Dünyanın en yüksek mahkemesi, devletlerin iklim değişikliği konusundaki sorumluluklarına ilişkin açık ve net mesaj verdi.
Uluslararası Adalet Divanı’nın 23 Temmuz’da yayımladığı iklim değişikliğiyle ilgili danışma görüşü, devletlerin iklim konusundaki yükümlülüklerine dair birlik sağlanmış bir anlayış oluşturmak için önemli bir fırsat sunuyor. Bu görüş, belirli antlaşma ve bölgesel düzenlemelerin ötesine geçerek uluslararası hukukun tüm alanlarını kapsıyor. Aynı zamanda iklim krizine dair uluslararası hukukun nasıl uygulanması gerektiğine ilişkin yetkili bir rehber niteliği taşıyor.
Bu makale, uluslararası mahkemeler tarafından verilen iklimle ilgili dönüm noktası niteliğindeki danışma görüşlerini inceleyen üç bölümlük bir serinin üçüncü parçasıdır. Birinci bölümü (ITLOS) ve ikinci bölümü (IACtHR) de okuyabilirsiniz.
..
Pasifik ada ülkesi Vanuatu'nun öncülüğünde başlatılan ve 132 gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin ortak sponsorluğunda sunulan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu (BMGK) Kararı A/77/L.58, Uluslararası Adalet Divanı’ndan (ICJ) devletlerin iklim değişikliği konusundaki hukuki yükümlülüklerine dair danışma görüşü talep etti.
Bu karar, deniz seviyesinin yükselmesi gibi varoluşsal bir tehdit karşısında kalan Pasifik Adaları İklim Değişikliğiyle Mücadele Eden Öğrenciler (PISFCC) tarafından başlatılan altı yıllık kampanyanın doruk noktası oldu. PISFCC, dünyanın en yüksek mahkemesi aracılığıyla devletlerin iklim yükümlülüklerine ilişkin hukuki netlik aradı.
BMGK kararı, ICJ’ye şu iki temel soruyu yöneltti:
(a) Devletlerin mevcut ve gelecek nesiller adına, sera gazlarının insan kaynaklı salımlarından kaynaklanan iklim sistemi ve çevrenin diğer unsurlarının korunmasını sağlamak için uluslararası hukuk kapsamındaki yükümlülükleri nelerdir?
(b) Bu yükümlülükler kapsamında, devletlerin eylem ve ihmalleri sonucu iklim sistemi ve çevrenin diğer unsurlarında ciddi zarar oluştuğunda ortaya çıkan hukuki sonuçlar nelerdir ve bu sonuçlar şu bağlamlarda nasıl değerlendirilmelidir:
(i) Coğrafi koşulları ve kalkınma düzeyleri nedeniyle iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı özel olarak savunmasız olan küçük ada devletleri de dahil olmak üzere diğer devletler açısından;
(ii) İklim değişikliğinin olumsuz etkilerinden etkilenen mevcut ve gelecek kuşaklara mensup halklar ve bireyler açısından.
ICJ Danışma Görüşü: Öne Çıkanlar
Bu danışma görüşü, iklim adaleti ve devletlerin hesap verebilirliği açısından tarihi bir dönüm noktası olarak değerlendirildi. ICJ, Vanuatu’nun sunduğu tüm argümanları oybirliğiyle kabul etti. İşte bazı önemli noktalar:
İklim krizi: İnsan kaynaklı varoluşsal bir tehdit
Mahkeme, iklim değişikliğinin sonuçlarının “ciddi ve geniş kapsamlı” olduğunu vurguluyor; hem doğal ekosistemleri hem de insan toplumlarını etkilediğini belirtiyor. Ayrıca, iklim krizinin insanlık için “acil ve varoluşsal bir tehdit” oluşturduğunu açıkça ifade ediyor.
Mahkeme, sera gazı emisyonlarının “kesin olarak insan faaliyetlerinden kaynaklandığını” teyit ediyor ve davaya taraf olan tüm ülkelerin, iklim değişikliğinin nedenleri, doğası ve sonuçları konusundaki en yetkin bilimsel otorite olarak Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ni (IPCC) kabul ettiğini belirtiyor.
1.5°C hedefinin hukuki bağlayıcılığı
ICJ, küresel ısınmanın 1.5°C ile sınırlandırılmasının, Paris Anlaşmasına taraf devletler tarafından kolektif biçimde benimsenmiş bir temel hedef olduğunu onaylıyor. Bu görüş, 1.5°C hedefini sadece temenni edilen bir amaç olmaktan çıkarıp, hem Paris Anlaşması hem de genel uluslararası hukuk çerçevesinde devletlerin özen yükümlülüğünü ve taahhüt düzeyini belirleyen somut bir hukuki ölçüte dönüştürüyor.
Lex Specialis (Özel Hukuk Kuralı) Yorum İlkesi Üzerine
ICJ süreci sırasında, çoğunluğu yüksek emisyon salan sanayileşmiş ülkelerden oluşan bir koalisyon, "iklim antlaşmaları istisnacılığı" (climate-treaty exceptionalism) adını verdikleri bir yaklaşımı savundu. Bu yaklaşıma göre, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC), Kyoto Protokolü ve Paris Anlaşması; genel uluslararası hukukun üzerindeki, kendi içinde kapalı ve özel bir lex specialis çerçevesi oluşturuyordu.
