Santa Ana’nın Alevli Fısıltıları: Yangınlardan Geleceğe Taşınan Dersler

-
Aa
+
a
a
a

Antroposen Sohbetler'de Utku Perktaş, Hacettepe Üniversitesi Ekoloji Anabilim Dalı Başkanı ve Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi ve aynı zamanda da bir yangın ekoloğu olan Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu ile Los Angeles yangınları üzerinden iklim değişikliğinin orman yangınları üzerindeki etkisini ve yangınların biyoçeşitlilik ile şehir planlaması üzerindeki sonuçlarını tartışıyor.

""
Santa Ana’nın Alevli Fısıltıları: Yangınlardan Geleceğe Taşınan Dersler
 

Santa Ana’nın Alevli Fısıltıları: Yangınlardan Geleceğe Taşınan Dersler

podcast servisi: iTunes / RSS

Antroposen Sohbetler’in bu bölümünde konuğum Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu ile Los Angeles yangınları üzerinden iklim değişikliğinin orman yangınları üzerindeki etkisini ve yangınların biyoçeşitlilik ile şehir planlaması üzerindeki sonuçlarını tartıştık. Akdeniz ve Los Angeles gibi yangına eğilimli ekosistemleri karşılaştırarak, küresel ısınmanın yangın rejimlerini nasıl değiştirdiği ele almaya çalıştık. Programın özetle, yangınların uluslararası gündemde daha fazla tartışılması gerektiğini ve bilinç düzeyinin artırılmasının önemini vurguladığını düşünüyorum. Birkaç önemli satırbaşı ifadeyi aşağıda görebilirsiniz, iyi dinlemeler ve okumalar…

Satırbaşları:

  • Küresel ısınma, yalnızca yangınların sıklığını artırmakla kalmıyor; aynı zamanda yangın mevsimlerini de uzatarak yangın rejiminde değişikliklere neden oluyor.
     
  • Yangına eğilimli ekosistemlerde doğal yangınlar, biyoçeşitliliği destekleyebilirken; iklim krizi kaynaklı şiddetli yangınlar ekolojik dengeyi bozuyor.
     
  • Şehir planlamasında yangın riskine öncelik verilmediği için Los Angeles gibi metropoller, doğa ile iç içe geçerek büyük felaketlere zemin hazırlıyor.
     
  • Santa Ana rüzgarları gibi bölgesel iklim olayları, yangınları büyüten temel faktörlerden biri olup, iklim değişikliği ile daha sık ve şiddetli hale geliyor.
     
  • Yangınların uluslararası düzeyde daha fazla tartışılmaması, iklim krizi farkındalığının artmasını engelliyor ve önleyici adımların atılmasını geciktiriyor.

Utku Perktaş: Merhabalar, Antroposen Sohbetlere hoş geldiniz, ben Utku Perktaş. Bugün küresel ısınmanın felaket senaryosunu konuşmaya çalışacağız. Peki, nasıl konuşacağız? Yakın zamanda yaşadığımız dünyanın, gezegenin deneyimlediği büyük yangınlardan biriyle konuşacağız. Türkiye'de ne yazık ki ana akım basında benim gördüğüm kadarıyla çok fazla konu olmadı, çok fazla haber görmedik ama olması gerektiğini düşünüyorum. Geçtiğimiz yıllarda dünya, Avustralya'daki büyük orman yangınlarının yol açtığı dehşet verici manzaralarla sarsılmıştı ve bunu konuşmuştuk. Basında daha çok yer bulmuştu ama bugünlerde Los Angeles yangınları Türkiye'de çok yer bulmadı. Uluslararası basında yer buldu gördüğüm kadarıyla, Türkiye'de ise bu kadar olmadı.

