(Bu bir transkripsiyondur. Metnin son hâli değildir.)
Gülin Dedetekin: Tezahürden herkese iyi akşamlar. Ben Gülin Dede Tekin. Bildiğiniz üzere iki hafta önce ülke olarak korkunç bir felaket yaşadık. Yani bunun üzerine ne söyleyeceğimi çok bilmiyorum. Hepimizin başı sağ olsun. Hepimiz aynı acıyı yaşıyoruz. Özellikle bölgede yakınlarını kaybedenler ve orada görevli olanlar bizim yaşadığımızın çok daha büyüğünü yaşıyor. Üzerine ne söylesem boş konuşmak olacak. O yüzden çok uzatmak istemiyorum. Geçtiğimiz program, tam depremin arkasına denk geldiği için Tezahürü yapamamıştık. Şimdi ise yine tiyatro üzerine ne konuşacağımızı çok bilememekle beraber şuradan başlayarak bir program kurguladım kendi adıma; Bütün tiyatrocular olarak hep söylediğimiz bir şey var. Bütün felaketlerde ilk kapanan yerler tiyatrolar. İlk vazgeçilen tiyatro oluyor. Evet tiyatrocular da gönül açıklığıyla tiyatrolarını kapatıyorlar belki ama aslında onlar da benim her sabah mimarlığımı yapmam gibi, işçinin iş yerine gitmesi gibi, fırıncının ekmeğini çıkması gibi kendi paralarını, mesleklerini icra ediyorlar ve para kazanmaları da gerekiyor bir taraftan. Meslekleri bu. Çok zor bir denklem. Bir yerde de -normalleşmesek bile- hayata dönülüyor olması gerekiyor. Cümle kurmanın çok riskli olduğu da bir alan. Ağzımızdan çıkacak her kelimenin yanlış anlaşılabildiği de bir dönemdeyiz. Bu yüzden neler yapılıyor tiyatro adına? Nasıl geri dönülecek? Tiyatrolar nasıl destek olacaklar? Nasıl hayatta kalacaklar? Biraz da bunu konuşmak için Tiyatro Kooperatifi’nin başlattığı #SahnedenDayanışma’yı konuşacağız bugün. Program ikiye bölünecek aslında. İlk yarıda Tiyatro Kooperatifi’nin Yönetim Kurulu Başkanı Yeşim Özsoy konuğum olacak ve #SahnedenDayanışma’yı konuşacağız. Ikinci yarıda ise kooperatifin deprem bölgesindeki paydaşı olan Akdeniz Kooperatifi’nden konuk konuğum olacak. O bölgede tiyatrocu olmak ya da dayanışmayı tiyatro üzerinden örgütlemek nasıl olacak onu konuşacağız. Biraz uzun bir giriş oldu. Hoş geldin Yeşim.
Yeşim Özsoy: Hoş buldum. Tabii ki çok zor bir dönemdeyiz. Senin de söylediğin gibi hepimizin başı sağ olsun. Umarım geçer gider. Bu zamanları da atlatırız diye ümit ediyoruz ama epey uzun sürecek gibi de gözüküyor. Yani bir travmanın içindeyiz. Zaten biliyorsun pandemi de bir ayrı bir travmaydı. Şimdi üstüne maalesef ülkenin doğusunu vuran, bizi de canımızdan gönlümüzden vuran çok büyük bir afetin, felaketin içindeyiz. Tabii ki tiyatrolarımız sustu. Sahneler sustu, müzik sustu, her şey sustu. Yas döneminin içindeyiz. Buna da saygı duyarak aynı zamanda böyle bir hareket kendiliğinden gelişti. Zaten kimsenin içinden bir şey yapmak gelmiyor şu anda. Yardım etmenin ya da bir şekilde derman olmaya çalışmanın dışında. Fakat tabii ki senin de dediğin gibi bir süre sonra yine sahnelere döndüğü zaman tiyatroların ne yapması gerektiği üzerine biz kendi aramızda konuştuk. Çünkü tamamen susmak da söz konusu değil. Seneler boyunca, tarih boyunca tiyatro her zaman acının sevincinin paylaşıldığı, yasın mutluluğun her şeyin paylaşıldığı bir alan olmuştur. Böyle bir alan üzerinden ilerler. Yani sadece eğlence kültürünün olduğu bir alandan bahsetmiyoruz. Aynı zamanda tabii ki hafızayı, toplumsal hafızayı ayakta tuttuğumuz, kendimize ve seyircimize, topluma bir şeyleri hatırlatmaya, altını çizmeye çalıştığımız bir alandan bahsediyoruz. O nedenle oyunlara geri döndüğümüz zaman da ‘biz tamamıyla bu birliktelik üzerinden nasıl ilerleyebiliriz?’ diye düşündük. Ve birkaç tane fikir çıktı Tiyatro Kooperatifi’nin içinde. 76 tiyatro üyemiz var şu anda İstanbul’da olan. Bir toplantı yaptık. Yönetim Kurulu olarak kendi aramızda da konuşuyorduk zaten. Orada fikir paylaşımı oldu ve ‘tiyatrolar oynayacaksa nasıl yardım edebilir?’ sorusu soruldu. Ya da ‘tiyatrolar olarak ne yapabiliriz?’ sorusu soruldu. Tabii ki herkes kendince bağış yapıyor, tırlar gönderen, yardım gönderen tiyatrolarımız var. Yardımlaşmanın toplanma mekânı olan tiyatrolarımız var. Herkes kendince elinden gelen her şeyi yapıyor. Fakat ‘bir arada ne yapabiliriz?’ sorusunu sorduğumuzda, biz kendi oyunlarımızı oynarken acaba bağış kampanyalarıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla, bu oyunların gişelerini eşleştirebilir miyiz, bir şekilde yardımın devamını sağlayabilir miyiz diye düşündük. Burada temel konu aslında milyonlarla yardım edilmesi değil dayanışma kültürünün ayakta tutulması. Yani seyirciyle birlikte olmak. Tiyatro sanatının, tiyatrocuların bir arada dayanışma kültürünü ayakta tutuyor olması ve unutmamak. Yani aslında gündemi de sıcak tutmak. Biliyorsun ekonomik olarak, finansal olarak çok büyük bütçelerle işleyen bir alanda değiliz. Zaten çok büyük problemlerimiz var. Pandemiden yeni çıktık gibi geliyordu. Hani bu sezon normal bir sezon gibi geliyordu bize. İki sezon bomboş geçti. İlk kapanan dediğin gibi sahneler oldu. Çok büyük zayiat aldı, sahneler kapandı, tiyatrolar, tiyatrocular işini bırakanlar oldu. Bambaşka yollara geçmek zorunda kalan, mesleğini değiştirmek zorunda kalan arkadaşlarımız oldu. İşini kaybedenler oldu. Bu sene ayağa kalkıyoruz derken başımıza gelen bu büyük felaketle aslında çok da ekonomik anlamda büyük bütçelerle çalışmayan bir alan olmamıza rağmen bu birlikteliğin, seyircilerle olmamızın, bir kitleye hitap ediyor ve onlarla birlikte duygu, düşünceleri paylaşıyor olmamızın buradan bir alan yaratabileceği fikrinde hepimiz hemfikir olduk. Ve bu aşamadan itibaren de birkaç tane projenin altını çizmeye karar verdik. Aslında bir tanesini seçmeyi düşünüyorduk. Fakat tiyatrolarımız “hepsi olabilir” fikrinde ve farklı farklı fikirlerde oldukları için biz bu öne çıkardığımız dört projenin altını çizerek herkesi serbest bıraktık açıkçası. Başta başka şeyler de düşünüyorduk. Acaba sosyal bir kooperatif olduğumuzdan dolayı acaba “Biz mi bağış alsak? Bağışı biz mi yönlendirsek?” gibi ama bunları tercih etmedik. Çünkü zaten alanda çalışan çok önemli sivil toplum kuruluşları var. Çok değerli işler yapıyorlar. Afet Platformu'nun altında on dokuz tane sivil toplum kuruluşu var. Ahbap'tan İhtiyaç Haritası’na, AÇEB'e kadar yaptıkları çalışmalar çok değerli. O yüzden biz daha çok oyun oynarken birkaç tane yöntem belirledik.
