Cenevre'de çöken Plastik Anlaşması

-
Aa
+
a
a
a

FİBA Yenilenebilir Enerji'nin sunduğu Açık Yeşil'de Ümit Şahin, Cenevre'de başarısızlıkla sonuçlanan - daha doğrusu çöken - Plastik Antlaşması görüşmelerinde yaşanan rezaletleri, toplantıları başından sonuna kadar yerinde izleyen Çukurova Üniversitesi'nden Prof. Dr. Sedat Gündoğdu ile konuşmaya devam ediyor.

""
Cenevre'de çöken Plastik Anlaşması
 

Cenevre'de çöken Plastik Anlaşması

podcast servisi: iTunes / RSS

Ümit Şahin:  Açık Yeşil başlıyor, ben Ümit Şahin. Bugün Ömer Madra yok ama bir konuğumuz var ve geçen haftadan devam ediyoruz aslında. Geçen haftaki programımızı dinleyenler hatırlayacaktır; Sedat Gündoğdu ile Cenevre'den bağlanarak konuşmuştuk. Bu hafta da geçen haftanın devamını yapıyoruz ve Çukurova Üniversitesi'nden Prof. Dr. Sedat Gündoğdu yine konuğumuz. Sedat merhaba.

Sedar Gündoğdu: Merhaba Ümit.

 

Ü.Ş.: Neden devam programı yapıyoruz? Onu da hemen söyleyeyim ki yine geçen hafta dinleyenler hatırlayacaktır. Uzatılmış Plastik Anlaşması görüşmeleri için 184 ülke Cenevre'de bir araya gelmişti ve biz de geçen haftaki Açık Yeşil'de bu müzakerelerin son iki gününde ne durumdayız, ülkelerin pozisyonları ne, bir anlaşma çıkacak mı çıkmayacak mı konularını konuşmuştuk ama maalesef geçen Cuma sabahı sanırım bu müzakereler en son çöktü yani herhangi bir plastik kirliliğini önleyecek anlaşmaya varamadı ülkeler. Neden böyle oldu? Hangi ülkeler bu sonuca yol açtı ve bundan sonra ne olacak? Şimdi Sedat ile bunu konuşacağız. Ben ilk soruyu direkt sorayım. Ne oldu Sedat? Niye çöktü görüşmeler?

S.G.: Evet yani aslında 11 gün süren, çok ciddi insanların emek sarfettiği, koşuşturduğu, tümü demeyeyim de delegasyon heyetlerinin büyük çoğunluğunun bir şeyleri görüştüğü ve önerilerde bulunduğu toplantı maalesef ABD ve Suudi Arabistan'ın plastik üretimine dair herhangi bir ifadenin yer almaması gerektiği, yasaklı kimyasalların olmaması gerektiğine dair ısrarları ve bu konudaki görüşmeyi tıkama çabaları sonucu INC'nin sekreteryası yani başkanlık ayın 15’inde - aslında son toplantının 14’ünde olması gerekiyordu - sabah saat 09:00’da masaya vurarak ertelendiğini ifade etti.

Ü.Ş.: Yine erteleme dediler yani.

S.G.: Evet yani adjourned dedikleri yaklaşım bu yani bu toplantıdan hiçbir sonuç çıkmaz, burada hiçbir anlaşmaya varlamadı, hiçbir şey kararlaştırılamaz demek.

Ü.Ş.: Hatta anladığım kadarıyla bir anlaşmaya varılamadığı gibi tartışılacak bir metin üzerinde bile anlaşılamamış değil mi?

S.G.: Evet, tekrar en son Kore'de, Busan'da sekretaryanın hazırladığı başkanlık metnine geri dönüldü yani biz 11 günü boşuna tartıştık.

Ü.Ş.: Peki o geri dönülen metinde plastik üretiminin kısıtlanmasına dair bir şey var mıydı?