Los Angeles'taki yangınlar, küresel ısınmanın sadece belli bölgelerinde değil; dünyanın her köşesinde etkisini hissettirdiğini bir kez daha gözler önüne serdi. Gospers Dağı’nın alevleriyle kül olan Avustralya, o dönem yani birkaç yıl önce zannediyorum ki küresel ısınmanın doğayı nasıl dönüştürdüğünü anlamamıza katkı sağlamıştı. Los Angeles yangınları ise aynı hikayenin farklı bir sahnesi olarak karşımıza çıktı ve cidden hem doğaya, hem de bölgede yaşayan insanlara çok büyük bir tahribat yaptı. Peki, bu Los Angeles yangınların ardında ne var? Ben kendi perspektifinden Yetkin Report'ta bir şeyler yazmaya çalışmıştım bununla ilgili ama benim yazım okuduklarımdan, biraz biyoçeşitlilik yorumumdan, küresel ısınma yorumundan kaynaklanarak oluşturduğum bir metindi. Yangınlar ve özellikle bu küresel döngü içerisinde iklim değişimiyle nasıl bir ilişki olduğuna bakmaya ve bir özet hazırlamaya çalışmıştım. Aslında işi bir de konunun uzmanına sormakta fayda var. Birkaç kere programa konuk oldu sevgili Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu; kendisi Hacettepe Üniversitesi Ekoloji Anabilim Dalı Başkanı ve Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi ve aynı zamanda da bir yangın ekoloğu. Ülkemizde çok fazla yangın ekoloğu yok bildiğim kadarıyla ve Çağatay da işini bu anlamda iyi yapan bilim insanlarından birisi. Ben de kendisini programa tekrar davet ettim.

Aslında Antroposen Sohbetler’e ilk başladığımda ilk programı da kendisiyle yapmıştım. Daha önce kendisiyle Anadolu'daki, Türkiye'deki yangınlar özelinde yangınları konuşmuştuk ama bugün özellikle Los Angeles yangınlarını birazcık daha Türkiye'nin gündemine taşıyabilirsek, merak edenlerin dinleyebileceği bir söyleşi yapmak istedim Çağatay da sağolsun kabul etti ve geldi. Çağatay, hoş geldin, çok teşekkür ederim. Tekrar davetimi kabul ettin ve buradasın, eksik olma. Nasılsın?

Çağatay Tavşanoğlu: Teşekkürler Utku, çok sağol davetin için.

U.P.: Ben çok teşekkür ediyorum, iyi oldu. Şimdi ben yavaş yavaş sorularıma geçebilirim. Los Angeles yangınları aslında benim takip ettiğim kadarıyla dünyadaki The New York Times, The Guardian gibi büyük yayın organlarında manşetlere taşındı; Türkiye'de ise bunu çok görmedik. En temel soruyla başlamak istiyorum iznin olursa; bu iklim krizi, orman yangınlarının sıklığı ve şiddeti üzerinde nasıl bir etkiye sahip?

Ç.T.: Bu sürekli gündeme gelen bir konu ve Antroposen Sohbetlerde de gündeme geliyor. Gündemimizdeki iklim krizi yaşamımızı değiştiriyor. Bu noktada aslında iklim değişikliğinin gerçekten orman yangınlarını dünyanın birçok yerinde artırdığını biliyoruz. Birçok bakımdan, sadece sayı anlamında değil, özellikle şiddetini artırdığını biliyoruz. Bazı yerlerde de özellikle kurak mevsimin yani yangın mevsiminin uzadığını biliyoruz yani eskiden olmayan dönemlerde yangınlar çıkmaya başlıyor ve bu da bizi yangın rejimi değişikliği dediğimiz bir olay ile karşı karşıya bırakıyor. Yangınların sadece sayısı ve şiddeti artmıyor; aynı zamanda yangının zamanı da değişiyor. Daha uzun dönemler içerisinde yıl içinde yangınlar çıkabiliyor. Dünyanın birçok yerinde böyle etkiler var.

Bunu tabii sadece sıcaklık artışlarına yoramıyoruz. Aslında yağışın yıl içindeki değişimi burada çok kritik bir role sahip. Dolayısıyla yağışın olmaması gereken zamanda yağışın olmaması ve bunların giderek sık olmaya başlaması vejetasyonun yanabilirliğini etkiliyor çünkü yağışın olduğu zamanlarda bir yıldırım da düşse, insan kaynaklı bir etki de olsa yanma çok daha az şiddetli ya da küçük olarak gerçekleşiyor. Bazen ise olmuyor bile... Mesela, tropik yağmur ormanlarında ne yaparsanız yapın, nemli bir tropik yağmur ormanını yakamazsınız yani bir yıldırım düştüğünde bir tane ağaç kendi içinde yanıp söner, etrafına yayılamaz. Amazonlar yanıyor diyebilirsiniz bu noktada ama Amazonlarda özel olarak insan faaliyeti var; yakabilmek için önce kesiyorlar ormanı, sonra ise kurumaya bırakıyorlar birkaç hafta ve sonra da yakıyorlar. Amazon yangınları böyle gerçekleşiyor ve biliyoruz ki Amazon yangınları civardaki daha nemli ormanlarda yangını yavaş yavaş daha hassas hale getiriyor, böyle bir etkimiz var. Dolayısıyla da aslında burada yanıcı madde nemi çok önemli. Yanıcı madde nemi ne kadar düşük ise yangının şiddeti de o kadar fazla ve yangının büyüme olasılığı o kadar yüksek.

