"Sessizlikten daha güçlü bir şey var ise o da vazgeçmemek"

-
Aa
+
a
a
a

İklim Kuşağı Konuşuyor’da Atlas Sarrafoğlu, iklim krizini savaş, sömürgecilik ve adalet mücadeleleriyle birlikte ele alıyor; Filistin’de yaşanan soykırımda rol oynayan şirketleri ve bu düzene karşı yükselen küresel direnişi, iklim adaletinin ayrılmaz bir parçası olarak masaya yatırıyor.

""
"Sessizlikten daha güçlü bir şey var ise o da vazgeçmemek"
 

"Sessizlikten daha güçlü bir şey var ise o da vazgeçmemek"

podcast servisi: iTunes / RSS

Merhaba sevgili Apaçık Radyo dinleyicileri, İklim Kuşağı Konuşuyor’a hoş geldiniz.

Bugün bu programda benim için de özel bir eşikteyiz: Beşinci yılımı geride bırakıyorum ve altıncı yıla giriyorum. 12 yaşımdan bu yana, her Cuma burada sizinle buluştum; kuşağımın gözünden iklim krizini, haberlerle ve röportajlarla anlatmaya çalıştım.

Benim kuşağım ne yazık ki çoklu krizlerin içine doğdu. İklim kriziyle, savaşlarla, eşitsizliklerle ve adaletsizliklerle aynı anda yüzleşen bir kuşağız ve bu krizlerin en ağır sonuçlarını da yine biz yaşıyoruz.

Bu programı her zaman iklim kriziyle sınırlı bir yerden kurmuyorum çünkü iklim krizi, sadece sıcaklık artışları ya da felaketlerle anlatılabilecek bir mesele değil. İklim krizi; savaşla, sömürgecilikle, fosil yakıtlarla, şirketlerin ve devletlerin kurduğu şiddetle iç içe geçmiş bir adalet krizi.

Bu yüzden yılın son programında, yaşadığımız çoklu krizlerin en çıplak ve en sarsıcı örneklerinden birine bakmak istedim. Filistin’de yaşananlar, yalnızca bir insan hakları ihlali değil; aynı zamanda ekolojik yıkımın, şirketlerin kâr düzeninin ve devlet şiddetinin nasıl birleştiğini gösteren bir eşik. Bombalarla yok edilen şehirler, bilinçli olarak aç bırakılan insanlar, hedef alınan hastaneler ve yardım altyapıları… Bunların hiçbiri iklim krizinden, fosil ekonomisinden ve bu düzeni sigortalayan finansal sistemden bağımsız değil.

Bugün bu yüzden, Filistin’e yönelik soykırımda rol oynayan şirketleri ve onlara karşı yükselen direnişi konuşacağım. Çünkü iklim adaletinden söz edip bu yıkımı görmezden gelmek mümkün değil ve aynı zamanda bu direnişlerin, sistemi gerçekten sarsabildiğini artık hep birlikte görüyoruz.

Mart ayında, Londra'daki finans bölgesinde bir yürüyüş düzenlendi. Yürüyüş, ekolojik yıkım ve soykırıma ortak olmakla suçlanan çok sayıda sigorta şirketinin ofisleri önünde durdu. Bu eylem, Allianz, Aviva, AXA, Zurich ve RSA gibi şirketlerin İsrail’in savaş sanayisiyle bağlantılarını ortaya koyan bir araştırma raporunun yayımlanmasının ardından gerçekleşti.

Temmuz ayında, Extinction Rebellion’dan doğan bir grup olan Insure Our Survival, British Insurance Awards’ı hedef aldı. Royal Albert Hall’daki ödül töreninde kırmızı halı üzerinde bir “die-in” eylemi yapıldı. Eylemde sigorta sektörünün ekokırım, küresel ısınma ve savaşlara verdiği finansal destek protesto edildi.

