Antroposen Sohbetler’de Utku Perktaş, geçmiş ile bugünü buluşturan bir bölümü, Zürih Üniversitesi’nden Prof. Dr. Arpat Özgül ile gerçekleştirdiği söyleşiyi tekrar gündeme getiriyor; Arpat’ın Science dergisinden iki önemli akademik çalışmasına atıfta bulunarak, çevresel değişimin bireyden topluluğa uzanan çok katmanlı etkilerini vurguluyor ve bugünün iklim krizine yeni bir gözle bakmak için önemli bir hatırlatma yapıyor.
Satırbaşları:
- Ekoloji evrimden önce konuşur. Canlılar, çevresel değişime önce ekolojik — yani plastik — tepkiler verir; evrimsel değişim ondan sonra gelir. Bu fark, Antroposen’de değişimi anlamanın kilit noktası: bir türün küçülmesi ya da davranışını değiştirmesi, sadece genetik uyum değil, yaşadığı çevreye anlık bir yanıt olabilir.
- Değişim artık türlerin değil, toplulukların ölçeğinde. Isınma, kuraklık ve habitat parçalanması sadece bireyleri değil, popülasyonların yapısını, zamanın ritmini ve topluluk davranışlarını da dönüştürüyor. Mirketlerden kurtlara, yaban köpeklerinden koyunlara uzanan bu çizgi, iklim krizinin yalnızca biyolojik değil, sosyal bir ekoloji yarattığını gösteriyor.
- Koruma artık yalnızca doğayı değil, ilişkiyi de kapsıyor. Koruma biyolojisi bugün sadece habitat uygunluğunu değil, insan–doğa etkileşiminin kabulünü de analiz ediyor. Bir türün yaşaması için yalnızca ekolojik koşullar değil, etik ve toplumsal kabuller de belirleyici. Bu bakış, Antroposen çağında koruma kavramını 'yaşam alanı'ndan 'yaşanabilirlik alanı'na taşıyor.

Bu hafta Antroposen Sohbetler’de bugünü daha iyi anlayabilmek için geçmişe dönüyoruz; 1 Eylül 2021’de, Zürih Üniversitesi’nden Prof. Dr. Arpat Özgül ile çevresel değişimin yaban hayatı üzerindeki etkilerini konuşmuştuk. O programda, St. Kilda Adası’ndaki koyunların nasıl küçüldüğünü yani çevresel değişimin canlı bedenine nasıl kazındığını tartışmıştık. Ekoloji evrimden önce kendini gösteriyor ve organizmanın çevreyele olan ilişkisi değişime neden oluyordu. O zamanlar iklim krizi elbette gündemimizdeydi ama belki de bugünkü etkileri kadar kendini bize hissettirmiyordu. O zamandan bugüne iklim değişimi hayatımızda en önemli kavramlardan biri olarak üst sıralara tırmandı.
Şimdi, dört yıl sonra, ısınmanın ve kuraklığın yalnızca ekosistemleri değil, yaşamın ölçeklerini bile değiştirdiği bir dönemdeyiz.

Antroposen’de artık sadece iklimin değiştiğini değil, canlıların buna nasıl cevap verdiğini de anlamaya çalışıyoruz. Bazı türler küçülüyor, bazıları göç yollarını değiştiriyor, bazıları sessizce kayboluyor. İklim krizi biyoçeşitliliği yalnızca tür sayısıyla değil, yaşam biçimlerinin zenginliğiyle tehdit ediyor.
Bugün, Arpat Özgül ile yaptığımız o söyleşi yeniden çok anlamlı çünkü o konuşma, canlıların çevresel değişime nasıl tepki verdiğini anlamanın ekolojik, evrimsel ve hatta etik boyutlarıyla ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor.
Koruma çalışmaları açısından, metapopülasyon kavramının bugün geçmişe göre ne kadar merkezi bir rol kazandığını da bir kez daha gösteriyor.
