Ufuk Turu'nda Ahmet İnsel, Sırbistan'da yaklaşık altı aydır devam eden gösterilere, Polonya'da hafta sonu gerçekleştirilecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turuna, Amnesty International'ın Gürcistan ile ilgili raporuna ve ABD'de Trump yönetiminin son durumuna göz atıyor.
Ömer Madra: Günaydın Ahmet, merhabalar!
Ahmet İnsel: Günaydın!
Özdeş Özbay: Günaydın!
Ö.M.: Ufuk Turu’na nereden başlıyoruz?
A.İ.: Sırbistan’dan başlayalım; orada Kasım ayındaki Novi Sad Tren Garı’nın sundurmasının çökmesinden beri devam eden öğrenci ve bunu destekleyen geniş bir halk hareketi var. Biliyorsunuz, orada 14 kişi ölünce bunun yolsuzluklarla doğrudan bağlantısını ortaya sermek üzere ve oradan hareketle de iktidarın hem hükümet, hem de belediyelerdeki yolsuzluklarını sergilemek ve buna sona verilmesini talep etmek için geniş çaplı, büyük ve uzun soluklu bir öğrenci ve halk hareketi başlamıştı. Başbakan, Ocak ayında istifa etmek zorunda kalmış ve Nisan ayında da Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić yeni bir başbakan atadı ama öğrencilerin ve halkın talebi erken seçimlere gidilmesi ve parlamentoda yeni bir parlamenter dengenin ortaya çıkmasıydı. Şimdilik Vučić, bunu kabul etmemekte direniyor ama artık neredeyse altıncı ayına Haziran’da girecek olan bu gösteriler de ara vermeden devam ediyor. Geçen Pazar günü bu gösteriler Belgrad’da yeniden başladı ve diğer taraftan 60 civarında fakülte birkaç aydan beri öğrencilerin işgali altında yani kısmi olarak dersler yapılabiliyor. Ayrıca geçen Cuma günü de öğrenciler Mart ayından beri gösterilerde gözaltına alınan, sonra da tutuklanan üç öğrencinin serbest bırakılması için o öğrencilerle görünen davanın görüldüğü mahkemeyi işgal ettiler, daha doğrusu abluka altına aldılar. İstinaf mahkemesi, üç öğrencinin tutuklanmasına oy birliğiyle devam kararı verdi. Bütün bu çerçeve içinde esas kampanyanın sloganı dikkatimi çekti; ‘Kime oy verdiğine dikkat et!’ Yani ‘şuna oy ver, buna oy ver’ değil de ‘Kime oy verdiğine dikkat et!‘ Gözü kapalı oy verme, oy verirken kime oy verdiğinin sorumlususun, bu oy verdiğin kişilerin yolsuzluklarla, yasa dışı işlerle ve halkın zararına olan girişimlerle ilişkisini düşünerek oy ver anlamında bir seçmen bilinçlendirme çağrısı yapıldı.
Bir diğer yandan Aleksandar Vučić, geçtiğimiz hafta Moskova’da Putin’i ziyaret etti. Avrupa Birliği’ne üyeliği desteklemek vaadiyle iktidara gelmiş olan Vučić, Avrupa Birliği ile Rusya arasında sıkışmış durumda. Sırbistan’da tabii Rusya yanlısı, Slav geleneğinden gelen ciddi bir akım var ama bu karşılık da sadece gençlerle değil, toplumun çeşitli katmanlarında - gençlerde daha ağırlıklı olmak üzere - Sırbistan’ın Avrupa Birliği’ne yaklaşması, en azından ondan uzaklaşmaması, üyelik yolunda ilerlemesi ve özellikle de temel hak ve özgürlüklere saygılı, yolsuzluklara bulaşmayan bir yönetimin başa gelmesi konusunda çok ciddi bir taraf var. Dolayısıyla o civardaki birçok ülkelerde gördüğümüz bir toplumsal yanılma söz konusu burada da. Bu toplumsal yarılmanın anlamlı örneklerinden bir tanesi de Polonya.
