90’lardan Günümüze Sakatlık Çalışmaları

-
Aa
+
a
a
a

Sakat Muhabbet’te Alper Tolga Akkuş, sakatlık çalışmaları alanının önde gelen isimleri Sibel Yardımcı ve Bülent Küçükaslan ile bir araya gelerek “Sakatlık Çalışmaları: Sosyal Bilimlerden Bakmak” ve Beyond İstanbul’un “Mekânda Adalet ve Sakatlık” sayısı üzerinden 90’lardan bugüne Türkiye’de sakatlık çalışmalarının gelişimini ele alıyor.

""

Alper Tolga Akkuş: Merhaba. Apaçık Radyo'ya, Sakat Muhabbet’e; sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifine hoşgeldiniz. Ben Alper Tolga Akkuş, bugün 5 Kasım 2025 Çarşamba. Bu hafta konuklarım Sibel Yardımcı ve Bülent Küçükaslan.

Sakat Muhabbet 3 Yaşında

A.T.A.: Benim için çok özel bir bölüm olacak bu hafta. Hem konuklarım, bu iki değerli isim, hem de aslında bu hafta ve gelecek hafta Sakat Muhabbet'in 3. doğum gününü kutluyoruz.

Sakat Muhabbet üç sene önce, 8 Kasım 2022 Salı günü başlamıştı. Apaçık Radyo’nun o zaman adı Açık Radyo’ydu. Önce 15 günde bir Salı günleriydi, sonra 15 günde bir Çarşamba günleri oldu. Son bir yıldır ise her Çarşamba oldu Sakat Muhabbet ve bu serüven devam ediyor hala.

Bu hafta konuklarım, özel isimler dediğim gibi; Sibel Yardımcı'yı bu alanı çalışan akademisyenler bilirler ki 90'lı yıllardan beri ismini ben de duyarım Sibel Hanım’ın. Açıkçası ben kendisini konuk almadım şimdiye kadar çünkü kendimi o kadar ehil görmemiştim. Ama en son Sevcan Tiftik'i konuk aldım bir ay önce ve Sevcan'a demiştim ki, “Sibel Hoca'yı, Dikmen Hoca'yı ve diğer hocayı konu kalsak olur mu?”. “Sibel Hocanın bende iletişimi var” demişti Sevcan ve kendisinin mailini verdi. Ben de Sibel Hoca ile yazıştım ve hemen döndü sağolsun. “Bülent de gelse olur mu?” dedi ve ben de “Olmaz mı?” dedim. 

Bülent'i de özlemiştim zaten ve Bülent ile de 3. bölümüydü galiba Sakat Muhabbet’in, o zaman konuk almış, ‘Sakat Politik’ diye bir konu konuşmuştuk onunla. Bu haftaki konuşacaklarımızın bir benzeri aslında biraz da.

Sibel hocam, Bülent hoşgeldiniz. Nasılsınız, iyi misiniz?

Sibel Yardımcı: Çok teşekkürler, sağolun. 

Bülent Küçükaslan: Merhabalar Alper.

S.Y.: Ben de Sibel olmak istiyorum, ‘Sibel Hocam’a hiç gerek yok, böyle devam edebiliriz.

A.T.A.: Tamam, Sibel diyelim o zaman biz. Ben de öyle tercih ederim ama hoca demek dinleyenler açısından daha bir hoca konuşuyor gibisinden oluyor Biraz tuhaf bir şey ama öyle bir etkisi de var gerçekten de.

Benim ilk sorum var, Bülent biliyor zaten, Sibel. Bak, Sibel dedim, diyebildim şimdi, olacak galiba.

S.Y.: Teşekkür ederim.

A.T.A.: Bu cevabı da önce Sibel'den sonra Bülent'ten rica edeceğim. Siz kimsiniz? Bugüne kadar neler yaptınız ve sakatlığınız var ise bunu da bize açıklar mısınız lütfen?

