Yoksa bir çölde miyiz?

-
Aa
+
a
a
a

Açık Dergi'de İlksen Mavituna, Argonotlar'ın kurucu yayın yönetmeni Kültigin Kağan Akbulut ile Argonotlar Almanak 2024’ü merkeze alarak bağımsız sanat yayıncılığı üzerine söyleşiyor.

""
Fotoğraf: Emirkan Cörüt

İlksen Mavituna: Apaçık Radyo’dasınız ve Açık Dergi programını dinliyorsunuz. 21 Mayıs 2025 tarihli yayınımızdayız. Kültigin Kağan Akbulut bizlerle birlikte. Kültigin hoş geldin yayına.

Kültigin Kağan Akbulut: Hoş bulduk. Çok teşekkürler davet için.

İ.M: Ne demek. Her zaman buradayız. Her zaman birlikte olmayı istiyoruz, umut ediyoruz. Ama bu sefer Argonotlar Almanak 2024 vesilesiyle buluştuk. Hatta yine almanak vesilesiyle buluştuk diyelim. En son yine böyle bir program yapmıştık ama daha kalabalıktık. Her şey senin başına mı kaldı?

K.K.A.: Biraz öyle oldu maalesef çeşitli bütçesel sebeplerle. Ekibimiz daraldı. Editörümüz işten ayrıldı. Biz de bir süre daha küçülme politikasıyla devam etme kararı aldık. Şimdilik böyle ilerliyoruz ama tabii ki zaman ne gösterir bilemiyoruz.

İ.M.: Evet. Bir yandan Argonotlar da faaliyetlerini o kadar da küçültmedi yıllar içerisinde. 2017’den bu yana faal bir mecra ve etkisini de kuvvetlendirdiğini düşünüyorum şahsen. Yine, alana profesyonel gözlüklerle bakan bir kişi olarak da güncel sanat dünyasının PR baskın gündemine bir alternatif olarak gördüm Argonotlar Almanak’ı hep. Ama çok daha fazlası da var. Kapsayıcılık iddiasıyla yayınlarını zaten bir müddettir sürdürmekte. Almanak formatı da yıl boyunca yapıp ettiklerinizin ansiklopedik bir versiyonu, matbu versiyonu olarak görülebilir. Dolayısıyla ben az önce “Sana mı kaldı iş?” dedim ama onlarca yazarın katkısıyla güncel sanat ortamından hem onlara bir alan açarak hem de onlarla işbirliği yaparak sürdürdüğünüz bir kolektif mecra olarak da görmek mümkün Argonotlar Almanak’ı. Bir yandan bu yayına emek veren pek çok isim de var tabii.

K.K.A.: Evet, tabii. Apaçık Radyo gibi düşünün. Merkezde çok az insan var ama katkı koyan, yazar olan, redaksiyona yardım eden, görsellere yardım eden dışarıdan çok fazla katkı verenimiz var.

İ.M.: Evet, şimdi bu katkıların büyük bir kısmını da Argonotlar Almanak 2024 olarak izlemek mümkün oluyor. Geçen yıllarda temel derdi neydi almanağın? Bunu konuşma imkânı da bulmuştuk. Seçil Epik de yayındaydı. Şimdi biz buralara da değiniriz tabii şüphesiz. Almanak ağırlıklı olarak söyleşiler ve eleştirilerden oluşuyor ama bir söyleşi yoğunluğu olduğunu da söyleyebilirim. Eleştiri ortamının, çok da karartmak istemiyorum içimizi ama, çoraklığından mı kaynaklanıyor, nedir sebebi? Sen yıllardır, yıl içinde çok çalışıyorsun bu alanda. Nasıl görüyorsun 2024’ü? Sizin verimliliğiniz açısından değerlendirsen bile güzel olur.