Polonya’da gelecek hafta, 1 Haziran’da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turu yapılacak. Geçen Salı programda birinci turun sonuçlarını ele almıştık, hatırlatalım. Varşova Belediye Başkanı Rafał Trzaskowski birinci gelmiş ama çok açık bir arayla da birinci gelememişti. Merkez liberal eğilimi temsil eden Trzaskowski’nin karşısındaki Adalet ve Hukuk Partisi’nin adayı milliyetçi tarihçi Karol Nawrocki ikinci gelmiş ve üçüncü olarak da bir tür aşırı sağ libertaryen yani bir tür Trump ile Elon Musk karışımı - fena bir karışım değil değil mi? - Sławomir Mentzen var.
Ö.Ö.: Bir zamanlar Javier Milei için aynı şeyi diyorduk.
A.İ.: Evet ama Javier Milei daha da öyle, haklısın Özdeş. Sławomir Mentzen’in Trump modeli Konfederacja liberteryan partisi oyların %15’ini alarak ciddi bir performans göstermişti. Tabii onun yanında başka bir aşırı sağ parti de oyların %6’sını almıştı. Dolayısıyla aşırı sağ eğilimin %21 oy aldığı ve şiddetli muhafazakar, otoriter bir eğilimin temsilcisinin oyların %20’sinden fazlasını, %30’una yakınını aldığı ve toplamda neredeyse %55-56’ya varması birinci turda bir aşırı sağ/muhafazakar otoriter kompozisyonu ortaya çıkarmıştı. O zaman Özdeş’ten devam edelim; Polonya’nın Javier Milei’si diyebileceğimiz bu liberteryan, Trumpçı Sławomir Mentzen, geçtiğimiz gün seçmenlerini Karol Nawrocki’ye oy vermeye çağırdı yani o milliyetçi tarihçiye oy vermeye çağırdı seçmenlerini. Kamuoyu yoklamalarında Rafał Trzaskowski ile Nawrocki arasında hemen hemen fark yok şu anda.
Pazar günü Varşova’da iki gösteri düzenlendi; birincisi Rafał Trzaskowski’nin destekçilerinin düzenlediği bir gösteriydi ve diğeri de ona paralel - tam paralel olmasa da paralel diyebileceğimiz - bir yolda düzenlenen milliyetçi tarihçi Karol Nawrocki’nin destekçilerinin gösterisiydi. Biri bir yöne ilerlerken, diğeri diğer yöne ilerliyordu ve bu da çok dikkatimi çekti yani iki zıt yöne ilerleyen paralel iki gösteri vardı. Birinde 100-150 bin kişi var ise diğerinde 50-60 bin kişinin olduğu yani milliyetçi tarihçinin destek yürüyüşünde de aşağı yukarı çok daha az olduğunu polis yetkilileri de söylüyorlar. Bu iki gösterideki halk, hakikaten son derece ilginç yani biraz evvel bahsettiğimiz gibi, aynı iki Sırbistan gibi ama burada çok daha açık biçimde iki Polonya var. Polonya ikiye bölünmüş durumda. Tabii Romanya’da olduğu gibi seçimlere katılım oranı da yeniden belirleyici olacak burada. Hatırlarsınız, ikinci turda katılım 12 puan artınca demokrat liberal aday, birdenbire milliyetçi muhafazakar adayın epey önüne geçmeye başarmıştı yani Polonya’da da katılım çok belirleyici olacak.
Polonya’daki seçimlere Romanya’dan ilginç bir şekilde iki destekçi geldi; birincisi, geçen hafta Romanya’daki seçimleri kaybeden milliyetçi muhafazakar aday, Karol Nawrocki’yi desteklemek için Polonya’ya gelmişti. Dün de seçimleri yeni kazanan, geçen hafta kazanan merkez liberal eğilimin adayı yeni cumhurbaşkanı da bu sefer Trzaskowski’yi desteklemek üzere, merkez liberal adayı desteklemek üzere Polonya’ya geldi. Dolayısıyla seçimler, gelişmeler, bu milliyetçilik, yabancı düşmanlığı, göçmen karşıtlığı, Avrupa Birliği değerlerine karşı olmak veya Avrupa Birliği değerlerini desteklemek konularında Polonya, Romanya, Sırbistan, ve özellikle de Slovakya’da hemen hemen aynı bölünmeler yaşanıyor. Bu, neredeyse milliyetçi muhafazakar otoriter adaylarla liberal demokrat arasında geçiyor. Sol demiyorum, çünkü sol buralarda daha çok destekleyici konumunda yani bütün bu ülkelerde önde olan aktif akımın egemen gücü olma durumunda değil maalesef. Sol, liberal demokrat eğilimleri ikinci turda destekliyor, hemen hemen her yerde hep aynı temalar karşımıza çıkıyor. Örneğin, Polonya’da muhafazakar Nawrocki yürüyüşündeki göstericilerle yapılan söyleşilerde gördüğüm şey aşağı yukarı şu cümleler, ‘Ben Polonyalı ve Katolikim’. Aynı şeyi Romanya’da da duyuyorduk, ‘Ben Romanyalı ve Katolikim, Avrupa Bİrliği ideallerine karşıyım’. Peki, nedir bu Avrupa Birliği idealleri?