S.Y.: Ben mi başlayayım? Teşekkür ederim. Önce nice mutlu yıllara, umarım daha yüzlerce bölüm sizi dinleme şansımız olur.

Ben Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde 2004 yılından beri ders veriyorum. Bu kapsamda başka şeylerde de çalıştım ama özellikle bu konuyla ilgili olarak, beden ve nüfus politikaları üzerine çalıştım bir dönem.

Sonra siz de demin de adını zikrettiniz; Dikmenin teklifiyle, yol göstermesiyle ve arkadaşlığıyla sakatlık çalışmaları alanına merak sardım. Bu alanda pek çok okuma yaptık. Belki birazdan bunlardan da bahsetmek mümkün olur ama benim için çok öğretici bir süreçti, onu söyleyebilirim.

Herhangi bir sakatlığım yok, sorunuza da cevap vermiş olayım ve hemen sözü Bülent'e bırakayım.

B.K.: Merhaba, ben de 1999'dan bu yana omurilik felci sonucu tekerlekli sandalye kullanıyorum. 1999 oldukça eski bir tarih, 26 sene oldu. Bayağı eski gerçekten ve o dönemde Türkiye'de sakatlıkla ilgili paylaşım yapılacak alanlar, mecralar yeni yeni doğmaya başlamıştı. Ben de o zamanlar engelliler.biz sitesini kurmuştum. Kuruş o kuruş, 2003 Ocak ayından beri hem site yayında, hem de etrafında belli bir kitle oluştu. Onunla beraber hala devam ediyoruz.

Gerçi son yıllarda oldukça uzak kalmış sayıyorum kendimi bu sakatlık çalışmalarından, aktivistlikten ama yine de tabii kendimi tanımladığım birincil alan da bu doğrusu.

A.T.A.: Peki, Bülent neden uzaklaştın? Onun özel bir nedeni yoksa alalım mı? Bu alanla ilgili bir endişen mi var yoksa başka bir hayat gailesi mi?

B.K.: Yok, hani en çok neren acırsa canın oradadır derler ya Türkiye'de son yıllarda yaşanan şeyler sonrasında sakatlık mevzusu konuşmak biraz - bunu böyle düşündüğüm için, böyle olduğu için değil, kendim böyle düşündüğüm için söylüyorum - şımarıkça geliyor bana çünkü ülke benim görüşüme göre o kadar önemli bir yangın yeri ki... Açık Radyo bile artık Apaçık Radyo oldu, böyle bir durumdayız. Dolayısıyla bu konuları diğer şeylere bakmaktan konuşmaya takati kalmıyor insanın.

Her yer yıkılıp dağılmışken bizim de sakatlar olarak şöyle şöyle bilmem ne demek... Bunu doğru olduğu için demiyorum, bu bir hissiyatım olduğu için söylüyorum ve tek nedeni de bu.

Biraz da bir doğal bir hayal kırıklığı meselesi yani sakatlık alanında konuşup ettiğinde değdiğini düşündüğün, umduğun kitlenin senin düşündüklerine yaklaşmıyor olması biraz tabii üzücü, hayal kırıklığı yaratıcı bir şey. Bazen böyle olur, öyle diyelim. Bazen birazcık çekersin kendini, günü gelir tekrar dönersin. Bu çok normal bir şey.

A.T.A.: Nadastasın diyeyim ben. Şu an nadastasın ve nadastan sonra döneceksin diyeyim.

B.K.: Kendimi başka şeylere verdim. Bilmiyorum, iyi bir şey değil ama yani onu da biliyorum.

Hatta onun için inan Alper, bir sürü arkadaş ‘Abi gel röportaj yapalım’ diyor ama ben çıkmıyorum çünkü bu sinik bir hal. Bu iyi bir şey değil ve geçmesini de istemem başkasına.