O sohbetin hemen öncesinde yayımlanan, Arpat’ın Kalahari mirketleri üzerine yaptığı uzun soluklu çalışma bize bir şeyi daha öğretti: Değişim yalnızca türleri değil, toplulukları, davranışları ve zamanın ritmini de dönüştürüyor.
Dolayısıyla bu bölümü hatırlamak ve yeniden dinlemek, yalnızca bir tekrar değil; Antroposen çağında bilimin belleğine bir dönüş olacak. O hâlde, gelin hep birlikte çevresel değişimin yaban hayatı üzerindeki etkilerine yeniden kulak verelim.
Bu defa şu başlıkla: “Antroposen’de Evrim mi, Ekoloji mi? — Çevresel Değişime Canlı Tepkileri”.

Bu kaydı yeniden yayımlamak, geçmişte yapılmış bir bilimsel sohbeti bugünün iklim krizine bağlayan bir hafıza eylemi olabilir. Arpat Özgül’ün St. Kilda örneğinde gösterdiği gibi, çevresel değişim yalnızca iklimin değil, canlılığın da dinamiklerini yeniden yazıyor. Bu yüzden bu bölüm, hem bilimsel bir dönüm noktasını, hem de bugünün iklimsel anlatısına yön veren bir düşünsel sürekliliği yeniden hatırlatmanın zamanı.
İyi dinlemeler, iyi okumalar…
O günkü sohbetimiz St. Kilda koyunlarıyla başlamış, mirket çalışmasından kısaca bahsetmiş ve çevresel değişimin doğadaki sessiz ama kalıcı izlerini konuşmuştuk…

Utku Perktaş: Arpat, hoşgeldin. Öncelikle çok teşekkür ediyorum davetimi kabul ettiğin ve vakit ayırdığın için.
Arpat Özgül: Merhabalar, teşekkürler davet için.
U.P.: Nasılsın, nasıl gidiyor?
A.Ö.:Sağol, iyiyim. Dönem başlıyor, biraz yoğunuz.
U.O.: Anladım, kolay gelsin. Ben hemen ilk soruyla başlamak istiyorum; bu demografik süreçleri yani çevresel değişimin yaban hayatı popülasyonları üzerine etkisini incelerken demografiyi nasıl kullanıyoruz? Demografik süreçleri bu analizlere nasıl dahil ediyoruz? Senin çalışmaların üzerinden bu konuda neler söylersin?
A.Ö.: Demografik detaya inmeden önce, genel olarak canlıların çevresel değişimlere verdikleri tepkileri nasıl incelediğimiz, o canlılardan toplayabildiğimiz verilerin detayına bağlı. En basit analizler habitat analizleridir; bir canlının önceki çalışmalardan hangi habitatı seçtiğini biliyor isek o habitatı korumaya çalışıyoruz — içinde canlı var mı yok mu bakmadan. Bu en kolay yöntemdir. Bir başka seviyede o habitatlarda canlıların var olup olmadığına bakıyoruz; var/yok analizleriyle, habitat uygunluk modelleri kullanıyoruz.
Burada sorun, belli bir alanda var olan popülasyonun dinamiklerine bakmamamız. Sadece bireyler var mı yok mu üzerinden çıkarımlar yapıyoruz. Pek çok durumda bu da işe yarar ama daha fazla demografik detay olduğunda, o canlı üzerine daha mekanistik bir anlayış geliştirebiliyoruz. Mesela, bir alanda türün sayısı artıyor mu, azalıyor mu — bu bilgi bile bize önemli bir ipucu verir. Demografik analizlerde, bu sayısal değişimin altında yatan süreçlere bakıyoruz: Sağkalım oranları, üreme oranları, bireylerin hareket ve dağılımları çevresel değişimlere nasıl tepki veriyor, bunu inceliyoruz. Bunlara bakabildiğimizde daha mekanistik bir anlayış kazanıyoruz.