ICJ bu dar çerçeveyi reddederek, iklim anlaşmalarının devletlerin genel uluslararası hukuk ve diğer antlaşmalar altındaki daha geniş yükümlülüklerinin yerini almadığını ya da bunları tüketmediğini açıkça ortaya koydu.
Uygulanabilir Doğrudan Hukuki Çerçeve
ICJ, uluslararası hukukun tamamını en doğrudan ilgili ve uygulanabilir hukuk çerçevesinin bir parçası olarak değerlendirmektedir.
Bu çerçeveye şunlar dahildir, ancak bunlarla sınırlı değildir: Birleşmiş Milletler Şartı; üç iklim değişikliği anlaşması (UNFCCC, Kyoto Protokolü, Paris Anlaşması); Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS); uluslararası insan hakları hukuku; iklim değişikliğiyle ilgili teamül hukuku; ayrıca Ozon Tabakası Sözleşmesi, Montreal Protokolü, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ve Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi gibi diğer çevre antlaşmaları.
Aynı zamanda sürdürülebilir kalkınma, ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kapasiteler, adalet, kuşaklar arası adalet ve ihtiyat ilkesi gibi yönlendirici ilkeler de uygulanabilir hukuk kapsamında yer almaktadır.
İklim Antlaşmaları Hakkında
ICJ, UNFCCC, Kyoto Protokolü ve Paris Antlaşmasının birbirini tamamlayan ve karşılıklı olarak güçlendiren belgeler olduğunu oybirliğiyle karara bağladı. Yargıçlar bu antlaşmalar arasında bir çelişki tespit etmedi ve bu nedenle Viyana Sözleşmesi kapsamındaki lex posterior (daha yeni olan kuralın geçerli olması) ilkesine başvurmaya gerek görmedi. Bu ilke, yine yüksek emisyon salan sanayileşmiş ülkelerin savunduğu bir başka görüştü.
Mahkeme ayrıca, devletlerin Ulusal Katkı Beyanlarını (NDC) hazırlarken sınırsız bir takdir hakkına sahip olmadığını vurguladı. NDC belirlerken devletlerin, küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyelerin 1.5°C üzerinde sınırlamak ve sera gazı yoğunluğunu iklim sistemine zarar vermeyecek düzeyde sabitlemek için gereken özeni göstermesi gerektiğini belirtti.
Teamül Hukuku
"Çevreye ciddi zarar verilmesini önleme yükümlülüğü", özen yükümlülüğü ile yerine getirilmesi gereken bir sorumluluktur. Bu yükümlülük, ICJ’nin daha önce verdiği Nükleer Silahların Tehdidi veya Kullanımı hakkındaki danışma görüşünde de geniş biçimde yorumlanmıştı ve “küresel çevresel kaygılara” uygulandığı belirtilmişti. Bu görüşle birlikte kapsamı daha da genişletilerek “iklim sistemi ve çevrenin diğer unsurlarını” da kapsar hale geldi.
Özen yükümlülüğü, her bir devletin özel koşullarında hangi önlemlerin makul olduğu yönünde somut değerlendirmeler yapılmasını gerektirir. Ayrıca, bu önlemler riskin niteliği ile orantılı olarak genel davranış standartlarına da uygun olmalıdır. Bu, iklim krizinin tartışmasız tehditleri göz önünde bulundurulduğunda daha da önem kazanır.
“İş birliği yapma yükümlülüğü”, BM Şartı'nın merkezinde yer alır ve hem iklim değişikliği anlaşmaları hem de çevresel sözleşmeler açısından temel bir ilkedir. Bu yükümlülük, çevreye ciddi zarar verilmesini önleme görevi ile doğrudan bağlantılıdır.
Temiz, Sağlıklı ve Sürdürülebilir Bir Çevre Hakkı
ICJ, insan hakları ile çevre koruma arasındaki karşılıklı bağımlılığı kabul etti. Her bireyin "temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir" bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunu belirtti. Bu hak, yaşam, sağlık, gıda, su ve barınma gibi temel haklardan yararlanabilmenin ön koşulu olarak görüldü.
Mahkeme, bu hakkın uluslararası, bölgesel ve ulusal hukukta sağlam biçimde temellendiğini ifade etti. BM kararları, insan hakları anlaşmaları ve 100’den fazla ülkenin anayasası bu hakkı tanımış durumda.
Hukuki Sorumluluğun İhlali
ICJ’ye göre, devletlerin iklim yükümlülüklerine uymaması "uluslararası hukuka aykırı bir fiil" teşkil eder. Mahkeme başkanı Yargıç Yuji Iwasawa, iklim sistemini korumaya yönelik gerekli önlemlerin alınmamasının, uluslararası hukukun ihlali anlamına geldiğini vurguladı ve bunun hukuki sonuçları olduğunu ifade etti.
