Aykut Köksal ve Mehmet Nemutlu'nun 2002-2003 yıllarında sunduğu Açık Radyo programı artık okurunu bekliyor. Müzik ve Açık Yapıt'ı, Aykut Köksal'dan dinliyoruz.
İlksen Mavituna: Apaçık Radyo'dasınız ve Açık Dergi programını dinliyorsunuz. 14 Ağustos 2025 tarihli yayınımız bu. Aykut Köksal’la birlikteyiz. Geçtiğimiz haziran ayında okurla buluşan Müzik ve Açık Yapıt eserini konuşacağız. Arketon Yayınları’nın, Arketon Ses serisinin ikinci eseri. Bir Açık Radyo programının kitaplaştırılmış hâli. Aykut Köksal imzasını taşıyor. Ortaklaşan bir Açık Radyo klasiği aslında; Müzik ve Açık Yapıt temasını teşkil eden programımız. Hem o programı hatırlayacağız hem kitabı konuşacağız hem de Açık Radyo kitaplığına yeni bir eserin kazandırılmasını bir nevi kutlama olarak görebiliriz. Aykut hocam, yayına tekrar hoş geldiniz.
Aykut Köksal: Hoş bulduk İlksenciğim.
İ. M: Teşekkür ederim zaman ayırdığınız için.
A. K: Rica ederim. Açık Radyo için hep zamanımız var.
İ. M: Ellerinize sağlık ayrıca. Müthiş kapsamlı bir yapıt; tabii ki her zaman sizin eserlerinizden beklenebilecek bir titizlikle okuruyla buluşmuş olan Müzik ve Açık Yapıt'ta karşımıza çıkan. Arketon Ses’in 2. serisi dedik. Açık Dergi’de de bir önceki buluşmamıza vesile olan Arketon Ses’in ilk yapıtını da hatırlayalım: Sizin Bülent Gözkan’la yine Açık Radyo frekansında sürdürdüğünüz, gerçekleştirdiğiniz Gödel, Escher, Bach programı da 2024 yılında kitaplaştırılmıştı. O süreçle bir araya geldiğimizde Müzik ve Açık Yapıt'ın müjdesini vermiştik, kitaplaşacağını da duyurmuştuk. Açık Radyo programları kitaplaşmayı sürdürecek; belki bunları da konuşuruz ama önce Müzik ve Açık Yapıt diyelim. Mehmet Nemutlu’nun ismini andım. Onunla bir araya gelerek 2002-2003 öğrenim yılında gerçekleştirdiğiniz özel bir program olmuştu. Kısaca onu hatırlayalım isterseniz. Açık Yapıt ve müzik ilişkisi üzerine bir dizi söyleşinin kitaplaştığı bu kitabı sizden duyalım: Nedir erimi, kapsamı? Bir anlatabilir misiniz?
A. K: Tabii, memnuniyetle anlatırım. Ama önce Açık Radyo programlarından yola çıkarak, ya da doğrudan bu kitaplarda olduğu gibi o programların içeriğinin çözümlenmesiyle oluşan kitapların üçüncüsü olduğunu söyleyelim. Bir ilk kitap daha var: O da Barok Dönüşüm. Bu, benim 1995’te Açık Radyo’da barok müzik üzerine yaptığım bir programın taslağını oluşturmuştu. Sonra üzerinde epey çalıştım ve 2020 yılında Barok Dönüşüm: Müziğin Modernleşme Serüveni adıyla Topos Yayınları’ndan yayımlanmıştı. Onu da anımsatmak istiyorum. Yani Açık Radyo programlarından yola çıkarak hazırlanmış üçüncü kitap bu. Şimdi gelelim Müzik ve Açık Yapıt çalışmasına, bu kitaba. Bu kitabın başlangıç düşüncesi, 2002-2003 öğrenim yılında Mimar Sinan Üniversitesi’nde konservatuvar öğrencileriyle yüksek lisans ve doktora öğrencileri ve yine Güzel Sanatlar Fakültesi’nin yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin benden aldığı seminer dersinde gerçekleştirdiğim disiplinler arası bir dersten geliyor. O seminerde Umberto Eco’nun Açık Yapıt çalışmasından yola çıkarak sinemadan grafik tasarıma, oradan müziğe, giderek görsel sanatlara ve mimarlığa giden bir bağlam içinde açık yapıtı öğrencilerimle birlikte işliyordum. O sırada Açık Radyo’da sürdürdüğüm program da devam ediyordu ve o programda belirli temalar üzerine diziler gerçekleştiriyordum; sözünü ettiğin Gödel, Escher, Bach da o dizilerden biri.