Ağustos ayında, yeraltı protesto ve sabotaj grubu Shut The System, Allianz da dahil olmak üzere çeşitli finans kuruluşlarını hedef aldı. Eylemlerde, bu kurumların fosil yakıtlarla ve İsrail ordusuna silah tedarik eden Elbit Systems ile olan bağları vurgulandı. Aynı grup, 2 Kasım Balfour Günü’nde Allianz’a karşı uluslararası eşgüdümlü bir protesto düzenledi. Sekizden fazla ülkede Allianz ofisleri bloke edildi, bazı yerlerde maddi hasar ve duvar yazıları ortaya çıktı.

Hâlihazırda yasaklı olan Palestine Action ağı da Allianz’ın Elbit Systems’a verdiği desteği hedef alan çok sayıda eylem gerçekleştirdi. Mart ayında Allianz’ın Londra ofisinde yapılan bu eylemlerden biri, İçişleri Bakanı Yvette Cooper’ın bir doğrudan eylem kampanyasına karşı terörle mücadele yasalarını kullanma kararından birkaç ay önce gerçekleşti. Bu karar şu anda Yüksek Mahkeme’de yargı denetimine konu.

Allianz’ın genel merkezi Surrey’deki Guildford Business Park’ta bulunuyor. Yerel kampanyacılar burada bir yılı aşkın süredir düzenli protestolar düzenliyor. Bu protestolar arasında geçtiğimiz yıl yapılan eylemler ve bu yıl Mayıs ayında gerçekleştirilen barışçıl bir işgal de yer aldı.

Geçen ay Boycott Bloody Insurance, Glastonbury Festivali’nde dikkat çekici protestolar düzenledi ve festivalin Allianz ile olan bağlarını koparmasını talep etti. İlk eylemde ünlü Pyramid Sahnesi'nden bir pankart sarkıtıldı. Bir hafta sonra ise Glastonbury Tor’da büyük pankartlar ve kan kırmızısı temalı görseller kullanıldı.

Bu ayın başında Guildford’daki düzenli protestolar bir kez daha devam etti ve tabandan yükselen direnişin sürdüğü vurgulandı.

Son olarak, bir yılı aşkın süredir devam eden ve önce Palestine Action, ardından Prisoners For Palestine gibi farklı gruplar tarafından sürdürülen yıkıcı doğrudan eylemler sonucunda, hem Allianz hem de Aviva’nın artık Elbit Systems’ı sigortalamadığını teyit ettiği açıklandı.

Salı sabahı ise Aspen Insurance’ın ofisi kırmızı boyayla boyandı. Şirketin hâlâ Elbit’e İşveren Sorumluluk Sigortası sağladığı belirtildi. Prisoners For Palestine’dan eylemciler daha sonra Fenchurch Street’teki ofisin önünde kendilerini kilitledi. Ardından Greta Thunberg’in de aralarında bulunduğu daha fazla protestocu alana geldi. Thunberg, üzerinde “Palestine Action tutuklularını destekliyorum. Soykırıma karşıyım” yazan bir pankart tutuyordu ve terörle mücadele yasaları kapsamında polis tarafından gözaltına alındı.

Olay, Britanya’da sivil özgürlükler alanında çalışan hukukçular ve insan hakları savunucuları tarafından giderek daha yüksek sesle eleştirilen bir davanın yeniden gündeme gelmesine yol açtı.

Protestonun odağında, şu anda Britanya hapishanelerinde tutulan ve uzun süreli açlık grevleri yapan Palestine Action üyeleri vardı. Destekçilerine göre bu kişiler, şiddet eylemleri nedeniyle değil; İsrail’in askeri tedarik zinciriyle bağlantılı şirketlere yönelik mülk zararına dayalı doğrudan eylemler nedeniyle ağır biçimde cezalandırılıyor. Bu durum, Birleşik Krallık hükümetinin protesto hareketlerine karşı terörle mücadele yasalarını giderek daha geniş ve tartışmalı biçimde kullanması konusunda ciddi soru işaretleri yaratıyor.