Hatırlarsanız, geçtiğimiz yıllarda Türkiye'de büyük yangın felaketleri yaşadık. O dönemde Akdeniz üzerinden gelen çok ciddi bir sıcak dalgası vardı ve o yüzden yanıcı maddelerin nemi %70'in altına düşmüştü. %5'in altına düşen bir vejetasyon nemi, bize herhangi bir kıvılcımın çok büyük, durdurulamaz bir yangına dönüşmesi anlamına geliyor. Bu noktada aslında değişen hava koşulları ve ani iklimsel olayların artıyor olması. Bunun için de bir sürü şey sayabilirsiniz. Bu, yangınlar anlamında da tabii ki dünyada bir değişime yol açıyor. İklim değişikliğinden ötürü yangın rejimlerinin de aktif olarak değiştiğini söyleyebiliriz.

U.P.: Çok teşekkür ederim bu ilk soru için. Peki, orman yangınlarının biyoçeşitlilik üzerindeki en önemli olumsuz etkileri neler?

Ç.T.: Bunun çok boyutu var aslında, tek bir cevap veremem buna. Öncelikle ben açıkçası sürekli gözlemlediğimiz bazı şeyleri vurgulamak isterim yani plumsuz etkilerinden ziyade olumlu etkisi çok.

U.P.: İyi olur, çok iyi olur.

Ç.T.: Mesela bugünkü ana konunun ekseni olan Los Angeles bölgesi, aslında ABD’nin Kaliforniya eyaletinde yer alıyor ve orası Akdeniz iklimli bir bölge - aynı bizim Akdeniz ve Ege bölgelerimiz de olduğu gibi. Dolayısıyla aslında zaten yangına eğilimli bir bölge. yani bizim Akdeniz coğrafyası yaklaşık en az 2 milyon yıldır düzenli yangınlara maruz kalıyor. Kaliforniya coğrafyası da yaklaşık 20 milyon yıldır düzenli yangınlara maruz kalıyor. Dolayısıyla da buraların yangınla evrimleşmiş organizmaları var ve orada doğal yangın rejiminin devam ettiği sürece aslında yangının biyoçeşitliliği destekleyici rolleri olduğunu biliyoruz. Hem ülkemizde, hem de Kaliforniya’da ve bunun gibi yangın eğilimli ekosistemlerde bu anlamda lokal olarak çok çok faydalı yönler de var.

Yangın rejim değişikliklerinden bahsettim demin; iklim değişikliği değil, insan yönetimi, alan yönetimi kaynaklı değişiklikler var. Bu değişiklikler, yavaş yavaş biyoçeşitliliği de olumsuz yönde etkilemeye başladığını söyleyebiliriz çünkü eskiden olmadığı kadar büyük yangınlar – mesela hareket edebilen, yangından kaçabilen, yangın sırasında ölüm oranları çok düşük olan memeli hayvanlar üzerinde giderek daha fazla etki bırakmaya başlıyor çünkü büyük yangın oldukça yangın alanı onlar için uygun habitat haline gelene kadar yani rejenere olana kadar sığınacakları alanların miktarını azaltıyor. Dolayısıyla da sığındıkları alanda yangın sonrasında rekabetin dozajı artabiliyor ve bu da yaşayabilirliklerini azaltabiliyor. Bir boz ayı yangından kaçtığında, başka bir ormana sığındığında, o ormandaki diğer boz ayılarla bu sefer rekabete giriyor ve hayatta kalma başarısı, yavru büyütme başarısı oranı azalıyor. Bu da bizim için ekolojik anlamda olumsuz bir etki - tabii aynı zamanda şiddet de artıyor.

Bitkilerin çoğu, bu tip ekosistemlerde yangına dayanıklı yani yangından sonra yangına direngen diyebilirim, yangından sonra kendilerini yenileyebiliyorlar ama bir diğer yandan çok şiddetli yangınlar aslında toprak altında korunmuş olan organları olan bitkileri de öldürebiliyor. Yangının şiddeti ölüm oranlarını artırabiliyor. Bunlar böyle zincirleme bir şekilde negatif etkilere sebep olabilir.

