Önce Sağlık programının 2 Ekim 2020 tarihli nüshasında Ayşegül Tözeren ile Selim Badur, konukları Dr. Funda Furtun ve Dr. Alper Aktaş ile sağlıkta şiddet konusunu ele aldı.
(2 Ekim 2020 tarihinde Önce Sağlık programında yayınlanmıştır.)
Selim Badur: İyi günler sevgili Açık Radyo dinleyicileri. Ben Selim Badur.
Ayşegül Tözeren: Ben Ayşegül Tözeren
S.B: Efendim 2 Ekim 2020 Cuma günü canlı yayındayız ve her zaman olduğu gibi konuğumuzu Ayşegül tanıtacak.
A.T: Evet, çok değerli konuklarımız var yine bugün. Samsun’dan konuklarımız. Samsun Tabip Odası Başkanı Funda Furtun ve Samsun Tabip Odası Genel Sekreteri Alper Aktaş bizimle. Uzmanlık dallarına da baktığınızda birazcık birbirinden farklı dallar ama bizim için çok önemli ve konuşacağımız dallar. Funda Hanım’ın branşı enfeksiyon hastalıkları. Alper Bey’in branşıysa estetik ve plastik cerrahi. Ondan dolayı cerrah bonesiyle katılıyor. Ben görüyorum şimdi. Belki birazdan görüntü de göndeririz size.
S.B: Hoş geldiniz hocam, teşekkürler.
Alper Aktaş: Merhabalar Samsun’dan herkese. Sevgi, saygı ve dostlukla bütün dinleyenlere selamlarımızı iletiyoruz Samsun’dan.
S.B: Çok teşekkürler. Sağ olun.
Funda Furtun: Ben de merhabalar diliyorum, iyi yayınlar diliyorum.
S.B: Hoş geldiniz efendim sizler de. Çok teşekkürler katıldığınız için. Ayşegül ilk soru senden.
A.T: Ben izin verirseniz ilk soruyu Funda Hanım’a sormak istiyorum. Funda Hanım sanıyorum eğer bizi senaristler dinliyorsa, bence biraz daha kulaklarını açmaları gerekiyor. Yaşamınız, şu anda bulunduğunuz konum sanıyorum dizilere dahi konu olabilir. Bize biraz hikâyenizden bahsetseniz olur mu? Siz uygun görürseniz eğer.
F.F: Özür dilerim. Uygun olmadığım için telefonla katıldım, sonrasında duyamadım.
A.T: Hemen tekrar ediyorum. Dedim ki senaristler eğer bizim programı dinliyorlarsa kulaklarını bir iki kere açsınlar çünkü yaşamınız, şu anda bulunduğunuz konum sanırım dizilere dahi konu olabilir. Bize biraz hikayenizden söz edebilir misiniz? Güçlenen kadın hikayelerine çok ihtiyacımız var.
F.F: Oradan öyle göründüğüne sevindim. Hikâye aslında çok sıradandı. Ta ki 29 Mayıs’a kadar. Yani tıp fakültesi öğrencisi iki insanın birbirini sevmesi, evlenmesi, mecburi hizmetler, asistanlıklar ve ardından yani sıradan yaşamlar ama bir gün bakıyorsunuz ve hiç olmadık bir şey oluyor. Eşinizin vurulduğunu öğreniyorsunuz. Bu çok tabii kabul edilebilir bir şey değil. Hazmedilebilir bir şey değil. Hala da hazmedebilmiş değiliz; ben de, ailem de. Çünkü sebebini bilmediğimiz bir şekilde öldürüldüğünü öğreniyorsunuz. Tabii korkunç o anları hatırlamak bile hala beni geriyor. Çok zor bir süreçti eşimi kaybettiğim dönem, o gün ve sonrası. Bir oğlumuz var. Tabii onun için güçlü olmak zorundasınız. Ben de bunu yapmaya çalıştım elimden geldiğince hem hukuksal anlamda hem mesleksel anlamda bu mücadelenin içinde oldum ve hala da devam ediyorum. Şu anda da Tabip Odası Başkanlığına seçildim.
A.T: Evet. Bence çok doğru ama meslek örgütünde çalışıyor muydunuz? Bu olaydan sonra aslında meslek örgütünün, sağlıkta şiddet savunusunun ne kadar kritik öneme sahip olduğunu bir kez daha mı anladınız? Bu karar nasıl gelişti, Samsun Tabip Odası Başkanı olma kararı.
F.F: Evet. Ben daha önce 2000 yılında da Samsun Tabip Odası Yönetim Kurulu’nda çalışmıştım, yönetim kurulu üyesi olarak. Aslında içindeyim de ama bir müddet uzak kalmıştım. Eşimin kaybında, özellikle Türk Tabipleri Birliği ve tüm Türkiye çapında, sağlık camiasında çok güzel sahip çıkıldı olaya. Büyük bir reaksiyon oldu. Yani o gün tabii ben olayların farkında değildim o dönemde. Yoğun bir şok içerisindeydim. Sonradan idrak edebildim bu durumu. O kadar güzel reaksiyon verildi ki bende bir minnet duygusu oluştu ve bir görev verildiğini düşündüm. Yani bir misyon yüklenmişti ailemize. Sanki bu görevin devamı gibiydi. Arkadaşlarım teklif ettiğinde önce yönetim kurulunda olurum artık destek olurum şeklindeydi. Sonrasında yönetim kurulunda olunca hadi başkan ol arzusu oldu arkadaşlarda. Ben de bu minnet duygusuyla kıramadım onları ve aldım bayrağı teslim.
A.T: Evet. Çok da iyi yaptınız. Ben de hemen duyduğum anda Facebook’dan duyurdum ve sayısız paylaşım gördüm. Sanıyorum insanların da buna çok sıcak bir duygusu oldu. Evet tabii biraz zor bir dönemde başkan oldunuz, pandemi döneminde. Çok uygun bir başkan, enfeksiyon hastalıkları uzmanı. Pandemi dönemi ama o başlangıç nasıldı? Çok güzel bir minnet duygusuyla kabul ettim ama baya da zor bir işe girdim dediniz mi?
F.F: Elbette. Hala diyorum.
A.T: Pandemi dönemi zor.