Mesela, çevreyi koruma amaçlı yeşil pakta karşılar, niye buna karşılar? Diyorlar ki, ‘Polonya’nın tarımını batıracaktır, Polonya’nın gelişmesini engelleyecektir.’ Başka? Avrupa Birliği’nin diğer ideali nedir? ‘Biz kürtaja karşıyız’ diyorlar. Biliyorsunuz, Polonya’da son derece önemli ayrımlardan bir tanesi kürtaj karşıtlığı.
Ö.M.: Evet, çünkü ağırlıklı olarak Katolikler.
A.İ.: Evet, çok koyu Katolikler ve liberal iktidar hâlâ kürtajı serbest bırakmaya cesaret edemedi, meclisten geçirmekten korkuyorlar. Diğer taraftan, ‘Tabii ki biz Ukraynalıları ağırladık, mültecileri ağırladık ama yasa dışı göçmenlere karşıyız’ gibi cümleler okudum. ‘Bakın; Almanya, İspanya ve Fransa, yasa dışı göçmenleri kabul ettiler ama şimdi sokağa çıkamıyorlar korkularından’ diyorlar. Kim çıkamıyor sokağa korkusundan? Yani bunu nereden haber alıyor bu kanal? Dolayısıyla bizim bilmediğimiz, bizim çevrelerin izlemediği çok ciddi bir etkileme bir kampanyası yürütülüyor bellik ki. Yalan haber üzerine oluşturulan bir şey bu. Türkiye’de de merkez güçler tarafından yürütülen, oluşturulan bir kamuoyu çabası var ve benzerini Avrupa çapında da yürütüldüğünü görüyoruz. Fransa’da ‘Yabancılardan korkarak sokağa çıkmıyorlar’ diye sorsanız herhalde en aşırı sağcı bile ‘Nerede olmuş bu?’ der ama Polonya’da böyle bir algı var. ‘Avrupa Birliği ideallerine karşıyım’ diyenlerle ‘Avrupa Birliği ideallerini daha demokrat, daha özgürlükçü bulduğum için Avrupa Birliği’ne girilmesini veya o yönde kalınmasını istiyorum’ diyenler arasında gerçek anlamda bir toplumsal yarılma söz konusu.
Ö.M.: Bu konuyu bitirmeden bir tek şey sormak istiyorum; milliyetçi tarihçi nasıl oluyor yani kaç kategori tarihçi var? Milliyetçiler, aşırı milliyetçi tarihçilik, bir de objektif tarihçilik diye mi oluyor?
A.İ.: Yani mesleği tarihçilik olan, yaklaşımı milliyetçilik ama çok da vurdulu kırdılı işlere karışmış, biraz gangster havası da olan bir aday Karol Nawrocki. Zaten karşı kampanyada da bu çok kullanılıyor yani ‘Bu adayı cumhurbaşkanı seçerseniz gangster davranışlı birini seçmiş olursunuz’ diyorlar.
Ö.M.: Mafyoz tarihçilik yani?
A.İ.: Evet yani mesleği tarihçilik olduğu için tarihçi diyorum ama aslında tarihçiliği önemli değil, kendisi milliyetçi. Tabii artık bu milliyetçi yaklaşımla nasıl bir tarihçilik yaptığını analiz edebilmek için Polonyaca bilmek lazım herhalde! Öyle bir imkânım yok.
