Prusyalı doğabilimci ve kaşif Alexander von Humboldt, Cosmos adlı eseriyle, dünyada her şeyin birbiriyle sürekli bir iletişim içinde olduğunu öne sürerek zamanının yüz yıl ötesine geçen bir isim… Mirası tek bir keşif değil -manyetik ekvatoru keşfetmiş, izoterm eğrilerini ve iklim kuşaklarını ortaya koymuş. Köleliğe karşı duran, İspanyolların İnka yerlilerine yaptığı züluma isyan eden bir hümanist…
Alexander von Humbolt, 1769 yılında Berlin’de doğmuş; kralın yaveri olan babası sayesinde bir asilzade olarak büyümüş. Çocukluk ve gençlik dönemini üniversiteye gidinceye kadar ağabeyi Wilhelm’le birlikte Berlin’de geçirmiş. Dokuz yaşındayken babasını kaybedince, tek hedefi akademik başarı olan, katı disipline inanan annesiyle baş başa kalır. Sıkı disiplinle yürütülen bu eğitim döneminde Alexander’ın asıl ilgisini çeken doğa bilimiydi; ormanda yaptığı gezilerde bitkileri, kelebekleri, kurbağaları inceliyor, doğayı yakından keşfetmeye çalışıyordu. Topladığı örnekleri ayırıp etiketleyerek daha çocuk yaştayken, ilk “bilimsel koleksiyonunu” oluşturmuştu.
Dünyanın giderek küçüldüğü, keşifler çağında yaşıyordu Alexander. Kaptan James Cook gibi efsanevi denizcilerin ve seyyahların hikayeleri, onun da hayallerini şekillendiriyordu. Gençliğinde Fransız Devrimi’nden etkilenerek, Rousseau gibi düşünürlerin önderliğinde eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ideallerinin tüm Avrupa’yı etkileyeceğine inanıyordu. Göttingen’de okurken tanıştığı, -Fransız devrimi sırasında Paris’te olan- doğa bilimci George Foster’dan da etkilenmiş. Foster, Kaptan Cook’un 1772 tarihli seyahatinde Dünya çevresinde dolaşmış bir doğa bilimciydi. Çocukluğundan beri uzak ülkelere gitme hayali kuran Alexander da farklı diller öğrenerek, astronomi ve bilimsel aletlerin kullanımıyla ilgili dersler alarak bir anlamda kendini bu yolculuklara hazırlıyordu.
İlk yolculuğunu da Foster ile Kuzey Avrupa’ya yapar. Hollanda, Belçika ve Luxemburg’dan geçerek İngiltere’ye gider; Viyana’da bulunur, İsviçre ve İtalya’da jeoloji ve botanikle ilgili bir gezi yapar, sonra tekrar Paris üzerinden Almanya’ya döner. Almanya’ya geri döndüğünde, botanik ilgisine rağmen, madencilik alanında çalışmaya başlamış; madencilik alanında bu kez maden işçilerinin sağlığı ve güvenliğiyle ilgili getirdiği önemli korunma yöntemleri sayesinde öne çıkmış. Bir yandan da bitki gelişim fizyolojisini incelediği Florae Fribergensis Specimen (Fribergen Florasından Örnekler) kitabını yayımlamıştır.
Avrupa’nın jeolojik yapısı, yeraltı iklim bilimi ve bitki coğrafyası da ilgilendiği konular arasındaydı Humboldt’un. Maden denetimi işine 1794’te kısa bir süre ara vererek Jena’da yaşayan kardeşi Wilhelm’in yanına gider. Botanikle ilgili yayınları sayesinde, Jena Üniversitesi’nde çalışan Friedrich Schiller ve Goethe ile tanışma imkanı bulur. Goethe, Humboldt’un doğaya olan merakından ve tutkulu kişiliğinden çok etkilenir, “Nasıl bir adam! Bilgide ve irfanda eşi yok. Ne konuda yaklaşırsanız yaklaşın, o yerinde rahat, bize düşünsel hazinelerini gönderiyor. İnsan yüzlerce kitap okumaktan öğrenemeyeceği bilgileri ondan bir saate öğreniyor” der Eckermann ile konuşmalarında…
Bilim ortamında saygıdeğer bir yeri vardır ama, Humboldt bir yandan Güney Amerika gezisine çıkmayı da aklına koymuştur. Hastalıklar ve savaş yüzünden bu planlarını erteler sürekli. Hayattayken onun özgürleşmesine fırsat vermeyen bir annenin baskıcı tutumu da engeldir elbette… Ancak annesinin ölümünden sonra kendi yolunu çizmeye cesaret edebilir.