Dedim, acaba radyonun sağladığı müzikleri dinleme imkânını kullanarak Açık Yapıt ve müzik üzerine bir program dizisi gerçekleşebilir mi? Bunu Mehmet Nemutlu’ya bir teklif olarak sundum. “Beraber yapalım mı?” dedim. O da “Tabii, hoş olur” dedi. Böylece program başladı. Ön hazırlık yaptık; aslında her program için de ön hazırlık yapıyorduk. Notlarıma bakıyorum: 24 Kasım 2002’de ilk programı yapmışız. Yaklaşık 7 ay sürmüş ve 22 Haziran 2003’te de son program gerçekleşmiş. Toplam 29 program oldu ve farklı dönemlere, farklı bestecilere ayrılan bir içerikte yürüdü. Önce üç programlık bir giriş bölümü vardı; ondan birazdan söz edeceğim. Sonra Amerikalı bestecileri ele aldık; altı, beş besteci. Sonra da Avrupalı bestecilerle, yine beş besteciyle devam ettik.
Peki, Umberto Eco’nun Açık Yapıt kitabında müzik ne kadar ağırlıkta yer alıyor? Kitabın bütününde belki büyük bir ağırlıkta yer almıyor; farklı disiplinlere açılıyor. Ama açık yapıt kavramsallaştırmasına yol açan şey, 1956-57-58’de, yani 50’ler modernizmi içinde bestelenmiş olan yapıtlar. Bunlardan yola çıkarak açık yapıt kavramsallaştırmasını sürdürüyor; sonra da kitabında bunu farklı disiplinler üzerinden işliyor. Peki nedir bu yapıtlar? Karlheinz Stockhausen’in 11. piyano parçası; Luciano Berio’nun “Sequenza III”ü; Henri Pousseur’un “Scambi”si ve Pierre Boulez’in üçüncü piyano sonatı. Bunlar gerçekten açık yapıt örneği olan çalışmalar. Biz de giriş bölümünde ilk üç programı girişe ayırmıştık. Giriş bölümünde önce 20. yüzyıl başlarında modernist müziğin 12 ton yazısıyla birlikte İkinci Viyana Okulu’nda nasıl geleneksel kapalılıktan kurtulup özgürleşme yoluna girdiğini ve bunun da özellikle Webern’in üretiminde nasıl bir “açık” durumu işaret ettiğini; İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da Messiaen’ın, Boulez’in çalışmalarıyla, Webern’in yol göstericiliğinde “integral seriyalizm” denen, bütünsel örgütlenme denen müzik yazısında yapıtın belirli sınırlar içinde kapalı kalmaması meselesini ele aldık. Aslında yapıtın kendi sınırları içinde kapalı kalıp kalmama durumu çok daha önceden “açık form/kapalı form” ilişkisini ele alan Heinrich Wölfflin’in Sanat Tarihinin Temel Kavramları kitabında tartışılır. Orada Rönesans resmiyle barok resim karşılaştırılır: Belirli, katı, simetrik bir yapıya sahip, kendini çerçeve içinde tanımlayıp bitiren Rönesans resmi kapalı form gösterir; barok resim ise çerçevenin dışını işaret eden bir dinamizm gösterdiği için açık form olarak tanımlanır. Bunlar aynı bağlamda ele alınıp diyakronik bir değerlendirme yapılmamalı ama bunu anmadan geçmemek gerekir. Bu girişin ardından, az önce söylediğim gibi iki kesimde ele aldık. Birinci kesim Amerikalı öncülerdi: Charles Ives, Henry Cowell, John Cage, Earle Brown ve Morton Feldman. Niye önce Amerikalı öncülere yer verdik? Ve 1950’lerin Avrupalı bestecileriyle Amerikalı öncüler arasındaki fark neydi? Bunun üzerinde durmak lazım. Umberto Eco’nun çıkış noktası olarak ele aldığı bestecilerin hepsi Avrupa’dandır: Stockhausen (Alman), Berio (İtalyan), Pousseur ve Boulez (Fransız). Avrupalı bestecilerde açık yapıt, belirli bir doktriner arka planla ortaya çıkar; hepsi geçmişle hesaplaşma üzerinde durur. On iki ton yazısının ve müziğin farklı parametrelerine taşınması, kendinden öncesiyle hesaplaşan ve onun üzerinden yeni bir söz söylemeye giden bir doktrin söz konusudur. Bu doktrinler çerçevesi bütün Avrupalı bestecileri belirler. Halbuki Amerikalı bestecilerde böyle bir şey yok; çünkü onların hesaplaşma durumunda oldukları bir tarihsel geçmiş yok karşılarında.
