Estetik, ekonomik ve ekolojik açıdan çim, iklime uygun kullanılan yerel yer örtücülerle mukayese edildiğinde yeşil zehirdir.
Bahçelerde, parklarda, refüjlerde ve yol kenarlarında yer örtücü olarak kullanılan tek bitki çim artık. Peki, günlük hayatımızın vazgeçilmez parçası haline gelen çim nasıl bir bitki? Çimin su ayak izi ve ekolojik maliyeti nedir? Bu bitki kentimizi ve bahçelerimizi yeşillendirmek için gerçekten uygun bir tür mü? Yoksa çim yeşil badanadan başka bir şey değil mi?
Bu soruları Peyzaj Mimarları Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Betül Çavdar ile konuştuk.
Akgün İlhan: Artık hangi parka veya bahçeye baksak yer örtücü olarak sadece çimi görüyoruz. Bu bitki nasıl oldu da her yerde kullanılan bir tür haline geldi?
Betül Çavdar: Çimin açık yeşil alanlarda yaygın biçimde kullanılmaya başlaması 1946 yılına denk geliyor. 1950’lerde ise çim alanlarda kullanılmak üzere yeni çim çeşitleri ıslah edilmeye başlanıyor. Ancak daha geriye gidecek olursak 19.yy’ın ikinci yarısında sanayi devrimiyle toplumlarda kentleşme ivme kazanmış. Bu kontrolsüz kentleşmeyle birlikte insanlar doğal çevrelerinden uzaklaşıp yapıların içine hapsolmaya başlıyor. Bunun sonucu olarak da doğaya özlemin artması ve doğayla temasın gerekliliğinin anlaşılması bir asır kadar bile sürmüyor. Ve kentlerde doğa parçaları yaratma talebi ortaya çıkıyor. Sosyo-ekonomik ve sosyokültürel olarak kim olursa olsun her insan doğayı gözlemlemek ve ona dokunabilmek istiyor.
Modern çağlarda ‘asaletin’ simgesi
Bunun için de gerek kamusal alan gerekse özel mülkiyet içerisinde açık yeşil alanlar oluşturulmaya başlanıyor. Ancak Yuval Noah Harari Homo Deus kitabında daha farklı ve başlangıcı daha gerilere giden bir çim tarihinden bahsediyor ve şunları belirtiyor[i]:
Taş Devri’ndeki avcı-toplayıcılar mağaralarının önü daha hoş görünsün diye çim yetiştirmezlerdi. Atina Akropolisi’nde başkent Roma’da, Kudüs Tapınağı’nda veya Pekin’deki Yasak Şehir’de de ziyaretçileri karşılayan çim alanlar yoktu. Özel mülkler ve kamu alanlarında açık yeşil alan yaratma fikri Orta Çağ’ın sonlarına doğru Fransız ve İngiliz aristokratların şatolarında doğdu. Modern Çağ’ın başında ise bu alışkanlık iyice kök salarak çim asaletin sembollerinden biri haline geldi.
Özellikle çim biçme makineleri ve otomatik sulama sistemlerinin olmadığı eski devirlerde çim çok fazla zahmet ve emek gerektirdiği halde karşılığında hiçbir değerli ürün vermiyordu. Hayvanlar çimi yemedikleri için çim alanlar üzerinde hayvan bile otlatmak mümkün değildi. Zaten yoksul köylülerin değerli topraklarını ve zamanlarını çim için harcayacak lüksü de yoktu.
Şatoların girişindeki alan çimse bu şatonun sahibinin varlığını ve gücünün göstergesiydi. Bu “o kadar çok toprağım ve hizmetkârım var ki bu yeşil fanteziyi karşılayabiliyorum” demenin aleni bir beyanıydı. Çim alan ne kadar bakımlı ve genişse hanedan o kadar güçlü demekti. Bir dükü ziyaret ettiğinizde çimleri bakımsızsa onunda sıkıntı içinde olduğu bilirdiniz.