Bir sonraki aşamada bireylerin fenotipik özelliklerini ölçüyoruz: Sağlık durumu, ağırlığı, boyu, üreme ya da göç zamanlaması gibi fenolojik tepkileri… Davranışsal değişimler gösteriyorlar mı? Bunları da bildiğimizde, çevresel değişime tepkileri daha ayrıntılı biçimde öngörebiliyoruz. Elimizdeki verinin detayına göre farklı analiz metotları kullanıyoruz. Sadece ‘var/yok’ verisi var ise daha basit istatistiksel metotlar -örneğin habitat uygunluk analizi - kullanıyoruz. Eğer detaylı demografik verimiz var ise de o zaman popülasyon modellerine başvuruyoruz. Hayvanların yaşam döngüsünü matematiksel olarak ifade eden modeller kuruyoruz — genç, erişkin öncesi, erişkin, yaşlı bireyler gibi evreleri tanımlayıp, her birinin sağkalım ve üreme oranlarını hesaba katıyoruz. Bu kavramsal modeli matematiksel hale getirip, farklı çevresel koşullar altında popülasyonun geleceğini öngörmeye çalışıyoruz.
U.P.: 2009 yılında Science dergisinde yayımlanan bir çalışmanız vardı. Benim dikkatimi çeken, heyecanla okuduğum bir çalışmaydı. Bu araştırmada ekolojik ve evrimsel süreçler bağlamında bir fenotipik özelliğin — ortalama vücut boyutunun — bir omurgalı türünde 25 yıl gibi kısa bir zamanda nasıl değiştiğini incelediniz. Çevresel değişkenlikle vücut büyüklüğü arasındaki ilişkiyi ortaya koymuş ve değişimin esasen ekolojik tepkilerle açıklanabileceğini göstermiştiniz. Bu durumu özellikle iklim değişikliği perspektifinden nasıl açıklıyorsunuz? Bu kadar kısa bir sürede canlıların verdiği tepkiler tamamen ekolojik olabilir mi?

“İklim değişimi, artık yalnızca sıcaklığın artışı değil; türlerin beden ölçülerini, üreme zamanlarını ve topluluk dinamiklerini yeniden yazan görünmez bir editördür.”
A.Ö.: Evet, o çalışmada hem koyun hem marmot popülasyonlarını yaklaşık 25–30 yıllık verilerle inceledik. Bu süre zarfında çevresel ve iklim değişimlerine daha çok plastik yani ekolojik tepkiler verdiklerini gördük. Bu aslında çok şaşırtıcı değil, çünkü 25–30 yıl bu hayvanlar için yaklaşık 15–20 nesil demek. Bu kadar kısa bir zaman aralığında mikroevrim izlerini görmemek normal ama buna rağmen, yaptığımız analizlerde küçük de olsa mikroevrimsel bir tepkiyi de kaydettik. Herhangi bir canlı popülasyonunda bu tür değişimlere verilen ilk tepkinin ekolojik yani plastik bir tepki olması gayet normal.
İlginç olan, bu tepkinin türden türe çok farklı biçimlerde ortaya çıkması. Mesela koyunlarda ortalama vücut boyu küçülürken, marmotlarda tam tersi yani vücut ağırlığı artıyordu. Koyunlardaki küçülmenin sebebi, eskiden çok daha sert geçen kışların artık ılımanlaşması. Normalde kışı atlatamayacak genç bireyler artık hayatta kalıyor ve popülasyon hızla artıyor. Bu artış, birey başına düşen yiyecek miktarını azaltıyor; dolayısıyla büyüme yavaşlıyor ve yetişkin bireyler ortalama olarak daha küçük kalıyor.

“Kalahari mirketlerinin hikâyesi gösteriyor ki, iklimsel stres yalnızca biyolojiyi değil, sosyal organizasyonu da dönüştürüyor; çevresel değişim, ekolojinin dilinden davranışın diline tercüme oluyor.”
Marmotlarda ise durum farklı. Bu hayvanlar yılın 7–8 ayını kış uykusunda geçiriyor. İklim değişikliğiyle yaz dönemi yaklaşık bir ay uzamış durumda. Bu da onların kaybettikleri kiloyu geri kazanabilecekleri daha uzun bir aktif dönem anlamına geliyor. Sonuçta ortalama ağırlıkları artıyor, sağkalım oranları da yükseliyor.