Resmî olarak davet edildiği Nicolas Boudin’in dünya yolculuğunun ertelenmesi üzerine, genç Fransız botanikçi Aime Bonpland ile birlikte Paris’ten ayrılıp Marsilya’ya gider. Mısır’a ulaşmak için çabalarken yolları Madrid’e düşer ve beklenmedik bir şekilde, bakan himayesiyle keşif için İspanyol Amerika’sına gitmek için yola çıkarlar. Pizarro gemisiyle 1799 Haziran’ında denize açılırlar; Kristof Kolomb’un rotasını izleyerek 6 Temmuz 1799’da Brezilya kıyısındaki Cumana’ya varırlar; salgın hastalıklar çıkar yolda, şans eseri iki arkadaşa bir şey olmaz ama varacakları ilk kara parçasında gemiyi terk etmeye karar verirler. 5 yıl sürecek macera dolu yolculukları da böylece başlamış olur.
Orinoco’dan Rio Negro’ya kadar, 75 gün sürecek 2.250 kilometrelik bir kayık yolculuğuna çıkarlar. Humboldt’un hedeflerinden biri de Rio Negro ile Orinoco arasında bir bağlantı olup olmadığını keşfetmekti. Sonunda bağlantı olduğunu öne sürerler ama aslında böyle bir bağlantı yoktur. Çok zorlu bir yolculuktur bu… Kıyıya dönüş yolculuklarında çok ağır hastalanırlar hatta Aime Bonpland ölümün eşiğinden döner.
Aralık 1800’de Venezuela’dan Karayipleri geçerek Küba’ya giderler; Havana ve Trinidad’da kalırlar. Humboldt’un baştaki planı kuzeye Büyük Göllere doğru ilerlemek, sonra tekrar güneye Louisana’ya ve Meksika’ya gitmek ve Nicolas Baudin (Nikola bödan) ile Büyük Okyanus kıyısında buluşmaktır ama bu gerçekleşmez. Baudin ekonomik sebeplerle yolculuğuna son verince planlarını değiştirmek zorunda kalır. Denizden gitmek yerine, karadan uzun ve çetin bir yolculukla Aime Bonpland ile birlikte And Dağlarına ve Kolombiya ile Ekvator üzerinden Peru’ya gitmeye karar verir.
Bu gezisi boyunca kaya formasyonlarını, havanın kimyasal analizini, iklimin bitki ve hayvan türlerinin yayılışına etkisini, yerkürenin manyetik alan gücünü, bulutların yapısını, okyanus sıcaklığını ve bitki ve hayvan dünyasını araştırır; 50 dereceyi aşan yüksek sıcaklıkları kaydeder; elektrikli yılan balıklarını gözlemler. 5700 metrelik Antisana Dağı’nın 5500 metresine bir tırmanış gerçekleştirir. O güne kadar böyle bir yüksekliğe çıkan ilk kişidir Humboldt. Yağmur ormanlarındaki çeşitliliği, dağ tırmanışındaki bitkileri, patlayan volkanları gözlemleyen kaşif, Chimborazo’dan döndüğünde deyim yerindeyse bir aydınlanma yaşar. Almanca’da “doğanın çizimi” anlamına gelen “Naturgemalde” kavramını oluşturur.
Humboldt’a göre doğadaki her şey bir bütünün parçaları olarak etkileşim içindeydi; doğa bilimi tarihinde bir ilk olarak kabul edilen bu görüş, ekoloji kavramının temellerini oluşturur. Humboldt buna “mikro kozmos” diyordu.
Meksika’dan sonra Vera Cruz’dan yukarıya Havana’dan geçerek Kuzey Amerika’ya doğru yola çıkar. 1804 yılında Philadelphia’dadır. ABD’nin Başkanı o zaman; o da Humboldt gibi doğa tutkunu ve bitki koleksiyoncusu olan Jefferson’dır. Birleşik Devletler’i, bireysel özgürlükleri öne çıkaran tarım temelli bir cumhuriyet olarak hayal eden Jefferson, Humboldt’u Washington’a davet eder. Humboldt başkanın bu özelliklerini çok değerli bulsa da hala tarlalarında köle çalıştırmasını eleştiriyor; her fırsatta köleliğin utanç verici olduğunu söylüyordu. İspanyolların İnka yerlilerine yaptığı eziyetleri de gözlemlediği için buna şiddetle karşı çıkıyordu.