Aslında insanlık tarihi boyunca herhangi bir değerli ürün vermeyen bitkilerin statü sembolü olması ilk defa çimle gerçekleşmedi. Michael Pollan Arzunun Botaniği[ii] kitabında bize lalenin yolculuğunu farklı bir yerden anlatıyor. Laleyi, 17. yüzyılın ilk yarısından başlayarak bir ulusu sarsan ve ekonomisini neredeyse mahveden kısa ve yaygın bir çılgınlık olarak tanımlıyor Pollan. Ancak lalenin çimden farklı olarak estetik zevke daha fazla hitap ettiği de açık. İnsanlık tarihi sürecinde yüksek statüde yıldız olan bitkiler kolay kolay arzu nesnesi olmaktan kurtulamıyor. Çim alanların geçmişten gelen bir statü işareti olması alışkanlığı, onu çiçekli ve geniş popülasyonlu bitkilerden daha estetik gösteriyor. Üstelik ülkemiz gibi Akdeniz ikliminin hâkim olduğu yerlerde bakım maliyeti çok yüksek, hastalık ve zararlılara direncinin çok daha az olmasına rağmen çimden vazgeçemiyoruz.
Masraflı, zahmetli ve zehirleyici
Çimin sulanması, gübrelenmesi, ilaçlanması ve kısacası bakımı diğer yer örtücü türlere göre daha zor ve masraflı değil mi?
Çim ve diğer yer örtücüler kıyaslandığında çim çok daha hassas ve şımarık bir yer örtücü. Bir kere ilkbahardan itibaren sürekli bakım istiyor. Uzayınca da hemen biçilmeli ki bu süreler hiç de uzun aralıklarla değil. Çim bolca sulanmalı ki sulandıkça daha kısa sürede biçime gelsin. Eğer bir alanda çim yetiştiriliyorsa bir kere çok fazla su kullanılacağı ve kullanılan suyun “kimyasal ilaçlarla” zehirleneceğini bilmek zorundayız. 1 metrekarelik çim alanın sulanması için 10 litre su gerekiyor mesela. Herhangi bir çim alan kimyasal besin desteği, gübre ve ilaç kullanılmadan yaşatılamıyor. Bunun tarım zehri ve işçilik maliyeti de göz önüne alındığında diğer yer örtücülerden çok daha masraflı, zahmetli ve zor bir süreçten bahsediyoruz. Üstelik özellikle kentlerde ve çocukların ulaşabileceği alanlarda kullanılan çim, aşırı kimyasal kullanımı ile alerjik hastalıklara neden olabiliyor. Yani aslında estetik, ekonomik ve ekolojik açıdan çim, iklime uygun kullanılan yerel yer örtücülerle mukayese edildiğinde yeşil zehirdir.
Artık günümüzde çimi halı gibi rulo yapıp seriyorlar. Bu sağlıklı bir uygulama mı? Bir toprakta uzun süre çim ekildiğinde toprakta ve biyoçeşitlilik üzerinde ne gibi etkiler ortaya çıkabilir?
Rulo çim tohum uygulamasına göre daha az riskli ve hızlı bir yöntem olması nedeniyle uygulamacılara çok cazip geliyor. Çünkü uygulayıcı görevli tohum tercih ettiğinde hem tohumları hızlı yeşertebilmek hem de zararlıların çim tohumlarını taşımalarını önleyerek nispeten homojen bir dağılım gösterebilmesi adına çok daha fazla ilaç, gübre ve besin maliyetini göze alıyor. Rulo çimde bu maliyetlerin daha altında bir bedel ve iş gücüyle kısa zamanda homojen ve riski tohumdan üretilen çime göre çok daha az olan bir süreç yaşanır. Ancak çimin yayılıcı bir tür olduğunu göz önünde tutarsak rulo şeklinde taşınan köklü çim strese girer ve daha fazla yayılmaya çalışır. Yetiştirildiği alanlara bakılacak olursa rulo çim yetiştiriciliği büyük arazilerde tek çeşit denilebilecek -çünkü çim tohumlarının farklı türleri olsa da birbirlerine besin, su, hastalık ve zararlı direnci olarak çok yakındırlar- şekilde gerçekleştirildiği için, her monokültür üretimde olduğu gibi toprakta organik madde ve mikroorganizma miktarında azalma sorunları ortaya çıkar. Bu nedenlerle alanda biyoçeşitlilik azalır ve dolayısıyla toprak yapısındaki zenginlik tehdit altına girer.