Herkes kendi mecrasında, kendi istedikleriyle konuşuyor, ediyor. Ben araya girip de ‘Hiçbir şey olmaz buradan, hadi bırakalım’ demeyi doğru bulmuyorum doğrusu.

A.T.A.: Ben bu sakatlık mevzusunu Türkiye değil, dünya çapında düşündüğüm için  ‘Türkiye'de bu olmuş, dünyada bu olmuş’ diye bakmıyorum; evrensel bir yerden bakarak yapıyorum.

90’lı Yıllardan Bugüne Sakatlık Çalışmaları

A.T.A.: Ben bu haftanın, bu bölümün konusunu, temasını şöyle belirledim; ’90’lı Yıllardan Bugüne Sakatlık Çalışmaları’.

90'lı yıllardan 30-35 sene gibi bir şey var ve Türkiye'de de o yıllarda başladı galiba diyebiliyorum. Eskisi varsa da Sibel Hocam iletir zaten.

Böyle söyleyince ana tema anlamında ne geliyor aklınıza, ne dersiniz? 90'lardan bugüne onu açacağız zaten detaylı halini ama Sibel Hocam sizden alalım. Dünya ve Türkiye için 90'larda nasıldı ve bugün nasıl geçti bu süreç? 

S.Y.: Ben hemen Bülent'in söylediklerine bağlayarak belki buraya geçebilirim; bir yandan tabii çok iyi anlıyorum memleket yangın yeri dediğinde kastettiği şeyi ama bir yandan da her alandaki hak mücadeleleri birbirleriyle ilişkili aslında.

Bu mücadeleleri hem herhangi bir alanda güçlendirmek, hem de birbirine bağlamak bana hala çok önemli geliyor ama neden öyle söylediğini de anlıyorum çünkü bizim tanıştığımız dönem - zannediyorum bu 2005-2006 olabilir engelliler yasasının çıkması ve onun öncesinde ve sonraki sürece tekabül ediyordu. Gerçekten de bir hak mücadelesi ve ses yükseltme dönemi gibi şimdi geriye dönünce, bana öyle hissettiriyor.

Bunu niye söyledim? Çünkü aslında sakatlık çalışmaları çok büyük oranda bu alandaki aktivizmle ve hak mücadelesiyle birlikte büyüyen bir alan.

Türkiye'de 90'lar dedik ama dünyada 60'lara ve hatta biraz daha geriye, Vietnam Savaşı'na kadar gidiyor İngiltere'de ve Amerika'da özellikle. Çok güçlü bir ses çıkıyor bu dönemlerde ve aynı zamanda aslında birazdan şarkıyla ilgili takdim yapacağım ama Crip Camp diye bir belgesel var, ondan da söz edeceğiz. Orada da ele alındığı gibi, bu alandaki teorik çalışmaları veya kavramsal yenilikleri getiren kişiler aynı zamanda sıkı aktivistler ve öyle gelişiyor.

Türkiye biraz daha sosyal bilimler alanında bir çalışma alanı olarak çok daha geç geldiğini söyleyebilirim ama buradaki hak mücadelesi de daha eski yani 70'lerde de var ama tabii orada biraz sol çatısı altında kalmış ve biraz görünmezleşmiş olduğunu düşünüyorum.

Sizin de söz ettiğiniz, belki Dikmen'le birlikte hazırladığımız kitap biraz bu alandaki temel tartışmaları Türkiye'deki Türkçe okuyabilen okuyucuya takdim etmeye yönelikti. O zaman Dikmen Bezmez ve Yıldırım Şentürk'le birlikte bu Türkiye'deki sakat hareketi konusunda kapsamlı bir araştırma yapıyorduk ve onun bir yan ürünü gibi hazırlandı çünkü şunu fark ettik; İngilizce çok kaynak var bu meseleyi bir trajedi gibi, bir felaket gibi ya da tıbbi bir mesele gibi, bir tedavi konusu gibi ele almayan ama gerçekten yeri geldiğinde bir kimlik politikası, yeri geldiğinde bir hak talebi gibi ortaya koyan pek çok çalışma var. Bunları Türkçe'de bulmak zor. O zaman öyle bir derleme yapalım ki o alandaki temel tartışmaları buraya taşımış olalım diye düşündük.

