Şekerkamışı, dünya tarihini değiştiren bitkilerden biri. Ondan elde edilen "beyaz zehir" eroin, kokain ve alkol kadar öldürücü. Sadece sağlık sorunlarına yol açtığı için değil, tarihte yüzyıllar boyunca bu beyaz zehir uğruna milyonlarca insan acı çektiği için...
Batı Hint Adalarında, şekerkamışı plantasyonlarında -tütün ve pamuk plantasyonlarındaki gibi- Afrikalı kölelerin ritim tutmak için yaptıkları müzik, bu hüzünlü haykırış modern caz ve blues'un da temellerini atmıştı. Çok daha ağırdır şekerkamışı tarlalarının çalışma koşulları; müziği ritmi de onu izler... Bu öldürücü ritim, çok daha fazla kölenin ömründen ömür alıyordu. Şeker sadece tüketicileri için değil, onu toplayanlar için de öldürücüydü...
Şekerkamışı iki noktada kültüre alınıp dünyaya yayılmış; biri Yeni Gine kökenli Saccharum officinarum, diğeri de Tayvan ve Kuzey Çin'deki Saccharum sinense türü... Hayvan yemi olarak kullanılmış önce. İki türün de yayılması Avustronezyalıların, yani Güneydoğu Asya halklarının göçleriyle olmuş. Tarihçilere göre, kamışın özsuyunu çıkarıp kaynatarak kristalize şeker elde etme işlemi antik çağlarda, Hindistan'da keşfedilmişti. İngilizce'deki "sugar" sözcüğü de Sanskritçe "sarkara" sözcüğünden geliyor.
Şekerkamışından tatlı özsuyunun elde edilmesi Güneydoğu Asya'da MÖ 4000'lerde başlamış ama işlenip kristal şekerin elde edilmesi Hindistan'da MS 1. yüzyılda olur. Şeker konusundaki net belgeler MÖ 510 yılına dayanıyor. Bu bilgi MS 6. yüzyılda, İran'a Perslere ulaşmış; onlar da limon suyu eklemenin özütü ağarttığını bulmuş. O tarihlerde Hindistan'a sefer yapan Pers İmparatoru Darius, İndus Nehri boyunca şeker kamışı yetiştirildiğini ve halkın bunları gıdaları tatlandırmak için kullandıklarını görür. O zamana dek gıdalarını tatlandırmada bal kullanan Pers halkı şeker kamışına "arı olmadan bal üreten kamış" adını verir.
Antik Yunan ve Antik Roma'da şekerkamışıyla ilgili kayıtlar var ama yiyecek olarak değil sadece farklı ülkelerden getirilen bir ilaç olarak bahsediliyor. Dioskorides MS 1. yüzyılda De Materia Medica'da şöyle yazmış: "Hindistan ve Eudaimon Arabia (Yemen) sazlarda sakcharon adı verilen bir çeşit bal var; tuz gibi dişler arasında kırılacak kadar kırılgan. Suyla karıştırınca bağırsaklar ve mideye iyi geliyor; mesane ve böbrek ağrılarını dindirmek için de içilebilir. " Yaşlı Plinius da şekeri ilaç olarak tarif etmiş: "Şeker Arabistan'da da yapılıyor ama Hint şekeri daha iyidir. Kamışta bulunan bir tür bal, sakız gibi beyaz ve dişler arasında öğütülüyor. Bir fındık büyüklüğünde topaklar halinde geliyor. Şeker sadece tıbbi amaçlar için kullanılabilir." Strabon, MS 1. yüzyıl başlarında arılara ihtiyaç duymadan "bal veren kamışları" anlatır ve Büyük İskender'in bu bitkiyle Hindistan'da karşılaşıp şekerkamışını ülkesine gönderdiğini anlatıyor.
MS 7. yüzyılda İran'ı işgal eden Araplar şeker kamışı ile tanışır; nasıl yetiştirildiğini ve nasıl şeker elde edildiğini öğrenirler; Kuzey Afrika ve İspanya gibi ülkelere de bu bilgilerini aktarırlar. Arap girişimciler 8. ve 13. yüzyıllar arasında şeker üretim tekniklerini büyük ölçekli sanayiye dönüştürdüler; ilk büyük ölçekli şeker imalathanelerini, rafinerilerini, fabrikalarını ve üretim alanlarını oluşturdular. 9. yüzyılda Sicilya ve 10. yüzyıl başlarında da Endülüs bölgesi, şeker üretiminin önemli merkezlerinden biridir.
