Sadece kendi ülkesi için değil, azınlıklar ve sömürü altındaki dünya hakları için toplumsal barış, eşitlik ve özgürlük adına ısrarcı oluyor. Müziğini tutuklu bulunduğu ya da sürgünde olduğu en zor koşullarda bile yazamaya devam ediyor, uygun ortama eriştiğinde bunları kitlelerle buluşturmayı başarıyor.
Programı size İzmir’in Urla ilçesinden kaydediyorum. Tam olarak bulunduğum yer, Yunan şair Yorgo Seferis’in doğup 14 yaşına kadar büyüdüğü ve hatta ilk şiirlerini yazdığı, bugün bir otel olarak kullanılan evinin içi. Seferis, 20. yy’in en önemli ozanlarından biri olarak kabul ediliyor. 1963’te Nobel Edebiyat ödülü kendisine veriliyor. 1967 askeri cuntasının getirdiği yasaklar içinde, muhalif duruşuna istinaden Seferis’in kitapları da bulunuyor. Şiirlerinden bir tanesi, Arnisi (Reddediş), Mikis Theodorakis tarafından besteleleniyor ve dönemin rejim karşıtı marşı haline geliyor. Bir başka adıyla, Sto Perigiali to Kryfo. Sözlerinin kısaca çevirisi şöyle….
ARNISI (Reddediş)
Herkesten gizli bir deniz kenarında
Bir güvercin gibi beyaz
Ayın altında susamıştık
Ama su tuzluydu
Altından kumlara
İsmini yazdık
Denizden gelen rüzgar uçurdu
Yazı yok oldu
Hangi ruhla, hangü yürekle
Hangi tutku ve arzuyla
yaşadık! Bir hata!
Sonrasında değiştirdik tümüyle
Hayatımızı
Şimdi Seferis’in şiirini, Mikis Theodorakis bestesi, Maria Farantouri’nin sesinden dinleyelim.
Bu güzel şarkının şiirinden müziğine, oradan da bestecisine geliyorum şimdi. Bundan sonraki dakikalarımızda Mikis Theodorakis’ten müzikler dinliyor ve ona selam gönderiyor olacağız. Bunun için Seferis’in doğduğu evden çıkalım, Urla’ya 20 dakikalık bir sürüş mesafesinde olan Çeşme’ye varalım. Çeşme yarımadasının batıya bakan herhangi bir noktasından kolaylıkla görebileceğimiz komşu Sakız adasının siluetine dikkatimizi verdiğimizde ise, bundan 96 yıl önce orada doğmuş küçük Mikis ile karışılacağız.
1925’in 29 Temmuz’unda, Sakız adasında, Giritli bir genç ile Çeşmeli bir genç kadının bir erkek çocukları dünyaya geliyor. İsmini Mikhail koyuyorlar. O günden bugüne 1000’den fazla eser vermiş ve yarın 96. Yaşını kutlayacak yaşayan efsane Mikis Theodorakis.
Hakkında yapılmış bir belgeselde, “modern Yunanistan’ın tarihi onun bedeninde yazılıdır” deniyor. Gerçekten de 96 yıllık ömrünü incelediğiniz zaman, müziklerinin fonundaki yaşam, müzikleri kadar etkiliyor. Dünyayı Zorba’nın dansıyla ayağa kaldırıyor, müziğine dans ettiriyor. Politik görüşleri nedeniyle uzun yılları demir parmaklıklar arkasında ya da sürgünlerde geçiriyor. Ömrü boyunca siyaseten aktif bir rol alıyor, meclisin sol ve sağ- her iki kanadında da otursa da, tüm zamanlarında bir idealist. Sadece kendi ülkesi için değil, azınlıklar ve sömürü altındaki dünya hakları için toplumsal barış, eşitlik ve özgürlük adına ısrarcı oluyor. Müziğini tutuklu bulunduğu ya da sürgünde olduğu en zor koşullarda bile yazamaya devam ediyor, uygun ortama eriştiğinde bunları kitlelerle buluşturmayı başarıyor.