S.G.: Tabii orada kısıtlı da olsa sonuçta bunlarla ilgili alternatiflerden bahsediliyordu yani yasaklı polimerler listesi bununla ilgili bir ek liste ya da ayrı bir metnin altına eklenecek bir liste ya da kimyasallar için sınıflandırma konulmasına dair bir opsiyon bulunuyordu yani bu görüşülecekti aslında ama daha Cenevre'deki toplantının ilk günlerinde bu anlaşmaya varılamamasına neden olan bu kırmızı çizgiler tırnak içerisinde de tekrar diretilince tabii ortaya heba edilen bir 11 gün çıktı.

Ü.Ş.: Yani şöyle mi anlamak lazım? Bu tür ek görüşmelere ne diyorlar? Aslında bu beşinci round'un tekrarıydı değil mi?

S.G.: Beşinci round'un ikinci oturumuydu.

Ü.Ş.: Aslında genelde böyle bir şey olduğunda üzerine bir şey konur ve bir sonraki aşamaya ertelense bile, başarısız olsa bile bir sonrakine bir şey eklenerek geçilir ama burada anladığım kadarıyla herhangi bir ilerleme sağlanmadı, doğru mu?

S.G.: Tabii daha geriye düşüldü. Normalde şimdi Kore'de, Busan'da sekreteryanın görüşülmek üzere sunduğu toplantıya, metne bakıyoruz. Buradan çok çok daha geriye düşülmesi neden olacak? Önerilerin yapıldığı dikkat çekiyor yani şimdi siz söyleyince tekrar açıp sekreterya ne demişti, başkanlık ne önermişti diye bakıyorum ve buradaki 1. maddeden 10. maddeye, 11. maddeye kadarki farklı alternatif metinlerin sadeleştirilip en optimal olan ve herkesin olur dediği ya da çoğunluğun olur dediği bir opsiyon oluşması gerekiyordu ama maalesef bunun yerine bu opsiyonların içine 500'e yakın parantez eklendi, virgül eklendi, kafa karıştırıcı ifadeler eklendi, metin daha da kalabalıklaştırıldı. Bu, anlamlı bir anlaşma metni ortaya çıkmasın diye yapılan bir yöntem ve ortaya kocaman bir metin çıktı. En sonunda baktık ki 13'ünde, daha doğrusu 12'sinde bir metin çıktı ortaya. Metnin içerisinde bütün paragraflar atılmış, bütün maddeler kısaltılmış. Sonuç olarak üretim kısıtlamasına dair, sağlık etkisine dair, küresel plastik çöp dolaşımına dair kısıtlamaların hiçbiri yok. Adil geçişle ilgili hiçbir şey belirtilmiyor yani tabiri caizse çıplak. Dağ fare doğurdu denilir ya aynı böyle bir durum ortaya çıktı. Dolayısıyla biz aslında ta Kenya'da, Nairobi'de, 2022'deki Birleşmiş Milletler Çevre Programı'nın yayınladığı ilk niyet yani böyle bir anlaşma imzalanmalı denilen niyet metninin bile gerisine düştük. Dolayısıyla anlaşılıyor ki ya da izlenim doğuruyor ki bu görüşmelerde bir metnin çıkmaması üzerine sanki bir araya gelinmiş ve buradaki tartışmaların hiçbirinden bir sonuç elde edilmemek üzere organize edilmiş çünkü şeffaf değil. Mesela bir gece boyunca kimsenin hiçbir bilgi alamadığı bir takım gizli görüşmelerle bir sonraki güne hazırlık yapıldı ve bir sonraki günde ortaya çıkan metin ile bir önceki metin arasında çok değerli bir değişiklik de yoktu. Bu da zaten çevre programının bu tür çok taraflı anlaşma görüşmeleri kapsamındaki mekanizmalarını da sorgulatır hale geldi.

Ü.Ş.: Peki başkanlığın bir yetersizliği ya da hatası var mı sence?

S.G.: Başkanlığın şöyle bir hatası vardı. Birincisi, genel oturumlarda konuşmaları iki dakika ile sınırladı. Temas gruplarında ise bunu yapmadı ve temas gruplarında bunu yapmadıkları için de mesela Suudi Arabistan söz alıp 5-10 dakika konuşarak bir buçuk saat sürmesi gereken toplantıyı üç saate kadar uzattı. Bu yıldırmalı bir ilişki ve dolayısıyla orada da eğer ki temas gruplarında da her ülkeye her konuşma esnasında bir süre kısıtlaması koysaydı metin bu kadar manipüle edilmeyebilir, sabote edilemeyebilirdi.