Zannediyorum, biraz tekrar etmiş oldum ama sosyal bilimler içerisinde ki başka alanlar da var aynı zamanda yani mesela şu anda İstanbul Üniversitesi'nde Resa Hoca'nın da yüksek lisans doktora tezleri seviyesinde sürdürdüğü bir takım çalışmalar var. Bir ara Boğaziçi Üniversitesi'nde Sosyal Politika Forumu çerçevesinde vardı. Mümkün olduğu kadar aklıma gelen isimleri de zikretmek istiyorum, öteki türlü ayıp oluyor çünkü gerçekten pek çok çalışma da var. Sosyal Bilimler, Sosyoloji Bölümü içerisinde bu yaptığımız katkıyı önemli buluyorum.

Sevcan dediniz siz az önce ki Ekin Aydın da zannediyorum konuk oldu. Ekin gibi, Sevcan gibi...

A.T.A.: İki defa konuk oldu Sevcan da, Ekin de.

S.Y.: İkisi de bizim bölümümüzde. Sevcan doktorasını tamamladı, Ekin ise devam ediyor.

Bu alanda da daha eleştirel bir perspektiften sakatlık meselesine bakan çalışmalar yapılmaya başlandı ama şundan etkileniyor bence gerçekten; Bülentlerle tanıştığımız, birbirimizden öğrendiğimiz, en çok bizim Bülent'ten ve arkadaşlarımızdan öğrendiğimiz o hak mücadelesinin kuvvetli olduğu dönemde daha büyük bir akademik ilgi de vardı diye düşünüyorum yani biraz bu hak tartışmasıyla akademik ilgi belki her alanda ki özellikle bu alanda da çok el ele gidiyor gibi geliyor bana.

B.K.: Belki şey diyebiliriz ki ben hep şöyle bakıyorum; sakatlık bir şekilde güçsüzlük toplumda, bir şekilde daha çok çaba sarf etmesi gereken, toplumsal eşitsizliklerden...

A.T.A.: Algısı öyle.

B.K.: Evet. Daha toplumsal eşitsizliklerden her zaman daha çok mağdur olabilen, bu riski her zaman daha çok taşıyan bir kitle. Refah düzeyi dediğimiz şey, ne kadar artarsa, özgürlük alanı ne kadar artarsa olası ezilme riski bulunan sakat camiası o kadar rahat ediyor.

Hatırlayalım o dönemleri; belki şimdi tarihsel olarak bilmiyorum ama biz ABD’de desavaştan sonra, Türkiye'de de büyük depremler, ekonomik krizler vs. sonrasında oluşan bir refah döneminde daha çok görünür olduk. Bu konulara daha çok merak salabildi akademisyenler, öyle söyleyelim.

Dönem kendini biraz uygun bir ortama getirmeli ki bu alanlar yeniden hareketlensin. Biz ne zaman ki yeniden insanlar akşam ne yiyeceğini düşünmez hale gelir görece ya da tam tersi aslında ya da bu söylediğimin tam tersi artık nefes alamaz hale gelir, hiçbir şey yapamaz o kadar kötü bir hale gelir o zaman yeniden iki uç olmasına rağmen bence aynı yere çıkar. Yeniden sakatlık çalışmaları ya da sakatlık aktivizmi ön plana çıkar diye düşünüyorum.

A.T.A.: Şimdi müzik arasının tüyosunu verdi Sibel Hocam, araya girecekti ama müzikten sonra yapalım çünkü ortalara geldik.

Müzik paylaşıyoruz ve konuğa soruyorum ben. Ne dinleyelim? Sibel senden alalım, hangi parçayı dinliyoruz?