Britanya hükümeti, Palestine Action’ı bu yılın başlarında resmen “terör örgütü” ilan etti. Bu karar, yalnızca eylemleri değil, örgüte yönelik kamusal destek ifadelerini dahi suç kapsamına sokarak, protesto hakkı ve ifade özgürlüğü açısından son derece tehlikeli bir emsal oluşturmuş durumda.

Londra Şehri Polisi, Greta Thunberg’in, “yasaklı bir örgüt lehine materyal sergileme” şüphesiyle gözaltına alındığını açıklamıştı. Aynı eylem kapsamında, binaya kırmızı boya atılması nedeniyle bazı protestocular da “mala zarar verme” suçlamasıyla gözaltına alındı. Greta akşam saatlerinde hakkındaki hukuki süreç devam ederken kefaletle serbest bırakıldı. Hukuki sürecin önümüzdeki günlerde devam etmesi bekleniyor.

Polis, protestonun merkezinde yer alan açlık grevindeki tutuklular hakkında yorum yapmaktan kaçınırken, açıklamalarını yalnızca Terör Yasası’nın uygulanmasına odakladı. Oysa söz konusu yasa, tarihsel olarak silahlı ve organize şiddet tehditleri için tasarlanmışken, karton pankartlar ve kırmızı boyayla yapılan protestolara karşı kullanılması, Britanya’da demokrasinin ve protesto hakkının geldiği noktaya dair ciddi bir tablo çiziyor.

Tüm bu baskı mekanizmaları, tek bir gerçeğin üzerini örtmeye çalışıyor. Filistin halkı, tarihin en büyük suçlarından birine maruz bırakıldı. Batı’daki hükümetlerin sağladığı silahlar ve destekle İsrail devleti, evleri, şehirleri, hastaneleri ve okulları hedef aldı. Sağlık emekçileri, yardım çalışanları ve gazeteciler öldürüldü; tüm aileler sivil kayıtlardan silindi. On binlerce çocuk, yataklarında, sokaklarda ya da barınaklarda katledildi.

Halk bilinçli olarak aç bırakıldı; bebek maması, ilaç ve en temel yaşam ihtiyaçlarına erişim engellendi. Defalarca zorla yerinden edilen Filistinliler, iki yılı aşkın süredir bombalar ve silah sesleri altında, her gün hayatta kalıp kalamayacaklarını bilmeden yaşamaya zorlanıyor. Bu süreç, Filistin toplumunda derin ve kalıcı bir travma yarattı.

Ancak tarihteki diğer soykırımlarda olduğu gibi, Filistin halkı yok edilemedi. Varoluşun kendisi bir direnişe dönüştü. Bu direniş, dünyanın dört bir yanında milyonlarca insanın kendi hükümetlerini, medyayı ve bu düzende kimin kimi koruduğunu sorgulamasına yol açtı.

İklim krizini, adaletsizliği ve şiddeti birbirinden ayırarak anlatamayız. Filistin’de yaşananlar, bu düzenin kimi feda edilebilir gördüğünü ve hangi bedeller pahasına sürdürüldüğünü açıkça gösteriyor. Ama aynı zamanda şunu da gösteriyor: Hiçbir sistem mutlak değil. Direniş, baskıyı görünür kılıyor. Sessizlikten daha güçlü bir şey varsa, o da vazgeçmemek. Bu yılı kapatırken hatırlamamız gereken belki de en önemli şey bu. Gelecek yıl da, bu mikrofonun başında, adaleti ve yaşamı savunmaya devam edeceğiz.

Ben Atlas Sarrafoğlu. 2026 senesinin ilk Cuma gününde tekrar İklim Kuşağı Konuşuyor programında buluşana dek kendinize sevdiklerinize ve gezegenimize lütfen iyi bakın. Yeni yıl hepimize mucizeler getirmeyebilir ama umarım daha çok soru sormayı, daha az kabullenmeyi ve yan yana durmayı hatırlatır. İyi seneler!