İ. M: Bu çok önemli.
A. K: Ve o yüzden de ilginç bir şekilde Avrupalı bestecilerden çok önce, 19. yüzyıl sonundan başlayarak açık yapıtın öncü işlerini Amerikalı bestecilerde görüyoruz. Örneğin Charles Ives. Ives’in babası 19. yüzyılın ortasında bir taşra bandosunun şefi. Bando ile bulunduğu kasabada deneyler yapıyor; bandoyu farklı gruplara ayırıyor ve meydanda eşzamanlı olarak farklı yapıtlar çaldırıyor. Böyle deneyler yapıyor. Bu, daha sonra göreceğimiz açık yapıt örneklerindeki uygulamalardan biri: eşzamanlı uyumsuzluk.
İ. M: Evet.
A. K: Farklı öğelerin eşzamanlı olması ama onları birbirine bağlayan bir uyumun olmaması; böylece o uyumsuzluğun getirdiği açıklık bağlamı. Bu, Ives’in babasında var. Ives de belki buradan yola çıkarak ama kendi müziğinde de hep bu öğelerin, müzik cümlelerinin eşzamanlı uyumsuzluğu üzerinden gidiyor. Hatta İlhan Mimaroğlu der ki; yanılmıyorsam “11 Çağdaş Besteci”de, gerçek çok seslilikler Charles Ives’ın eşzamanlı uyumsuzluğu ile birlikte ortaya çıkmıştır. Tabii bu eşzamanlı uyumsuzluk, aynı zamanda yapıtın farklı gruplara bölünmesi, o grupların birbirinden bağımsız ama eşzamanlı olarak yapıt içinde rol üstlenmesiyle de kendini gösterir ki Ives’in müziğinde bunun çeşitli örneklerini görüyoruz. Yanıtsız Kalan Soru bunun en mükemmel örneğidir; Charles Ives’ın başyapıtı olarak tanımlanır. Hemen ardından gelen Henry Cowell oldukça ilginç bir figür. Piyanoda “cluster” denen bir çalma tekniğinin üzerine gidiyor. Ne demek bu? Dirseğini, ön kolunu, yumruğunu kullanarak tuşlar üzerinde ses salkımları oluşturuyor. Bu salkımların oluşumu, üretilen sesin belirli bir açıklık taşımasını zorunlu olarak ortaya koyuyor. Dirsek ne kadar tuşu kapsıyorsa o kadar ses salkımı ortaya çıkıyor; kişiden kişiye, yumruktan yumruğa değişebilir. Bunların notasyondaki gösterimi de ses salkımı şeklinde oluyor. Hem Cowell’ın bu salkımları oluşturan çalma biçimini gösteren fotoğraflar hem de notasyondaki gösterimleri kitapta yer alır. Görsel malzemesi çok zengin bir kitap olduğunu söylemeliyim.
İ. M: Onu söyleyecektim. Hakikaten müthiş bir çalışma var o bağlamda da.