Üstelik yetiştirdikleri her ürüne bir ekonomik değer gözüyle yaklaşan yetiştiriciler çim söz konusu olduğunda çok daha vahşi bir sürecin yöneticileridir. Bir yılda üçten fazla sefer mahsul alabilmek için çim yetiştirme tesisleri kontrolsüz su, kimyasal gübre ve ilaç kullanılmaktadır. Bu da dönümlerce arazi toprağının zehirlenmesi ve büyük miktarlarda suyun kullanılması, yani kirletilmesi demektir. Ayrıca kontrolsüz sulamalar, toprakta bulunan organik madde miktarının azalmasına yol açarken herbisit ve pestisitler de yer altı suyuna karışır ve suyu kirletir. İlaçlamada kullanılan kimyasalların arılara ve diğer tozlayıcılara verdiği zararı da düşünürsek ekosistem sağlığı ve biyoçeşitlilik açısından son derece sorunlu bir uygulama olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Çim yerine çayır karışımları
Peki maden bu kadar olumsuz etkisi var çimin, onun yerine hangi bitkiler kullanılabilir? Az su ve emek isteyen sert iklim koşullarına dayanıklı yer örtücülerin olduğu kullanıldığı peyzaj planlama örnekleri var mı?
Aktif kullanılan yeşil alanlarda çim dışında onun kadar etkin bir alternatif oluşturmak oldukça zor. Özellikle de çimin üzerine basılması, oturulması ve spor sahaları oluşturulması mümkünken başka türlerle aynı etkiyi yaratmak zor. Ama yine de mesela çayır karışımları; adaptasyonu yüksek yerel türler olması, alanın iklim ve toprak özellikleriyle iklim değişikliğine uyumlu tasarımlar olması bakımından tercih edilmeye başlandı küçük alanlarda. Tabi ki bu düzenlemede su ihtiyacı çime kıyasla daha az.
Örneğin İngiltere bu konuda başarılı bir uygulama gerçekleştirdi. İngiltere’de peyzajda insan müdahalesi ve bakımı olmadan, yerel bitkileri ve ilişkili yaban hayatını desteklemek amacıyla hareket eden “Plantlife” isimli bir oluşum var mesela. Bu oluşum 2013 yılından 2019’a kadar süren bir kampanya yürüterek yerel yönetimlere çayır karışımlarının yol kenarları bitkilendirmesinde kullanılması gerekliliğini anlatıyor ve başarılı işler gerçekleştiriyor.
Bu uygulamaları “çiçek nehri” diye isimlendirmişler. Bu çayırlar tozlayıcı türlerin, çayır kuşlarının sürekliliğinin sağlanması, toprak kalitesinin arttırılması, karbon tutma potansiyeli ve peyzajın bağlantısallığını sağlaması da düşünülünce son derece avantajlı. Mali açıdan bakılırsa, mesela Rotherham İlçe Meclisi çabaları sonucu biçme maliyetlerinde yılda yaklaşık 23 bin poundluk tasarruf edilmiş.
Başka bir örnek de New York’da bulunan High Line Park. Kullanılmayan yükseltilmiş bir tren yolu restore edilerek kullanıma kazandırılmış ve kentin simge alanlarından biri haline getirilmiş. Bunu yaparken bitki seçiminde adaptasyonu yüksek, kuraklığa dayanıklı, düşük bakım maliyetli, yaban hayatına gıda sağlayabilen ve yerel üreticiler tarafından yetiştirilen çok yıllık çalı grupları, ağaçlar ve çayır otları kullanılmış. Park alanındaki doğal atıklarla kompost oluşturarak ticari gübre kullanmadan gübreleme ihtiyacı sağlanıyor. Bitki seçiminde zararlılara dayanıklı türler seçilirken zararlı mücadelesinde yeşil zarkanat gibi türler alana salınarak biyolojik mücadele uygulanmakta.
High Line’ın damla sulama sistemi ile birlikte kullanılan yeşil çatı sistemi, ekim yataklarının mümkün olduğunca fazla suyu tutabilmesi için tasarlanmış. Su ihtiyacı daha fazla olan türlere de hava koşullarına dikkat ederek elle sulama uygulanıyor. Yani neredeyse kendi kendine yetebilen bir sistem oluşturulmuş.
ABD’deki Denver’da ise en önemli unsur toprak yapısı ve iklime uygun yerel türler kullanılmış olması. Kurakçıl peyzaj uygulamasında türler kurak, yarı kurak şeklinde su ihtiyacındaki farklılıklara göre bölümlere ayrılmış durumda ve su yönetimi sağlanmaya çalışılmış bu uygulamalarda. Toprak yüzeyinin tamamını bitki örtüsü ile kaplamak yerine çalı ve ağaç türlerinin arasında kalan alanlar doğal taş ve ağaç kabuğu gibi doğal materyallerle kaplanarak suyun toprakta tutulması sağlanmış.