Theodrakis’in yaşamından izleri şöyle kısaca toparlayabiliriz.
İkinci Dünya Savaşı, 1940’larda Almanlar Yunan şehirlerini istila etmeye ve bombalamaya başladığında ilk şarkılarını yazıyor. Alman istilasına karşı sol kanattan direniş örgütlerinde aktif rol alıyor, komünist direniş grubuna katılıyor. Savaş sonrası yönetime gelen iktidarla çelişen görüşleri nedeniyle tehlikeli kişi ilan ediliyor, işkence, hapis ve sürgün görüyor! Bu nedenle Atina konservatuarına alınmıyor. 1954 de Paris’e taşınıyor ve konservatuarda Fransız ustalarla çalışmalarına devam ediyor ve ilk uluslararası başarılarına imza atmaya başlıyor.
Theodorakis’in bir dünya bestecisi olarak ismini duyurulduğu ilk önemli eseri Yunan solunun önemli şairi Yannis Ritsos’un kendisine gönderdiği şiirlerden yaptığı Epitaphos. Grevde yaşamını kaybeden bir tütün işçisinin ardından yazılan şiirler üzerine yaptığı müzikle, popüler Yunan müziğini ve kendisinin çok yakından bildiği kilise müziği motifleriyle harmanlıyor, bu karışıma buzukiyi dahil ediyor. Modern Yunan müziğinin rengi böylelikle değişmeye, dönüşmeye başlıyor. Şimdi bu yapıt içinden, “Oğlum Nereye Gitti”, Pou Petaxe T’Agori Mou isimli şarkıyı Nana Mouskouri’den dinleyeceğiz.
1950’ler onun için daha sakin yıllar. En bilinen şarkılarına, film müziklerine, bale müziklerine imza atıyor. Bu dönemde de Yunan etnik motiflerini, Avrupa stilleriyle harmanlamaya devam ediyor. Bu dönemin ürünü ZORBA, 1964’de, sadece Yunanistan’da sevilen değil, batıyı Yunanistan’a savuran bir film, müziğiyle birlikte.
Zorba’nın dansıyla dünyanın tanıdığı Sirtaki, geleneksel “kasap dansı” (hasapiko)nun bir türüdür. Kasap dansının da 1900’lerde İstanbullu Arnavut kasap loncaları arasında doğduğu ve 1900’lerin başında kadar popülerliğini koruduğu bilinmektedir. İstanbul'da günlük yaşamdan kesitler sunan bir eserde, kasapların hayvanları kesmeden önce bir tür vicdan rahatlatma ritüeli olarak hayvanların etrafında döndükleri, önlerinde diz kırıp çöktükleri türünden bilgilere rastlanır. Sirtaki sözcüğü 1960'lı yıllarda kullanılmaya başlamıştır. O yıllara kadar kullanılan sözcük “Hasapiko” ve onun türevleridir; “Hasapiko Argo” (Ağır Kasap), “Hasapiko Grigoro” (Hızlı Kasap) gibi. Theodorakis, Zorba’nın dansı ağır kasapla başlatıp, hızlandırıyor ve Sirtaki tüm dünyanın zihnine bu haliyle kazanıyor.