S.Y.: Söyleyeyim mi ben? Evet. Şimdi Crip Camp: A Disability Revolution (Bir Engelli Devrimi) çok şahane bir belgesel, izlemeyenlere de öneriyorum. Zannediyorum hem Netflix'te, hem YouTube'da izlenebiliyor

Bir dönem ABD’de aslında bugün hayli önemli isimler, çok bilinen sakat aktivistlerin gencecikken bir araya geldikleri bir kamptaki deneyimi anlatan bir belgesel. Biz onun müziğinden bir şarkı seçtik; Buffalo Springfield'in “For What It's Worth”.

A.T.A.:Sakat Muhabbet devam ediyor. Bu hafta konuklarımız Sibel Yardımcı ve Bülent Küçükaslan.

Sibel Yardımcı, Dikmen Bezmez, Yıldırım Şentürk'ün 2011'de, Kasım ayında, tam 14 sene önce yayınlanan bir kitapları var, derleme kitabı: Sakalık Çalışmaları: Sosyal Bilimlerden Bakmak.

Sakalık Çalışmaları: Sosyal Bilimlerden Bakmak

A.T.A.: Aslında bu kitap, tüm dünyadaki bu akademik alanın yazılarını derleyen bir kitap. Kitap nasıl ortaya çıktı, nasıl düşündünüz?

S.Y.: O biraz gerçekten bu temel tartışmaları Türkçeye aktarabilmek kaygısıyla oluşmuş bir kitaptı yani bu sosyal bilimlerden bakmak başlığı üzerine belki bir kelime daha söyleyebilirim. 

Az önce Bülent de söyledi sakat kişiler daha güçsüz görülüyorlar vs. , bunun şöyle bir boyutu var; sakatlık insanın bedenine, biraz kaderine özgü bir şey gibi görülüyor. Yoksulluk çok zaman normalleşen bir şey değil yani böyledir ama değiştirilebilir, savaşılabilir toplumsal olarak diye düşünülüyor. Oysa ki sakatlığın toplumsal boyutu genellikle göz ardı ediliyor yani onu yaşayan kişinin deneyimi, felaketi, eksikliği öyle görülüyor.

Sosyal bilimlerin sosyal model denen şeyle birlikte yaptığı bence önemli müdahale şu; 
bunu toplumsallaştırmak, o deneyimde eğer bir hakikaten zorluk, bir güçlük var ise - yok anlamında söylemiyorum - bu zorluğun kişinin kendi bedeninden ziyade onu çevreleyen toplumsal yapılanmalar içerisinde onlardan kaynaklanıyor olduğunu göstermek. Aslında sakatlık yerine sağlamcılığı koymak ve sağlamcılığı bir ayrımcılık biçimi olarak tarif etmek. Bu bana çok önemli görünüyor çünkü o zaman gerçekten bunu yeniden bir toplumsal mücadele meselesi haline getiriyoruz ve sakat kişiyi, ‘Aman işte senin başına bu felaket geldi, hadi başının çaresine bak’ veya illa uzmanlık yani doktorların uzmanlığı çerçevesinde ele alınan bir şey olmaktan çıkarıyoruz. Bu bana gerçekten önemli görünüyor. O kitapta da bizim yapmaya çalıştığımız şey biraz bu vurguları olan metinleri bir araya getirmekti.

B.K.: Kitapla ilgili ben şunu söylemek isterim; kitabın çıkması bende şöyle bir etki yaratmıştı. Biz hepimiz, sen de Alper, ben de sakat olmanın yol açtığı her şeyi birebir yaşıyorsun ve birebir mücadelesini veriyorsun. Evet, yan yana geldiğin zaman birileriyle ne kadar benzer hayatlar yaşadığını görüyorsun, çıkış yollarını beraber arıyorsun vs. ama bu tür kitaplar, teorisini de ortaya koyan yayınlar olduğunda bunun bütün dünyanın her yerinde aynı bir karşılığı olduğunu bilmek ve oradaki mücadele yollarına henüz senin varmadığın noktaya varmış mücadele yollarını görmek, seçeneklerini görmek önceden bana çok heyecan verici gelmişti.

