Ayşegül Tözeren ve Selim Badur’un hazırlayıp sundukları Önce Sağlık’ın konukları TTB Merkez Konseyi üyesi, Diyarbakır Tabip Odası’ndan Dr. Halis Yerlikaya ve Manisa Tabip Odası Başkanı Dr. Şahut Duran’dı.
(26 Haziran 2020 tarihinde Açık Radyo’da Önce Sağlık programında yayınlanmıştır.)
Selim Badur: İyi günler sevgili Açık Radyo dinleyicileri, ben Selim Badur.
Ayşegül Tözeren: Ben Ayşegül Tözeren
SB: 94.9 Açık Radyo’da Önce Sağlık programında birlikteyiz. Konuklarımızı her zaman olduğu gibi Ayşegül tanıtacak.
AT: Çok teşekkür ederim, bu arada destekçilerimiz de hep hocalarımız oluyor, Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji’den Nergis Erdoğan hocamız bugün destekçimiz duyduğum kadarıyla. İki konuğumuz var, TTB Merkez Konseyi üyesi, Diyarbakır Tabip Odası’ndan Dr. Halis Yerlikaya ve Manisa Tabip Odası Başkanı Dr. Şahut Duran. Halis hoca onkolog, Şahut da psikiyatrist, hem onların konularını konuşacağız, yanı sıra hep bugüne kadar Covid-19 pandemisini İstanbul odaklı konuştuk ama 1 Haziran’dan sonra pandemi odakları kaydı aslında. Manisa’yı daha çok konuşuyor olduk, Diyarbakır’ı daha fazla konuşuyor olduk, bu bölgelerde neler oldu, neler yaşanıyor? Biraz bunlara bakmak istiyoruz, bir de tabii iki konuğumuz da uzman, onların uzmanlık alanlarından da bakacağız konuya. 1 Haziran sonrası yeni normalden sonra Covid-19 vakalarında Anadolu’daki dalgalanmayı konuşacağız. Hoş geldiniz.
SB: Ayşegül ben de hocalara hoş geldiniz diyeyim, üstelik geçmiş olsun diyeyim. Ben senden öğrendim sabah deprem olduğunu.
AT: Çok hissettiniz mi Şahut?
Şahut Duran: Merhabalar.
SB: Nasılsınız?
ŞD: Sağ olun, teşekkür ederim. Sizler nasılsınız?
SB: Çok teşekkürler, sağ olun.
ŞD: Sabah bir yandan programın hazırlığını yaparken bir yandan da tabii depremin şokunu da yaşadık, kötü salladı gerçekten. Manisa son birkaç ay öncesinde de çok fena sallanıyordu. Bugün de tekrarlamış oldu, herkese geçmiş olsun diyeyim buradan bütün Manisa halkına.
SB: Evet depremler sanki Covid aralığı vermişti!
ŞD: Evet.
AT: Dün de Van’da deprem oldu 5.4. Selim hocam ben hızlı bir soruyla başlayabilir miyim?
SB: Elbette Ayşegül ne demek!
AT: Bir önceki programımızda biz ekoloji tartıştık Ömer Madra ve İlksen Mavituna ile, oradan hareket alan bir soru sormak istiyorum. Hong Kong’da bir metro istasyonunda şu yazılıydı “eski normale dönmeli miyiz? Oysa sorunun ta kendisi eski normaldi” şimdi yeni normali konuşurken ekolojik tehlikelerden dolayı da tek referansın eski normal olmaması gerektiği ekolojistler tarafından, bilim insanları tarafından söyleniyor. Şahut Manisa’da yaşıyor, Halis Diyarbakır’da yaşıyor, oralarda permakültür, ekolojik olana hassasiyet bağlamında bir artış var mı? Aslında hep vardı belki orada, İstanbul’da artış olunca her yerde artışın olduğu düşünülüyor, eminim sizler çok daha permakültürle, ekolojik olanla birlikte yaşıyordunuz değil mi?