F.F: Çünkü mesleğim icabı, bulunduğum kurumda da aynı zamanda COVID hastalarını takip etme ve yönetme durumundayım. Hem kurumumda olayın yönetimi hem tabip odasında ve yani Samsun genelinde kamuoyunda var olma durumundayım. O yüzden de oldukça zorlanıyorum. Gerçekten zor bir dönemmiş. Benim olmam zormuş çünkü bölünmem gerekiyor birkaç yere. Klonlamayı düşünüyorum kendimi. Halletmeye çalışıyorum elimden geldiğince. Arkadaşlarım da sağ olsunlar. Alper her konuda destekçi bana. Tekrar teşekkür ediyorum. Sağ olsunlar yardımcı oluyorlar.
A.T: Selim hocam ben çok sordum. Sizin sormak istediğiniz bir soru var mı? Yoksa ben mi devam edeyim.
S.B: Ben sadece şunu öğrenmek istiyorum. Acaba ana hatlarıyla bize Karadeniz yöresinde, Samsun özelinde bir parça bahseder misiniz, durum nasıl? Hasta yoğunluğunuz nasıl? Bir azalma var mı? Başvurular nasıl, ne oranda? Biraz bu konuda bize bilgi verebilir misiniz lütfen?
F.F: Tabii ki hocam. Şöyle ki ilk başlarda pandemi hastanesi olduğu için bütün özeller, bizzat takip ettik. Küçük butik bir hastaneyiz ama iki katımızı kapattık, yoğun bir şekilde takip ettik. O zaman ki vaka sayılarına göre özellikle ağustosun sonunda, 10’undan sonra vaka sayıları 4 5 kat arttı. Yani 400 500 günlük vaka sayısına ulaştı. Son iki haftadır bir düşüş trendinde. Bugün sağlık müdürlüğünde bir toplantıya katıldım. O toplantıda salgın verisini incelediğimizde, o 500 vakanın yaklaşık 200’e düştüğü civarında bir tespitim oldu. Tabii bu hafta biraz azaldı gibi ama tabi kış mevsimiyle beraber pik yaptığında ‘ne oluruz’u şu anda ön göremiyorum. İlaç konusunda bir sıkıntımız yok. Plazma konusunda biraz sıkıntımız vardı. O da biraz düzeldi. Yani bu şekilde hocam.
S.B: Peki toplumun tepkisi nasıl, yaklaşımı nasıl? Yani Samsun’da yaşayan yurttaşların fiziksel mesafe ve maske kullanımı konusunda duyarlılıkları. Onlara birtakım mesajlar yerinde ve doğru iletiliyor mu acaba?
F.F: Şimdi bizim sahada gördüğümüz kadarıyla bazı merkezler dışında özellikle Samsun’un alışveriş merkezi diyebileceğimiz açık alanlarda pek bir sorun yok. Yani maske uyumunun genelde olduğunu görüyoruz ama özellikle kırsalda, ilçelerde bu uyum probleminin yoğun olduğunu bugün ki toplantı da belirttiler sağlık müdürlüğündeki arkadaşlar. Kırsalda daha fazla uyum problemi var.
S.B: Evet. Ben de zaten büyük kentlerin merkezlerinde durumu biz bir parça biliyoruz ama gerçekten kırsalda ne olduğunu bilmiyoruz. Onun için bu söyledikleriniz bizim için önemli. Hani kırsaldaki insanların haber öğrenme, bilgilenme olanakları sadece sanıyorum görsel medya ve orada da çok doğru ve çok sağlıklı bilgilere ulaşmaları biraz güç gibi. O nedenle kırsal gerçekten önemli diye düşünüyoruz. Siz de bunu teyit ediyorsunuz galiba, değil mi?
F.F: Evet hocam. Özellikle kırsalda. Biraz da tabii olayı algılayamama problemi var. Yani oralardaki düğün faaliyetleri, cenaze faaliyetleri daha tedbirsiz gidiyor. En azından kent merkezi o derece değil. Oradaki faaliyetlerden ve ulaşım, sürekli bir yer değişmeden dolayı kırsaldaki olay da şehir merkezine yansıyor.
S.B: Peki son bir soru Ayşegül’e söz bırakmadan önce. Hem sizin yaşadıklarınız hem ülke genelinde çeşitli şiddet olaylarını görüyoruz. Toplumun sağlık çalışanlarına bakışlarını bir parça özetler misiniz?
F.F: Ben ilk defa bu COVID döneminde hissettiğimiz bir sıcak bir bakış açısı oluştu. Bu da sağlıkta şiddet yasasının çıkmasına vesile oldu. Bundan önce defalarca, Samsun bu konuda bir sağlıkta şiddet ana vatanı gibi. Bu laf da Alper’indir, seviyorum. Çok fazla geçen dönemde de bu dönemde de şiddet olaylarıyla karşılaştık ve arkadaşlarımıza destek olmamız gerekti. COVİD’de ilk defa bu alkışlarla başladı ama tabii olay yadsındıkça, tekrar tekrar şiddet olayları başlamaya başladı. En son Keçiören’de biliyorsunuz, yaşadığımız olayla, muhtelif olaylarla... Tabii şiddet yasası çıktı ama hocam uygulanıyor mu, ne kadar uygulanıyor? Çünkü karar noktasında bazı sıkıntılar var. Kişiler tutuklanıyor ama hemen salıveriliyor. Belki yasanın yürütme konusunda yani uygulanma konusunda daha inisiyatife kalmaması gerekirdi. Cezalar Türk Tabipleri Birliği’nin istediği cezalardan bir tık daha azdı. O anlamlarda eleştirilebilir. Tek tutar yanı sanki bu yasanın; ertelenemez olması cezanın. O konuda da iyi görüyorum ben. Tabii çıkması da bir kazanım, önemli. Ama tabi ki algının değiştirilmesi gerekiyor. Özellikle şimdi sistem tıkandıkça, sağlıkçılar, yoğunluk arttıkça sistemdeki problemi yine sağlık çalışanına yükleyin, şiddet olayları başlayacak. Yani biz zaten pandeminin, sağlık sisteminin tıkanmasından doğan sıkıntıların bu noktada bizi üzeceğini düşünüyoruz ve yerel yönetimle de bunu sık paylaşıyoruz. Yani bizim bu kentimiz şiddet kenti. Eğer vaka sayıları arttığında, sağlık sistemimizde bir tıkanma olursa şiddetten endişe ediyoruz ki muhtelif olaylar oluyor.