Biz aslında en büyük olumsuz etkiyi yangınların çok sık olmadığı yerlerde gerçekleşen yangınlarda görüyoruz. Yani doğal olarak, bir döngü olarak bir yangının olmadığı bir yer, normalde bin yılda bir, 500 yılda bir yanması gereken bir yer 20 yılda bir, 30 yılda bir, 50 yılda bir yanmaya başladığında burada çok ciddi biyoçeşitlilik azalması görüyoruz. Burada Akdeniz bölgesini sayamam yani Los Angeles'ın oradaki ekosistemler ya da Akdeniz bölgesi ekosistemler bunlar değil; ama mesela daha batıdaki ormanlar görece olarak sadece yüzeysel örtülü, az şiddetli yangınlara maruz kalan ormanlar giderek daha fazla büyük yangınlara maruz kalıyorlar ve bu oradaki ağaç türlerinin yenilenememesine yol açıyor çünkü oralarda bu tip uyarlanmalar yok.

Burada evrimsel uyarlanmalar çok kritik. Akdeniz'de her türlü evrimsel uyarlanma var ve yangından sonra baş edebiliyorlar öyle ya da böyle ama yüksek oranda, bin 500 metrelere çıktığınızda birdenbire bu uyarlamalar ortadan kalkıyor. Dolayısıyla oradaki yangınlar çok çok büyük zararlar veriyor. Mesela kendi ülkemizden örnek verecek olursak, Karadeniz bölgesindeki yangınların bu gibi etkileri olabilir ve uzun vadede yapılan modeller, çalışmalar ciddi dominant tür değişiklikleri öngörüyor yani bazı ormanların yok olması yerine yavaş yavaş yangına uyumlu ormanların gelmesi gibi çok ciddi değişiklikler var. Bu tabii uzun dönemli bir evrimsel süreçte tolere edilebilir bir şey olabilir ama özellikle de yaşadığımız Antroposen döneminde, iklim krizini yaşadığımız dönemde, bu kadar hızlı gerçekleşen değişikliklerin olduğu dönemde, bu değişimlerin böyle yeni bir biyoçeşitlilik getireceğini ummak da hayal olur. Dolayısıyla ciddi anlamda biyoçeşitlilik kayıplarını bu noktalarda bekleyebiliriz.

Yangının nerede olduğu, nasıl olduğunu, hangi şiddet ile olduğu, yangın rejimlerinin değişip değişmediği, yangına uyarlanmanın olup olmadığı mevzusu yangınların olumsuz ya da olumlu etki gösterebileceğini belirleyen ana faktör. Günümüzde giderek olumsuz etkiler konusunda daha fazla endişe duyduğumuzu da dile getireyim.

Küresel ısınma, yalnızca yangınların sıklığını artırmakla kalmıyor, aynı zamanda yangın mevsimlerini de uzatarak yangın rejiminde değişikliklere neden oluyor

U.P.: Yangınlar, belli ölçüde biyoçeşitlilik krizini de yangın frekanslarının artmasıyla olumsuz etkilediği açık yani tetikliyor.

Ç.T.: Söyleyebiliriz.

U.P.: Peki, buna Los Angeles yangınları penceresinden baktığımızda bu yangınların ne ile ilişkili olduğu Türkiye'de de sosyal medya üzerinden hep tartışılan bir şeydi, farklı yorumlar vardı ama ben biraz daha bilimsel bir temele dayandırmaya çalışmıştım. Bölgedeki yangıncıların yaptığı çalışmalara biraz yakından bakmaya çalıştım ve Santa Ana rüzgarları gibi bir sistemden, rüzgarlardan bahsediliyor. Sanırım farklı bir ismi de var zannediyorum. Bu gibi bölgesel iklim koşullarının yangınların yayılmasındaki rolü olduğu söyleniyor ve tabii bu iklimsel hava olaylarının iklim değişimiyle de bir ilişkisi olduğunu düşünüyorum ben de, ortaya çıkma sıklığı artıyor galiba. Bu tür koşullar gelecekte daha da kötüleşebilir mi yani bu tür yangınları tetikleyecek bir noktaya gelebilir mi, ne söylenebilir?