K.K.A.: Aslında bu sene eleştiri daha fazla oldu ilginç bir şekilde. Yani hatta biz de ilk böyle Kasım ayında, hani derleyip toparlamaya başladığımızda bir Excel yapalım, hangi yazıları koyacağız, hangi yazıları koymayacağız, eleştiriler, söyleşiler ve gündem tartışma yazıları diye böldüğümüzde, “Bir dakika burada bir hata mı var acaba Excel’de? Çünkü çok fazla eleştiri yazısı var” dedim. Bu üçüncü Almanağımız. İlkinde ve ikincisinde söyleşiler daha çok yer kaplıyordu. Bu tabii söyleşilerin genelde daha uzun olmasından da kaynaklanıyor. Ama bu sene ilk defa eleştiri ve söyleşi dengesini koruyabildik. Tabii, gündem ve tartışma yazılarını da buna eklersek söyleşi formatı değil de daha eleştiri yoğunluklu ve tartışma yoğunluklu bir yere odaklanabildik. Tabii ki şu ana kadar söyleşi yoğunlukta olmasının sebebi, biliyorsun sen de, teknik sebepler. Daha kolay bir format; yazar için de, yayınlayan için de, sanatçı için de, kurum için de. Ancak bu sene ilk defa o dengeyi koruyabildik. Hatta galiba bir beş yazı falan eleştiri daha yoğunlukluydu. Bu tabii şeyden de kaynaklanıyor, Argonotlar’ın dilini biz hem yazarlarımıza anlatabildik hem de kurumlara, işte sanatçılara, işbirliği yaptığımız diğer partnerlere, üçüncü partnerler diyelim, onlara anlatabildik. Bir de senin dediğin gibi eleştiri yokluğu, eleştiri eksikliği zaten birçok kurum tarafından görüldüğü için hep söyleniyordu. Ama bu müdahaleyi yapabilen bir ekip olduğumuz için de eleştiri üzerine, eleştiri yazılarını destekleyebilmek üzerine çok fazla projeler vesaire ürettik. Onu da ayrıca konuşuruz zaten.

İ.M.: Evet, onları da konuşalım hakikaten ama ufak bir şey söylemek istiyorum. Bu eleştirinin yokluğu meselesi hakkında. Sanki böyle bir altın çağ vardı ve eleştiri zirvesini yaşıyordu gibi. Ben hep onu düşünürüm. Yani 60’lı yıllardan da bu yazıları okuruz mesela edebiyat çevrelerinde falan, eleştirinin olmayışı, yok oluşu. Ya eleştiri hiç mi olmadı hakikaten doğru düzgün? Ya da vardı da biz mi kaçırdık fikri hep vardı bende. Bir yandan da aslında şimdi şunu düşünüyorum. Argonotlar, evet bu taraftan bir alanı işaretledi eleştirinin kıymetine dair. Ama bunu o eleştiriyi icra ederek de yapınca daha kuvvetli oluyor galiba. Mesela dedin ya hani, üçüncü taraflar da daha iyi anladılar süreç içerisinde dil oturunca diye. Eleştirinin kendisini ortaya koyacak bir şeye gelince, manzarayı ortaya koyunca çok da neyin yok olduğunu anlatmaya gerek kalmıyor galiba.

K.K.A.: Evet, yani yapınca, “A yapılabiliyormuş” oluyor. Biz de zaten istediğimiz desteklerle, arayışlarımızla yaptıklarımızı hep dengeli götürmeye çalıştık. “Bakın bunları yaptık, şimdi şunu istiyoruz; bunları yaptık, daha fazlası için şuna ihtiyacımız var.” diye bunu vurgulayarak, adım adım biraz örmeye çalıştık.

Yani tarihsel olarak bakınca açıkçası ben de öyle görüyorum. Ben de severim bu 60’lı 70’li yılların, o zaman tabii ki edebiyat yoğunluklu, edebiyat tartışmalarını, edebiyat eleştirisi tartışmalarını. Gençliğim de çeşitli edebiyat dergilerindeki bu tartışmalarla, onları okuyarak geçti. Evet dediğin gibi altın çağ yok. Ama çok da kıymetli şeyler var. Ama şu an böyle geriye bakıp bunları değerlendiriyoruz ya, bence oradan böyle bir nostalji hissi olduğu için biraz o var. İşte zamanında Fethi Naci vardı. E vardı ama Fethi Naci’nin yanına 10 kişi koyabilir miyiz? Muhtemelen koyamayız. Çok derinlere inersek koyabiliriz. Ama böyle bu kadar büyük koyamıyoruz.

