1 Nisan 2007Batu Boran
25 Mart 2007 tarihinde Radikal İki'de yayımlanan İlhami Ünver imzalı 'Dünyanın sonu çok mu yakın?' başlıklı makale, küresel ısınma gerçeği ve yol açacağı iklim değişiklikleri ile ilgili ciddi hatalar barındırıyor. Ancak daha endişe verici olan şey, Ünver'in makalesinin küresel ısınmayı biraz abartılan bir meseleymiş gibi ele alan kayıtsız, hatta yer yer alaycı tonu. Ünver makalesine küresel ısınma olgusunun son zamanlarda ülkemizde abartıldığına, hatta "toplumca en kötü senaryolara koşullanmış olduğumuza" işaret eden birkaç anekdotla başlıyor. Ünver'e göre çevrebilim esasen "çevre mühendisi, çevre bakanlığı, hesap, kitap yerine koruma ve gönüllülük temelini geçerli görür" ve bu özünde doğru bir yaklaşımdır. Yani çevreyi korumanın ve çocuklarımıza yaşanabilir bir ülke bırakmanın yolu, sorumlu vatandaşlar olarak bizi yönetenlerin bu konuda izleyeceği siyaseti takip edip yönlendirmeye çalışmaktan değil, Ünver'in "çiçeği, böceği, otu, taşı, havayı, suyu, yılanı, çıyanı sevecek ve hiçbirine ilişmeyeceksiniz hepsi bu..." şeklinde özetlediği bir zihniyetten geçiyor. Aslında, diyor Ünver, herkes bununla yetinse hiçbir sorun olmayacak. Lakin Ünver'in tespitine göre çevreciler, para kazanma hırsıyla hareket eden ve doğayı koruma bilincinden yoksun bazı kişi veya kuruluşlarla "başedemez oldukları zaman ellerindeki gücü artırma yollarını zorluyor" ve işi biraz abartıya, propagandaya vuruyorlar. Ünver'e göre küresel ısınmayla ilgili felaket senaryolarının kaynağı bu: Yani çevreciler, büyük şirketlere karşı verdikleri mücadelede kamuoyunu kendi taraflarına çekmek için insanları korkutuyorlar.
Kuşku yok Bu itham, aynı ölçüde ürkütücü iddialarla destekleniyor. Ünver küresel ısınmanın bir gerçek olduğunu teslim ediyor, "Ancak" diyor, "küresel ısınmanın insan etkinliklerinden kaynaklanması olasılığı güçlü de olsa, kesin değil". Hatta Ünver'e göre küresel ısınma bugüne kadar dört ana buzul çağı ve bunların arasında pek çok ısınma-soğuma devri yaşamış olan gezegenimizin doğal evrim süreci dahilinde meydana gelen bir hadise bile olabilir. Aslında bu ısınma-soğuma devirlerinin sadece bir tanesinin (yani sonuncusunun) dünyada tarıma elverişli koşulların gerçekleşmesini sağlayıp uygarlığın gelişmesine imkân verdiği düşünülürse, bu bile başlı başına bir telaş sebebi olmalıydı. Ancak telaşa mahal yok diyor Ünver: "Isınmanın egemen olduğu bölge Orta Avrupa'nın kuzeyinden, kutba kadar uzanıyor... Ülkemiz, küresel ısınmadan etkilenmeyen bölgede yer alıyor". Alıştığımız (ve bildiğimiz tüm nimetleri borçlu olduğumuz) iklim parametrelerinin sınırlarını belirleyen ekosistemin, tıpkı bir canlının organizması gibi bir bütün olduğunu ve ekosistemin bir yerinde meydana gelen değişikliğin zaman içinde her yeri etkileyeceğini, birçok ülkede artık çocuklar bile biliyor. BM raporlarına göre, Türkiye'de erozyonlar ve yangınlar çölleşmeye giden yolda küresel ısınmadan daha acil bir tehdit oluşturuyor olabilir. Ancak buradan yola çıkarak, farklı birimlerce hazırlanan BM raporlarının tutarsızılığına işaret ederek, 50 yıldır aynı teraneleri dinliyoruz bir şey olduğu yok, "yıllar içinde iyiye ve kötüye gidişler yaşanabiliyor" gibi bir tutumu savunan bir bilim insanıyla karşılaşmak, insanı tümden karamsarlığa sürüklüyor.