Birincisi gişenin, eğer yapabiliyorsa, kendi imkanları dahilinde tiyatronun gişesinin bir bölümünü mesela, bu Afet Platformu’nda olan sivil toplum kuruluşlarından seçtiği birine yönlendirilmesi, bağışın, seyircinin aslında tiyatroya giderken bağış yaparak gittiği bilgisinin altını çizmek, bu farkındalığı ayakta tutmak.
İkincisi aynı zamanda bizim paydaşımız olduğu için İhtiyaç Haritası bir çalışma içerisinde ve hala da devam ediyorlar. Hala alandalar, hala İhtiyaç Haritası üzerinden ilerleyen bir çalışma var. Onların #BirKiraBirYuva projesinin önemli olacağı konusu geldi gündeme. Barınma çok önemli bir sorun şu anda. Şu anda ‘çadır’ diye yakarıyor insanlar. Bölgeden insanların evi yok. Barınamıyorlar. Bunun altını çizmek istedik. Buraya yönlendirilebilir diye.
Üçüncü aşamada kendi tiyatrolarımızdan bir tanesinin önermesiyle oluşturduğumuz bir konu oldu. Halihazırda Afet Platformu’nda olan sivil toplum kuruluşlarının gönüllüsüyse, destekçi ya da bağışçısıysa oyunlara, oyunlarımıza misafir edelim diye düşündük. Artık kendi kapasitesince, yani iki kişi olur, on kişi olur, hangi oyunlar olur,. Her tiyatro kendi belirliyor. Ama biz kooperatif olarak bunları toplayacağız ve 1 Mart'tan itibaren ilan edeceğiz. Yani bu oyunlara gidebilirsiniz diye.
Dördüncü olarak bir de başka bir çalışma grubu kuruldu. Özellikle çocuklara, kadınlara yönelik olarak ne yapabiliriz, bunun ön çalışma yöntemini nasıl belirleyebiliriz? diye bir çalışma grubunda da bu alanda, çocuk tiyatrosu alanında çalışan ya da yetişkin de olsa bu alana eğilmek isteyen altı tiyatrocumuz bir araya geldi. Onların oluşturduğu bu çalışma grubunun yapacağı çalışmalar şu andan itibaren hemen alana gitmek değil. Yaz dönemine yönelik olarak bir ön araştırma ve yöntemi üzerine düşünüp, bölgede ne yapılabilir, özellikle çocuklara ve kadınlara yönelik tiyatro anlamında, atölye anlamında ne yapılabilir? üzerinden bir proje geliştireceğiz. Bizim yapabildiklerimiz şu an için bunlar. Sahneden dayanışma adı altında yapmak istediklerimiz sadece kendi ortaklarımıza değil, bütün tiyatro camiasına yönelik ve herkese açık.
Gülin Dede Tekin: Çok teşekkür ederim Yeşim, verdiğin bilgiler için. Bugün böyle biraz kısıtlı sürede konuşuyoruz ama sen zaten çok güzel özetledin. Umarım bütün bu kurduğumuz cümleler hayata geçer, umarım bütün bu yardımlar yerini bulur, elini bulur istiyoruz. Tiyatro Kooperatifi’nin yıllar içerisinde yapmaya çalıştığı şeyler belli. Belki de en kıymetlisi bu olacaktır. Yolunuz açık olsun diyorum ve destekleriniz artsın. Dediğim gibi ne konuşsam boşa çıkacak. Kalbimizden geçeni aklımızdan geçeni anlıyordur dinleyiciler diye umuyorum. Teşekkür ederim konuğum olduğun için.
Gülin Dede Tekin: İkinci bölümde bir sonraki konuğuma bağlamak istiyorum. Akdeniz Kooperatifi de oradaki özel tiyatrolarda olan arkadaşlarımızın oluşturduğu bir kooperatif. Tabii direkt depremzede olarak bu olaydan çok büyük etkiler aldılar. Hem kişisel olarak hem kendi mekanları anlamında. Ve onlara yönelik bir çalışma nasıl yapabiliriz? Yardımı oraya nasıl akıtabiliriz? Buradaki durumun altını çizmek istedik. Bu da bizim için çok önemli. Şimdi ikinci bölümümüzde Akdeniz Kooperatifi'nden Nar Sahne'nin üyelerinden Nilüfer Akcan Tekin konuğum. Hoş geldin Nilüfer.