Bizde de şöyle oldu, yazarlara bir alan açılmıyordu. En büyük sorun oydu. Biz yazarlara alan açtık ve hatta yazarları teşvik ettik. Yazarlarımızdan biri mesela yazmış bir şeyler daha önce, daha “amatör” yerlere yazmış. Bir sergi çıkışında sohbet ediyorduk. Benim de çok anlamadığım bir sanatçı, içine giremediğim işleri var. Sonra bana anlatmaya başladı. Ben ona, “Sus şu anda anlatma, bunları yaz.” dedim. Ve hâlen bu arkadaşımız yazmaya devam ediyor. Hatta başka yayınlara da katkı koymaya devam ediyor. Yani insanlara bir maddi teşvik de olabilir tabii ki, düzgün bir telif vererek maddi teşvik de yapabilirsin, ama ya sen bunları yaz, senin bu düşüncelerin kıymetli demek, biz yayınlayalım demek de zaten bir nevi teşvik etmektir. Bu alanı sağlayabildiğimiz için bence bu var. Ama insanların hâlen “eleştiri yokluğu var” demelerini de şuradan anlıyorum maalesef, üretim çok fazla. Yani bu sayıları birkaç yerde paylaşmıştım. Çeşitli vesilelerle de hep paylaşmak istiyorum. Türkiye’de, bizim listemizde, bizim hazırladığımız Excel’de, 150’den fazla galeri, kurum, inisiyatif, sergi mekânı vesaire kurumlar var.

İ.M.: Müthiş!

K.K.A.: Bu bizim ulaşabildiklerimiz. Ki mesela geçen hafta bir yazı geldi, hayatımda duymadığım bir sanatçının, hayatımda duymadığım bir galeride sergilenen solo sergisi. Instagram’dan bakıyorum böyle kimmiş bu falan diye, böyle stalklamaya çalışıyorum. Yani müthiş bir üretim var. 150 sergi mekânı diyelim, bunlarda İstanbul’da yılda 1500 sergi açılıyor. Tüm Türkiye’de 2000’i aşkın sergi açılıyor. Özellikle bu yeni CHP’li belediyelerin mekanları da arttı. Ondan görüp AKP’li belediyeler de yapmaya başladı veya Kültür Bakanlığı da yapmaya başladı. Bu inanılmaz bir rakama ulaştı. Şöyle bir hesap yapmaya çalışmıştım. Türkiye’de son 10 yılda bir şekilde sergilenmiş sanatçı sayısı. İşte zaten her yıl Base’e 150 kişi katılıyor. Her yıl Mamut’a 50 kişi katılıyor. İşte galeriler, onlar bunlar dediğimizde 10.000’den fazla sanatçı var.

İ.M.: Üf!

K.K.A.: Bu arada bu görsel sanatlar alanı. İçinde işte tiyatro falan yok. Hani bizim “güncel sanat” dediğimiz alan. E tabii ki halihazırda olan yayınların da, Argonotlar, ArtDog, Unlimited, Sanat Dünyamız, bu üretimi karşılayabilecek bir alanları yok. Yani şunu diyorum, mesela bize biri “Sizi çok sevdim, yılda 10 milyon TL ayıracağım size” dese biz yine yapamayız. Çünkü bir yandan da yazar yetiştirmen gerekiyor. Bir yılda 300 eleştiri yazısı yayınlayacağız diyemeyiz. Çünkü yazar yok.

İ.M.: Argonotlar olamazsınız o zaman zaten.

K.K.A.: Evet, Argonotlar olmayız, o da başka bir şey. Ama yani böyle bir alan da yok. Bunu böyle yavaş yavaş yetiştirmemiz gerekiyor ki zaten buna dair de projeler yapıyoruz onu da konuşuruz ayrıca.

İ.M.: İstiyorsan konuşalım onu da. Bu arada bu Argonotlar Almanak Almanak 2024’te kaç başlık var? Yakından çalıştın diye pat diye sordum.

K.K.A.: 80’in üzerinde başlık var.

İ.M.: Bu da üçte biri dışarıda kalmış gibi mi oluyor yıl içerisindeki üretiminizin?

K.K.A.: Şöyle, eleştiri yazılarının %90’ını almaya çalışıyoruz. Almama kriterlerimiz neler? Mesela çok uzun yazıları alamıyoruz. Bazen birbirini çok tekrar eden yazılar oluyor, onları almıyoruz. Hani web sitesinde yayınlıyoruz, dijitalde yayınlıyoruz ama almanağa almıyoruz. Bazen mesela aynı sanatçı üzerine ardı ardına olmasın, her almanakta olmasın diye çıkartıyoruz.

İ.M.: Ama %90’ı var yani.