Müsebbib insan Öncelikle şunu hatırlatalım: Küresel ısınmanın sebebinin insan faaliyetleri olduğuna dair en ufak bir bilimsel kuşku yok. İnsan faaliyetlerinin atmosferdeki karbondioksit oranını artırmakta olduğunu ilk olarak 20. yüzyılın başlarında (Nobel ödülünü kazanan ilk İsveçli bilim insanı olan) kimyager Svante Arrhenius tespit etti. Tabii kimse bunun gezegenin iklimini değiştirecek boyutlara ulaşabileceğini tahmin etmediğinden 1980'lere kadar bu yöndeki bilimsel araştırmalar derinleşmedi. Bu durum 1988'de Amerikalı bilim insanı James Hansen'in, ABD Temsilciler Meclisi huzurunda küresel ısınmanın gezegeni tehdit eden bir gerçek olduğuna dair şahitlik etmesine kadar sürdü. Hansen'ın çabaları BM ve Dünya Meteoroloji Örgütü bünyesinde Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin kurulmasına yol açtı. Panelin 1990'da yayınlanan ilk raporu küresel ısınma olgusunu onaylamakla birlikte, ısınmanın nedeninin insan faaliyetleri olduğuna dair yeterince kanıt olmadığını açıkladı. 1995'teki ikinci raporda "eldeki bulguların, küresel ısınmaya insan faaliyetlerinin de tesir ettiğine işaret ettiği" ifadesi kullanıldı. 2001'deki raporda, "geçtiğimiz yüzyıl boyunca gezegenimizde yaşanan ısınmaya insan faaliyetlerinin yol açmış olmasının muhtemel" olduğu ifadesi yer aldı. Geçtiğimiz ay yayınlanan dördüncü ve son raporda ise "son 50 sene içinde gerçekleşen küresel ısınmaya, insan faaliyetlerinin yol açmış olmasının kuvvetle muhtemel" olduğu ifade edildi. 2001 yılından beri ABD'de iktidarda olan muhafazakârların ve petrol lobisinin tüm gayretlerine karşı kullanılan "kuvvetle muhtemel" ifadesi burada artık kesinliğe delalet ediyor.
Bizden sonrakiler Ünver yazısında, "buzul çözülmelerinin deniz düzeyini yükselteceği hesaplanırken, temel bir yanlış yapıldığını" iddia ediyor: "Sıcak hava daha fazla su buharı tutar. Sıcaklık artışı buzulları eritirken, okyanuslardan daha çok su almalı, yani atmosferin tuttuğu su buharı artmalıdır". HİDP'in son raporunda, Ünver'in de hatırlattığı gibi deniz seviyesinin önümüzdeki yüzyıl içinde 18 ila 59 cm arası yükseleceği belirtiliyor. Ancak Sayın Ünver biraz araştırmayla bu hesaba buzul erimelerinin dahil edilmediğini, bunun sadece ısınan havanın ve suyun (genleşme oranının, atmosferde taşınan su miktarındaki artış oranından fazla olmasından) atmosferde daha çok yer kaplaması nedeniyle gerçekleşecek yükselme olduğunu görebilirdi. Yalnızca Grönland'daki buz kütlesi, gezegenimizdeki denizlerin seviyesini yedi metre yükseltebilecek kadar buz taşıyor: Londra ve Hollanda'nın sular altında kalabileceğini öngören kıyamet senaryosu da bu veriye dayanıyor. Eldeki bulgular Kuzey Kutbunun 100 sene içinde erimesi ihtimaline işaret ederken, HİDP henüz kutup buzullarının erimesini iklim modellemelerine dahil etmiyor. Bunun nedeni çok basit: Kutuplarda hiç buz olmadığı bir dönem, en son bir milyon yıl önce yaşandı, dolayısıyla bunun gezegenin iklimini nasıl etkileyeceğini bilmiyoruz. Kesin olan tek şey, bunun etkilerinin "Kars, Erzurum, Ağrı'nın ikliminin biraz ılımanlaşması ya da Antalya'da turizm mevsiminin Mayıs yerine Nisan'da başlanması" gibi iyimser beklentilerle uzaktan yakından alakası olmayacağı. Küresel ısınmanın etkilerini daha şimdiden hissedebiliyoruz ancak asıl değişime bizden sonraki nesiller şahit olacak. Şu an bildiğimiz tek şey, bizi görülmemiş derecede sıcak ve susuz bir gezegenin beklediği. HİDP'in son raporu da, temiz su sıkıntısının yakın gelecekte insanlığı bekleyen en büyük sorun olduğuna işaret ediyor. Az miktardaki ormanları her sene biraz daha yok olan, güneyinde şimdiden büyük bir çöl yer alan ve nüfusu hızla artan Türkiye gibi bir ülkenin bu sorunla başa çıkması için "dişlerimizi fırçalarken musluğu kapamak ya da otobüs biletlerini bile kağıt toplama kutusuna atmak" ne yazık ki yeterli olmayacak. Bunun için Ünver'in iddia ettiğinin tam aksine, bol bol "çevre mühendisi, çevre bakanlığı, hesap, kitap" ve çok daha fazlasına ihtiyacımız var. Çünkü karşımızdaki tehdit, bireysel sorumluluk anlayışıyla üstesinden gelebileceğimiz basit bir çevre sorunu değil: Alternatif enerji kaynaklarının araştırılması, yeni enerji politikaları üretilmesi, su kaynaklarının korunması gibi çok önemli meseleleri tartışmamız ve bu konular hakkında toplumsal bir mutabakat aramamız gerekiyor. Küresel ısınma insanlığın bugüne dek karşılaştığı en çetin sınavdır. Bu sınavı aşmamızın tek yolu da, evvela bu gerçeği kavramaktan geçiyor. BATU BORAN: Araştırmacı, yazar