Ü.Ş.: Yani usul hataları da aslında bunun yollarını döşüyor.

S.G.: Kesinlikle. Şimdi şöyle düşün; 120 tane ülke var ve bu ülkelerin karşı çıktığı bir şeye sadece iki tane ülke 15'er dakika konuşarak kitliyor. Suudi Arabistan üç-dört farklı konuyu daha önce de konuşmuştuk ve bir de dezenformasyon, yanlış bilgi yayıyordu. Mesela plastiklerin üretilirken kirlilik yaratmadığına, üretilirken iklim krizine katkı sağlamadığına ya da plastiklerin kimyasallarının sağlık etkisi yarattığına dair bilgilerin yeterli düzeyde olmadığına dair, gerçekten uzaktan yakından ilgisi olmayan bilgiler sunabiliyordu ve başkanlık buna müdahale etmiyordu.

Ü.Ş.:The Guardian'ın bir haberinde Fransa'nın ekolojik dönüşüm bakanı Agnès Pannier-Runacher demiş ki, “Çok sinirliyim ve hayal kırıklığına uğradım. Bir avuç ülke kısa dönemli maddi çıkarları için bloke etti. Halbuki Avrupa ülkeleri elinden gelen her şeyi yaptı”. Doğru mu bu?

S.G.: Bence doğru değil, katılmıyorum. Avrupa, son günden bir önceki oturuma kadar o kadar düşük profil ile hareket etti ki… Hatta biz ‘salon erkeği’ benzetmesi yapıyorduk yani Avrupa Birliği için öyle bir cinsiyet tanımlaması da yapıldı yani gerçekten takım elbisesini giymiş gibi bir tavır sergiliyorlardı. Hiçbir şekilde kimseden bilgi almayan, talep etmeyen, doğru düzgün ve yüksek istekli koalisyonu kurarken söylediklerini o seviyede, o perdede ifade etmeyen bir tavır sergiliyorlardı ki o kuşa çevrilmiş taslak metin ortaya çıkınca o zaman ‘İşte bu doğru değil, bunu değiştirmemiz lazım’ dediler ama artık çok geçti.

 

Ü.Ş.: İngiltere'de aynı mı peki? Çünkü İngiltere'nin delegasyon başkanı Emma Hardy de benzer bir şey demiş, “Çok büyük hayal kırıklığına uğradım ama gururla söyleyebilirim ki biz müthiş bir çaba gösterdik”.

S.G.: Eğer öyle müthiş bir çaba gösterilseydi bugün bu sonucu konuşmuyorduk. Burada biraz tabi tribünlere oynama durumu da söz konusu.

Ü.Ş.: Evet, aslında bize şunu inandırmaya çalışıyorlar; ‘Biz her şeyi yaptık. mükemmel bir müzakere süreci yürüttük ama sadece üç tane ülke; ABD, Rusya ve Suudi Arabistan bunu tamamen bloke etti ve her şey çöktü.’ Yani bu kadar basit olması bana da çok gerçekçi gelmiyor doğrusu.

S.G.: Zaten gerçekçi değil ve bu kadar da basit bir şey değil. Oradayken aslında bir tane İngiliz gazeteciyle otururken konuştuğumuzda o da söylemişti, “Görüyor musun? Avrupa Birliği ve İngiltere, genel oturumlarında nasıl da yüksek perdeden konuşuyorlar çünkü burası kamuya açık”. Kamuoyuna konuşurken yüksek perdeden konuşuyorlar çünkü onun bir belirleyiciliği yok. Siz isterseniz orada plastik üretimini yasaklamayı savunuyoruz diyebilirsiniz ama iş temas gruplarına geldiğinde siz temas gruplarında en başta ilan ettiğiniz şeylerin arkasında sağlam bir şekilde durmazsanız; Suudi Arabistan'ın, Amerika'nın, Rusya'nın ve İran'ın müdahalelerine karşı yüksek perdeden ses çıkartmaz ve karşı durmazsanız o zaman her şeyi yapmamış oluyorsunuz. Mesela benim katıldığım temas grubu toplantılarında Suudilerin inanılmaz derecede söz alıp bloke etme girişimi vardı. Avrupa Birliği, böyle bir duruma, bu yönteme izin verilmesinin yanlış olduğunu bile söylemedi. Burada eğri oturup doğru konuşmak lazım. Bir elin parmaklarını geçmeyen Panama. Kolombiya, Bangladeş, Vanuatu, Tuvalu ve Palau gibi ülkeleri saymazsak bu dört ülkenin diğer 180 ülkenin genelindeki pozisyonları çok zayıftı yani son iki günde artık iş işten geçmişken kalkıp da ‘Vay efendim, biz bunu kabul etmiyoruz’ demenin de bir anlamı yoktu.