K.K.A.: Eleştirilerin %90’ı var. Söyleşilerde de, söyleşilerin %50’sini tamamen alıyoruz. Hepsini geçiriyoruz. %25’ini de kısaltarak alıyoruz. Çünkü dinleyicilerimiz bilir, dijital deyince yer sınırı yok gibi düşünülüyor, böyle sayfalarca oluyor ama belli yerleri kısaltarak alıyoruz. Mümkün mertebe zorluyoruz çoğu yazının almanağa girmesini. Bu sene, biraz düştü sayfa sayısı ama geçen senelerde 380 civarıydı. Onu aşmamaya çalışıyoruz.

İ.M.: E tabii yani bunu da insan okuyacak sonuçta. Şu yüzden sordum aslında kaç başlık var diye, demin verdiğin istatistiğe göre karşılaştırdım. Ama sayılar da hemen uçtu gitti kafamdan. Fakat hani afaki söyleyeyim, öyle geniş söyleyeyim, 10’da birini falan kapsayamıyorsunuz temelde. Peki neyi kapsıyor Argonotlar diye oradan yansıtarak sorayım sana.

K.K.A.: Dijitalde, eleştiri ve söyleşi dışında bir de kütüphane formatımız var. Yani baktık ki bu sergi hakkında özel bir şey hazırlayamayacağız. Oradaki imzalı küratör metnini, katalog metnini alıyoruz. Onlar da yılda 50’yi geçiyor sayısı. Böyle her hafta bir tane yapmaya çalışıyoruz genelde. Dolayısıyla hani yıllık içeriğimiz, “content”imiz 150-200 arası. Ve 1500’den 150-200 arası demek 10’da 1 demek. Sadece 10’da birini alabiliyoruz demek. Seçkide de biz biraz, nasıl diyelim, dalgalı kur gibi böyle. Bir yandan biz talep ediyoruz. İşte Nermin Er’in sergisi açıldı, biri yazmalı.

İ.M.: Muhteşem iş!

K.K.A.: Yani kesinlikle yazmalı biri ve böyle kime yazdırabiliriz falan diye insan darlıyoruz, sen gittin mi sergiye, gördün mü diye. İşte İlhan Sayın’la Fulya Çetin’in Yapı Kredi Kültür Sanat’ta sergisi açıldı. Kesinlikle biri yazmalı yani. Hemen böyle bunu kim yazar diye bakıyoruz. Bazen de kurumlardan ya da galerilerden talep geliyor. Ya bu sanatçı bilinmiyor ama biz size uygun olacağını düşünüyoruz diyorlar. Sonra gidip bakıyoruz uygun mu değil mi. Mesela oradan da geliyor çünkü biz de bütün sergileri göremiyoruz. Çünkü dediğim gibi, o kurumlar galeriler de bizi anladı, yayın politikamızı. Ya bak bu size uyar, hatta sizin şu yazarınız buna uyar diye öneri yapabiliyorlar. Bazen de yazarlarımız öneriyor, ben şuna gittim, çok ilginçti, şu bağlamda yazmak isterim diyor. Onları hemen kabul ediyoruz. Biraz böyle üçlü dörtlü bir yapımız var aslında.

Ama daha önceki iki Argonotlar Almanak‘la çoğunlukla Seçil ilgilenmişti. Ben tabii ki sürecin parçasıydım ama ilk defa net olarak bu almanakta gördüm biz ne yapmışız diye. Hatta redaksiyona katkı koyan arkadaşlarımızdan biri, kendisi sanatçı, Ezgi Tok, eline sağlık tekrardan, şey dedi böyle, sonra konuştuk, “Ya çok tuhaf bir seçki olmuş” dedi bana. Ben de bakınca işte mesela İstanbul Modern’den bir iş olmadığını görüyorum. İstanbul Modern’den bir sergi yok.

İ.M.: Kasti bir şey değil bu.

K.K.A.: Kasti bir şey değil yani, yazarımız önermedi. Bizim aklımıza gelmedi. Heveslenmedik mesela. İstanbul Modern’in şu sergisi kesinlikle olmalı demedik. Ama mesela Ömer Uluç’a heveslendik. Ömer Uluç daha açılmadan, duyurusu geldiği anda kim yazar diye düşünmeye başladık.

Bazen kurumlar da mesela çok “yazar dostu” değiller. Yani yazarlara ulaşamıyorlar ve yazarlar da gidemiyor. Bu insanlar çünkü tek işi bu olan insanlar değiller. Hepsinin başka işi var. Yazarlığı ek olarak yapıyorlar. Almanak aslında o uluslararası anlamda şey vardır ya hani, almanaklarda “main”ler vardır, büyükler vardır, onlara yer verilir, arada küçüklere yer verilir. Bizimki tam tersi aslında. Biz daha böyle niş yerlerden giriyoruz. Mesela çok fazla inisiyatif var, bağımsız mekân var.