Amnesty International, komşumuz Gürcistan’da geçtiğimiz günlerde dikkat çekici bir rapor yayınladı. Gürcistan da biliyorsunuz, Avrupa Birliği konusunda hükümet büyük bir yarılma yaşıyor; Rusya yanlısı bir iktidar ile Avrupa Birliği’ne Gürcistan’ın yaklaşmasını isteyen bir halk kesimi, gençlik kesimi arasında çok ciddi bir yarılma yaşanıyor ve biliyorsunuz büyük gösteriler oluyor bu konuda. Gürcistan’ın Rusya peyki veya Rusya çevresinde kalmasını destekleyen Gürcistan Rüyası Partisi’nin arkasında yatan büyük bir oligark milyarder var. Bu kişi, milyarlarını Rusya’da oluşturmuş bir kişi, şimdilik partinin başkanı değil ama partinin arkasındaki esas güç de o. Amnesty International’ın raporu, “İktidar bu gösterilere katılımı caydırmak için, katılımın önüne geçmek için özellikle gösterici kadınlara yönelik şiddet uyguluyor” diyor yani göstericilerin genelinde daha çok kadınlara yönelik şiddet uygulanıyor. Cinsel şiddetin doğrudan tecavüz, ırza geçme gibi yöntemleri yok ama tutuklanan veya çember altına alınan kadınlarda çok sistematik biçimde cinsiyetçi küfürler ve cinsel şiddet tehditleri sürekli kullanılıyor. Bir de yasa dışı tarzda ve çok küçültücü biçimde vücut araması hatta bazı yerlerde çırılçıplak arama yapıldığı da belirtiliyor. Amnesty International, özellikle kadınları hedef almanın sebebini de Gürcistan’da göstericilerin en dinamik ve en etkileyici kesiminin kadınlar olduğundan dolayı olduğunu belirtiyor. Dolayısıyla bunun aynı zamanda göstericilerin bütününe yönelik bir saldırı olduğu belirtiliyor. Rapor ayrıca kadın göstericilerin tespit edilip evlerine baskın yapılmasından da bahsediyor, t evlerine baskın yapıldığından bahsediyor. Benim dikkatimi şu çekti; göstericilere yönelik şiddet, yasa dışı polis baskısı, polis uygulamalarının kadın ve erkek arasında farklılaştırılması da hakikaten dikkat çekici bir olgu yani iktidardaki erkek egemenler muhalefetteki erkeklere değil de kadınlara doğrudan yönelmesi artık iyice o muhafazakar cinsiyetçi tavrın herhalde şahikası gibi olsa gerek.
Ö.M.: Bunu abartmak bile imkansız artık.
A.İ.: Evet, isterseniz bitirmeden ABD’ye dönelim. Bugün ABD’de Elon Musk’ın kurduğu bir Department of Government Efficiency (DOGE) diye bir departman var biliyorsunuz yani kamu kurumlarında tensikat kurumu sonuçta. Musk, ekonomi kamu harcamalarında iki ay zarfında 2 bin milyar dolarlık bir tasarruf sağlayacağını iddia ederek bu bölümü kurdurtmuştu Trump’a ve kendisi de başına geçti. ABD yasalarına göre, kongrenin onayını almadan hükümetin yetkisinde olan bu tür bir görevin başına getirilen kişinin en fazla 130 gün bu görevi yürütmesi mümkün. Dolayısıyla Haziran başında bu görevi terk etmesi lazım Musk’ın ve birkaç gün öncesinden yani dün itibariyle Musk bu görevini resmen bırakmış. Herhalde gayriresmi olarak, danışmanlık olarak veya dışarıdan görüşlerini belirterek bunu yürütecektir. Musk’ın buradaki hedeflediği bilanço aslında son derece zayıf yani gerçekleştirdiği kamu tasarrufu söylediğinin yanında devede kulak kalır ama bunu küçümsememek de lazım çünkü ortalığı toz duman ettiğini de biliyoruz. Burada söz konusu olan sadece USAID değil, bir dizi özellikle de çevreyle ilgili ajansların personellerinin görevden alındığı, işten atıldığı, sözleşmelerinin yenilenmediği, sözleşmelerine son verildiği ve diğer taraftan da Trump belli ki özellikle üç alanda Musk’a dokundurtmamış; birincisi, yoksul ve yaşlıların sağlık sigortası, kamu sağlık sigortası olan Medicare’e dokundurtmamış halbuki orada neredeyse %10-20’si ponzi sahtekarlığıdır, yalancı hastalardır, hatta olmayan hastalardır yani ölmüş kişilere ödemeler yapılıyor iddiasıyla yürüttüğü kampanya büyük bir fiyaskoyla sonuçlandı. İkinci dokundurmadığı alan savunma harcamaları.