S.B: Son bir soru da bir Ayşegül’e sözü bırakmadan önce deyip hep devam ediyorum kusura bakmayın ama son bir şey daha öğrenmek istiyorum. Bilebildiğim kadarıyla, bu son olup bitenler bağlamında örneğin aşı karşıtı, aşılarını kullanmayın diyen bir grup vardı Samsun’da. Bu bağlamda pandemi de aslında abartılıyor. Bu işin gerçek yönü çok daha basit. Çok da önemsemeyin. Bu normal bir solunum yolu enfeksiyonundan farklı bir seyir gösteren bir tablo değildir. Zaten yaşamını yitirenler de normal zamanda da çeşitli kronik hastalıklardan ya da yaş nedeniyle yaşamını yitiren bireyler her zaman olmuştur. Aslınca çok da önemsenecek bir şey yok ya da işte bizim bir dönem duyduğumuz gibi bu virüs bizleri etkilemez. Bu sarı ırka özgü bir virüstür ya da ağzınızı tuzlu suyla çalkalayın, bu yeterlidir. Çok da önemsemeyin diyenler var idi. Samsun’da bu söylevleri dillendiren var mı acaba sağlık çalışanları arasında?
F.F: Aşı karşıtı söylem bu dönemde, COVID salgın döneminde bu tarz söylem her yerde olduğu kadar, fazla görmedim ben, duymadım hatta. Aksine korona döneminde bu aşıya olan karşıtlık azaldı diye düşünüyorum. Çünkü özellikle pnömokok aşısında, influenza aşısında yoğun talep var. Bugün o konu da konuşuldu ve yapılan aşılama miktarlarının da oldukça kıymetli olduğunu düşünüyorum. 52 bin aşılama yapılmış pnömokokta. Oldukça güzel bir rakam. Hemen hemen herkese ulaşmış aile hekimleri 65 yaş üstüne. Yani o aşı karşıtlığına biraz faydası oldu COVID-19 pandemisi diye düşünüyorum.
S.B: Peki. Ayşegül.
A.T: Selim hocam biraz müzik arası mı? Ondan sonra mı acaba ben sorularıma geçerim, ne dersiniz?
S.B: Peki bir müzik arası verelim. İlk parçamızı Cezayir asıllı, Fransız bir müzisyen Souad Massi’den dinleyeceğiz. Parçanın adı Hayati.
_______________Müzik Arası________________
S.B: Açık Radyo’dayız, Önce Sağlık Programı’nda Samsun Tabip Odası Başkanı Dr. Funda Furtun ve Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Alper Aktaş’la söyleşimizi sürdürüyoruz. Söz Ayşegül’de.
A.T: Evet. Konuşmayı sürdürüyoruz. Meslek örgütlerinden bahsediyoruz. Geçmiş dönem merkez konsey bence önemli bir başarıya imza attı ve birçok kişiyi hekimlerin, iyi hekimlik iddialarındaki haklılık düzeyinde birleştirebildi. Bu çok kolay bir şey değildi. Bu arada da geçmiş TTB merkez konseyi tebrik edelim. Sağlıkta şiddet konusunda da ciddi bir savunuculuk yaptılar. Öncelikle izin verirseniz Alper’e sormak istiyorum. Bu meslek örgütünün yaptığı savunuculuk önemli miydi? Samsun’dan nasıl görüldü Alper?
A.A: Ben çok teşekkür ederim Ayşegül ama önce izin verirsen sorudan önce Funda’nın bir özelliğine daha dikkat çekmek istiyorum. Biraz önce fırsat bulamadım. Funda bizim tabip odasının ofisinde bir tane duvar var. Geçmiş bütün tabip odası başkanlarının resimleri asılı orada. Hepsi erkektir. Funda aynı zamanda Samsun Tabip Odası’nın ilk kadın başkanıdır. Bu bence önemli bir şey. Bundan sonra da devam etmesini isteriz tabii ki. Kendisinden de çok memnunuz. Hakikaten her odaya bir kadın başkan lazım diyorum. Yani sonuçta naif bir kişilik ve daha toplayıcı bir kişilik, hele bu dönemlerde aslında birlikteliğimizi de sağlayan bence önemli bir unsur.
Tabii ki artık bu sağlıkta şiddet değil. Sağ olsunlar çünkü iki tane bu konuda kaybımız oldu ve sağlıkta şiddette Samsun maalesef Türkiye’de bir yer, bir coğrafya olarak gözüktü. Tabii o zaman biraz önce sizin söylediğiniz gibi bu Kâmil abinin vefatından sonra benim için bir mesai arkadaşıydı, Kâmil abiydi benim için. Her zaman da Kâmil abi. Kâmil abinin vefatından sonra Türk Tabipleri Birliği’nde Beyazıt abi vardı o zaman. Beyazıt bey neredeyse Samsun’u ikinci bir adres olarak yaptı. Yani o kadar güzel bir şekilde destek olundu ki yani Türk Tabipleri Birliği’nin bu konuda ki destekleri, daha sonra da Raşit hoca ve Sinan hocanın da burada devam etti tabi ve bu konuda Türk Tabipleri Birliği’nin desteğini her zaman arkamızda hissettik. İyi ki TTB var. Yani bunu bu noktada söylemeliyiz. Tabii ki sağlıkta şiddet konusunda yol aldık. Bu çok doğru. Fakat şimdi burada bence çok daha önemli bir şey. Belki pandemi sebebiyle de sağlıkta şiddet yasasının çıkartılması sağlayabildik. Bu önemli bir kazanım yani ama burada çok tehlikeli bir şey var tabi ki. Bu şeyi de gerçekten yapmak mı, yoksa yapıyormuş gibi yapmak mı? Yapıyormuş gibi yapmak da tehlikeli. Yani bu mücadeleyi zayıflatan bir şey. Bu sağlıktaki şiddet yasası yeterli değil. Yani burada bizim daha fazla bastırmamız gerekecek. Daha fazla talepkâr olmamız gerekecek. Bu bizim için yeterli bir durum değil. Şimdi tabi sağlıkta şiddetin mevcut durumunda şöyle