ancak zamanla, trafik artınca Kadıköy “yatakhane kenti”ne dönüştü; iş yerlerinin olmadığı sadece konaklama için kullanılan bir yer... Sonra da, daha yüksek binalara izin verildiğinde büyük bir inşaat furyası başladı. Bu sırada Moda koruma kuralları çıkınca Moda kendini bundan biraz korudu fakat Fenerbahçe, Bağdat Caddesi inşaat alanına dönüşmüştü. 

Bugünse,

Marmaray ve metro hatları Kadıköy’e erişimi tüm İstanbul’dan mümkün kılınca, özellikle gençler hafta sonlarını burada geçirmeye başladı. Kadıköy çarşısı artık sadece bir alışveriş yeri değil, bistrolar, kafeler, barlar bölgesi haline geldi.

Yakın zamanda Söğütlüçeşme İstasyonunun AVM’ye dönüşmesi, Bahariye ve çevresindeki küçük esnafı tehdit eden bir dönüşümün fitilini ateşledi. Bu değişim yavaş ilerlese de, kaçınılmaz olarak bölgenin mekansal yapısının tamamen değişeceği öngörülüyor.

Ayrıca, Kadıköy’ün en eski semtlerinden biri de Yeldeğirmeni. 

Uzun yıllar boyunca “önemsiz ve marjinal” olarak görülen, kenarda köşede kalmış bir mahalleydi. Ancak özellikle son yıllarda yaşanan dönüşüm, burayı adeta bambaşka bir merkeze dönüştürdü. Artık Yeldeğirmeni, gençlerin buluştuğu, sanat atölyelerinin açıldığı, etkinliklerin düzenlendiği, kafe ve kültür mekanlarının sıralandığı bir yer. Airbnb evleriyle kısa süreli konaklamanın merkezi haline gelmiş durumda. Paris kafelerini andıran bir sosyal yaşam oluştu ve bu hızlı değişim, Kadıköy’ün genel dönüşümünün en çarpıcı örneklerinden biri.

Ancak Yeldeğirmeni’nin hikayesi tek boyutlu değil. Semtin hemen kenarında, Türkiye’ye çalışmak için gelmiş göçmenlerin oluşturduğu bambaşka bir yaşam alanı var. Bunun yanı sıra, Yeldeğirmeni’nin diğer tarafında pavyonların yer aldığı, gece hayatının farklı bir yüzünü temsil eden bir alan da bulunuyor. Genç sanat ve kültür ortamı, göçmen işçi mahallesi ve pavyonların gece hayatı Yeldeğirmeni’nde yan yana var oluyor. Üstelik bu katmanlar her an değişiyor, dönüşüyor.

Kadıköy’ün bu çeşitliliğini anlamak, bir doktorun tomografi filminden bir bedenin geçmişini okumasına benziyor. Semtin kozmopolit yapısı, farklı yaşam tarzlarının yan yana gelişiyle şehir tarihini gözler önüne seriyor. Burada kuşaklar üst üste binmiş durumda ve bu iç içelik, neredeyse sinematografik bir hikaye yaratıyor. Tıpkı “Roma” filmi gibi, geçmişle bugünün aynı karede var olduğu bir sahne.

Tüm bu nedenlerde bir şehrin tarihini anlamak için sadece ikonik mekanlara mesela Yerebatan Sarayı, Topkapı Sarayı, Pera sokaklarına bakmak yetmez.Çeperdeki mahallelere, insanların gerçekten yaşadığı yerlere gitmek gerekir. Kadıköy bu anlamda bitmemiş, anlatılmamış, yazılmamış bir kitap gibi.

Kadıköy’ün hikayesini yazanlardan biri de doktor Müfit Ektal’dı. Fenerbahçe’de yaşayan, evlere çağrılan bir doktor olarak semtin hemen her evine girmiş, insanlarını tanımıştı. Bu birikimle “Kadıköy Sokakları” ve “Kadıköy Konakları” gibi eserler ortaya koydu. Onun çalışmaları, Reşad Ekrem Koçu’nun şehir tarihine yaklaşımına benzer şekilde, Kadıköy’ün gayriresmi tarihçisi olmasını sağladı.

Elbette Kadıköy yalnızca tarihiyle değil, bugün gençlerin yaşadığı deneyimlediği başka bir alan da var. Fikirtepe, Hasanpaşa, Erenköy, Bostancı gibi semtler, her biri farklı yerel deneyimlere sahip. 

Özellikle 80’ler ve 90’larda ortaya çıkan “Kadıköy Sound” kavramı, semtin müzik kültürünü tanımlamak için kullanıldı. Kesme Şeker grubunun solisti Cenk Taner bu tabiri benimsese de, Karga Bar’ın sahibi ve müzisyen Tayfun Polat farklı düşünüyor: Ona göre Kadıköy, Manchester Sound ya da Motown gibi belirli bir müzikal ortaklık üzerinden tanımlanamaz. Daha çok “Kadıköy stili”nden söz edilebilir. Bu stil, mekanları ve dinleyicileriyle birlikte şekilleniyor. Alternatif rock, punk gibi ana akımın dışında kalan türler burada kendine yer buluyor. İzleyici kitlesi, mekanlara bağlı, sadık ve kendi sahnesini yaratıyor. Kadıköy’ün mekanlarıözellikle Karga Bar Türkiye rock ve eğlence tarihinde özel bir yer edinmiş durumda. Bu tür mekanlar, semtin müzikal hafızasının canlı tanıkları.

Kadıköy’ü anlamak için belki de bu mekanların, bu sahnelerin ve bu katmanların hepsine birlikte bakmak gerekiyor. Çünkü bu semt, hem geçmişin hem bugünün hem de alternatif kültürün kesiştiği, hâlen yazılmakta olan bir hikaye.