İ.M.: Gözetiyorsunuz bunları yani sonuçta.

K.K.A.: Her zaman gözetiyoruz. Zaten bunu yayıncılık üzerinden gözetmekten çok biz zaten bunları seviyoruz diye gözetiyoruz. Yani ben de bilmem ne kurumunun büyük dev sergisi yerine İMÇ’ye gitmeyi seviyorum. Veya niş bir sergiye gitmeyi seviyorum. Dediğim gibi zaten yazarlarımız da biraz bu dile alıştı. Bu biraz böyle kendiliğinden oturdu. Biz şu anki halinden çok memnunuz. Tabii ki daha geniş bir okur kitlesinin de okuyacağı ve merak ettiği şeyleri de yazmak istiyoruz ama bunu dışarıdan zorla hadi bunu da yaptıralım diye değil de organik gelişsin istiyoruz aslında.

İ.M.: Çok güzel bir yerde bıraktın. Ben de biraz bu kısmı konuşalım istiyorum. Organik dedin ya. Bu organik gelişmesi konusu mecranın kendinin, kendi sınırlarının aslında organik olarak belirlenmesi, bir sonraki sene sınırların bambaşka yerlerden genişlemesi vesaire gibi bir hareket ve dinamik söz konusu burada. Örnek verdin diye oradan gidiyorum, başka bir kurumun da ismini kullanabilirdik ama hani İstanbul Modern deyince de sonuçta büyük bir yatırımın ve sermayenin olduğu bir güncel sanat alanı. Bunun yanına pek çok başka yer de konabilir tabii ki şüphesiz ama şimdi diğer ülkelerdeki almanaklara falan bakınca, burada Argonotlar mecrasını oluşturan aktörlerin, paydaşların seçkisini görüyoruz. Neye nazaran? Sermayenin ağırlığına nazaran. Alanda aktif olan, söz üreten, buraya emek verenlerin tercihlerinden oluşmuş bir kolektifi görmek de, sen az evvel konuşurken bağımsızlığın bir tanımını vermişiz gibi oldu aslında. Tabii ki bu şey demek değil, sizin sermayeye ihtiyacınız yok ve hayat pespembe devam ediyor demek değil. O kısmını da konuşuruz, Argonotlar’ın sürdürülebilirlik modelini, neler denediğini vesaire falan ama, evet, kendi paydaşlarıyla, yani kolektif yapısıyla sonuçta var olan bir yer. Dediğin gibi beyin takımı olarak esas emeği verenler olarak sizler varsınız şüphesiz ama ne şekil alacağına tamamen Argonotlar karar veriyor, yazarların hepsine tek tek “Argonot” diyebilirsem şayet.

K.K.A.: Evet. Yani şey yok mesela, hissikablelvuku mu diyelim, tevafuk mu diyelim. Bir şekilde oturuyor. O alakasız sergiyi kimse bize önermiyor mesela. Yani bazı PR’cılar öneriyor tabii ki. “Size çok yakışır” diyor.

İ.M.: O PR’cılar her zaman öneriyor.

K.K.A.: Şey gibi, “en sevdiğim öğrencim sensin” diyen hoca gibi herkese aynı yaklaşıyorlar. Sağolun teşekkürler falan deyip geçiyorsun onu. Biraz böyle onlar oturduğu için, dediğim gibi hem kurumlar arasında hem bizim aramızda bir denge oluştuğu için zaten öyle öneriler de çok fazla gelmiyor. “Bu olmaz” diyor mesela veya başka şeyi önermeye çalışıyor. Veya bizim de “Ya kardeş olur mu öyle şey Allah aşkına, yani o sergi ne alaka bizimle?” falan dediğimiz de oluyor.

İ.M.: Bir iki örnek versene. Hadi sıkıştırayım seni.