Nilüfer Akcan Tekin: Merhaba Gülin. Aslında çok da hoş gelmedim
Gülin Dede Tekin: Maalesef. Evet, zor bir dönemdesiniz. Ben tek bir soru sorup sana bırakacağım. Sizin için bu süreç hem tiyatro açısından hem insani olarak nasıl gidiyor? Bunu on dakikada nasıl anlatırsın? Ne yapmamız gerekiyor sizin için? ya da sizin geleceğe dair beklentiniz nedir tiyatro adına da?
Nilüfer Akcan Tekin: Öncelikle teşekkür ederim tüm dileklerin için. Yani gitmiyormuş gibi hissediyoruz aslında. Nasıl gidiyor dedin ya; hiçbir şey gitmiyormuş gibi. hissediyoruz şu anda kendimizle ilgili. İnsani boyutta büyük bir acı yaşıyoruz. Büyük bir yas döneminin içerisindeyiz. Ve bu yas döneminin içerisinde kalan sağlarımızla beraber nasıl gözümüzü ışığa dikeriz? Nasıl gözümüzü aydınlığa dikeriz? Bunun yolunu arıyoruz. Bunun yolunu ararken de aslında o karanlıkta el ele tutuşmaya çalışıyoruz etrafımızdakilerle. Kimin elini bulursak elini tutmaya çalışıyoruz. Biraz böyle bir dönemdeyiz hakikaten. Sevdiklerimizi, yakınlarımızı ailemizden bazı kişileri kaybetmekle beraber ekmek teknelerimizi de kaybetmiş durumdayız aslında. Birçoğumuz geçimini sadece tiyatrodan sağlıyor. Aslında birçoğumuz değil Akdeniz Bölge Kooperatifi'nin içindeki tüm üyeler tüm yaşantısını tiyatrolarından kazanıyorlar ve bizim için sezon bitti. Bu “sezon bitti” sözü bizi her sene haziran ayında zaten yasa boğan bir şeydi. Çünkü düşünsenize bir mesleğiniz var ve haziranda biliyorsunuz ki artık daha az iş yapacaksınız. Değil ki, şimdi biz şubatta perdeleri kapattık gibi görünüyor. Bir sürü hayal edilen oyun, bir sürü provası yapılan oyun. O oyunlara yapılan yatırımlar, dekor, kostüm, ekipman giderleri, çalışan giderleri, onların SGK'ları, vergilerimiz vs., kiralarımız, elektriğimiz, suyumuz. Bunlara giriyorum. Yani girmek zorundayım çünkü maalesef. Büyük bir kaygı içerisindeyiz. Hani deprem oldu, toprak ayağımızın altından kaydı ya, biz hala o sallantıyı hissediyoruz. Çünkü toprak bizim ayağımızda hala kaygan gibi şu anda.
Gülin Dede Tekin: Sizin kooperatifin başkanı Mahmut Ünver’e ulaşmıştım konuk olarak önce. Tanışmıyoruz bir de. Mahmut'la yazışırken bugün için sözleştik ve tam yazıştığımız sırada Samandağ'daki deprem oldu ve ‘Şu anda çok korkunç bir deprem oldu. Galiba ben seninle bu kaydı yapamayacağım” deyip sana yönlendirmişti beni. Tam olarak o ayağınızın altından kayıyor toprak. Onu uzaktan az da olsa görebiliyoruz.