bir şey var. Böyle bir makale okumuştum. Sağlık alanında çalışanların, diğer alanda çalışanlardan 16 kat fazla riskli olduğu. Bu korkunç bir şey. Yani polis gibi, polisten daha tehlikeli durumda. Gardiyandan çok daha tehlikeli. Yani böyle bir durumdayız. Elbette böyle bir durumda bunu iyi irdelememiz ve iyi anlamalıyız. Şimdi bu şiddetle mücadeleyi iki aşamada belki yapacağız. Bir yasa yani bunların cezalandırılması ve yasalarla birtakım tedbirler almak ama diğer bir şey daha var. Diğer bir şey de bu şiddeti oluşturan nedenleri ortadan kaldırmak. Aslında bu çalışmada, sözünü ettiğim makalede şöyle korkunç bir şey vardı. %80’i sağlıkta şiddeti haklı bulmazken, %20’si haklı buluyordu ki bence %20 korkunç bir rakam. Yani bu sosyolojik bir hadise. O halde sadece yasalar bize yetmeyecek. Başka şeyler de yapmak gerekir ya da başka şeylerle... Bu artık ne diyelim? Halka yönelik eğitimler demek çok hoşuma giden bir terim değil. Buna isterseniz değerler demek diyelim. Bir değerler eğitimi. Yani sonuçta neden şiddet uyguluyoruz ki? Neden bu oluyor ki? Hadi sağlıkçıya şiddet tabii ki önemli bir konu bizim için ama bu konuda da bir şeylerin yapılmasında fayda var. Belki mücadelenin diğer bir kolu da o şekilde gerçekleşmeli. Niye şiddet oluyor? Şimdi şiddeti sadece bir halk sağlığı sorunu olarak görebiliriz. Evet, bu doğru. Ama sağlıkta şiddeti sadece bir halk sağlığı sorunu olarak göremiyorum. Burada başka bir özellik var. Bu da bir iş sağlığı sorunudur. Yani bir hekim olmasam, şiddete maruz kalmayacaksam o zaman bu farklı bir sorun haline geliyor ve iş sağlığı sorunu olur ve belki bu konuda da sağlık çalışanlarına özlük hakları açısından da farklı bazı şeyler yapmak lazım. Mesela polislerin yıpranma payı varsa, herhalde sağlık çalışanlarının da bir yıpranma payı olmalı gibi ilk akla gelenler. Hani belki bu durumda bu kadar şimdilik söyleyebilirim. Aklıma ilk gelenler bunlar.
A.T: Çok teşekkürler Alper. Çok da önemli bir konuya parmak bastın. Benim aklıma ilk gelen tabi biraz daha halk sağlığı açısından dolayı mevzuat çok önemli. Mevzuatın, mesela bir kişi şiddete uğradığında, bir sağlıkçı şiddete uğradığında, bir hekim şiddete uğradığında mevzuat nasıl işliyor? Biz sağlıkta şiddet şeyi var biliyoruz. Yani suçlu kişi bir şekilde cezalandırılmaya çalışılıyor. Mağdur kişinin hakları ne oluyor? Yani özel bir durum var mı bir hekim şiddete uğradığında? Yıpranma payı dedin çok önemli bir konuyu söyledin. Funda Hanım’a sormak istiyorum. Mağdurla ilgili yapılacak, yapılan çalışmalar var mı? Ne bileyim kişi şiddete uğradığında hemen bir psikolojik destek mevzuatı, iş görememezliğe yönelik bir destek veya bu konuda sizin aklınızda bir şeyler var mı? Yapılmalı mı Funda Hanım? Çünkü hani sadece şiddet vefatla sonuçlanmıyor, insanların bir ay sonrasında işine gitmesi gerekiyor.
F.F: Elbette ki bu konuda hem yıpranma payıyla ilgili hem de destekle ilgili bir şeyler yapılmalı. Şiddet mağdurları bu konuda hiç düşünülmüyor. Özellikle ben şehitlik meselesine geleceğim. Sağlık şehitleri Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan şehitlik haklarını alamıyorlar. Duruşmadaki, tutanaktaki savcılık iddianamesine bakıldı benim olayımda. Savcı öyle bir ifade yazmıştı ki hekimlik mesleği nedeniyle öldürülmemiştir gibi bir ifade ve biz şehitliği verdi sağlık bakanlığı ama şehitlik haklarını Çalışma Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu vermedi. Bu konuda avukatlarımın yaptığı çalışmalarda tekrar dava açma gerekliliği oldu ama sonra öğrendiğimiz kadarıyla asker ve polis dışındaki diğer kamu görevlilerinin, görevi başında öldürülmesi sonucu şehitlik hakkının verilmediğini öğrendik. Bir tek baş savcı terör eylemiyle öldürüldüğü için ona verilmiş. Bunun dışında hiçbir kamu çalışanına şehitlik hakkı verilmemiş. Bu önemli geliyor bana çünkü geride kalanların özellikle çocukların şehitlik haklarından faydalanması önemli. Yıpranma payı önemli. Psikolojik destek artık kimsenin aklına gelmiyor. Elbette ki çok büyük bir travma. Bu sadece hekim olduğumuz için yakın çevremizdeki arkadaşlarımızın desteği oldu ama bunun için özel bir bakanlığın başka bir katkısı olmadı.
A.T: Hocam hemen size sorayım. Siz ve tabi çocuğunuzda psikolojik destek o zaman özel imkanlarla oluyor psikolojik destek böyle durumlarda, değil mi? Yani onun dışında bir yapı yok bunun için. Bunun dışında dediğim gibi her şiddet vakası vefatla sonuçlanmıyor. 1 ay sonra işe tekrar başlamaları gerekiyor insanların ve bir çekince ve kaygı düzeyleri yükselecektir diye düşünüyorum; tekrar yaşar mıyım ben bunu diye.
F.F: Tabi.
A.T: Buna yönelik de olmalı.