ŞD: Evet, şöyle belirtmek gerekirse Covid öncesi Manisa ile ilgili şöyle bir sıkıntımız vardı, biliyorsunuz Manisa Türkiye’nin çok önemli tarım şehirlerinden biri, çok bereketli topraklara sahip, Gediz ovası, Gediz nehrinin aktığı güzel bir şehir. Son dönemlerde özellikle sanayiyle birlikte bayağı zarar görmeye başlamıştı tarım ve ekolojik alanlar, hatta biliyorsunuz jeotermal santraller son dönemde çok hız kazanmıştı, biz burada çevre dernekleriyle birlikte buna yönelik bir mücadele içindeydik zaten. Bir yıkım da yaratmıştı jeotermaller özellikle. Bu dönem muhtemelen daha bir ön plana çıkacak bu ekoloji konuları tabii ki buradaki dengeyi korumak anlamında ama maalesef kapitalizm, kapital daha bir güçlü hale geliyor. Şimdi mesela jeotermal sistemle birlikte tarımın daha çok artacağına yönelik yanlış reklamlar da söz konusu. Covid burada bize şunu hissettirdi Manisa halkı, Manisa’da yaşayanlar, halkın çoğunun köylerde bir bağlantısı var, Covid süreci içinde insanların çoğu köylerine gitti, hayatlarını orada sürdürdüler. İstanbul’dan farklı olarak bir şanslı tarafı da buydu. Köylere dönüş şu şekilde oldu, köyler boşalmıştı sanayiyle birlikte tarımın terk edildiği bir süreç içinde sanayiye kayma çok fazla mevcuttu. Covid’le birlikte köylere ve tarıma ciddi anlamda bir dönüş oldu, sahiplenme oldu, umarım sonraki süreçte bu sahiplenme devam eder diye düşünüyorum.
AT: Dileriz oralarda daha fazla ekolojik olana hassasiyet olacaktır. Diyarbakır hayvancılıkla tanınır ama ekolojik denge söz konusu olduğunda hayvancılıktan uzak kalınması gerektiği de söyleniyor karbondioksit emisyonlarından dolayı. Halis Diyarbakır’da mikroin tarıma, bahçeciliğe bir ilgi var mı? Bağ evlerinin olduğunu zaten biliyoruz Diyarbakır’da.
HY: Aslında Diyarbakır açısından şunu ifade etmek gerekiyor, az önce Şahut hocamın da söylediği gibi aslında Diyarbakır’da yaşayan insanların bir biçimde köyle bir bağı ve bu süreç bize şunu çok net gösterdi, hızlı kentleşmenin, özellikle Diyarbakır açısından kimi politik nedenlerle de bu hızlı kentleşme yaşandı. 90’lardan itibaren köyden kopuşun çok farklı nedenleri de vardı. Yani bir gönüllülük temelinde değil de bir zorunluluğun dayatmasıyla sonuçta bu Diyarbakır’a göçler vardı ama köylüyle bir biçimde bağ vardı ve aslında buradaki çoğu insanın bildiği şey gerçekten o çocukluğunda da yaşadığı daha doğal olanın, tarımla daha iç içe bir yaşamın, elbette hayvancılıkla da kısmen bir şeyi var ama bunun sağlık açısından da bir bütün olarak hem geçimini sürdürme açısından da daha yararlı olduğuyla ilgili bir bilinç düzeyi vardı. Tabii burada siyasal birtakım birikimler üzerinden de ekoloji meselesinin çokça tartışıldığını biliyoruz, geniş halk yığınları açısından belki ne kadar etkisi var onun tartışılır bir yanı var ama sonuç itibariyle ekoloji meselesi en azından uzun yıllardır buranın, en başında olmasa da gündem maddelerinden biri ve doğanın bir parçası olarak insanı görme meselesi bizim açımızdan ön planda burada. Bu Covid süreci de bunu daha görünür kıldı diyebiliriz.
AT: Çok teşekkür ederiz. Bir soru daha sorma hakkım var mı Selim hocam?
SB: Elbette Ayşegül lütfen.
AT: Manisa’dan yola çıkıp soracağım ama bunu aynı şekilde TTB Merkez Konseyi üyesi olduğu için daha geniş şekilde de Halis Bey yanıtlayabilir ama ilk sorum Şahut’a. 24 Mayıs 2020 tarihli bir haber vardı, Manisa’daki Saruhanlı devlet hastanesiyle ilgili, doktor ve hemşirelerden 17 sağlık personeli Covid-19 tanısı almış ve tedavi altına alınmış. Bu durum sağlık çalışanlarının maruz kaldığı riskleri bir kez daha görmemizi sağladı. Manisa özelinde, Ege özelinde nedir sağlık çalışanlarının Covid-19 maruziyeti oranı?
