Toprağımızı Vermiyoruz Kampanyası, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen ve kamuoyunda “işgal, gasp ve tehcir yasası” olarak anılan yeni düzenlemeye karşı açıklama yaptı. Kampanya bileşenleri, maden ve enerji şirketlerinin talepleri doğrultusunda çıkarıldığı belirtilen bu yasaya karşı mücadeleyi büyüteceklerini duyurdu. Açıklamada, “Anayasa’ya aykırı olarak mülklerimize, doğamıza ve yaşam alanlarımıza el koymalarına izin vermeyeceğiz. Sessiz kalacağımızı sanıyorlarsa yanılıyorlar” denildi. Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Ellerini şimdiden ovuşturan maden ve enerji şirketlerine müştereklerimizi (ortak yaşam alanlarımızı), zeytinliklerimizi, meralarımızı, topraklarımızı, parklarımızı, kıyılarımızı, orman, su varlıklarımızı ve tapulu arazilerimizi “gelin alın” demeyeceğiz. Mülksüzleştirmeye, köksüzleştirmeye, işgale ve üzerinde yaşadığımız topraklardan sürülmeye (tehcire) boyun eğmeyeceğiz, sessiz kalmayacağız. Anayasamızın bize verdiği hak ve ödev doğrultusunda meşru direniş hakkımızı sonuna kadar kullanacağız. Yaşamı, yaşam alanlarını koruyacağız.” Kampanya grubu, “Bu yasayı çıkarttınız, yürütülmesi için tuza da yatıracaksınız ama bilin ki sizi sahilde, alanda biz karşılayacağız. Seçim bölgelerinizde gittiğiniz köy kahvelerinde biz olacağız, orada hesabını soracağız. Yaptığınız esnaf ziyaretlerinde biz olacağız, orada hesabını soracağız. Sokağa çıktığınız her yerde biz olacağız, halkın karşısına çıkmaya yüzünüz kalmayıncaya dek bu yasa için sizden hesap sormaya devam edeceğiz” dedi.
Nitekim kanuna karşı hareketler başladı bile. Eskişehir Doğa ve Yaşam Platformu üyeleri, zeytinliklerin madencilik faaliyetlerine açılmasına imkan tanıyan kanun teklifine karşı Ulus Anıtı Haller Parkı’nda 24 saatlik yaşam nöbeti tuttu. Platform adına açıklama yapan Esra Doğan, nöbetlerinin sembolik olduğunu ifade etti. Tüm şehirlere örnek olması umuduyla nöbete başladıklarını söyleyen Doğan, yaşam alanlarını ve zeytinlikleri savunmak adına hem hukuk mücadelesi vereceklerini hem de sokakta ve alanlarda olacaklarını belirtti.
BirGün’den Aycan Karadağ’ın haberine göre Türkiye yazı, barajların tükenmesiyle karşıladı. İzmir’in can damarı Tahtalı Barajı’nın doluluğu yüzde 10,13’e, Gördes’in ise binde 0,08’e geriledi. İstanbul’daki barajların ortalama doluluğu İSKİ’nin son verilerine göre yüzde 57.86 oldu. Başkent Ankara’da yüzde 23,18’e düştü; aktif kullanılabilir su seviyesi ise yalnızca yüzde 12,78 oldu. Bursa’da Doğancı Barajı yüzde 40,93, Nilüfer Barajı yüzde 31,09 seviyesine indi. Kentte sadece 50 günlük su kaldığı açıklandı. Yağışsız süreç devam ederse, bu yıl ilk kez eylülde kısıntı gündeme gelebilir. Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Çevre, Biyoçeşitlilik ve İklim Değişikliği Çalışma Grubu Üyesi Prof. Dr. Doğan Yaşar, BirGün’e yaptığı değerlendirmede “21 yıl önce ‘bu günler gelecek’ dedik, dinlenmedik. O gün yapılması gereken planlar rafa kaldırıldı, barajların dolu günlerine güvenildi. Bugün Tahtalı dibe vurdu, Gördes buhar oldu. ‘İklim krizi’ diyorlar; hayır, asıl kriz yönetim. Bilimsel uyarılar kulak ardı edildi, rant projeleri suyun önüne geçirildi. Sulama sistemleri hâlâ yarım asırlık. Açık kanallarda buhar olup giden suyun hesabı sorulmadı. Kentler büyüdü, nüfus patladı; aynı su yönetmeliğiyle devam edildi’ diye konuştu. “Yeraltı suları dünyanın en stratejik rezerviydi, biz musluk zannettik. Barajlar doluyken bile artezyen kuyuları açıldı, ovaya pompalar kuruldu” diye belirten Yaşar, özetle şunları kaydetti: “Obruklar o yüzden çöktü; Konya’dan Çorum’a her çukur ‘susuzluk kapıda’ diye haykırdı. Gelişmiş ülkeler yeraltı suyunu deprem sigortası gibi sakladı; biz günü kurtarmak için çektik. Şimdi barajlar kuruyunca kuyular da tuzlandı. Suya erişim, şirketlerin kâr planına bırakıldı. Oysa su yaşam hakkıdır, ticari meta değil. Kamusal, bölgesel planlama şart. Su Bakanlığı önerdik, ‘gerek yok’ dediler. Bugün her belediye kendi başına çırpınıyor” Doğan Yaşar somut öneriler de verdi: “Yağmur suyunu kanalizasyondan ayıracaksın, barajlara geri basacaksın. Atık suyu arıtıp tarlaya vereceksin. Kent peyzajında çim değil, lavanta dikeceksin. Bugün tasarruf çağrısı yapmazsak yarın tanker kuyruğunda bekleriz. Su politikasını bilime bırakmak zorundayız; yoksa susuzluk, iklimden önce yönetim hatası olarak tarihe geçer” dedi.
Dünya’daki biyolojik çeşitliliği yok edip kendimizi Mars’a attığımızı varsayalım. Ekonomimiz ne kadar cılız olurdu. Suyu damla hesabı satın alır, gramla domates tartar, ekmeği dilim değil milim hesabı yerdik… Gezegenimizdeki biyoçeşitlilik ekonomiyi güçlü, yaşamımızı güzel kılıyor. Biyoçeşitlilik sektörleri doğrudan besler. Ancak öte taraftan çılgın bir biyoçeşitlilik krizine doğru gidiyoruz. Bu tükenişin nedeni de ekonominin ta kendisi. Ancak bunun tersi de mümkün: Türetim Ekonomisi. “Nasıl olur?”u ise Türetim Ekonomisi Derneği ve Kadir Has Üniversitesi Enerji ve Sürdürülebilir Kalkınma Merkezi (CESD) tarafından düzenlenen Next Economies Summit 2025’te. Etkinlik 12-14 Eylül 2025 tarihleri arasında, İstanbul Kadir Has Üniversitesi'nde gerçekleşecek. Next Economies Summit 2025 hakkında güncel bilgilere ulaşmak ve etkinliğe kaydolmak için nexteconomies.net adresini ziyaret edebilirsiniz.