Ü.Ş.: Peki Çin ne durumdaydı?

S.G.: Daha önceki INC'lerden de hatırladığımız kadarıyla Çin’in burada bir kere finansal mekanizmaları desteklemek gibi bir niyeti vardı ama mesela katıldığımız çalışma grubunda Çin orada doğru düzgün söz almadı, sadece bir ya da iki kere söz aldı ve onlarda da daha çok düşük konuştu.

Ü.Ş.: Ama bloke de etmedi değil mi?

S.G.: Çin, Suudi Arabistan ve Amerika kadar çok aktif davranmadı, biraz stratejik davrandı ve herhalde buradan metin çıkmayacağını anlayınca da bu işin faturasının kendine kesilmesini önlemek için böyle bir şey planlamış olabilir çünkü daha ikinci günden özellikle benzer düşünen ülkelerin kırmızı çizgiler dayatması nedeniyle buradan bir anlaşma çıkmayacağı da yavaş yavaş kendini göstermeye başlamıştı. Bir de tabii bu mektup meselesi var biliyorsunuz.

Ü.Ş.: Evet, Trump'ın mektubunu diyorsun.

S.G.: Evet, Trump'ın mektubu meselesi.

Ü.Ş.: Peki en büyük plastik üreticisi hangi ülke?

S.G.: Çin.

Ü.Ş.: Çin değil mi?

S.G.: Ama petrol üreticisi değil Çin.

Ü.Ş.: Anladım yani ikinci üretici gibi bir şey oluyor.

S.G.: İkinci üretici ama en çok plastiği Çin üretiyor.

Ü.Ş.: Peki, biraz da bundan sonra ne olacak kısmına geçelim. Buradan senin yorumunu da soracağım ama şöyle yorumlar okudum mesela, bunlar olabilir mi sence? Yani bazıları anladığım kadarıyla diyorlar ki küresel bir anlaşma çıkmayacak madem, biz sadece bir grup ülke olarak bu petrol ülkeleri içimize almadan bir anlaşma yapalım. Böyle bir şey yapılırsa bu işe yarar mı? Bazı Avrupa ve Kuzey Yarımküre ülkeleri arasında sınırlı anlaşmalar vardı galiba değil mi? Yani o tarz bir anlaşma yapılır ise örneğin Suudi Arabistan falan hiç işin içine katılmasa, sadece tüketim yapan ülkeler anlaşma yapsa bu bir işe yarar mı ya da bunun gerçekçi bir yanı var mı?

S.G.: Oturduğumuz, gözlemci olduğumuz bölümde ortaya bir şey çıkmayınca yani bu kuş gibi metin çıkınca bu tartışılmaya başlandı. Öncelikle yanılmıyorsam kara mayınlarının temizlenmesiyle ilgili bir anlaşma var ve o da galiba Amerika'nın taraf olmadığı bir anlaşma.

Ü.Ş.: Amerika çoğu anlaşmaya taraf değil zaten.

S.G.: Orada birkaç güçlü ülke daha var. Onların haricinde destekleyen ülkeler bir araya gelip bir deklarasyon yayınladılar ve orada kara mayınlarının temizlenmesiyle ilgili bir anlaşma ortaya çıktı ama tabii herkes taraf olmadı buna. Kara mayınların da işe yaradı bu kısmen ya da sera gazı ama gerçi o sera gazı ile ilgili anlaşmada birçok ülke taraftı.