F.F: Kesinlikle. Yani bu konuda hiç ilgili bir birim yok. Hepimiz yaşadık. Ben de kamu hastanesinde sözel şiddete çok maruz kalmışlığımız var ama şiddet içeren görüntüleri artık acillerde çok sık rastlanıyor. Yani oradaki doktor arkadaşlarımız gerçekten savunmasızlar. Çünkü aciller çok yoğun, herkes çok kontrolsüz bir şekilde giriyor acillere. Fiziksel değil herhangi bir bariyer de yok. İçeride güvenlik yok. Gerçekten kendilerini savunmak için böyle şeyler yapmaları gerekiyor. Kovalamacalar oynanıyor acillerde. Bu çok kötü bir durum yani. O kişilerin her nöbetinde düşünün ki bugün başıma ne gelecek? Bugün bir saldırıya uğrayacak mıyım? Bu duyguyla çalışmak hekimleri bitirdi. Gerçekten bitirdi özellikle acillerde çalışanları. Yani düşünsenize her nöbetiniz sizin için bir travma. Bırakın onu, şiddete maruz kalmayı; şiddetten sonra yaşadığınız her nöbet travma. Dolasıyla bu da defansif tıpı getiriyor. Yani herkes kendini korumaya çekmiş durumda, gardını almış durumda.
A.T: TUS sonuçlarına baktınız mı? Bilmiyorum bugün bir arkadaşım paylaşmış. Ben baktım ağustosta ilk 100’e girenler haberi şaşırttı. 100 kişinin 40’ı dermatolojiyi seçmiş.
F.F: Tabi.
A.T: Alper’in branşından kimse yok galiba ilk 100’de. Alper acaba siz daha mı değerli olacaksınız?
A.A: Şöyle bir şey var. Tabi hastalarda ya da şiddeti neden yapıyoruz? Hasta, adı üstünde hasta, problemi olan bir kişi. Benim hasta grubumun hepsi hasta olmuyor. Bunlar daha çok bize sarılanlar, boynumuza sarılanlar filan oluyor ama acil servislerinde biraz önce Funda söyledi zaten çalışmalar da onu gösteriyor. Şiddetin en fazla oldu yer. Yalnız izin verirseniz bir noktaya biraz daha dikkat çekmek istiyorum. Elbette mağdur üzerinden bir şey yapmak ya da mağdur üzerinden şiddete karşı mücadele etmek önemli bir şey, belki ilk adım ama ikinci bir adımı da her zaman gözetmemiz lazım ve buradaki dilimizi şöyle kullanmamız lazım; ben bir sağlık çalışanı olarak şiddet gördüğüm zaman bu şiddet sadece bana zarar vermiyor. Beni bekleyen hastalara da zarar veriyor. Yani benden sonraki insanların sağlık haklarına da bir tecavüz olmuş oluyor. Yani hukuka bu şekilde baktığımız takdirde çok yol kat edeceğiz. O yüzden burada belki sağlığa karşı mücadelede dilimizi değiştirmemizin de gerekliliğini düşünmekteyim.
A.T: Elbette sağlıkta şiddetin önlenmesi için. Zaten ben şeye çok da inanmıyorum. Oraya işte güvenlik görevlileri gitse şiddet olmayacak gibi bir şeye inanmıyorum çok doğrusu. Yine bir şekilde olacaktır. Birincisi sanıyorum yurttaşların bilinçlendirilmesi ki belki bu ilk okuldan başlayacak bir eğitim. İkinci olarak da belki bizler de bir sağlık çalışanı olarak bir sağlık iletişimi dersi, bir şey yapmalıyız diye düşünüyorum ama burada sağlıkta şiddetin hiçbir zaman sağlıkçı nedenli bir gerekçesi olamaz. Bu gerekçeyi zaten düşünülmeye başlandığı anda bence sağlıkta şiddetin psikolojik boyutu başlıyor demektir. Şimdi çok sıkıntılı...
A.A: Şimdi bir şey daha sorabilir miyim?
A.T: Tabi.
A.A: Mesela şeye dikkat ettiniz mi? Sağlıkta şiddet yasası çıktıktan sonra acaba sağlıkta şiddet sayısı azaldı mı? Bana kalırsa azalmadı. Hiç azalmadı. Bunu çok duyduk çünkü.
A.T: Özellikle geçen hafta çok duyduk ve yani her bölgeden geldi. Hani bir bölgeye özel değil. Balıkesir’den geldi, Karadeniz’den geldi, Ankara’dan geldi, Urfa’dan geldi. Yani her yerden geldi. Geçen hafta sağlıkta şiddet haftası gibiydi. Nereye açsanız ambulans, acil, bilmem ne. Ne oluyoruz bize diye de düşünüyor insan. Ne oluyor, anlaşılmıyor? Bu arada çok sıkıntılı konuları konuştuk. Alper kızacak şimdi onun branşı için daha keyifli, eğlenceli dediğimiz için ama Alper’e özel bir sorum var benim. Alper şimdi son yıllarda benim arkadaşlarım arasında, benim arkadaşlarım diyerek direkt şimdi etiketlemeyeyim, 40 yaşını geçip de ufak da olsa estetik işlem yaptırmayan gerçekten yok. Bir şey yaptırıyor. Hafif bir botoks yaptırıyor, bir şey yaptırıyor muhakkak. Bu estetik tutkusu için ne diyorsun? Sen yıllar içerisinde de görmüşsündür gerçekten artıyor mu? Herkes hani basit estetik işleri, estetik işlemden değil de checkuptan ibaret filan düşünüyorlar. Hafif bir aydınlatıcı durumu filan, ne diyorsun?