Buradan şu sonuca varabiliriz: Her türün çevresel değişime göstereceği tepki, türün kendi yaşam öyküsüne özgü. Dolayısıyla bu tepkileri anlayabilmek için türün yaşam öyküsünü iyi bilmek ve detaylı demografik analizler yapmak gerekiyor.
U.P.: Peki, bu tür çalışmalarda kullanılan metotlar açısından çeşitlilik nasıl? Çevresel değişimin şekli, metot seçiminde etkili oluyor mu? İnsan kaynaklı değişimlerle doğal süreçleri incelerken yöntem fark ediyor mu? Senin grubunda ne tür metodolojik zenginlikler var?
A.Ö.: Gerçekten, bu tür çalışmalar türden türe çok değişiyor. Kullandığımız verinin detayı, kullanabileceğimiz yöntemleri doğrudan etkiliyor. Üstelik küresel iklim değişikliği, tek başına ele aldığımız bir faktör değil. Birçok tür, çok daha yerel ve ciddi tehditlerle karşı karşıya. Örneğin, Afrika’da zürafalar kaçak avlanmadan etkileniyor; Botsvana’daki yaban köpekleri ise yaşam alanlarının parçalanmasından zarar görüyor. Dolayısıyla analizlerimizde sadece iklim değişikliğini değil, bu yerel tehditleri de hesaba katıyoruz.
Yaban köpeklerinde sadece sağkalım ve doğum oranlarını değil, bireylerin hareketlerini de incelememiz gerekiyor. Küçük gruplar halinde yaşıyorlar ve bireylerin gruplar arasında hareketleri önemli. Bu yüzden bazı bireylere GPS tasma takıyoruz ve Okavango Deltası civarındaki habitat kullanımını izliyoruz ve sonra bu verileri popülasyon modellerine dahil ediyoruz. Benzer şekilde Tanzanya’daki beyaz zürafalarda da milli park içi ve dışı popülasyonları birlikte değerlendiriyoruz çünkü parkın çevresinde çit yok, insan yerleşimleriyle iç içe bir sistem söz konusu.

U.P.: Genel olarak bu tür çalışmaları yürütürken, küresel ısınma ve insan kaynaklı habitat tahribatı organizmaları bir darboğaza sokuyor. Senin metapopülasyon dinamikleri üzerine çalıştığını biliyorum. Bu bağlamda ilginç sonuçlar var mı ve dinleyicilerimiz açısından metapopülasyon kavramını nasıl tanımlarsın?
A.Ö.: Metapopülasyon, parçalı popülasyonların birbirleriyle etkileşimini inceleyen bir analiz seviyesidir. Bir tür tek bir yerde yaşamaz; farklı yamalarda, birbirinden ayrılmış alt popülasyonlar şeklinde bulunur. Bu alt popülasyonlar arasındaki birey hareketleri, türün uzun vadeli devamı açısından kritik öneme sahiptir.
Afrika yaban köpeği metapopülasyonunun devamı için, gruplardan ayrılan bireylerin yeni yaşam alanları bulması ve üremeye başlaması çok önemli. Bu yüzden GPS tasmalarıyla bireylerin alan kullanımını izliyoruz; hareket modellerini çıkarıp Okavango Deltası bölgesinde simülasyonlar yapıyoruz. Bu sayede popülasyonlar arasındaki en etkili koridorların nereden geçtiğini belirliyoruz. Orada ‘KAZA Koruma Programı’ adında, beş ülkeyi kapsayan büyük bir koruma girişimi var: Namibya, Angola, Zambiya, Botsvana ve Zimbabve. Bizim çalışmalarımız, bu ülkeler arasındaki yaban hayatı koridorlarının belirlenmesine katkı sağlıyor.
Yaban köpeklerinin en etkili şekilde kullanabileceği koridorlar hangileri, hangileri korunmalı buna dair somut öneriler geliştirebiliyoruz. Bu tür uygulamalı çıktılar, koruma biyolojisi açısından çok değerli.