Ü.Ş.: Yani iklim anlaşmasıyla karşılaştırmak pek mümkün değil çünkü orada çerçeve sözleşmesine bütün ülkeler taraf ve Paris'e de neredeyse bütün ülkeler taraf. Dolayısıyla onunla belki karşılaştırılamaz ama bütün ülkelerin taraf olmadığı - Uluslararası Adalet Divanı'na da taraf değil bir sürü ülke mesela - bir anlaşma acaba yapılabilir mi?

S.G.: Öyle bir tartışma var, evet. Böyle bir söylenti, spekülasyon dolaşıyor.

Ü.Ş.: Ama şimdi şöyle bir problem var. Sence işe yarar mı bu?

S.G.: Yaramaz çünkü plastik üreten üretmeye devam edecek.

Ü.Ş.: Ama alıcı olmaz ise mesela bu tüketici ülkeler, örneğin Avrupa Birliği herhalde en büyük tüketicilerden biridir ya da Çin olumlu bir pozisyon alırsa işe yarama ihtimali yok mu?

S.G.: Çin şu anda biyoplastik meselesine çok yatırım yapan bir ülke ve dolayısıyla Çin eğer Amerika'nın, Suudiler'in olmadığı bir şeye taraf olursa o zaman büyük bir müşteri de kaybedebilir yani petrol üreten ülkeler büyük bir müşteri kaybedebilirler ve o zaman anlamlı olabilir ama şimdi orada da farklı şeyler var; özellikle de petrol kimya çünkü burada sadece plastikten bahsetmiyoruz yani bir de kocaman bir kimyasal endüstrisi var. Dolayısıyla bu kimyasal endüstrisi de önemli bir yükün hacmine sahip ve böyle bir anlaşmada da yine bu tartışmalar farklı bir boyut ile ortaya çıkacak. Kimyasalların hangilerinin listeye dahil edilip hangilerinin dahil edilmeyeceği konusu tartışıldığında, bir grup kimyasal listeye dahil edilip yasaklandığı takdirde eğer ki bu çok etkili ve çok yüksek miktarda kullanılan kimyasallardan değilse o zaman bu anlaşma yani hepsinin taraf olmadığı, sadece isteyenlerin taraf olduğu anlaşma çok anlamlı olmayabilir. Avrupalı şirketler de çok ciddi kimyasal üreticisi biliyorsunuz ve dolayısıyla bu ihtimal, bu opsiyon benim çok dışladığım bir opsiyon değil ama etki açısından biraz meselenin boyutunun küçümsenmesine ve artık geleceğe havale edilen bir pozisyona girilmesine de neden olabilir.

Ü.Ş.: Evet ama tabi şöyle bir şey var; mesela bir STK temsilcisi, ‘Bu çok taraflılığın yüzüne atılmış bir yumruktur’ gibi bir yorum yapmış ya da ‘Çok taraflığın çöküşüdür’ gibi bir yorum yapmış. Bu anlaşmanın başarısızlığa uğraması ki hakikaten çok taraflılık zaten iklim görüşmelerinde de bayağı bir zorlanıyor yıllardır. Eğer küresel olarak bir çok taraflılık mümkün değil ise bazı ülkelerin kendi aralarında ‘High Ambition Coalition’ gibi yani yüksek istekli ülke gruplarının belki bir tür kutup oluşturmaları ya da bir şey oluşturmaları mümkün olabilir. Bilmiyorum hayalci mi konuşuyorum?

S.G.: Tek kullanımlı Plastik Anlaşması olarak mı yapsaydık?

Ü.Ş.: Ben de aslında onu soracaktım. Tek kullanımlı plastiklere yönelik bu kadar tepki var mı ya da daha doğrusu koruyan var mı?