A.A: Şimdi aslında isterseniz bu sorunuzu kavramlar üzerinden değerlendireyim. Şimdi sizin kavramları ne kadar güzel kullandığınızı biliyorum. O nedenle aslında sorunun içerisindeki kavramı da anladım ama ilk önce benim de bu durumda söylemek istediğim ilk şey şu. Tarihten beri zaten insanın bir güzel olma arzusu var. Yani kadın ve erkek. Muhakkak böyle bir şey var ve diyelim ki bunu kadın özelinde; her gün güzel olma hissi ya da güzel olma isteği olağan bir şey ve doğal bir şey. Aslında bunun tersi anormal olur. Yani hani psikotik durumlarda olur ya, bırakır kendisini ve şey yapar. Aslında burada eğer güzel olma isteğini belirli sınırlar içerisinde olursa bu çok olağan. Zaten şimdi neredeyse çağ iletişim çağı. Bakın şu an aslında biz de beraber yüz yüze görüşüyoruz ve muhakkak imajlarımız, görüntülerimiz ve fiziksel özelliklerimiz çok önemli oluyor ama ilk 15 saniye için. Aslında bizler de ilk 15 saniyenin cerrahıyız. Yani 16. saniyede yok bizim etkimiz. 16. saniyede artık kişinin kendi kişilik özellikleri filan geliyor. Ama soruna gelelim; estetik tutkusu. Tutku deyince iş değişiyor çünkü tutkunun kelime anlamı ya da tutkunun nasıl diyebiliriz? Ölçüsüz heyecan, öyle diyeyim isterseniz. Ölçüsüz heyecan ya da ölçüsüz arzu etme, ölçüsüz istek. Yani aslında bu işte olağan dışı bir durum. Aslında burada dikkat edilmesi gereken estetik tutkusuna sahip olma ya da şey yapma. Bu yapıda nasıl acaba oluyor? Evet, haklısınız artık daha ulaşılabilir. Estetik cerrahi çok daha ulaşılabilir, çok daha popüler. Yani hani bunu kendim içimden söyleyeyim. Kendi meslektaşlarım açısından ki benim karşı durduğum bir durum bu. Biraz daha sosyal medya gibi bazı unsurları kullanarak bunu da biraz pazarladığımızı düşünüyorum açıkçası. Bu tehlikeli bir şey. Yani bu çok doğru bir şey değil. Çünkü o zaman bu tutkuları ateşliyoruz, ölçüsüz bazı istekleri. Bu da çok sağlıklı bir şey değil. Aslında hekim olarak bizim bu konuda da dikkat etmemiz gerek. Yani tutkulu bir estetik anlayışı sağlıklı bir anlayış değil. Şimdi 18 yaşında, 16-17 yaşındaki kişilerin istediği ve dahi giden bir estetik anlayışı ve onları 30’unda nasıl mutlu edeceğimizi bizi düşündürüyor. Yani bir tatminsizliğe sebep olabiliyor ama bu şu demek değil tabi; sonuçta estetiğe ya da kendinize önem vermek önemli. Şimdi izin verirsen şu senin yazını söz etmek istiyorum. Şimdi geçen gün kitapçımdan dergilerimi alırken o bana bir tane daha dergi uzattı. O dergi Kartal Belediyesi’ne ait bir dergi. Tamam dedim ücretsiz olduğunu söyledi. Bedava dergi baldan tatlıdır ya, orada ilk önce ona bakıverdim yani. Üstelik yürürken bakıyorum. Bir baktım Ayşegül Tözeren’in yazısı var. Ah dedim, Ayşegül de her yerde. Yazı şu; yazı Huysuz Virjin ile ilgili bir yazı ama yazıda bir şeyden söz ediyor. Bunu ben bilmiyordum; kintsugi. Bir Japon sanatı. Kırılmış eşyaları altınla yapıştırmak gibi. Yani böyle şey yapmak gibi. İşte bu benim estetik anlayışıma uyuyor. Yani benim istediğim estetik anlayışı da bu. Yani bir şeyleri tamir etmek ama sizi yaşamın içerisinde tutmak ama o tamir edilmişi ortaya koymak. Yani eğer kırışıklıklarınızın hepsini yok etmek değil. Sizi daha dinç ve daha dinamik göstermek. Yani amaç. Buradaki şey bu. Aa botoks mu yaptırdın, değil. Ne kadar dinç ve dingin görünüyorsun dedirtmek birine örnek bu. Yani daha bütüncül bir bakış açısıyla. Yani bunu da benim istediğim ya da benim kendim için... Buna ne diyorlar? Holistik bakış gibi bir şey. Yani mükemmelliği değil de daha iyi olmayı hedefleyen bir şey. Yoksa mükemmellik ulaşılabilir bir şey değil. Her gün kalkıyorsun, mükemmelliğin peşinde koşup, akşam o mükemmelliği bulmadan yatıyorsun. Sonra ertesi sabah yine aynı şey başlıyor. Lanetlenmişiz biz yani. O nedenle burada artık ben lanetlendiğimi anladım. O yüzden bunun peşinde gitmiyorum. Sabaha göre daha iyi olmayı bekliyorum ve hasta için de bunu açıkçası söylüyorum ama bu estetik tutkusu konusunda bunu hakikaten bizim özellikle plastik cerrahların bunu her platformda dile getirmesi gerekir. Doğru yapmıyoruz bazı şeyleri kendi içimizde de.
A.T: Evet öncesi sonra filan çok uygun değil. Selim hocam estetik konuya başladık ben duramam şimdi. Siz beni durdurun hocam, oradaysanız.
S.B: Peki, tabi tabi Ayşegül. O zaman bir müzik arası daha verelim. Bugün hep Fransız müzisyenlere yer veriyoruz programımızda. Bu kez dinleyeceğimiz sanatçı Sapho. Kendisinden African Complain isimli parçayı dinliyoruz.
______________Müzik Arası_________________
S.B: Açık Radyo’da Önce Sağlık Programı’ndayız ve konuklarımız Samsun Tabip Odası Başkanı Dr. Funda Furtun ve Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Alper Aktaş. Son 10 dakikaya giriyoruz programımızda. Ben müsaadenizle tekrar bu pandemi konusuna dönmek istiyorum. Bir konuyu öğrenmek istiyorum. Bu filyasyon sözü çok ediliyor. Acaba bu hasta izleme, temaslıların evde takibi konusunda Samsun’daki ve civardaki kırsal alanda bu konuda neler yapılıyor? Herhangi bir eksik var mı? Yoksa istendiği düzeyde filyason işlemleri sürdürülüyor mu? Bu konuda bilgi verebilir misiniz bize lütfen?