Nilüfer Akcan Tekin: Gerçekten öyle. Ben şu an İzmir'deyim. Bu yüzden aslında daha rahat katılabiliyorum inan. Benim haricimdeki hemen hemen bütün arkadaşlarımız şu an bölgede. Orada hem çalışmalara katılıyorlar hem de ailelerini güvenlik altına almaya çalışıyorlar. İzmir'de olduğum için bu programa katılabiliyorum. Mahmut'la da konuştuk. Sürekli istişare ve toplantı halindeyiz. Ya zaten bizim deprem öncesinden beri bile o kadar dile getirdiğimiz problemimiz vardı ki. Değil ki şimdi deprem oldu. Bunlarla ilgili hızlı aksiyonlar bekliyoruz aslında. Beklediğimiz aksiyonlar nereye varır, ne olur bilemiyorum. Ama mesela bazı şeyler toprağın daha da bizim ayağımızın altından kaymasına neden oluyor. Çünkü düşünebiliyor musun? Şu an perdeler kapandı ama sigorta ve vergi ödemelerimiz sadece ertelendi. Bir ay ertelendi. Aslında bizim onlardan muaf tutulmamız gerekiyor. Çünkü biz şu anda çalışamıyoruz ve uzunca bir dönem de çalışamayacağız. Bunun dışında tiyatrolara ve sahnelere yapılacak olan kira desteklerine acil olarak ihtiyacımız olduğunu söyleyebilirim. Hemen hemen hepimizin bir alanı vardı. Sahnemiz, olmayanın ofisi… Ve bu sahnelerde, bu ofislerde, bizim elektronik teçhizatlarımız, dekorlarımız, kostümlerimiz vardı. Şu anda kimisi göçük altında, kimisi de hasarlı bina olduğu için giriş izni verilmeyen binalarda. Oralarda ne olacak bilmiyoruz? Ve onlar bizim etimizden tırnağımızdan artırarak aldığımız şeyler. Büyük bir kayıp. Tiyatro böyle bir şey ama mesela evet keşke güvenle sırtımızı yaslayabileceğimiz ve sanatçı olduğumuzu hatırlayabileceğimiz bir ülkede yaşıyor olsak. Ama şurada bile bir aymazlık var. Bizler kaç tane sigortalı çalışanımız olduğuna göre Kültür Bakanlığı'ndan teşvik alabilen yapılarız. Ya, bizi tüccarlığa yani sanat üretmek dışında tüccarlığa iten bir yapının içerisindeyiz. Şimdi bir de mağduruz. Hani idealist kaldığımız zaman ekmeksiz, idealist olmadığımız zaman da sanatsız kalmayı bir nevi göze alıyoruz demektir. İkisi de çok anlaşılabilir ülkemizde.
Bunun yanında mesela bizi çok heyecanlandıran bir 27 Mart projesi var. Yani o 27 Mart projesinin iptal edilmesi tüm Akdeniz Bölge Kooperatifi Tiyatro Kooperatifi olarak bizim kaygımız şu anda. 27 Mart projesinin iptal edilmemesi gerekiyor. Ve iptal edilmemekle beraber bölgedeki tiyatrolara pozitif ayrımcılık da yapılması gerekiyor. Nedir bu 27 Mart projesi: Bu projenin içerisinde, Devlet Tiyatroları ve Kültür Bakanlığı oyunlarımızı sahnelerinde ücretsiz oynatarak aynı zamanda da bir Tiyatro Festivali kapsamında bizi konuk ediyor. Bu festival 27 Mart Tiyatro Bayramı. Tiyatrocular için tüm tiyatro sanatçıları için, tüm tiyatro camiası için. Bu bayramda sahnede olmamak bizi aslında bir kere daha yaralayacak, deprem etkisi yaratacak bir şey olacak. Öyle söyleyeyim. Sahnede olmaya çok ihtiyacımız olan bir dönemdeyiz. Yardımlar bir yana bize ayrılacak bütçeler vs. bunları da beklemek bu sanatı icra edenlerin hakkı diye düşünüyorum. Çünkü hakikaten maddi kayıplarımız var ve o maddi kayıplarımızı biz yerine koyamazsak önümüzdeki sezon da işe başlayamayız. Onları tekrar kazanmamız tekrar başlamamız ve yapmamız gerekiyor.