ŞD: Ben Manisa özelinde şunu söyleyebilirim, sağlık tesisleri olarak da biraz da merkez olarak Manisa merkezin bu konuda şanslı olduğunu biliyoruz. Biz Covid süreci boyunca Ege bölgesinde belki en az vaka sayısının olduğu illerden bir tanesiyiz. Hani İzmir’in dibinde olup İzmir’le çok sık ilişki içinde olan çok yakın bir şehir olarak İzmir’deki o çok yüksek sayılara rağmen Manisa iyi gidiyordu. Sağlık tesisleri olarak, merkez olarak iki yeni hastane, bir tanesi de pandemi hastanesi olarak çalışıyordu. Daha sonra tabii sayılar artınca ilçelerdeki hastaneler de Covid hastası bakmaya başladı. Bence asıl büyük risk oralarda oluşmaya başladı; aynı anda normal hizmet veriyorsunuz bir yandan da Covid hastası takip ediyorsunuz yatırarak ya da ayaktan, tüm hastane buna yönelik bir çalışma başlattı. Burada tabii bütün ülkede olduğu gibi yine sağlık çalışanları risk altında ama burada daha fazla bir risk altına girdiler. İkincisi şöyle bir durum vardı, iletişimle ilgili sorun vardı yani şöyle diyebiliriz halen de öyle, gerçek sayıyı bilmiyoruz, hastaların dağılımını bilmiyoruz, hangi bölgelerde daha fazla olduğunu, yaygın olduğunu da bilmiyorduk. Dolayısıyla sağlık çalışanı olarak tedbir alınıyor ama riskli bölgeler ve risksiz bölgeler aynı şekilde tedbir alıyordu. Saruhanlı da maalesef kurban oldu, pandemi hastanesinde çok ultra kontroller, güvenlik ve korunma önlemleri alınırken Saruhanlı gibi küçük ve eski hastaneler buraları, burada tabii ki daha açık hale geliyor sağlık çalışanları bu enfeksiyona karşı. Nitekim öyle bir durum oldu, o süreç içinde gerek oradaki arkadaşlarla gerek yöneticilerle iletişim içindeydik. Şöyle bir durum da oldu, biliyorsunuz biz sağlık çalışanlarına yönelik bir test çalışması yapıldı, özellikle PCR yani enfeksiyon taraması, hatta şüphelenen bazı arkadaşlar kendilerine test yaptırtmaya kalktıklarında yapılmıyordu. Yani kolay kolay kendinize test yaptıramıyorsunuz. Böyle bir durumdayken yöneticinin ısrarı üzerine orada bir kişi, bir vaka üzerinden aslında bir şoförün evde bakım hizmetine giden bir şoförün pozitif çıkması, daha doğrusu şüpheli olması üzerine testler yapılıyor ve hastanede asemptomatik olarak saptanıyor birçok vaka. Yani semptomu olmadan bu vakaların çoğu, aralarında hekimlerin de olduğu bu vakalar ortaya çıkıyor. Tabii bu bütün çalışanlarda, hastanede diğer çalışanlarda bir kaygı uyandırdı, yani “biz de acaba asemptomatik olarak geçiriyor olabilir miyiz?” diye o dönemlerde özellikle böyle bir kaygı yarattı. Bu sağlık çalışanlarının aslında biz her çalışanın bir risk altında olduğunu ve ona yönelik koruma çalışmalarının da olmadığını gösterdi. Müdürlüğün bu konuda bir şeyi yok, yani koordinasyonu çok sıkıntılı; her hastane yönetimi ayrı önlem alıyordu, yani başhekimler farklı hastanelerde farklı şekilde, yani her hastane kendine yönelik bir önlem, çalışma düzeni geliştirmişti. Aynı şehirde iki hastane farklı şekilde çalışıyordu, işte bazı hastaneler hasta kabul etmiyordu kolay kolay, bazıları çok fazla rutin hasta bakıyordu. Dolayısıyla burada da o durum halen devam ediyor, her ne kadar 1 Haziran normalleşme sürecine girmiş olsak da bazı hastaneler o esnek çalışmaya benzer bir şekilde çalışıyor, çok hasta kabul etmiyor. Sağlık çalışanlarının da bu konuda kaygıları devam ediyor.
SB: Diyarbakır’a geçmeden önce bir soru sorabilir miyim?
ŞD: Tabii.
SB: Manisa’da çalışan, görev yapan sağlık çalışanlarının ekipman açısından eksiklikleri var mı? Yoksa donanımları yeterince sağlanmış mı?