F.F: Hocam ekipler konusunda özellikle diş hekimlerinden, acil tıp asistanlarından bir ekip kurduklarını, filyasyon çalışmalarının çok iyi gittiğini belirttiler ama filyasyon konusunda da tabi bazı karışıklar var. Özellikle karantina süresi konusunda. Tabi ekiplerin hepsi aynı tavırda davranmıyor. Samsun'da geçen haftalarda özellikle tanı alıp, ayaktan tedavi verilen hastalarda 262 kişi farklı yerlerde yakalandılar. Bu konuda valiyle görüştüğümüzde, hani neden ayaktan tedavi verilenler kamu hastanelerini dolaşıyorlar? Özellikle PCR negatifliğini algılayamıyorlar. Sanki her hastada PCR’ın pozitif olması gerektiğini düşünüyorlar ve tanıyı ret ederek, hastane hastane dolaşıp COVID olmadığını ispat etmeye çalışıyorlar. Bu noktada tabi hastalar hem hastaneleri dolaşıyor hem şehirler arası yolculuğa bile yeltenebiliyor. İşte bu kişilerle ilgili valiyle görüşmemizde, hani dedik daha önceden yurt dışından gelenleri yurtlarda ağırlıyordunuz, hani böyle bir şey yapılsa keşke. Ona başlamışlar. Gidecek yeri olmayan ya da misafir olan insanları yurtlarda ağırlama şekline dönüştürmüşler. Bir sıkıntı olmadığını söylediler.
S.B: Peki. Ayşegül bir sorun var mı?
A.T: Evet, tabi ki var. Biraz önce konuştuk. Biraz daha kültür sanat tarafına geçelim istiyorum. Bizim Alper’le tanışmamızın nedeni de bir kültür sanat etkinliğidir. O zaman Samsun Tabip Odası Yönetimi’nde değildi Alper. Fakat sanıyorum onlara bizim orada Samsun’da yaptığımız edebiyat çalışmamız bir uğur getirdi diyelim. İnsanları evrensel değerler konusunu bir kez daha hatırlattı. Ayşe Kulin ile katılmıştık biz orada bir edebiyat matinesi yapmıştık. Çok da güzeldi o edebiyat matinesi. Ardından da Alper’ler de yönetimde yer aldılar. Bu kültür sanat konusu aslında hekimler için bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Meslek örgütü açısından da hem bir eksiklik hem bir ihtiyaç olduğu düşünüyorum çünkü genellikle meslek örgütleri bu konularda sadece etkinlik, duyuru, bildiri gibi konular aslında paylaşılıyor ama tabi ki hekimlerin nefes almaya, farklı konularda düşünmeye ve tartışmaya da ihtiyaç var. Burada kültür sanat önemli, değil mi? Belki meslek örgütlerinin hatta bakanlığın bu konuda çalışmalar yapması lazım.
A.A: Evet Ayşegül haklısın. Bizim için Ayşe Kulin ile olan o edebiyat matinesi birçok şey için de ilk oldu. Önemli ve güzel dostluklar edindik sizin gibi. Buna da vesile oldu. O dönem de biz Çağdaş Hekim Grup olarak küçük bir grup halinde çalışmaktaydık. O zaman böyle bir edebiyat matinesinde Ayşe Kulin’i ağırlamak bizim için çok iyi oldu ve hekim camiasında da tanılırlığımızı sağlamıştı. Hatta aslında biz çok endişeliydik acaba birkaç kişi mi oluruz, Ayşe Hanım’a da rezil mi oluruz, gelenlere de, utanır mıyız filan diye ama salon ağzına kadar dolu, güzel bir matineydi çok güzeldi ve buradan sevgili Ali’yi de anmamız lazım. Ali ve Ayşegül sunmuştu. Işıklar içinde uyusun. Ali de burada çok emek verdi bize ve Ali’yle de tanışmamızı sağlamıştı. Burada Samsun’da da çok büyük bir etki sağlamıştı. Kesinlikle haklısın. Edebiyat ve sanat aslında belki hekimliğin içerisinde olası bir şey. Açıkçası ben şu şekilde düşünüyorum; hekimlerin babaları da modern tıbbın babaları da zaten aslında birer filozof. O halde hekimliği sadece pozitif bir ilim olarak düşünmemek lazım. Aslında sosyal bir ilim de ve bu sosyal bir ilim olmanın gereği; felsefeyle ilgilenir, edebiyatla ilgilenir. Hani Cenap Şahabettin’in çok önemli bir sözü var ya. Herhalde bir darb-ı mesel olmuş. İşte tıp fakültesinden arada bir doktor çıkar diye ama her zaman aslında hekim çıkar. Belki bu hekim ve doktor kavramını bu açıdan değerlendirmemiz lazım. Yani doktor bir ilimle ilgilenirken, hekim çok daha farklı bir şekilde işin felsefesiyle, edebiyatıyla ve sanatıyla da ilgilenen bir şey ve böyle bir açlık bizim meslek örgütümüzde ya da bizim meslektaşlarımızda var açıkçası. Bizim bu olanakları onlara sağlamamız gerekir. Yani belki tabip odalarının temel görevlerinden bir tanesi de bu kültür ve sanat etkinliklerini için üyelerine yeterli olanakları sağlaması ve birliktelikleri ya da platformları sağlaması. Bu çok büyük bir hizmet gerçekten. Ben bunu da takdirle karşılıyorum. Burada bütün dinleyicilerin karşısında da o yüzden size teşekkür ediyorum çünkü çok zahmetli bir iş bu ve bunu da yapıyorsunuz. İyi ki varsınız!
A.T: Teşekkürler. Ben buradan sanıyorum şeye gireriz diye düşündüm. Bir sağlıkta mizah yarışması var Samsun’un bildiğim kadarıyla. Bilmiyorum Funda Hanım mı başlar anlatmaya? Bununla ilgili bize belki biraz bilgi verirsiniz.
A.A: Önce Funda Hanım başlasın isterseniz. Sonra ben devam ederim.
F.F: Aslında bu Alper’in fikriydi. Yani Alper buldu. Biz Alper’le, eşimle aynı hastanede yıllarca çalıştık. Eşimin hâkim olan kişilik özelliği mizahi yönüydü. Çok şakacıydı. Yani herkesin yüzünde bir tebessüm bıraktı aslında ve öykülerle de ilgilenirdi. Bizim 19 Mayıs Üniversite öğrencilerinin bir dergisi vardı. Orada genelde yılda bir kez çıkardı ama o dergiye çok yazılar yazmıştır eşim ve ödülleri de vardır. Biraz yaptığımız işin ağırlığını, yükünü mizahla hafifletmeye çalışan bir yapısı vardı. Bu anlamda Alper de bunu çok yaşadığı için yani neden böyle bir şey yapmıyoruz diye bir fikirle geldi. Çok da oturmuştu Kamil’e. Yani daha önce Kâmil için satranç turnuvaları, bilardo turnuvaları, birçok şey yapıldı Samsun’da. Samsun Tabip Odası da yaptı ama sağlık ve mizah tam ona göre bir şeydi ve bunu Alper buldu. Teşekkür ediyorum bunun için ve çok emek verdi. Devamını istersen sen getir.