Haçlılar 11. yüzyılda Müslümanlardan kurtarmak için gittikleri Kutsal Topraklarda tanıştıkları bu "tatlı tuz" yanlarında Avrupa'ya getirirler. 12. yüzyılın sonlarında yazılan Levanten Haçlı Seferi kronikçisi Willelmus Tyrensis, şekeri "insanlığın kullanımı ve sağlığı için çok gerekli olan en değerli ürün" olarak tarif etmiş. Haçlılar şeker yapım tekniğini de öğrenip ürünü Kıbrıs, Girit, Rodos ve Yunanistan'da kendileri yapmaya başlamışlar. Şeker buradan yavaş yavaş Avrupa'ya doğru ilerler ama hala çok pahalıdır. En yaygın olarak kullanılan tatlandırıcı, ana şeker maddesi fruktoz olan baldı. Birinci Haçlı Seferleri’ne katılanların anılarının derlendiği bir eserde şöyle deniyor. “Trablusşam ovasındaki tarlalarda, oralıların zuchra dedikleri bir bal kamışı çok bol bulunuyor. İnsanlar bu kamışları iştahla emmeye alışmışlar, bunların yararlı özsuyundan çok hoşlanıyorlar ve tatlı olmasına karşın bu zevke doymak bilmiyormuş gibi görünüyorlar. Bu bitki, orada yaşayanlar tarafından büyük bir emek harcanarak yetiştiriliyor… İnsanlar, Elbariye, Marrah ve Akrah kuşatmaları sırasında korkunç bir açlığın pençesinde kıvranırken bu tatlı şekerkamışı sayesinde hayatta kaldılar.”
15. yüzyıldan sonra Portekizlilerin ve İspanyolların yeni kıtaların keşfetmesiyle şekerkamışı ticareti de İberya'nın güneybatısına ulaşır. 1420 yılında Joao Gonçalves Zarco Madeira Adası'nı keşfettikten kısa bir süre sonra, Portekiz Kralı Henrique, Madeia Adası'nı şekerle tanıştırır; burada şeker üretimini başlatarak şekerkamışı tarlalarında çalıştırmak üzere Nijerya ve Lagos'tan köleler getirir; Afrika'dan satın alınan ilk kölelerdir bunlar. Çok geçmeden Madeira, Batı'nın en büyük şeker üreticisi olur. Avrupalıların bu lüks tüketim maddesine ilgisi arttıkça, İberya ülkeleri de Madeira ve Kanarya Adalarında plantasyonlar kurmaya başlar.
Adaya gelenlerden biri de Kristof Kolomb’dur. Şeker alma sı için buraya gönderilmişti; burada adalı bir kızla evlenip yerleşir sonra. 1492'de efsanevi Atlantik yolculuğunu yaptıktan sonra Hispaniola adasını da şekerkamışıyla tanıştırır. Karayip adlarının iklimi, bol güneş ışığı, yoğun yağmur ve verimli toprak şartlarına şekerkamışı son derece güzel uyum sağlar, bu da bu bitkinin dünya üzerindeki yolculuğunda bir dönüm noktası olur. Kolomb, İspanya Kraliçesi Isabella'ya şeker kamışının bu yörelerde dünyanın diğer kısımlarındakinden daha hızlı büyüdüğünü rapor etmişti.
Tabii, şeker kamışı ekimi ve hasadı ağır işti; kamışın iyi yetişmesi için boğum içeren bir sap parçasının toprakta bir hendek ya da çukura ekilmesi gerekiyor. Yeterli yağış almayan tarlaların yabani otlardan arındırılması ve sulanması gerekiyor. Hasattan sonra işleme süreci için bol yakıta da ihtiyaç olduğu için Madeira'nın ormanları büyük ölçüde yok edilmiş. Endüstri buradan Sao Tome, Brezilya, Küba, Jamaika ve Meksika'ya yayılır. Tordesillas Anlaşması'yla Güney Amerika kıtasında özel hakları olan Portekizliler ve İspanyollar 17. yüzyılın sonuna kadar şeker ticaretinin de hakimi olurlar. 16. yüzyılın sonunda Hollanda, İngiltere ve Fransa şeker taşıyıcıları ve tüketicileri olmaktansa bu endüstrinin bir parçası olmak isterler. Hollanda Brezilya'nın kıyı kesimlerinin yönetimini eline alırken İngiltere ile Fransa Karayip Adalarını ele geçirirler.
Çay, kahve ve çikolatanın 17. yüzyılda Avrupa'ya ulaşmasıyla birlikte şeker talebinde de patlama yaşanır tabii... Barbados, Jamaika, Brezilya ve diğer Yeni Dünya ülkelerindeki plantasyonlarda çalışacak iş gücüne de ihtiyaç vardı. Sözleşmeli işçiler yeterli olmayınca korkunç bir çözüm bulunur: Afrika'dan getirilen köleler...