Çim yerine kurakçıl peyzaj uygulamalarının çok daha estetik ve ekolojik olacağı kesin. Yöreye uygun çok yıllık aromatik bitki, sukulent ve kaktüs kullanımı hem bakım ve mesai maliyetini hem de peyzajın korunması ve yönetimi işlevlerini yerine getirecektir. Ülkemizde büyük ölçüde bir kurum tarafından alınmış bir karar, denetim ve uygulama olmamakla birlikte yerelde bireylere tasarlanan ya da talebe göre uygulanan farklı kurakçıl peyzaj uygulamaları var. Ancak tabi ki bunun yönetim birimleri tarafından desteklenerek, uygulamaların yaygınlaştırılması gerekiyor.
Yönetimler, akademi, peyzaj mimarları ve STK’lerin iş birliği şart
Peki, insanları ve kurumları çim dışında yer örtücüleri kullanmaya nasıl ikna ve teşvik edeceğiz?
İzmir’deki Kordon gibi kentin simgesi haline gelmiş ve aktif olarak kullanılan alanlar dışında sadece görsel zenginlik açısından çim kullanımından vazgeçilmesi gerekliliği kazan-kazan durumu ile anlatılabilir. Kurumların uyguladığı çim alanlara bakılırsa bakım ve onarım maliyetlerinin yükseklikleri yüzünden birçoğunun zaman içinde âtıl hale geldiği görülür. Yönetimlerin en büyük sorunlarından biri de mali kaynakların doğru kullanımı. Ayrıca yerel yönetimlerin çim uygulaması yapıp bakım hizmeti sunamadığı alanlar yine çayıra döndüğü için belki aktif hizmet ulaştıramadıkları alanlarda çim kullanımından vazgeçebilirler. Aslında bu konuyla ilgili bir strateji oluşturma gerekliliği ortaya çıkıyor.
Alanda çalışan peyzaj mimarı meslektaşlarımıza da büyük iş düşüyor bu durumda. Gerek kamusal alanlarda gerek bireysel taleplerde çim kullanımına karşı ikna edici, doğru argümanlar geliştirmeliler. Müşteri ne isterse onu yapmak yerine müşterilerine çimin gerçek maliyetini anlatmalılar. Kurumlar açısından bakılacak olursa kurumlardaki meslek elemanlarının bu konuda yetkin, çalıştığı bölgenin iklimini ve ekolojik özelliklerini analiz edebilir yetkinliğe sahip olması çok önemli bir etken.
Aynı zamanda yönetim ve akademinin iş birliği gerekiyor. Örneğin kentsel açık yeşil alan tasarımlarında hangi bitki türü ve materyal seçimleri değiştirilerek iklim değişikliğine uyumlu tasarımların geliştirilebileceğine dair çalışmalar var. Aynı zamanda peyzaj tasarımı ve planlanması adına doğa temelli çözüm yaklaşımı da akademik camiada son zamanlarda yaygın olarak çalışılan konulardan. Güncel bilgiyi takip eden akademi ile iş birliğinin yerel yönetimlere nitelikli bilgi sağlamada önemli olduğunu düşünüyorum. Akademinin yanı sıra “PlantLife” gibi kolektif yerel oluşumlar ile kentsel ve kırsal peyzajlar konusunda halkın yönetime dahil olduğu, ekonomik ve ekolojik açıdan verimli kampanyalar yürütülebilir. Estetik kaygılar dışında su krizinin yaşandığı, verimli toprakların azaldığı, hava kirliliğinin arttığı ve dolayısıyla iklim krizini yaşadığımız şu günlerde bu konularla ilgili bireysel ve toplumsal tüm eylemlerin etkili olduğu insanlara sürekli hatırlatılmalı diye düşünüyorum.
**************
[i] Yuval Noah Harari (2016). Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi. İstanbul: Kolektif Kitap.
[ii] Michael Pollan (2019). Arzunun Botaniği: Bir Elmanın Sizi Kullandığını Düşündünüz mü Hiç? İstanbul: Domingo Yayınevi.