Bir parantez açıp, şimdi dinleyeceğimiz, “Zorba’nın Dansı” içindeki buzukinin hikayesine bakacak olursak, onun da 1922’lerden sonra gelişmeye başlayan rembetikonun temel enstrümanı ve mübadele ile Anadolu’dan Yunanistan’a göçen Rumlar’ın beraberinde getirdikleri çalgıları olduğunu görürüz. Müziklerinin içinde yarattıkları yurt ve yuvanın ses bulmuş hali. Zamanın buzuki seslerinin, savaş, açlık ve yabancılaşmayı yankıladığını söylemek hiç yanlış olmaz. Buzuki içindeki “bozuk” sözcüğünü hemen duyarız. Kökeninde, bir tür saz akort etme ve çalma şekli olan “bozuk düzen”i taşımaktadır. Şimdi Zorba filminden “Zorba’nın Dansı”nı Anthony Quinn ve Alan Bates’in replikleriyle birlikte dinleyelim
Sadece başarılı bir müzisyen olmak onu tatmin etmiyordu. Ülkesinde olan bitenler yakından ilgilendiriyor da… 1960’lar yine riskli ve ülke içinde soğuk savaşın en sert zamanlarıydı. 1967 askeri darbesi, kendisi gibi binlerce sol görüşlü düşünür, sanatçı, aktivisti hapis ve sürgünlere gönderdi. Theodorakis, gece baskınından kurtulmayı başarsa da birkaç ay sonra kendini demir parmaklıklar arkasına buldu. Rejim bu koşullarda bile ondan korkuyordu. Müzikleri yasaklandı. Theodorakis plağı dinlemek, hapse girmek için yeterli bir neden olabilirdi. O müziğini yapmaya devam etti. Sadece besteci olarak değil, direnişçi olarak da uluslararası üne sahipti artık. Serbest kalması için, aralarında Stravinsky, Bernstein, Harry Belafonte, Shostakovich’in de imzalarının bulunduğu kampanyalarla uluslararası baskı arttı. 1970’de Paris’e gitmesine izin verildi. Buradan da Yunanistan’daki antidemokratik rejime karşı gelenler için bir mıknatıs görevi gördü. Geçmiş yıllarda bestelediği, 10 albümü yayınlama fırsatı buldu. Dünya turlarına çıkmaya başladı. Basın toplantıları ve Yunanistan’da demokrasinin restorasyonu için dünya liderleriyle görüşmelere başladı. Askeri rejimin 1974’de son bulması ve demokrasinin restorasyonun başlamasıyla, Theodorakis ülkesine geri geldi. Yine parlamentoda yerini aldı. 1983 Lenin Barış ödülü ona verildi. Çernobil kazası ardından, dünya üzerinde atom enerjisi kullanımına karşı konserler verdi. Türk ve Yunan anlaşmazlığı için çözüm arayışı içinde, 1986’da Zülfü Livaneli ile birlikte Türk Yunan Dostluk Derneği’ni kurdular. Sanatçı ve Zülfü Livaneli arasındaki dostluk ve ikilinin verdiği konserler de anılarımız ve kulaklarımızda yer etmiştir.
Bu konserlerden bir tanesi dijital müzik platformlarında 2011 de yayınlanmış, bir albüm olarak bulunuyor. Yan Yana”, “Side by Side” ismi verilmiş ve Theodorakis diskografisi içinde yer alıyor.
Buradan, Zülfü Livaneli ve Theodorakis’in birlikte söyledikleri “O Günler” isimli şarkıyı dinleyelim. Müziği Lili İvanaova’ya ait bir parça bu. Sözleri Ülkü Aker tarafından yazılmış, iki özgürlük sevdalısını bir araya getirmiş.
Bu programla Theodrakis’in sadece müziğine değil, müziğiyle birlikte adil ve mutlu bir toplum için adadığı yaşamına selam gönderiyoruz. Ve bu programı sadece Theodorakis’e değil aynı yolun yolcusu tüm iyileştirenlere, birleştirenlere, ışık ve umut olanlara adıyoruz. Bu dünya onlarla daha güzel bir yer oldu, olmaya devam edecek!
Bir sonraki programa dek lütfen kendinize iyi bakın, hep müzikle kalın!
Kaynaklar:
Mikis Theodorakis History Channel Documentary https://www.youtube.com/watch?v=TkXt9RQZcsg
Facing Violence With Music
https://countercurrents.org/2019/06/facing-violence-with-music-the-story-of-mikis-theodorakis/