Ç.T.: Elbette. Zaten iklim değişiminin en büyük etkisi bu tip lokal meteorolojik olayları değiştirmesi. Dolayısıyla da biz bunları bekliyoruz. Los Angeles yangınları özelinde halen devam ediyor yangınlar ve bu arada şunu da söyleyelim; bu Santa Ana rüzgarları, şu anda hakim olan rüzgarlar ve şu anda oluşan 100'ün üzerinde yangının dördünün-beşinin büyüttüğünü biliyoruz, özellikle de iki tanesini. Ben biraz inceledim Santa Ana rüzgarlarının dinamiğini ve aslında Eylül ayından başlayarak Ocak’ın ortasına kadar devam eden, yılda 10 kez görülen rüzgarlar bunlar, doğudan geliyorlar. Çöl kesiminden kuru kuru bir şekilde gelen rüzgarlar, dağdan aşağı doğru Los Angeles'e, Akdeniz ekosistemine doğru iniyor ve aynı zamanda da kurutucu rüzgarlar. Yani bu her sene var, her sene Eylül'den Ocak'a kadar 10 kere oluyor ama şimdi neden Aralık ve Ocak ayında böyle büyük yangınlara yol açtı? Çünkü normalde güz döneminde sonbaharda orada yağışlar başlıyor aynı bizim buradaki Akdeniz ikliminde olduğu gibi ama bu sene yağışların çok çok az olduğunu biliyoruz. Yağışların gelmemesi de inanılmaz kurutuyor ve bu rüzgarlar, kuru vejetasyonu iyice düşük nem seviyesine getirerek yangınların büyümesine yol açıyor, bunu söyleyebilirim.

Santa Ana rüzgarları gibi bölgesel iklim olayları, yangınları büyüten temel faktörlerden biri olup, iklim değişikliği ile daha sık ve şiddetli hale geliyor

U.P.: Bu önemli bir şey çünkü insanlar farklı şekillerde yorumlar yapıyorlar ve bu aslında bilimsel bir temele dayanmıyor ama şimdi Santa Ana rüzgarları hakkında ben ekstra bir şey daha öğrenmiş oldum sayende, eksik olma.

Ç.T.: Özellikle iklim değişikliğinin burada nasıl bir rolü var onu da söyleyelim hatta bununla ilgili yayınlar da var anladığım kadarıyla; aslında tam olarak yapılan çalışmalar Santa Ana rüzgarlarının hafifçe değiştiğini söylüyor yani eskiden Eylül ayından Ocak ayına kadar devam eden rüzgarlar, artık son yıllarda Eylül'de daha az, Ocak'ta daha fazla. Biraz kayma var zamansal, muhtemelen de iklim değişikliği kaynaklı ama kesin kanıt henüz yok ama muhtemelen iklim değişikliği kaynaklı.

U.P.: ...ve dolayısıyla rüzgarlar ormanı patlamaya hazır bir bomba haline getiriyor.

Ç.T.: Birçok noktada %5'in altında nemler ölçülmüş. Yakıt nemi anlamında yanıcı madde ve bu şu demek aslında; bir elektrik telinin kopması, bir yıldırımın düşmesi ya da birinin sigara atması, kamp ateşi yakılması ya da bir kamyonun tekerleğinden çıkabilecek bir kıvılcım vs. Durdurulamaz, ne kadar teknolojiye sahip olursanız olun, durduramayacağınız büyük yangınlara yol açıyor ve şu anda yaşanan şey de bu aslında. Dolayısıyla da aşırı kurak koşullar buna yol açmış görünüyor.

Burada şöyle küçük bir noktaya değinmek isterim; aslında şehir yangını, Los Angeles yangını yani bizim Manavgat'ta da gerçekleşen, Antalya'da da gerçekleşen yani doğada başlayıp ya da şehrin doğal noktasında başlayıp sonra büyüyen ve her iki yöne doğru ilerleyen yangınlar. Buradaki yangının doğrudan iklim değişikliğiyle olduğunu söylemek çok zor olabilir yani çeşitli iklim değişikliğinin tetiklediği bazı şeyler var, bu çok açık ama burada bu kadar katastrofik bir yangın olmasının sebebi, 25 kişinin ölmesi. binlerce, on binlerce kişinin güvenlik için uzaklaştırılması, evlerin yanması vs., bunların temel sebebi aslında geçmişten günümüze o bölgen insanının nüfusunun artmış olması, giderek ormana çok daha yakın bir şekilde kentin ilerlemesi ve orman ile kent arasında bir bölge olmaması. Dolayısıyla da çıkan yangınlar bu kadar yanıcı bir vejetasyonun içinde kentleri çok hızlı etkileyebiliyor. Biz buna doğal alan-kentsel ara kesit diyoruz. Genel olarak tüm dünyada yangınların insanları etkilemesinin en büyük sebebi bu bölgelerde çeşitli önlemlerin alınmaması. Los Angeles'ın durumu da aslında tam olarak bu.