Gülin Dede Tekin: Son dakikalarda şunu da sormak istiyorum. Söylemek istediğin başka bir şeyler, bir sürü şey vardır tabii ama. Siz insan olarak bu kaybı bizim yüz katımız bin katımız yaşadınız. Biz sadece uzaktan bunları görebiliyoruz. Ama tiyatrolarla ilgili de olarak “çok ciddi bir yas sürecindeyiz”, “tiyatro açılır mı, açılmaz mı” gibi şeyler de konuşuluyor. Bölgedeyken bu nasıl hissettiriyor size?
Nilüfer Akcan Tekin: Çok değişken hissettiriyor. Yani ben şöyle düşünüyorum. Bir doktor çalışmaya devam ediyorsa sen işini yapmaya devam ediyorsan biz de yapmak zorundayız. Yapmalıyız. Bizi iyileştirecek şey bu. Buna inanıyorum. Çünkü tiyatro bir eğlence aracı değil. İşte bu da bize, tiyatrolara tüccar gözüyle yaklaşılmasının bir getirisi biliyor musun? Evet tiyatro eğlendirme öğesi taşır ama sadece eğlendirme ögesi taşımaz. Her zaman eğlendirmez. Tiyatro başka bir şey. Sanat toplumu bulunduğu yerden başka bir noktaya evirtecek bir araç. Neden kapanalım ki? Neden yas var diye perdeleri kapatalım ki? Biz sözümüzü oradan söyleyebiliyoruz. Gerçekten acilen seyirciyle buluşmamız gerekiyor. Devlet Tiyatroları’nın bize bugünden itibaren sahnelerini ücretsiz açması gerekiyor. Deprem bölgelerindeki tiyatrolara ücretsiz açması gerekiyor. Kaç tane oyunumuz varsa onları oynamamıza hiçbir kira bedeli ödemeden sahip çıkması gerekiyor. Dekor, kostüm, teçhizat konusunda depolar dolu Devlet Tiyatroları’nda. Bizlere destek olmaları gerekiyor. Biz şu an dekorlarımıza, kostümlerimize ulaşamadığımız için işimizi yapamaz hale gelmemeliyiz. Para, yardım, destek, bu değil. Biz oynayabilmeliyiz de. Biz oynarsak başka türlü bir dayanışma, başka türlü bir alan açma olur. Evet, bize alan açılması gerekiyor. Çünkü biz sahnelerimize dekor kostüm odalarımıza giremiyoruz ki. Nasıl, ne yapacağız? O yüzden bu dayanışmaya ihtiyacımız var. Bunu sadece Kültür Bakanlığı ve Devlet Tiyatrosu açısından da söylemiyorum inanın ki. Aynı zamanda bütün belediyelerin sahneleri, kurum ve kuruluşların sahneleri, kullanılabilir durumdaki okulların sahneleri, özel tiyatroların sahneleri... Kim destek olabiliyorsa bize alan açılması gerek. Bu daha iyileştirici bir şey olacak diye düşünüyorum.
Bizler psikolojik olarak bir iyi hissediyoruz, bir kötü hissediyoruz. Bizi iyileştirecek şey, dayanışma. El ele olduğumuzu, o karanlık tünelin içinde el ele olduğumuzu hissetmek. Bunu romantiklik olsun diye söylemiyorum. Gerçekten bir karanlığın içine düştüğümüzü görüyorum, hissediyorum. O yüzden eğer o aydınlık varsa ve şu anda o aydınlığa daha da kilitlenmiş durumdaysak beraber yürümemiz gerekiyor.
Gülin Dede Tekin: Çok teşekkür ederim konuğum olduğun için. Bu zor günlerinde umarım bu talepleriniz ya da dayanışmaya dair söylemleriniz buradan birilerinin kulağına gider. Ne kadar sürer bu bilmiyorum ama en kısa zamanda toparlanabildiğiniz, bölgenin de toparlanabildiği, kimsenin daha büyük kayıplar yaşamadan, geçmişten bir şeyleri toparlayabildiği ve gerekiyorsa hesaplarını da sorabildiği bir gelecek diliyorum hepimiz için. Çok teşekkür ederim tekrar.
Nilüfer Akcan Tekin: Umuyorum ve bunu gönülden istiyorum. Çok teşekkür ederim.