S.G.: Orası tartışılamadı çünkü şöyle bir durum var. Plastik üretiminin zaten %50’si tek kullanımlı ve bu anlaşmada da en çok yasaklanması veya üretiminin kısıtlanması istenen plastik kalemi de tek kullanımlı ve toplam plastik üretiminin %50’ye, %60’a yakını hatta belki daha fazlası polietilen, polipropilen ve çoğunlukla tek kullanımlıklarda kullanılan ambalajda kullanılan plastikler. Dolayısıyla yine kapı tek kullanımlık plastikler anlaşması olsa bile üretim azaltımına gelecek çünkü mesele o tek kullanımlık plastikler başka bir plastik polimer tipinden üretilmiyor yani en çok üretilen polimer tipi malzemeler. Dolayısıyla Plastik Anlaşmasında da aslında onların üretiminin kısıtlanması planlanıyordu yani zamana yayılmış bir kısıtlama stratejisi benzemesi planlanıyordu; polikarbonat. ya da polivinil klorür gibi daha tehlikeli, içerisinde çok fazla kimyasal kullanılmak zorunda olan plastiklerin üretiminin yasaklanması ilk etaptaydı çünkü üretim hacimleri çok yüksek değil bunların. Daha sonra da bunlara ek olarak zaman içerisinde tek kullanımlık bazı plastiklerin küresel olarak üretiminin yasaklanması gibi bir stratejide ilerlemesi planlanıyordu. Böyle bir şeye petrol üreten ülkeler taraf olmuyor. Çoğu plastik üretmiyor, mesela Irak sadece petrol satıyor, petrol kimya endüstrisi yok ve hatta işlenmiş yakıtı da başka ülkelerden geri alıyor yani bazı ülkelerin böyle pozisyonları var ve onlar mesela petrol kimyayla ilgili yasaklarda ‘Biz petrokimya üreticisi değiliz, bu bizi bağlamaz, dolaylı yoldan etkileniriz’ diyor ama şimdi Suudi Arabistan, Kuveyt, İran gibi ülkeler bu alanda genişlemek istiyorlar. Yani seninle bir önceki konuşmada da konuşmuştuk, onların böyle planları var. Dolayısıyla siz bir yandan tüketimi azaltacaksınız ama piyasaya bu plastikler sürülmeye devam ettiği müddetçe ve bu ülkelerin plastiğe alternatiflerin de pahalı olması, erişilemez hale gelmesi bu tür anlaşmaların tüm plastiklerin yaşam döngüsünü kapsaması gerektiği, zaruri olduğu.

Özetle şunu demeye çalışıyorum; ister tek kullanım Plastik Anlaşması değil, ister atık anlaşması değil, ister Plastik Anlaşması değil, en nihayetinde geleceğimiz nokta plastik üretiminin kısıtlanması olacak. Biz hatta bunu da düşündük; gerçekten atıklarla ilgili bir anlaşma olsa ama bir de gidip bir tane daha çağrı yapılsa ve onda da tek kullanım plastiklerle ilgili bir anlaşma yapılsa bu işin sonu yok ki o zaman yani mikroplastiklerle ilgili, mikroplastik 3D olsun, single-use plastik 3D olsun, waste 3D olsun toplamda 50 tane 3D olacak ve bu da çok taraflı anlaşmaların birbirleriyle kesişmesi, üst üste binmesi, çakışması demek. 

Ü.Ş.: Bu da işi epey sulandırır tabii. Son üç-dört dakikamız kaldı ve iki sorum kaldı aslında Sedat. Bir tanesi de tahmin edeceğin gibi, Türkiye'nin tepkisi ne oldu yani Türkiye ne dedi? Sonra da buradan nereye gitmek lazım diye senin fikrini soracağım. Nedir Türkiye'nin tepkisi?

S.G.: Türkiye zaten çok aktif bir tavır sergilememişti, pozisyon almamıştı. Destek vermesi gerekenlerin destek vermediğini görüyoruz. Türkiye sonrasında da bunun yayınlanmamasına dair çok yüksek bir tepki göstermedi, ben duymadım, okumadım da. Avrupa Birliği'nin, İngiltere'nin ya da Fransa'nın temsilcilerinin yaptığı gibi ‘Bu bir hayal kırıklığıdır, bu bir skandaldır’ gibi bir açıklama yapmadı. Zaten Türkiye, anlaşmanın çıkıp çıkmaması konusunda o kadar aktif bir ülke değildi yani böyle bir şey söylemesi de beklenen bir tavır değil.