A. K: Evet. Gerçekten oradaki görsel editörlüğe epey emek verildi. Sadece bununla da ibaret kalmıyor Cowell; aynı zamanda piyanonun tellerine müdahale etmeye başlıyor ki bu daha sonra karşımıza kimde çıkacak? John Cage’de. Cowell bu bakımdan John Cage’in bir öncüsü. Çok önemli bir üretim. Bu yüzden Charles Ives’a beş; Cowell’a dört bölüm ayırdık. John Cage’e gelince yedi bölümlük büyük bir bölüm çıktı ortaya. John Cage üzerine fazla söz söylemeye gerek yok; belki bütün bu besteciler içinde, Amerikalılar içinde hatta ele aldıklarımız arasında en çok tanınan odur. Onun açık yapıda en büyük katkısı çok açıktır; çok farklı açık yapıt örnekleri ortaya koyar. Hatta bunların bir kısmı performans niteliği taşır; bir kısmı artık müzikle yerleştirme arasında gidip gelen, disiplinler arası bir çalışma oluşturur. Müzik bağlamında en önemli katkısı “hazırlanmış piyano”yla olur. Ne yapar? Önceden piyanonun tellerine, yönergesi de vardır, çeşitli maddeler monte eder: vidalar, karton parçaları, çatallar, bıçaklar, kaşıklar vs. Böylece sesi dönüştürür. Burada baştan bir açıklık durumu vardır; çünkü hazırlanmış piyanonun bir yönergesi olsa da herkesin hazırlama biçimi farklı olacaktır. Ufacık iki farklı çatal bile farklı seslerin üremesine yol açar. Piyanonun hazırlama yönergeleri ve çeşitli hazırlanmış piyano fotoğrafları da kitapta yer alıyor. Bu kitabın kapağında yer alan “33 1/3” başlıklı çalışması var; 1993’te Venedik Bienali’nde bu çalışmasına tanıklık etmiştim. Sanıyorum 1967’ye tarihlenmesine karşın. Bu da tam bir açık yapıt örneği: Çeşitli stantlar üzerinde 10 pikap ve bir kenarda yığılı 33’lük plaklar var. Performansa katılanlar, artık izleyici, katılımcı ve yapıtı üretenlerden biridir, istediği plağı alıp istediği pikap üzerine koyar. Farklı kişiler farklı pikaplara plakları koyar ve bunların aralılıkları önceden tasarlanmamış, bilinmeyendir. Dikkat edersen, ta başta Charles Ives’te gördüğümüz eşzamanlı uyumsuzluk burada da kendini gösterir. Aslında eşzamanlılık, açık yapıt üretiminde çok önemlidir; aynı zamanda müzikte mekânsallığın doğurucu özelliği olduğu için müzikteki açık yapıt örnekleriyle mekânsal müzik örnekleri çoğu yerde çakışır. Berio’da, Stockhausen’de kimi yapıtların hem mekânsal müzik hem de açık yapıt örneği olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Çok mu ayrıntıya giriyorum? Zamanımız nasıl?
İ. M: Evet, zamanımız kısıtlı hocam aslında.
A. K: Asıl bölüme gelmedik; Avrupalı modernistler var.
İ. M: İsterseniz oraya geçelim.
A. K: Geçelim. Avrupalılara gelmeden önce Amerikalılardan iki kişi üzerinde durmak istiyorum: Earle Brown; o, açık yapıtın notasyonunda önemli bir devrim yapıyor. Bu, Cage’in notasyonlarında da var ama Brown iyice soyutluyor; tamamen bir müzik partisyonuna ilişkin herhangi bir gösterge taşımayan, baktığınızda belirli bir müzik yapıtı olduğunu anlamayacağınız, adeta bir soyut resim gibi görülen partisyonlar hazırlıyor. Ayrıca Alexander Calder’in heykellerinden, mobillerinden yola çıkarak da besteler yapıyor. Morton Feldman keza, açık yapıtı taçlandıran çok önemli bir besteci; onun partisyonları da bu soyutluğu içeriyor. Avrupalı modernistler dediğim gibi daha doktriner bir çerçevede üretim yapan kişiler: Luciano Berio, Iannis Xenakis, Karlheinz Stockhausen, Pierre Boulez ve Luigi Nono. Bu beşine kitapta yer verdik. Luciano Berio’nun “Circles” başlıklı çalışması: İki dairesel şekilde yerleştirilmiş perküsyon çalgılarının oluşturduğu iki dairenin ortasında iki perküsyonist var; bunlar yalnızca o devinimin yönlendirdiği biçimde çalgıları kullanıyorlar. Tam bir açık durum ve aynı zamanda mekânsal tabii. Iannis Xenakis olasılık hesaplarına yer veriyor ve müziğini “stokastik müzik” olarak tanımlıyor. Karlheinz Stockhausen açık yapıtın çok çeşitli örneklerini yaşamı boyunca üretti; Umberto Eco’nun örneklediği “Klavierstück XI”i hemen söylemek lazım. Farklı dizek parçaları bir kâğıdın üzerine serpiştirilmiş; bunlar arasındaki sıralamayı icracı gerçekleştiriyor. Hatta yönergeye göre bazı parçalara dönebiliyor; böylece icracının katılımı devreye giriyor. Pierre Boulez’in üretimlerinde, IRCAM’ın sunduğu olanaklarla mekânsallık ve açıklık birleşiyor; kendi sonatında Stockhausen’inkine benzer yapılar kuruyor. Nihayet Luigi Nono olağanüstü “Prometeo” operasına kadar uzanan çok sert müzikler yapan, çok radikal bir besteci. Dünya görüşü de radikal. Kimseye yaranamıyor: Bir yandan komünist parti üyesi; komünistler yaptığı müziği dejenere, burjuva müziği diye sayıyorlar. Öte yandan müzik dünyası, onun müziğini fazla sert buluyor. Önemli bir besteci Nono. Evet, böyle bir kitap.