Mahkeme ayrıca, bir devlet organının eylem ya da ihmaliyle gerçekleştirdiği her davranışın devlete atfedilebileceğini teyit etti. Buna göre, sera gazı emisyonlarının – fosil yakıt üretimi, tüketimi, ruhsatlandırılması ya da sübvansiyonu yoluyla – düzenlenmemesi de uluslararası hukuka aykırı bir eylemdir.
İhlalde bulunan devlet, söz konusu yükümlülüğü yerine getirmeye devam etmeli; gerekiyorsa zararlı eyleme son vermeli, tekrar etmeyeceğine dair güvence sunmalı ve zarar gören devlete tazminat dahil olmak üzere tam bir onarım sağlamalıdır. Bu onarım; iade, tazminat ve tatmin (memnuniyet) yollarıyla yapılabilir. Ancak bu yükümlülüklerin doğması için, zarar ile eylem arasında yeterince doğrudan bir nedensellik bağı kurulması gerekir.
Mahkeme ayrıca, iklim değişikliğinden kaynaklanan kayıp ve zararla ilgili yükümlülüklerin ihlalinin, devlet sorumluluğuna ilişkin teamül hukukunun kuralları çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini belirtti.
İklim Finansmanı
ICJ, Paris Anlaşması kapsamında taraf devletlerin, savunmasız durumdaki ülkelere mali yardım, teknoloji transferi ve kapasite geliştirme desteği sağlama yönünde bağlayıcı yükümlülükler üstlendiğini teyit etti.
Küçük Ada Devletlerinin Devlet Statüsünün Korunması
ICJ, deniz seviyesinin yükselmesinin, küçük ada devletlerinin fiziksel topraklarını ve dolayısıyla varlıklarını tehdit ettiğini vurguladı. Ancak mahkeme, bir kara parçası tamamen yok olsa ve halkı yerinden edilse bile, bu devletin hukuki bir varlık olarak devam edeceğinin varsayılması gerektiğinin altını çizdi. Bir devletin egemenlik statüsü, toprak gibi bir unsurunu kaybetmesiyle otomatik olarak ortadan kalkmaz.
Sonuçlar ve Etkiler
Her ne kadar danışma görüşleri resmi olarak hukuken bağlayıcı olmasa da, önemli bir hukuki ve ahlaki ağırlığa sahiptir ve uluslararası hukuku şekillendirmede, devletlerin hukuki sorumluluklarını netleştirmede kilit rol oynar.
Mahkeme Statüsü'nün 59. Maddesi uyarınca doğrudan uygulanabilir olmasalar da, bu görüşler uluslararası hukukun en etkili yorum kaynaklarından biri olarak kabul edilir. Tarihsel olarak, bu tür görüşler çoğu zaman devlet davranışlarını değiştirmiş, yasama süreçlerini etkilemiş ve ulusal mahkemelere rehberlik etmiştir. Çünkü bu görüşlerin gerekçeleri, mevcut uluslararası hukuku açıklığa kavuşturur ve gelişmekte olan teamülleri netleştirir.
Bu iklim danışma görüşünde ICJ, devletlerin iklim zararlarını önlemek, hafifletmek ve telafi etmek için hukuki yükümlülüklere sahip olduğunu doğruluyor. Bu yükümlülükler arasında özel aktörleri düzenlemek için özenli davranma yükümlülüğü de bulunuyor. Söz konusu yükümlülükler, hem antlaşmalardan (örneğin UNFCCC, Paris Anlaşması) hem de temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevre hakkını içeren teamül hukukundan kaynaklanmaktadır.
Paris Anlaşması’nın baş mimarlarından ve UNFCCC’nin eski genel sekreteri olan saygın isim Christiana Figueres'in sözleriyle: “Bu, şimdiye kadar verilmiş en kapsamlı, en ileri ve en etkili hukuki görüş niteliğindedir.”
Vanuatu ve Marshall Adaları adına savunma yapan avukat Jennifer Robinson ise, bu görüşün iklim müzakereleri ve dava süreçleri açısından önemli bir dönüm noktası olduğunu belirtiyor ve bunun ulusal ve bölgesel mahkemelerde stratejik hukuki mücadelelerde güçlü bir araç olarak kullanılabileceğini vurguluyor.
Ve en önemlisi: Bu danışma görüşü, iklim adaleti mücadelesini ileriye taşıyan tarihi bir gelişme oldu.
ICJ yargıçlarının şu sözleriyle tamamlayalım: “Her şeyden önce, kalıcı ve tatmin edici bir çözüm; bireylerin, toplumların ve siyasetin, alışkanlıklarımızı, konfor alanlarımızı ve mevcut yaşam biçimimizi değiştirme iradesine ve bilgeliğine bağlıdır — ki bu, hem kendimiz hem de bizden sonra gelecek nesiller için bir gelecek kurmanın tek yoludur.”
* Manleen Dugall'in Earth Org'da yayımlanan 'ICJ Advisory Opinion: The World’s Top Court Has Spoken Unequivocally on States’ Climate Change Obligations' adlı makalesi Nil Kayarlar Sarrafoğlu tarafından çevrilmiştir.