Ü.Ş.: Peki son soru olarak burada nereye gideceğiz yani artık tıkandı mı, plastik kirliliğini önlemenin imkanı kalmadı mı? Bir de şunu ekleyeceğim bu soruya; biz seninle açıkçası bu sene üçüncü kez bir araya geldik. Önce Açık Gazete'de ve sonra da Açık Yeşil'de konuştuk yani epey önemli bir konu olduğunu düşünüyoruz ama Türkiye'de basın/medya hiç ilgilenmiyor gibi görünüyor - Plastik Anlaşması çıkmış mı çıkmamış mı, çökmüş mü çökmemiş mi pek ilgilenmiyor. Acaba kamuoyu da mı öyle? Yani kimsenin ilgilenmediği bir konu mu? Hatta acaba insanlar plastik kullanmayı çok mu seviyor? Yani ne olacak, bu iş buradan nereye gidecek sence? Nasıl mücadele edeceğiz?

S.G.: Aslında ilgilenmeyen kamuoyu Türkiye'nin kamuoyu; yurt dışı, yabancı basın çok ciddi ilgileniyor ve bu bahsettiklerim çok yaygın basın kuruluşları. Her gün bu konuyla ilgili haberler çıkıyor. Orada da yüzlerce gazeteci vardı,; Hindistan'dan, Nijerya'dan, Gana'dan, Gine'den, Bangladeş'ten bile gazeteci vardı ama bir tane Türk gazeteci yoktu. Bunu küçümsemek için söylemiyorum.

Ü.Ş.: Dünyanın en büyük ekonomisinden biri olan Türkiye'den kimse gitmemiş yani.

S.G.: Evet, delegasyon heyeti dışında ve bir de benim dışımda zaten Türkiye'den başka katılan ile ben karşılaşmadım ama Türkiye medyasının bununla ilgilenmemesi tabii biraz da Türkiye medyasının çevre sorunlarıyla ilgili, çevre problemleriyle ilgili pozisyonuyla da doğrudan ilişkili çünkü geçen hafta bu görüşmeler sürerken, bir tane polyester üreticisi firma 25 milyar dolarlık bir yatırımla devasa bir petrokimya tesisi kuracak diye bir haber vardı.

Ü.Ş.: Nerede?

S.G.: Adana'da ve Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle ilgili alan tahsis edilmişti bunlara. Daha bu hafta oldu bu olay.

Ü.Ş.: Bu bir ekonomik başarı haberi olarak çıkmıştı herhalde.

S.G.: Türkiye'nin ekonomik başarı haberi olarak görülüyordu ve hatta bakıyorsunuz, Adana'da yerel yönetim bile Adana'yı bir zehir vadisine dönüştürecek bu tür petrokimya yatırımlarını sevinçle karşılıyor yani meselenin bağlamında ciddiyetin farkında değiller ya da kavrayabilmiş durumda değiller. Plastikle ilgili Türkiye'de maalesef bazı şeyler henüz istenilen seviyede bilgi birikiminin oluşmasına ulaşmış değil. Ne olur? Bence bir sonraki görüşme daha uzun sürer ama bu yüzden fazla yüksek istekli ülke eğer ki bastırırsa, gerçekten yapmaları gerekeni yaparsa o zaman iş başka bahara kaldı diyebiliriz.

Ü.Ş.: Evet ama yine de maç bitmedi diyebiliriz herhalde değil mi?

S.G.: Evet yani zayıf bir metinde iç metin sahibi olamaz.

Ü.Ş.: Daha iyi.

S.G.: Daha iyidir.

Ü.Ş.: Peki, çok teşekkürler. Maalesef çöken Plastik Anlaşmasını Çukurova Üniversitesi'nden Sedat Gündoğdu ile konuştuk bir kez daha. Çok teşekkürler Sedat yayınımıza katıldığın için.

S.G.: Ben teşekkür ediyorum.

Ü.Ş.: Görüşmek üzere, hoşçakalın.