K.K.A.: Bir iki örnek vermeyeyim de şöyle vereyim, mesela çok luxury işler, çok design işler, çok tasarım işler. Bunlarda mesela arada denediklerimiz oluyor. Çünkü bu da bambaşka bir alan ya, işte design üzerinden sanatı okumak falan. Ben buna karşı da değilim, bu alan da var. Çünkü bir sanat yok, binlerce sanat var. Arada deniyoruz mesela bir bakalım şuna, ilginç bir şey denemişler. Yapıyoruz ama yakın zamanda mesela, o kadar bağımız yok ki konuşabilirim, büyük bir otel zincirinde Boğaz’da, İtalyan kökenli ya da ABD vatandaşıydı, bir sanatçının büyük büyük heykellerini getirmişler. Davet geldi lütfen gelin falan filan. Ya bu otel önü heykelcilerinden biri. Şimdi ben o adama kötü bir şey demem. Kendi sanatı, kendi parası, bunu bellemiş ama bu Argonotlar değil yani. O otel önü sanatçısı. Ya da otel önü heykeltraşı. Bu net bir şekilde Argonotlar’da yer almayacak bir şey.

İ.M.: Çok da bir şey söyleyemezsin zaten üstüne değil mi?

K.K.A.: Duyuru yaparız tabii ki. Duyuruları biz ücretli yapıyoruz. Duyuruya, bütçesi şudur deyip yer veririz çok istiyorlarsa. Ama bunu gideyim yazayım, yazarım deyip yazacak yazarımız da yok bizim.

İ.M.: Zaten ne yazacaksın ki?

K.K.A.: Yani ne yazacaksın bir de üzerine.

İ.M.: Bellidir daha doğrusu yazılacak şey. Onun da sınırı vardır. Tekrara düşersin.

K.K.A.: Evet. Sonuçta tanıtım yazısına dönüşür. Bunlar bize gelmiyor zaten. Gelse nasıl tepki veririz? Öyle şeyleri de biraz zamana bırakıyoruz, gelene göre, talebe göre nasıl bir şey yapalım diye.

İ.M.: Tabii canım hiçbir şey birbirine benzemiyor.

K.K.A.: Ama çok da az geliyor. “Bu niye Argonotlar’da yok ki” denilecek bir şey karşımıza gelmiyor.

Fotoğraf: Emirkan Cörüt

İ.M.: Burada hep şöyle bir kaygı var değil mi? İyi bir yansıma yakalamak. Ne olup bitiyorsa, tabii ki şimdi az evvel %10 diye istatistik verdik, onu da teslim ettikten sonra rahatlıkla konuşabiliriz diye söylüyorum, o %10’a dair bile olsa iyi bir yansıma, temsil demek çok iddialı oluyor belki ama, onu gözetiyor.

K.K.A.: Evet, temsil zor bir şey. Ben şunu istiyorum, 10 yıl sonra ya da 20 yıl sonra Argonotlar kapandığında, insanlar kütüphanede bunu görüp ne düşünecekler? Birinci sıraya koymuyoruz bunu. Birinci sırada hiçbir zaman bu yok ama dokuzuncu, onuncu sırada bu var. Benim zamanında lisede yaptığım gibi kütüphaneye gidip o zamanki sinema yıllıklarına, bilmem neye baktığımda veya işte o almanak bölümüne gidip, ben şeyi de severim mesela işte Türk Müteahhitler Birliği almanağı falan, bakarsın böyle ne var diye. Ona baktığında ne göreceksin? O insan ne görecek? Sanat okuyan veya sanat yazarlığı yapan biri “Ya bu ekip ne yapmış?” diye baktığında mesela kafasında ne oluşacak? Her zaman aklımda olan bir soru. Beğenmeyebilir de. Ama aklında farklı fikirler oluşsun. Yani tek bir fikir oluşsun istemiyorum. “Burada işte Türkiye’den 2024’ün en baba sergileri var burada”, bu olmasın. Ve biraz kafası karışsın. “Ne biçim bir seçki bu?” desin mesela. Ben ondan heyecanlanırım. 20 yıl sonra Instagram olmaz herhalde ama o zamanki sosyal medya mecrasından beni bulup “Ben bunu gördüm. Çok tuhaf geldi. Niye böyle bir şey yaptınız zamanında?” deyip mesela yazsın bana. Düşüncelerini öğrenmek isterim ben.

İ.M.: Evet. Acaba 20 yıl sonra hangi halde ve nerede yapıyor olacağız sorusunu sordurttun bana ama ben 10 yıl da yaklaşmış Argonotlar için onu düşündüm.

K.K.A.: Evet 5’teyiz şu an. Yani dijitalde 5 yaşında, almanakta üçüncü almanak.