Ö.Ö.: Pentagon.
A.İ.: Evet, Trump ona da dokundurtmadı halbuki orada da çok ciddi bir saldırı vardı. Bu çerçevede üçüncüsünü not almadığım için şu anda unuttum kusura bakmayın, dokundurtmadığı bir tane daha var. Dolayısıyla bir fiyasko aslında ama diğer taraftan da Trump’ın liberteryan olduğunu söylemek pek de mümkün değil. Elon Musk tam bir liberteryan, Trump ise bir otoriter popülist aynı zamanda. Örneğin Musk’ın pek desteklemediği ama o popülist elit karşıtı özellikle ve üniversitelerdeki elitleri, bu en önde gelen üniversiteleri kendi ideolojileri açısından bir engel, tehdit gören ve bir kültür savaşının ilk hedefi olarak gördüğü üniversitelerde Harvard ile ilgili geçtiğimiz günlerde alınan kararı siz haber olarak yapmıştınız; Harvard’ın yabancı öğrenci alımını yasaklama kararı aldı.
Ö.Ö.: Sizden sonra da konuşacağız bunu.
A.İ.: Evet, onun için diyorum ve Harvard şu anda bu kararı yargı seviyesinde durdurtmuş durumda ama nereye kadar durdurtabilecek? Dolayısıyla burada gerçekten şöyle bir şey var; Elon Musk’ın yaptığıyla da Trump’ın yaptığının benzemesi nedir, bunlar nerede buluşuyorlar? Bir kaos ortamı yaratarak o kaosun içinde kendine yeni bir yapılanma ve düzene gitmek, düzensiz bir düzene gitmek, kuralsız bir yapıya gitmek...
Ö.Ö.: Biliyorsunuz Güney Afrika Cumhurbaşkanı geldiğinde bir konuda daha uzlaştılar.
A.İ.: Evet, o konuda da uzlaştılar ve son derece önemli bir alana değiniyorsun. Orada da Trump, uluslararası ilişkilerde 16-17. yüzyıldan beri görmediğimiz, misafir olarak gelen devlet başkanını veya başbakanı gazetecilerin önünde organize biçimde küçük düşürmeye çalışıyor. Evvelden padişahın önüne diğer tarafın padişahı değil ama elçileri geldiğinde hep küçük düşürterek çağrıldığını biliriz Osmanlı İmparatorluğu’nun döneminde fakat burada o oval ofiste Volodymyr Zelenskyy’ye yaptığının benzerini aynı şekilde Güney Afrika Cumhurbaşkanına yaptığını biliyoruz. Orada bir de video gösterildi değil mi? Güney Afrika’da geçmeyen ama Güney Afrika’da beyaz çiftçilerin soykırıma uğradığına, çiftçilere yönelik şiddet ve mallarına el konduğuna, öldürüldüğüne dair kasıtlı olarak bir video gösterdiler.
Ö.M.: Pusuya düşürmek vaziyette.
A.İ.: Bununla bitirelim ama şöyle bir şey de var; bundan sonra Trump ile görüşmeye giden başbakan ve cumhurbaşkanları oval ofiste olacaklar çünkü bu artık bir ritüel haline geldi, Görüşmeden önce Trump’ın orada bir gösteri düzenlemesi hep olacak gibi ama büyük ihtimalle bundan sonra oraya gidecek olan başkanların danışmanlarının böyle bir şey olduğunda ilk olarak hazırladıkları B planı ne olacak acaba? Mesela bence davetli başkanın kalkıp gitmesidir öyle bir durumda.
Ö.M.: Ona da bir cevabı vardır onun.
A.İ.: Evet.
Ö.M.: Harvard meselesini Açık Bilinç’te konuşmak üzere bitirelim isterseniz, çok teşekkürler Ahmet.
A.İ.: İyi günler herkese.
Ö.Ö.: Görüşmek üzere.