U.P.: Anladım, çok teşekkür ederim, çok faydalı oldu. Yangınların artışına bakınca şehir planlaması ve kentsel gelişim, ne tür riskler doğuruyor? Yerleşim bölgelerinin bu tür felaketlere karşı daha dayanıklı hale getirilmesi için nasıl adımlar atılabilir? Bu aslında önemli, bizim ülkemiz için de önemli çünkü bizim de sıkça yangın görmek galiba gerçeklerimizden biri olmaya devam edecek. Avustralya yangınlarıyla aslında bir başlangıç yaşadık diye düşünüyorum ve bu devam ediyor yani bu küresel ısınmanın getirdiği bir maliyet.

Ç.T.: Aslında bu kaçınılmaz. Yangınlar büyüyor çok aşikar bir şekilde. Hem geçmişten günümüze gelen yangın söndürme politikaları, hem ağaçlandırma politikaları yanıcı madde yükünü arttırıyor. Buna ek olarak da iklim krizi ve buna bağlı olarak gelişen iklimsel değişimler de yanmayı çok daha şiddetli olacak hale getiriyor. Dolayısıyla bunlar birleştiğinde, bir de üstüne insan faktörü girdiğinde yani doğal yangınların ötesinde özellikle insan faktörü girdiğinde bu büyük yangınlar kaçınılmaz.

Demin özellikle yangına eğilimli ekosistemlerde canlıların uyarlanabildiğini söylemiştim yani onların bir şekilde bizden daha dayanıklı olduğunu söyleyebilirim. Kentleri nasıl koruyabiliriz? En kritik nokta kentsel doğal alan ara kesiti, bu noktalara bakmamız gerekiyor. Bu noktalar arasında doğal alanlar, kentler arasında daha az yanıcı bölge oluşturmak gerekiyor. Bu tüm dünyada yangın yönetimi, yangın, ekoloji çalışanlarının genel önerisidir. Peki, bunu uygulayan ne kadar güzel uygulayabiliyor? Türkiye'de çeşitli projeler var, dünyada da var ama Los Angeles örneğinde de gördük. Yangın ekolojisi konusunda, yangın yönetimi konusunda dünyadaki en iyi ülke olan ABD’de bunun iyi bir şekilde uygulanmadığını gördük. Kentin çok önemli mahalleleri, bölgeleri yandı. Bunun temel sebebi, kentsel bölge ile doğal alan arasında böyle bir bölgenin olmaması, tamamen iç içe geçmesi. Bu, hem doğal alandan gelecek yangının şehre sıçramasına yol açıyor, hem de şehirden dolayı, nüfus artışından dolayı yangınların çıkma sayısını artırıyor. İki türlü de etki yapıyor.

Aslında insan nüfusunun bu anlamda yoğunluğunun artması en büyük sebep, bunu kontrol altına almak gerekiyor çünkü binlerce nüfustan bahsediyorsunuz ve ilerleyen bir durum var. Şehir planlamalarında aslında yangın dikkate alınmıyor. En büyük sorun bu: Yangın riski. Burada bazı bölgelerde nasıl depreme dikkat ederek şehir planlaması yapmak gerekiyor, bazı bölgelerde ise yangına dikkat ederek yapmanız gerekiyor. Kentlerin bittiği noktada ormanın başlamaması gerekiyor, arada mutlaka tampon olması gerekiyor. Bu bir yol da olabilir, bu bir daha az yanıcı bitkiler, dikilmiş bir bitki bölgesi de olabilir çünkü eğer böyle bir şey yaparsanız yangın ilerlediğinde durdurma ihtimaliniz artıyor. Durdurma ihtimalinin artması demek, kentinizi koruyabilmeniz demek. Ama iç içe geçmiş, özellikle Türkiye için düşünürseniz, Kaliforniya için de böyle, doğrudan kıyı sonunda aslında orman içinde villalar, binalar, turistik tesisler, kentlerin orman içine doğru genişlemesi çok yaygın.