İ. M: Ve kapanışta yer alıyor, son bölümde.
A. K: Evet, en sonda yer alıyor.
İ. M: Müzik ve Açık Yapıt. Çok hızlı bir özet oldu tabii bu. Ama zaten matbu hâliyle önümüzde duran bir radyo programından bahsediyoruz; bu da çok kıymetli.
A. K: Hacimli bir kitap tabii. Sen kaç sayfa olduğunu söylemiş miydin, bilmiyorum ama.
İ. M: Söylemedim.
A. K: 370 sayfalık bir kitap çıktı ortaya.
İ. M: Muazzam. Görseller, görsel takviyesi de var. Çok titiz bir çalışmayla derlenmiş olduğunu söyleyelim.
A. K: Bütün yapıtların mutlaka partisyon örneklerini koymaya çalıştık. Bu önemli; çünkü açık yapıt partisyonlarında yapıtın açıklığı partisyon üzerinden de rahatça okunabilir bir durumdur.
İ. M: Evet.
A. K: Evet.
İ. M: 2002-2003 yıllarında Mehmet Nemutlu ile Aykut Köksal’ın ortaklaşa Açık Radyo’da sundukları programın kitaplaşmış hâli dedik. Aklıma şöyle bir şey geldi; biraz da şimdi “magazin” kısmına gireyim Aykut hocam, müsaadenizle.
A. K: Estağfurullah.
İ. M: Bu programı birlikte yapmak için aklınıza Mehmet Nemutlu geliyor, konservatuvardan, ve ona gidiyorsunuz. 2000’lerin o dönemi. Siz zaten ilk günden beri Açık Radyo mikrofonundan hep seslendiniz dinleyicinize; ama böyle işbirlikleri de çok kıymetli. Yayına çok önemli bakış açıları katan bir anlayışınız vardı sizin. Mehmet Nemutlu onlara örneklerden birisi. Çağdaş müziğin profesyonelleriyle birlikte değerlendirdiğimiz onlarca yayının da başlatıcısı... O zaman biraz ondan.
A. K: Söz etmek isterim gerçekten.
İ. M: Lütfen, onu istiyorum ben de.
A. K: Açık Radyo’nun çağdaş müzik ortamına katkısı azımsanmayacak kadar yüksektir, özellikle ilk yıllarında. Bugün konservatuvarda öğretim üyesi olan, profesör, doçent müzikoloji ve kompozisyon bölümündeki arkadaşlarımızı sıralayabilirim: Özkan Manav, Mehmet Nemutlu, Kıvılcım Yıldız, Hasan Uçarsu, Metin Ülkü... Hepsi Açık Radyo’da program yaptı. Aklıma gelmeyen adlar da olabilir. Çok farklı programlar yapıldı ya da birlikte programlar yapıldı. Bu grubun birlikte yaptığı programlar da oldu. Hatta bazı programlar Açık Radyo’nun özel dinleyicisine seslendiği için gece 12’den 3’e kadar canlı yapılan programlardı. Çok önemlidir. Ama sadece bundan ibaret değil. Açık Radyo’nun Müzik Şenliği’nde sanat yönetmenliğini yapmaya çalıştığım bir bölümde genç bestecilerin hiç seslendirilmemiş otuz kadar yapıtı farklı çalgı ortamlarına seslenen konserlerde yer aldı; piyanoda... Metin Ülkü vardı, yine piyanoda... Kemal Piyano ikilisi vardı, Yaylılar Dörtlüsü vardı, Oda Orkestrası vardı. Bütün bu konserlerde o zamanın genç bestecilerinin şimdi hepsi orta yaşın yarısında oldular otuza yakın yapıtı ilk kez seslendirildi.
İ. M: Doksan yedi, doksan sekiz tabii.
A. K: Neredeyse otuz yıla yakın bir zaman oluyor. Bence Türkiye’deki müzik ortamına Açık Radyo’nun yaptığı önemli katkılardan biridir bu. Elbette geleneksel müziklerden yerel müziklere kadar uzanan geniş bir çerçevede Açık Radyo programlarının katkılarını burada yinelemeye bile gerek yok.