İ.M.: Evet almanakta üçüncü, dijitalde şimdi ikinci 5’e gidiyoruz. Neler öngörüyorsunuz? En azından ekonomik model olarak. Çünkü yıl içerisinde aslında biz yan yana geldiğimizde ağırlıklı olarak belli konuları konuşuyoruz. Hani tabii ki sanat üzerine de sohbetlerimiz olmuyor değil ama mecrayı sürdürmek, mecrada ayakta kalmak da bütün üreticilerin ana meselesi. En azından bir sefer konuşuyoruz. Sizin farklı denemeleriniz var. Farklı yöntemleriniz var buranın sürekliliği için. Kimi sponsorlarla, hamilerle çalışıyorsunuz mesela Argonotlar Almanak‘ın yürümesi için. Bireysel sponsorlar da var aynı şekilde. Çok güzel bir Reşat Ekrem göndermesiyle başlıyor zaten Argonotlar Almanak 2024. İstersen buralara da bir değinerek bitirelim. Söyleşinin son kısmındayız.

K.K.A.: Bugün bir eğitimden çıkıp geldim. O eğitimde de Fayn’ın kurucusu Oktay vardı. O kendi deneyimlerini anlattı. Çünkü ücretli abonelik metodunu başlattılar. Bu zaten 10 yıl önce tartışılmaya başladı Türkiye’de. Yani ilk böyle dijitalden nasıl haber odaları para kazanır meselesini 2015’te falan hatırlıyorum yani, Sarphan bir şeyler yazmıştı, Erkan Saka yazmıştı bir şeyler. Zaten yeni bir mevzu Türkiye’de. Siz uzun süredir bunu yapan bir yersiniz. Apaçık Radyo bunu uzun süredir yapıyor. Ama daha böyle yeni yeni konuşulmaya başlandı. Dolayısıyla ben bu işin zaten zorlu olacağının farkındaydım. Ama bir yandan da potansiyelleri olduğunu da görüyordum. Bizim de işte Telif Kumbarası kampanyamız var. Almanak için Hamiler, Dostlar, Destekçiler var, Proje Destekçileri var, küçük başka fonlar var. İşte duyurular vesaire gibi böyle çeşitlendirilmiş gelir modelleri var. Bunu yaparken daha önce Salt’ta çalışan bir arkadaşım bana Salt sergisindeki Reşat Ekrem’in bir yazısını gönderdi. İstanbul Ansiklopedisi’nin 3. fasikülüydü yanlış hatırlamıyorsam. “Okuyucularımın vicdanına hitap ediyorum…” diye bir şey yazmış. Ve orada şey diyor, bilmem neredeki bir gecelik rakı parasına benim İstanbul Ansiklopedisi’ni almıyorsunuz diye sitem ediyor.

İ.M.: Gayet geçerli ki.

K.K.A.: Ve arkadaşım onu bana gönderdi ve tam giriş yazısını yazıyordum o ara. Giriş yazısını baştan kurdum. Çünkü o kadar muhteşem bir şey ki yani bunu kesinlikle buradan başlayayım diye. Sen okuyabilir misin o girişi?

İ.M.: Tabii. Hepsini okuyayım. Bir paragrafı zaten alıntılamışsın. Onu alayım:

“Sonsuz takdirleriniz ve şahsıma gösterilen söz dostluğu kâfi değildir. Bana maddeten zahir olmanız lâzımdır. ‘Belediye almaz mı? Maarif yardım etmez mi? Parti el uzatmaz mı?’ diye bana akıl öğretmeğe, yol göstermeye kalkmayın. 365 günde, yani koca yılda bir defacık efendim, bir defacık, kesenizi İstanbul Ansiklopedisine açınız ve 1560 kuruş gibi, üç mavnacının Balıkpazarında bir akşamlık rakı parasını vererek abone olunuz”