1662 yılıyla İngiliz ticaret sisteminin feshedildiği 1807 arasında milyonlarca Afrikalı sağlıksız koşullarda aşırı kalabalık gemilerde plantasyonlara taşınmıştı. Portekiz, İspanya, Hollanda ve Amerikalılar, Brezilya ve başka yerlerdeki sömürge bölgelerine sürekli olarak köle taşırlar. Middle passage olarak bilinen köle ticareti yolu üçgen bir rota çiziyordu: Liverpool, Londra ya da Bristol'den kalkan gemiler yüklendikleri ticari mallar karşılığında Afrika'nın Batı sahilinden aldıkları köleleri Atlas Okyanusu'nun diğer yakasındaki plantasyonlara insanlık dışı koşullarda taşır, yükledikleri değerli mallarla dönerlermiş. Köle işçiliği üretim maliyetlerinin düşmesini ve fiyatların Doğu'dan ithal edilen kamış şekeri fiyatlarının çok daha altında oluşmasını sağlamış. Şeker tarımı öylesine kazanç getiriyordu ki, insanlar şekere "beyaz altın" adını takar.
Yeni Dünya şeker endüstrisi plantasyon sahiplerinin yeni iş gücü bulmakta zorlanması, buhar gücüyle çalışan değirmenlere yatırım yapması ve yeni keşfedilen şekerpancarıyla rekabete girmesiyle düşüşe geçer. 1750'de Cizvitler şeker kamışını Kuzey Amerika'ya taşırlar; 1788'de Botany Bay'e giden ilk hükümlü gemi filosunun güvertesinde de İngiltere'den Avustralya'ya seyahat eder. Buradaki plantasyonlar yakın adalardan yerli Polinezyalıları çalıştırmaya başlar. Yeni Gine'den ayrılıp dünyayı dolaştıktan sonra dünyanın en sevilen tatlandırıcısı sonunda binlerce yıl önce kendisini bu yolculuğa uğurlayan ırk tarafından kültüre alınıyordu.
Şekerkamışı üretimi günümüzde aynı yöntemlerle yapılırken üretim süreci son yüz yıl içinde oldukça değişti. Kamışlar arık makineyle kesiliyor, ezme ve özüt çıkarma işlemi de makineleşti.
Şeker kamışının bir rakibi de var, 18. yy’ın sonlarına doğru gelindiğinde artan şeker ihtiyacı ve sömürgelerin özgürlük savaşları, köleliğin zamanla kaldırılması, Avrupa ülkelerinin sömürgelerini ve şekerleri kaybetmesi onları yeni bir bitkinin varlığını kavramalarına neden olur. İşte burada şeker kamışına ilave, şeker pancarı şeker üretimi için kullanılmaya başlanır. Şeker pancarından şeker eldesi ilk olarak aslında bir tiyatro yazarı olan Olivier de Seddes tarafından başlatılmış ancak o zamanlarda şeker kamışının yerini alamayacağı düşüncesiyle ancak 150 yıl sonra şeker pancarını şeker elde etmek için kullanılmış.
Bir başka sofra şekeri kaynağı olan şeker pancarı (Bea vulgaris) 18. yüzyıl ortasında Alman kimyager Andreas Sigismund Margraf bu kök bitkiden yoğun sakaroz konsantrasyonu elde edilebileceğini bulmuş.
Şeker pancarı çok çeşitli iklimlere ve topraklara uyum sağlayabilir. Fransa ile İngiltere arasında 1793-1815 tarihleri arasında yapılan Napolyon Savaşlarına kadar Avrupa ana şeker kaynağı olarak kamış şekerini kullanmaya devam etti. Bu dönemde İngiliz Donanması, Fransa'nın başta kamış şekeri olmak üzere mal ithalatını önlemek amacıyla limanlarını ablukaya aldı. Böylelikle Avrupa kıtasına şeker girişi durdu. Bu andan itibaren kamış şekerinin yerini alması amacıyla Avrupa'da şeker pancarı tarımı çok hızlı bir şekilde yayılmaya başladı. Pancarın ürünü sakaroz şeker kamışından üretilenle aynıdır, günümüzde dünya üzerinde şekerin yaklaşık yüzde 20'si pancardan elde ediliyor.
Türkiye’de ise ilk şeker pancarı fabrikası cumhuriyetin ilk yıllarında Uşak’ta Mollazade Nuri Bey tarafından 1925 yılında kurulmuş. Bu tarihten sekiz ay sonra Alpullu’da İstanbul ve Trakya Şeker Fabrikası adıyla kurulan ilk fabrika günlük 500 ton şekerpancarı işleme kapasitesiyle, 1933-1934 yıllarında 22962 ton kristalize toz ve 15199 ton küp şeker ile o yılın şeker pancarından şeker üretmede dünya rekorunu ele geçirmiş.