Analım, geçen sene vefat etti canımız Gökhan İrfanoğlu. Mesela onun bu Sakatlık Çalışmaları kitabı çıkmadan evvel Sakatlık Çalışmaları blogu vardı ve hala da duruyordur, yayında. Mesela orada çeviriler yapıyordu ve ben onu okuduğumda inanılmaz heyecanlanmıştım. İlk okumalarım oydu ve bana çok öğretici gelmişti bu. Yaptığımız şeyi dünyanın dört bir tarafında bir sürü alanda yapan bir sürü bizim gibi arkadaş vardı, sakatlık çalışmalarında bu ilkti. Gökhan'ın çevirileri, Sibel'lerin, Dikmenler'in çalışmaları derken bunlar insanı daha iyi hissettiriyor yani daha internasyonel bir şey. Yaşadığın şey, sokakta geçen Hamdi'nin sana omuz atması değil; gayet de sistematize edilmiş bir ayrımcılıktan bahsediyoruz. Mücadele yolları da belli. Ben o kitabı aşırı aşırı aşırı önemsemiştim.

Hatta TÜYAP'da bir toplantıyla lansmanını yapmıştık. Fotoğrafları da çok hoş. Fotoğraflarına da yıllar sonra önüme düşmüştü, görmüştüm, çok mutlu olmuştum.

S. Y.: Gençtik o zaman değil mi?

B.K.: Çok güzeldi, çok çok gençtik. Biraz bu kamp, doğrusu ABD’deki kampa benzer bir hissiyatla bakmıştım. Çok eski gelmişti gözüme. Ben önemsemiştim ki hak ettiği kıymeti de alıyor, bakmayın yani belki sokaktaki herkes bulup okuyamıyor ama okuyan herkesin zihnini açan, ufku açan bir yayın oldu. Çok kıymetlidir.

S.Y.: Teşekkür ederiz. Vaktiniz varsa Bülent'in söylediğine ben bir şey ekleyebilir miyim? Zaten sadece burada değil, dünyanın başka yerlerinde de yaşanan bir şey, o ortaklığı görmek önemli ama aynı zamanda farkı da görmek bence önemli. Evet, gerekli yasal düzenlemeler yapıldığında, çevre gerektiği şekilde düzenlendiğinde veya eğitim sistemi öğrencinin ihtiyaçlarına göre uyarlandığında bu deneyim başka türlü bir deneyim de olabilir. Dolayısıyla başka yerlerden öğrenmek hem bir tür ortaklığı bize gösterdiği için, hem de farklılığı gösterdiği için de önemli. Başka yerlerden de bu anlamda öğrenecek çok şey olduğunu düşünüyorum ben.

Bir de terimlerle ilgili de izniniz olursa kısa bir şey söyleyeyim; ‘Sakat’, ‘Engelli’ konusu da mesela çok konuşulan bir şey yani buna ne demek gerekir? Bunun bence bir doğrusu yok çünkü bu tür deneyimlerin nasıl adlandırılacağı kelime ile deneyim arasındaki birebir mütekabiliyetten değil, aslında o kavramın kullanımı üzerine verilen mücadeleden kaynaklanıyor. İngilizce'deki ‘impairment’, ‘disability’ arasındaki fark birdenbire ortaya çıkmadı; tam da bu alandaki hem kuramcıların, hem de aktivistlerin mücadeleleriyle ortaya çıktı ve şekillendi ve mesela biz burada onu nasıl çevirelim sorusunu çok düşündük. Sağlamcılığı da düşündük elbette ama özellikle sakatlığı çok düşündük yani disability neyle karşılanmalı acaba bu çeviride dedik. Özürlü pek kullanılmıyordu zaten ama engelli ve sakat kullanılıyordu ve hala da kullanılıyor biliyorsunuz.