A.A: Çok teşekkür ederim, çok sağ ol ama bunu beraber yaptık. Aslında biz sesli düşünerek bunu yaptık. Şöyle ki bir hikâye ve öykü yarışması yapmak isteğiydi. Yani şeydi üstelik bunu da Kâmil abi anısına yapmak çünkü mesela Ali için de yapmamız lazım. Ali için de mutlaka bir şey yapmamız lazım ki biz aslında burada mansiyon ödüllerinden birini Ali için verebiliriz. Ali bizim için önemli çünkü. Mansiyon ödüllerinden biri Ali’nin adıyla gidebilir. Bunu düşünmeliyiz. Mansiyon ödüllerini zaman zaman her yıl değiştirerek hekim arkadaşlarımızı anmak istiyoruz çünkü. Başka bir şey daha var; edebiyat yarışmalarının edebiyat için önemi. Şimdi yer bulmak isteyen yazarları da domine etmeliyiz, onlara da fırsatlar oluşturmalıyız. O yüzden bunu az ya da çok, her platformda imkânımız ölçüsünde yapmakta fayda var. Edebiyat yarışmaları da bunun için önemli bir şey. Yani çünkü dergiler çok zor ayakta kalıyor, edebiyat dergileri. Bu noktada bizim burada bir tane dergimiz var. Edebiyat Nöbeti dergisi... Muhteşem ve 4 yıldır yaşıyor. Nasıl yaşadığını ben bilmiyorum. Yani nasıl bir ekonomik zorluk çekiyor.
A.T: Bir öğretmen arkadaşımız da genel yayın yönetmenliği yapıyor. Semrin, ona da selamlar.
A.A: Semrin, elbette. O da jüri üyemizde mesela. Bunun zorlukları var. Oysa kurumlar, odalar, örgütleri bunlara el atmalı. Bu da onlardan biriydi. Mizah kısmı Kâmil abiye hakikaten çok yakıştı. Bunu yemek yerken, sesli düşünürken öykü yarışmasıydı ama o zaman niye mizah öyküleri yapmıyoruz? Çünkü sonuçta mizah öykülerinden bizim en iyi bildiğimiz kim var mesela? Aziz Nesin. Müthiş bir şey. Yani aslında mizah bizim için her şeyi anlatan çok keyifli bir şey. Zaten Kâmil abi bizim gülen yüzümüzdü. Afişleri hatırlayın lütfen; “gülen yüzümüzü soldurdunuz”du. Biz o gülen yüzü soldurmayacağız, hep devam ettireceğiz. Onun için bunu gelenekselleştirmek yönünde bir isteğimiz ve arzumuz var. Herhalde iki nesil yaptığımız zaman bu gelenekselleşir ve artık bu alışkanlık haline gelir diye düşünüyorum.
A.T: Bence gelenekselleşir. Samsun da buna sahip çıkar diye düşünüyorum.
A.A: Ayşegül izin verirsen bir şey daha anons etmek istiyorum. Bu noktada bu yarışma için seçici kurul benim için çok önemli. Destek verdiler. Çok güzel bir seçici kurul oluştu. İzin verirsen bunların isimlerini okumak isterim. Profesör Yakup Çelik İstanbul Kültür Üniversitesi’nde Kültür ve Edebiyat Profesörü, Profesör Mustafa Kurt Gazi Eğitim Fakültesi’nde Türk dili ve Edebiyatı Profesörü ve Profesör Abdullah Şengül Nevşehir Hacı Bektaş Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı. Şimdi akademisyenlerin yanında bir de hekim yazarlarımız var. Bunlardan bir tanesi Mehmet Uhri. Tabi olmazsa olmazımız da Ayşegül Tözeren. Çok teşekkür ederim bunu kabul ettiğiniz için.
A.T: Rica ederim.
A.A: Çok teşekkür ederim. Sonra Edebiyat Nöbeti dergisinin, biraz önce ismini de söyledik Sayın Semrin Şahin genel yayın yönetmeni ve oyuncu anne diye tanımlanan Şermin Yaşar, yazar aynı zamanda. Çok muhteşem bir de seçici kurulumuz var. Ben çok iyi bir şey çıkacağını düşünüyorum.
A.T: Sadece hekimler mi katılabiliyor?
A.A: Hayır. Aslında herkese açık. Biz bütün bu yönergenin ilk cümlesi şu; “yazı yazmaya gönül vermiş herkes katılabilir”. Küçücük bir bütçeyle bir iş yapıyoruz tabi ama önemli olan burada bir eserin çıkması. Hatta belki bunları acaba küçük bir kitapçık haline getirebilir miyiz? Böyle bir isteğimiz var. Bu konuda çok heyecanlıyız. Birçok şey yapalım diyoruz. Kafamızda birçok şey uçuşuyor ama çok güzel şeyler olacağını düşünüyorum.
A.T: Eminim. Galiba süremizi de aşıyor gibiyiz değil mi?
S.B: Evet Ayşegül. Gerçekten çok teşekkürler.
A.T: Çok güzel bir konuşma oldu.
S.B: Evet. Daha sonra Samsun yöresinde pandeminin nasıl gittiğini ayrıntılarıyla öğrendik. Daha sonra biraz estetiğe ve sonunda da sanat etkinliklerine değindik. Gerçekten çok teşekkürler. Çok keyifli bir sohbetti. Sevgili Funda Furtun ve Alper Aktaş katıldığınız için, vakit ayırdığınız için, bu güzel sohbet için sizlere teşekkür ediyoruz efendim.
F.F: Biz de çok teşekkür ederiz hocam. Çok sağ olun bizi ağırladığınız için. Ayşegül Hanım çok teşekkür ederiz.
A.T: Görüşmek üzere.
S.B: Çok teşekkürler. Eğer vaktimiz kaldıysa son bir parça olarak kısa bir sürece önce kaybettiğimiz Juliette Greco’dan bir parça dinleyeceğiz vakit el verdiğince.
Herkese iyi hafta sonları. Hoşça kalın!