Humboldt’un yolculuğunun ana hedefi bilimsel olsa da dönüşünün hemen ertesinde üzerinde çalışmaya başladığı yolculuk günlüğünde yazmak istediği farklı konular da vardı. Jeoloji ve doğa bilimi verilerinin yanı sıra günlük deneyimleri, yerli halkların alışkanlık ve gelenekleri ve duygusal tepkilerini de ekleyerek tamamen yeni bir seyahat yazın türü geliştirmişti. İnsanın yıkıcılığını, köleliği, gelir adaletsizliğini, özgürlükler sorununu, hayvanlara yapılan eziyetleri bir bütün olarak görebilen Humboldt, toplumsal ekolojiye en önemli katkıyı yapan bilim insanlarının başında geliyor.
Humboldt Avrupa’ya döndüğünde Prusya ile savaşta olmasına rağmen Fransa’da yaşamaya karar verir. Evinden ayrı olduğu dönemde Fransa, cumhuriyetten askeri bir diktatörlüğe dönmüştür. Bilim akademisinde çalışıyor; seyahatiyle ilgili konuşmalar yapıyordu. Ressamlardan oluşan bir ekip kurar; ürettikleri 16 ciltlik botanik kitaplarının yarısı daha önce bilinmeyen 8 bin tür bitkiyle ilgilidir. Amerika seyahati nedeniyle, zaten servetinin önemli bölümü tükenmişti; buna bir de ticari değeri olmaya başyapıtının üretim maliyeti eklenir.
Hindistan’a gidip Himalayalarda inceleme yapmak ve bunu Güney Amerika’daki bulgularıyla karşılaştırmak istiyordu. Fakat bu isteği, Hindistan’ı işgali altında tutan İngiltere’nin engellemeleri yüzünden hiçbir zaman gerçekleşmez. O da bu sefer rotayı Rusya’ya çevirir. Rusya gezisinin sonuçlarını iki kitapta yayımlar; burada en çok ormansızlaştırma, insan türünün iklime etkisi, insafsızca sulama ve endüstriyel merkezlerden salınan buhar ve gazların doğaya etkisini dile getiriyordu.
Doğanın karmaşıklığı içinde evrenin portresini ortaya koyduğu Cosmos ve Ansichten der Natur (Doğa Manzaraları), Humboldt'u üne kavuşturur. Hayatının son on yılını Cosmos'u tamamlamaya ayırır; üçüncü ile dördüncü ciltler 1850 ve 1858’de yayımlandı. Beşinci cildin bir bölümü ölümünden sonra 1862’de yayımlanır. Ölümünden sonra birçok hayvan ve bitki türüne ismi verilmiş… Humboldt pengueni, Humboldt zambağı, bir orkide türü, bir sardunya türü, Güney Amerika meşesi ve söğüdü, Humboldt’un domuz burunlu kokarcası gibi… Coğrafi oluşumlara da adı verilmiş. Humboldt akıntısı, Humboldt sıradağları gibi… Birçok yerleşim birimi de var Amerika ve Almanya’da onun adı verilmiş.
İlham verdiği insanlardan da var: Fransa’da karşılaştığı, varlıklı bir ailenin çocuğu olan Simon Bolivar 22 yaşındaki kaybettiği sevgilisinin acısıyla orada bohem bir hayat sürüyordu. Humboldt’la tanışmak onun hayatında bir dönüm noktası olur. Humboldt, ona adeta kendi ülkesini ve kıtasını yeniden tanıtmış, kıtasının insanlarının İspanyol sömürgeciliği altında inlediğini yüzüne vurmuş. Humboldt’un yazdığı her şeyi okuyup hatmeden Bolivar, kısa bir süre sonra Güney Amerika’ya dönecek ve İspanyolların egemenliğine büyük oranda son verecek olan isyanı başlatacaktır. Bolivar, isyancılığı ve yönetimi ele geçirdiği dönemlerde çok saygı duyduğu Humboldt’la irtibatını hiç kesmez.
Charles Darwin, Amerika kıtasındaki bilimsel gezilerini anlattığı Beagle Yolculuğu adlı eserinde Humboldt’un çalışmalarına sık sık atıfta bulunur. Humboldt’un tüm kitaplarını neredeyse ezbere bilen Darwin, Beagle ile denize ilk açıldığında Humboldt’un yazdığı hemen her şeyi yanına alacaktı. Darwin, Humboldt’un ağ halinde birbirine bağlı doğa tezini daha da geliştirecek ve evrim teorisini oluşturacaktı.
Şarkıcı / Yorumcu | Parça Adı | Albüm Adı | Süre |
---|---|---|---|
6 Numaralı Concerto Grosso | Arcangelo Corelli | 04:38 |