Biz o zaman şunu esas aldık; gerçekten, Bülent de dahil olmak üzere, görüştüğümüz görüşmecilerden, bu konuda bize yol gösteren kişilerden, hangisi bir hak mücadelesinin adı olarak sahiplenildiyse onu almayı tercih ettik.

Mekanda Adalet ve Sakatlık

A.T.A.: Şimdi başka bir yayına getireceğim sözü ve 2017 yılına geliyoruz.

Mekanda Adalet Derneği'nin ‘Beyond İstanbul’ yayını vardır ve ilk sayısı da aslında. Editörü Sibel Hocam, bir yazarı da Bülent aslında. Bu arada o derneğin Sakat Muhabbet’e de şöyle bir katkısı var; 2022 Eylül'ünde ben orada bir atölyeye Sakat Muhabbet projemle katılmıştım. Beyond İstanbul’un ilk sayısı bir de ve çok faydalı bir dergi. Hala okurum arada sırada o bölümlerini.

Beyond İstanbul'a dair önce Bülent'ten bu sefer sözü alarak başlayalım. Ne dersin Bülent?

B.K.: Ya çok güzeldi. Orada da çok güzel bir hikayecik yazmıştım. Hala da hoşuma gider biraz da kendi hayatımı içerdiği için. Çok hoşuma giderek yazdığım kısacık bir öykücük gibi bir şeydi o. Mesela bence çok umut verici bir yayındı çünkü insan dediğimiz şey küçücük bir şey ve aslında duygularınla beraber, ani reflekslerinle bazen daha iyi hissedersin, bazen ise daha kötü hissedersin ama bu iş kurumsal hale geldiğinde yani birileri toplu halde bir şeyle uğraştığını gördüğünde o acayip iyi oluyor çünkü o bu sefer sana kenarda durup nefeslenme fırsatı veren bir şey. Biliyorsun ki alanda senin arkanda seninle beraber yüzlerce insan daha çalışıyor. 

Sen de mesela bunlardan birisin benim açımdan. Ben üç-dört senedir hiçbir şeyle ilgilenmiyorum ama Alper Sakat Muhabbet’i yapıyor, öbürü Beyond İstanbul'u çıkarıyor, Sibel orada bilmem ne yapıyor. Küçük küçük, bir koca ateş söner ama birkaç noktasından kor olur ya, alttan alttan yanar - bende bu hissi yapıyor bu ve o dergi de öyleydi benim için.

O dönemde yine benim için işlerin zor, biraz sinik olduğum zamanlarda onu görmek de beni çok mutlu etmişti. Bir sürü insan elinde davullarla, zurnalarla bu dergiyi çıkarttılar. Çok çok güzel bir dergidir, içinde çok iyi makaleler de var. Çok severek hem yazmış hem de okumuştum o dergiyi.

A.T.A.: Sibel, sen ne söylersin dergi hakkında?

S.Y.: Bilmiyorum, ben de katılıyorum Bülent'in söylediği şeylere.

Biraz tabii kitaba oranla daha okuma kolaylığı da var bence. Daha gündelik dilde, daha sohbete yakın, bir de birbirinden farklı türde yazılar var, hikayecikler var, daha teorik tartışmalar var, daha o günün siyasetine dair tartışmalar var. Oradaki arkadaşlarımıza da tekrar buradan selam göndermiş olalım davetleri için, teşekkür edelim.

A.T.A.: Günümüze gelelim. Günümüzdeki durumu nasıl görüyorsunuz? Bülent, seninle başlayalım istersen.