Türkiye'de yangınların yoğun olarak çıktığı yaz aylarını düşünürseniz, milyonlarca nüfus aslında kuzeyden o kentlere doğru, yerleşim yerlerine doğru akıyor ve bu çok büyük felaket riskleri doğuruyor. Bu hep söylediğimiz bir şey yani daha önceki büyük yangınlarda aslında çok insan kaybetmedik biz, bazı vefat durumları oldu ama gerçekten bu önlemleri almak için tekrar sormak gerekiyor. Yüzlerce insanın ölmesi mi gerekiyor? Bu risk duruyor. Gerçekten çok önemli ve bunu Kuzey Amerika'daki bilim insanları da söylüyor aslında. Ama gerçekten rant kavgası, şehirlerdeki popülasyon artışı ve bunu ekolojik bir boyutuyla dikkate alamamak, bu anlamda yangını dikkate almadan kentlerin sınırsız büyümeye açmak aslında akıllıca bir şey değil. Bunu görüyoruz ve şu anki Los Angeles'ta yaşanan felaket anlaşıldığı kadarıyla öyle. Sonunda hesaplanacak, ama ABD tarihinin bir doğal afetten dolayı en büyük maddi zarara uğradığı afet olacak, öyle görünüyor ve gerçekten bunun temel sebebi aslında oranın yanıcı bir vejetasyon olması sebebi değil; orası 20 milyon yıldır yanıcı. Bu felaketin sebebi; kentlerin, şehrin doğanın içine dayanmış olması, insan nüfusunun artmış olması ve en ufak bir iklim değişikliğinden dolayı hassas hale gelen noktalar ya da lokal meteorolojik koşullardan dolayı hassas hale geliyorlar, çok yok edici yangınlar olabiliyorlar. Biz bunlardan kaçınamayız.

Şunu söyleyeyim; biz başlatmazsak yıldırımlar bu yangınları başlatabiliyor, bunlardan kaçınamayız ama bizim önlem alma şansımız var. Aynı depremden kaçınamayacağımız gibi artık yeni iklim koşullarına göre düşünmek zorundayız her şeyi. O yüzden de bu önlemlerin şehir planlaması anlamında alınması gerekiyor. O yüzden bence buradaki soru çok önemli. Şehir planlaması bu felaketleri önlemek adına elimizdeki en önemli araç.

U.P.: Çok teşekkür ederim. Peki, şimdi sona doğru yaklaşıyoruz, zamanımızı da biraz gözetiyorum bu arada ama güzel sohbet oluyor, güzel söyleşi oluyor, çok teşekkürler. Türkiye'de orman yangınları ile ilgili son yıllarda haberlerin, tartışmaların arttığını görüyoruz esasında yani belki Los Angeles yangınları konu olmadı ama yangınlara karşı bir farkındalık oluşturuldu galiba. Yaşadığımız kötü deneyimlerden dolayı da bu böyle oldu. Sence Türkiye yangın yönetimi ve ekosistem koruma konusunda hangi stratejik değişikliklere odaklanmalı?

Ç.T.: Aslında bize Los Angeles çok uzak geliyor, Amerika kıtasının batısındaki bir bölge ama en başta dediğim gibi aslında biz gerçekten aynı iklimi paylaşıyoruz. Zaten oraya gitseniz, oradaki vejetasyona da baksanız bizim buradaki makilikler, buradaki Akdeniz vejetasyon gibi bir vejetasyon var. İklim öyle şekillendirmiş ki, iklim ve yangın öyle şekillendirmiş ki aynı yapıda ekosistemler yangın, aynı şekilde iklim, aynı şekilde yağış rejimi var. Kışın yağış olur, yazın kuraklık olur vs. bunların hepsi benzer. Dolayısıyla bizim doğrudan Kaliforniya yangınlarından çıkaracağımız çok çıkarım var çünkü aynı Los Angeles da olduğu gibi bizim de birçok kıyıdaki, Akdeniz ve Ege'deki büyük kentlerimiz, tatil beldelerimiz ormanların içinde, ormanlara bitişik ve bununla ilgili gerçekten, demin konuştuğumuz şehir planlaması anlamında, kentsel gelişim anlamında yangını önceleyen bir gelişim planlaması olmadığı için aynı riskler burada da var.

Biz aslında bunun uyarısını aldık; Hatay yangınında aldık 2020 yılında, sonrasında da Manavgat yangınında aldık 2021'de. Büyük yangınların mahallelere doğru nasıl gelebileceğini hatta Manavgat örneğinde bir mahalleyi belli bir ölçüde nasıl harap edebileceğini gördük. Biz, Los Angeles'daki kadar bir felaket yaşamadık bugüne kadar ama bu yaşamayacağımız anlamına gelmiyor. O yüzden bana kalırsa, Los Angeles çok uzak olabilir ama gerçekten bizim gelecekte neler yaşayabileceğimiz anlamında bize çok iyi bir şey gösteriyor. Bu bir gösterge olabilir, bunları yaşamadan şimdiden önlem almak için bize bir örnek olay olarak karşımızda duruyor. Dolayısıyla da demin aslında Los Angeles için söylediklerim burası için de geçerli. Kentler ile doğal alanlar arasını iyi bir şekilde planlamak, yangına dirençli türlerle ya da yanıcı maddeyi azaltacak şekilde planlamak.