U.P.: Bir de bu tür çalışmalardan farklı koruma çıktıları elde edilebiliyor mu? Demografik analizlerin koruma açısından en belirgin sonuçları neler oluyor?
A.Ö.: Buna güzel bir örnek olarak, İsviçre’de yaptığımız kurt çalışmasını verebilirim. Avrupa’nın bu kısmında kurtlar 1900’lerin başında tamamen ortadan kaldırılmıştı. Son yıllarda ise İtalya ve Avusturya’dan küçük gruplar halinde geri dönüyorlar. Aslında İsviçre habitat açısından oldukça uygun: yüksek irtifalı ormanlar, yeterli av hayvanı var fakat sadece ekolojik uygunluğa bakmak yetmiyor — insanların bu hayvanları nerelerde kabul edebileceğini de anlamak gerekiyor. Bu amaçla iki aşamalı bir çalışma yaptık.
Önce coğrafi bilgi sistemleriyle bir habitat uygunluk modeli geliştirdik ve İsviçre’nin yaklaşık %45’inin kurtlar için uygun olduğunu gördük ve ardından da insan kabulünü ölçmek için ülke genelinde 10 binin üzerinde anket gönderdik. Beklentimizin çok üzerinde, %33 gibi yüksek bir geri dönüş aldık.Bu verilerden insanların kurtların varlığına hangi bölgelerde daha olumlu yaklaştığını, bu kabulü belirleyen sosyoekonomik faktörlerin neler olduğunu inceledik. Sonuçta elimizde iki harita oldu; biri, habitat uygunluk haritası, diğeri ise insan kabul haritası. Bu ikisini üst üste koyduğumuzda, İsviçre’nin yalnızca %6–7’sinin kurtların gerçekten yaşayabileceği bölgeler olduğunu gördük. Bu küçük alanlar arasındaki bağlantı koridorları çok önemli. O bölgelerde çevresel eğitim, olası insan–kurt çatışmalarını azaltmak için tazmin programları gibi sosyal önlemler gerekiyor ancak bu şekilde kurtların insanlarla uyum içinde yaşayabileceği bir sistem kurulabilir.
U.P.: Anlıyorum, çok güzel oldu bu yanıt. Arpat, çok teşekkür ederim. Süremizi tamamladık zannediyorum. Gerçekten çok güzel bir sohbetti, çok akıcı geçti. Ben dinleyicilerimize ve sana iyi akşamlar diliyorum. Önümüzdeki hafta farklı bir konuyla Antroposen Sohbetler’de tekrar buluşmak üzere hoşçakalın.
A.Ö.: Ben de çok teşekkür ederim. İyi yayınlar, hoşçakalın.
Kapanış Notu: Bu söyleşi, ilk olarak 1 Eylül 2021’de yayımlandı. Dört yıl sonra, Antroposen çağında biyoçeşitliliğin kırılganlığını ve çevresel değişimin ekolojik yankılarını yeniden hatırlamak için tekrar dinliyoruz.
Kaynaklar:
Ozgul, A. et al. (2009). The dynamics of phenotypic change and the shrinking sheep of St. Kilda. Science, 325(5939), 464–467. → 25 yıllık uzun vadeli verilerle, iklimsel ılımanlaşmanın St. Kilda koyunlarında ortalama vücut boyunun küçülmesine yol açtığını, bu değişimin mikroevrimden çok ekolojik plastiklikle açıklanabileceğini ortaya koyar.
Ozgul, A. et al. (2019). Life-history dynamics in meerkats: adaptive responses to environmental change. Science, 363(6426), 291–294. → Kalahari mirketlerinde artan kuraklığın ve ısınmanın, yaşam öyküsü stratejilerinde ve topluluk davranışlarında zamansal kaymalara neden olduğunu; yani çevresel değişimin sadece tür düzeyinde değil, sosyal düzlemde de yankı bulduğunu gösterir.