B.K.: Ben popüler şeyleri sevmeyen bir insan olduğum için bana daha değen şeyleri seviyorum yani ben seninle yan yana gelmemiş olsam, seninle muhabbet etmemiş olsam benim için bu programın anlamı başka olurdu ama seninle yan yana gelmek yani sahicileştirmek işi işi bambaşka bir hal yapıyor.

YouTuberlık ya da bu tür aniden parlayıp sönen şeyler ya da onun yüz binlerce takipçisi olması ya da milyonlarca takipçisi olması hiç umurumda da değil açıkçası. Bu tür şeyler bana çok kof geliyor ama bu sahicilik başka bir şey. Ben popülerlikten uzak kalınması gerektiğini düşünenlerdenim, çok dikkate almayı da istemem. Ben birebir, yüz yüze Alper'le karşılıklı oturup konuşup, bağırıp çağırıp bir şeyler yapmayı daha kalıcı ve gerçek çözüm sayarım.

A.T.A.: Sibel?

S.Y.: Ben o kadar karamsar değilim açıkçası çünkü zannediyorum ki daha genç insanlar, yeni kuşaklar bilgiyi üretmenin, dolaştırmanın başka yollarını buluyorlar ve onların peşinden gidiyorlar. Dolayısıyla bize değmeyen bazı şeyler onlara değiyor hakikaten. Bu dolaşıma girmesini de şu açıdan önemli buluyorum; büyümekte olan bir çocuk, yakınında tekerlekli sandalyede birini gördüğünde, görmeyen birini gördüğünde, duymayan birini gördüğünde, bunu bir tür istisna gibi değil de gerçekten gündelik hayatının parçası gibi kavrıyor ve bu ileride olabilecek bir tür ayrımcılığın önünde engel bence.

B.K.: Ama gördüğünde değil mi Sibelciğim?

S.Y.: Gördüğünde, evet.

B.K.: Ama çok sanal olduğunda bir anlam ifade etmiyor.

S.Y.: Evet, belki de haklısın ve ben de şöyle düşünüyorum; sen mesela bu halimize de yanyanalık diyorsun ki ben de diyorum ama bizden sonraki kuşaklar için yanyanalığın daha bambaşka biçimleri de olabilir.

B.K.: Doğru.

A.T.A.: Son kısma geldik artık ve son sözlerinizi alayım ikinizin de. Önce Bülent, sonra Sibel. Çok sağolun konuk olduğunuz için.

B.K.: Hayatımda gördüğüm en zor günleri yaşıyoruz her açıdan. Devletin sakatlığa yaklaşımı, medikal malzemelerin temini, yollar, sokaklar, insanlar, her şey inanılmaz zor, inanılmaz kötü. İnsanlar bağırıp çağırıp kendi haklarını savunmak zorunda maalesef. İnşallah böyle şeyler olur, böyle şeyler görürüz. Hem ülkeyi biraz refaha çıkartır, rahatlatırız, hem de insanlar haklarını almak için gerçekten mücadele etmeye başlarlar.

S.Y.: Ben de tamamen katılıyorum. Çok zor günlerden geçiyoruz, her anlamda bir hak daralması yaşıyoruz, özgürlüklerin elimizden alındığını görüyoruz ve tabii ki bu alandaki durum da bundan etkileniyor. Bülent'in söylediklerine çok etkileyecek bir şeyim yok. Teşekkür ederiz bizi konuk ettiğiniz için.

A.T.A.: Rica ederim.

B.K.: Teşekkür ederim Alperciğim.

A.T.A.: Rica ederim her zaman. Sibel Yardımcı ve Bülent Küçükaslan idi bu hafta konuklarım ve 3. yaşımız 8 Kasım’da. Bu hafta ve gelecek hafta 3. yaş günü gibi oluyor aslında Sakat Muhabbet için. ‘Dünyanın bütün sakatları eğleşin’. Haftaya görüşmek üzere, hoşçakalın.

S.Y.: Çok teşekkürler.

B.K.: Teşekkür ederim.