Yangınların uluslararası düzeyde daha fazla tartışılmaması, iklim krizi farkındalığının artmasını engelliyor ve önleyici adımların atılmasını geciktiriyor

U.P.: Peki, Los Angeles'ta meydana gelen bu tür orman yangınları gündemimize taşınmadı – bunu Türkiye için söylüyorum. Sence, bu tür felaketlerin uluslararası düzeyde tartışılmaması, iklim krizi ve yangın ekolojisi konusundaki farkındalığı nasıl etkiliyor?

Ç.T.: Bu çok önemli bir konu bence çünkü görmezden gelmek bizi kurtarmıyor aslında. Şu anda umursamayabiliriz ama dediğim gibi, bu sefer orada oluyor ama sonra bizim burada olacak. Aynı şekilde bunu seller için de, depremler için de, her şey için de konuşabiliriz. Uluslararası düzeyde bu bilinç düzeyinin artması çok kritik çünkü genel olarak burada konuştuğumuz birçok şeyi genel yayın organlarında bulamazsınız. Basit, yüzeysel şeylerle gidiliyor ama nedir iklim değişikliği? Bakın, yangınları arttırıyor ama mesela burada o kadar çok şey konuştuk ki aslında dinamizm içerisinde bir dinamizm var, insanlar var, iklim değişikliği var, şehir planlaması var. Mesela Amerika'daki siyasi tartışma aynı bizdeki gibi siyasi tartışmalar doğuruyor. Mesela yeteri kadar su bulundurmuyorsunuz söndürmek için ama bu yüzeysel, sığ bir tartışma çünkü açıkçası bu yangınları suyla söndüremezsiniz, bu yangınları suyla söndürmenin imkanı yok. Bu kadar büyük şiddetteki bir yangını daha helikopterden, uçaktan su sıktığınızda suyun buharlaştığı yangınlardan bahsediyoruz. Bu kadar yüzeysel tartışmaların olduğu bir noktada, ister istemez genel kitlesel yayın organları da bunlara odaklanıyorlar - aynı bizim ülkemizdeki yangınlarda uçaklar yeterli mi yetersiz mi gibi, yine bana göre sığ bir tartışmanın içine yuvarlandığımız gibi... Asıl konular ne yazık ki gündemde kalamıyor. O yüzden ben bu konuları farklı boyutlarıyla tartışmanın çok değerli olduğunu düşünüyorum. Uçak da önemli, su miktarı da önemli ama bunlar belki %10 önemli iken %80 önemli diğer konuların ne yazık ki tartışılmıyor olması doğru değil. Bu tabii acı verici. O yüzden bilinçlenme anlamında gerçekten büyük yangınları her fırsatta hem iklim kriziyle ilişkisini, hem de insan, şehir yönetimi, nüfus akışı ve hareketliliğiyle ilişkisini bence konuşmamız gerekiyor.

U.P.: Çok teşekkürler, çok güzel bir söyleşi oldu. Ben de hep böyle söylüyorum. Dün bir kitaba bakıyordum gezegeni anlamak, yerküreyi anlamak diye ve tüm jeolojik olaylarla, iklim olaylarıyla geçmişten günümüze birtakım şeyleri resmetmeye çalışıyordu. Depremler, minerallerin birikmesi, gezegenin tarihi... Aslında geçmişe şöyle bir baktığımız zaman geçmişten ne kadar farklı bir gezegenin seyir izlediğini de görüyoruz bugün. Bu da insan eliyle doğal alanların dönüştürülmesinin bir maliyeti olarak bizim karşımızda görünüyor.

Dolayısıyla dediğim gibi, %80'lik kısmı tamamiyle buna anlam oluşturmak, bunu anlamak, bunun üzerine hareket etmek oluşturuyor galiba. Bunu becerebilirsek çok fazla uçağa da ihtiyacımız olmayacak, çok fazla başka şeye de ihtiyacımız olmayacak, olay kendiliğinden çözülecek esasında, doğal yaşam da biyoçeşitlilik de rahat edecek. Dolayısıyla insan da yaşadığı ortamda rahat edecek. Peki, sonuna geldik programın. Önümüzdeki haftalarda Antroposen Sohbetler’de tekrar görüşmek üzere diyorum ve Çağatay, iyi ki geldin, çok sağol, çok teşekkürler.

Ç.T.: Ben teşekkür ederim fırsat için, iyi yayınlar.

U.P.: Hoşça kalın.