K.K.A.: Yani o siniri, gıcıklığı o kadar ben ki, bayıldım. Direkt arkadaşım da “Bu sen değil misin?” dedi. Ve gelen tepkiler de aynı. İşte belediye destek olmaz mı? Bilmem ne destek olmaz mı? Abi sence ben gitmedim mi belediyeye? Sence biz görüşmedik mi yani? Sence biz işte bilmem ne markasına gitmedik mi? Gittik. Hani o da olacak bu arada yani biz de kapalı değiliz böyle işte yaparız ama temelde bir şey olması lazım. O temel de okur. Yani okurun böyle temelde destek vermesi. Yoksa biz de projeler yaparız, bilmem ne yaparız, fona başvururuz ama sen sahiplenecek misin? “Argonotlar çok güzel gidiyor değil mi?” diyorlar. Evet. Telif Kumbarası’na destek oldun mu? Mesela onu soruyorum her seferinde. Veya işte şu oluyor, “New York Times’da İstanbul Bienali hakkında çok iyi bir review yazılmış. İşte New York Times’da böyle review var. Argonotlar’da niye yok?” Telif Kumbarası’na destek oldun mu? Hani cevabı o zaman vereceğim sadece. Ki zaten biz de hani bu iş sadece okur desteğine ya da işbirliklerine yönelik olmasın deyip çeşitli projeler de gerçekleştiriyoruz. Hitay Vakfı’yla gerçekleştirdiğimiz bir proje var. Bor Sanat’la gerçekleştirdiğimiz bir proje var. Bor Sanat iki tane sergi açtı ama bunlar hani tırnak içinde sergi açan, düzenli sergi açan sanat kurumları değil. O yüzden onları hedefledik biz. O yüzden onlarla işbirliği istedik. Hitay Vakfı’yla inisiyatiflere yönelik bir çalışma gerçekleştiriyoruz. Çünkü konuştuğumuz gibi inisiyatifler, bağımsız yerler bizim için çok önemli. Ve tabii ki bu kurumlara da maddi bir ilişki kurmuyoruz. Zaten önermiyoruz bile böyle bir şey. Ama onları nasıl görebiliriz konusunda Hitay Vakfı bu yazılara sponsor oldu. Teliflerinden editoryaline kadar. Bu ilk, tırnak içinde, projemizdi Türkiye’den bir özel kurumla yaptığımız. Sonra da Bor Sanat da hani biz ne yapabiliriz dedi, bir oturduk. Onlara da genç yazarlarımızı desteklemek üzerine bir çalışmaya başladık. Yakın zamanda bir seyahatimiz oldu Ankara’ya trenle ve bir çevreme baktım herkes genç. Yani normalde orada olmasını tahmin ettiğim 40 yaş üstü insanlar, sanat yazarları yoktu. İnanılmaz genç bir kitle ve zaten çoğu da bizim yazarımız. Argonotlar bu 5 yıllık süreçte o yazar ekibini yazar ağını genişlettiği için ve onlarla büyüdüğümüz için böyle çok tuhaf bir kitle oluşturmuşuz aslında biz ve 5 yazarı seçtik. 5 yazarın bir yılda beşer yazısını yayınlayacağız Bor Sanat desteğiyle. Ve amacımız hani halihazırda yazan, katkı koyan ama işte birinci yazısını yazmış, ikinci yazısını yazmış isimler.

İ.M.: Teşvik gibi yani biraz aslında.

K.K.A.: Yaşı daha olan ve uzun süredir yazı deneyimi olan yazarlarımız var ama mesela telifi de bir tık yüksek tuttuk. Ve işte buluşmalar da gerçekleştireceğiz, atölyeler de gerçekleştireceğiz. Bu ağımızı yani kendi yaptığımızı daha iyi nasıl yapabiliriz diye biraz böyle Argonotlar’ı bölerek, projelendirerek çeşitli kurumlara sunuyoruz her zaman.

İ.M.: Evet, yani metot çok, denenecek metot çok, zaman kısıtlı. Bakalım hangisinden nasıl sonuçlar gelecek. Ama ne mutlu bu senenin almanağı elimizde. Bir sonraki senenin almanağı için de çalışmalara başladınız zaten.

K.K.A.: Evet, Haziran takvimi koyduk şimdilik. Haziran’da başlayacağız dedik.

İ.M.: Haziran’da başlamak üzeresiniz. Yani devam ediyor bütün koşturma olağanca hızıyla. Süre bitti. Arada konuşamadıklarımız var mı diye bu kekeleme sırasında düşünüyorum.

K.K.A.: Konuşamadıklarımızı bir sonraki almanakta konuşuruz.

İ.M.: Evet, bir sonraki almanakta konuşuruz. Çok teşekkür ederim Kültigin.

K.K.A.: Ben teşekkür ederim davetiniz için. İyi yayınlar.

İ.M.: Ne demek. İyi yayınlar size de.


* Argonotlar'ın 'Yoksa bir çölde miyiz? Argonotlar’dan Kültigin Kağan Akbulut, Apaçık Radyo’da anlatıyor' adlı sayfasından alınmıştır.