İ. M: Evet ama tabii çağdaş müzik “kanonu” ve Türkiye’de icrası; bu alanın bilinirliği ve anlaşılmasına dair katkınızın altını ne kadar çizsek az Aykut hoca. Müzik ve Açık Yapıt vesilesiyle bunu yeniden gündeme getirmiş olalım. Giriş yazısında Müzik ve Açık Yapıt, Arketon Ses’ten çıkan bu ikinci kitapta diyorsunuz ki, Açık Radyo yayınlarının kitaplaşma süreci burada bitmiyor diye bir sürü iz bırakmışsınız.
A. K: Evet. Bundan da çok daha geniş hacimli bir kitap; onun hazırlığına henüz başlamadım ama önümüzdeki yıllardaki projelerimden biri. Açık Radyo’da yıllardır sürdürdüğüm 20. yüzyıl bestecilerini ele alan programların kitaba dönüşmesi olacak. Epeyce besteciyi ele aldım ve ele aldıklarımı genellikle bütün yapıtlarıyla işliyorum programda. Hepsi sesten; hepsi Açık Radyo dinleyicisine ulaşıyor. Yani 20. yüzyıl bestecilerinin yapıtları içinde Açık Radyo dinleyicisinin bugüne kadar dinlemediği yapıt neredeyse yoktur diyebilirim.
İ. M: Eksik olmadı.
A. K: Bütün o toplam en sonunda bir kitaba dönüşecek: “20. Yüzyıl Bestecileri” başlığı altında bir kitaba. O tabii çok daha hacimli olacak; belki de birkaç cilt hâlinde olabilir.
İ. M: Evet, ansiklopedik olacak şüphesiz. Ellerine sağlık; şimdiden yakından takipteyiz. Bu süreçte de sizi yeniden duyduğumuz için sesinizi özlemiştik çünkü çok mutluyuz; onu da söylemek isterim.
A. K: Sağ ol İlksen. Ben teşekkür ediyorum. Bu kitaba yer ayırdığın için.
İ. M: Estağfurullah, ne demek. Biz teşekkür ediyoruz. Mehmet Bey’e de buradan selam. Konuşamadık ama programın dinleyicileri arasında İlhan Usmanbaş da vardı, yanlış anımsamıyorsam.
A. K: Analım onu da; nasıl unuttuk? Çünkü orada hazırlık çok ileri gitti; o daha önce çıkacak. Evet, yine Mehmet Nemutlu ile yaptığımız bir dizi: “İlhan Usmanbaş ve Yapıtı”. O, söylediğim 20. Yüzyıl Bestecileri'den daha önce, daha yakın bir sürede, sanıyorum bir yıl içinde o da ortaya çıkacak.
İ. M: Evet, toprağı bol olsun. Yakın zamanda kaybettik.
A. K: Evet. İleri yaşta, yakın zamanda kaybettik. Çağdaş Türk müziğinin en önde gelen temsilcisiydi; tartışmasız, uluslararası düzeyde önem taşıyan bir müzik üretiminin sahibiydi İlhan Usmanbaş.
İ. M: Peki, değerlendireceğiz. Bu yayında tabii ki İlhan Usmanbaş’ın geriye bıraktığı mirası da ele alan yeni belgeseller de üretiliyor. Bir yandan orayı da izlemeye çalışıyoruz ama... Çok güzel. Evet, Açık Radyo’da nasıl ele alınmıştı, bunu da yakın zamanda duyacağız.
A. K: Bu arada küçük bir haber: Kasım ayının son haftasında Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı, İlhan Usmanbaş’ı ele alan bir sempozyum düzenliyor; Müzikoloji Bölümü. Umarım o sempozyumla birlikte Usmanbaş’ın seslendirilmemiş yapıtlarından birinin seslendirilme olanağı da olur. Gerçekten Usmanbaş’ın çekmecesinde bekleyen, seslendirilmemiş pek çok yapıtı var.
İ. M: Evet, Kasım ayı. Not ediyoruz. Bunu da önden haber verdiğiniz için sağ olun. Aykut hocam; süre çok kısıtlı, konuşacak çok şey var. Ama yayın devam ediyor. Yeniden buluşmak üzere diyerek kapatmak isterim bu söyleşiyi. Müzik ve Açık Yapıt vesilesiyle bir kere daha mikrofon sizdeydi. Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum.
A. K: Ben teşekkür ediyorum. Hoşça kal.
İ. M: Hoşça kalın.