ŞD: İlk zamanlarda evet donanım anlamında bir sıkıntı vardı, özellikle aile hekimlerinde çok fazlaydı bu eksiklik, küçük hastanelerde, ilçe hastanelerinde bu donanımlar eksikti. Daha sonra karşılanmaya başlandı ama özellikle mesela pandemi hastanesinde çok fazla bu ekipman desteği varken diğer hastanelerde biraz daha sıkıntı olabiliyor. Şu son dönemlerde ekipman sıkıntısıyla ilgili herhangi bir geri dönüş gelmedi açıkçası.
SB: Peki, o aman Diyarbakır’a dönelim.
HY: Aslında Şahut arkadaşımın ifade ettiği sıkıntıları biz hem burada hem de Türkiye genelinde yaşıyoruz. Öncelikle şunu çok net ifade edelim, aslında bütün bu süreç şeffaf bir biçimde yürütülmedi, yani biz TTB ve tabip odaları olarak hep şunu talep ettik, bu hem salgın sürecinin bir bütünü, görülen vakalar, bu vakaların yaş dağılımı, hangi illerde yoğunlaştığı, mahalle düzeyinde, ilçeler düzeyinde bunun yapılmasını, bu çalışmalara göre gerekli önlemlerin alınması ve bu süreçte de hem TTB olarak hem de tabip odaları olarak bizlerin demokratik kitle örgütlerinin, meslek örgütlerinin katılımını talep etmiştik. Çünkü buralarda süren tartışmalar sonucunda birtakım kararlaşmalar yaşanıyor ve bu salgınla mücadelede çok önemli. Şu anda Türkiye genelinde kaç sağlık çalışanı enfekte? Ne kadarı yaşamını yitirdi? Bunları çok net bilemiyoruz. Diyarbakır açısından şunu söyleyeyim biz tabip odası aracılığıyla, sonuçta çalışma alanlarımızdan, meslektaşlarımızdan sağlık çalışanlarına ulaşabildiğimiz kadarıyla şu ana kadar 155 sağlık çalışanı enfekte durumda ve bu 155 sağlıkçı arkadaşımızdan 2 kişiyi de ne yazık ki kaybettik. Tabii burada şöyle bir sıkıntı var, sonuçta hep tartışılan sadece test pozitifler üzerinden yapılan değerlendirmenin çok doğru olmadığı, aynı zamanda klinik ve radyolojisi pozitif olup aslında testi negatif olan ama dört dörtlük covid-19 yani bu virüsün yol açtığı hastalık bulgularını gösteren kişiler de var. Biz TTB olarak aslında çok da çaba sarf ettik, yani bu enfekte sağlık çalışanlarına ulaşabilir miyiz? Bu noktada bizim tahminimiz aslında on binin üzerinde. Sonuçta Sağlık Bakanlığı 2 kez bugüne kadar olan açıklamalarında bir kez 671 sayısını ifade etti, bir kez de “6 binden fazla sağlık çalışanı enfekte oldu” dedi ama bizim tahminlerimiz bunun çok daha üzerinde ve ulaşabildiğimiz kadarıyla da bir 23’ü hekim olmak üzere toplam 43 tane sağlıkçı arkadaşımızı bütün bu süreç boyunca ne yazık ki kaybettik. Sonuçta sağlık çalışanları pandeminin en ön safında aslında mücadeleyi yürüttüler ve pandeminin başlangıcı Türkiye açısından kısmen dünyadaki diğer ülkelere göre daha geç oldu. Yani ilk bildirilen vaka 11 Mart’ta söylendi, bunun daha öncesinden de aslında olabileceğine dair birtakım bulgular olsa da ilk bildirilen resmi vakanın 11 Mart olması aslında belli bir süreç de tanımladı. Bu süreç içerisinde Türkiye’de hastaneler pandemiye çok daha hızlı bir biçimde hazırlanabilir, gerekli hazırlıklar yapılabilirdi. Özellikle sürecin başında kişisel koruyucu malzemeler başta N95 maske olmak üzere çok ciddi sıkıntılarımız vardı açıkçası. Burada hem testlerin yapılmaması, bu kişisel koruyucu malzemelerin sağlanamamasına yönelik bizim hem anketler üzerinden aslında sahadan elde ettiğimiz veriler hem çokça yaygın taleplerimiz üzerine süreç içerisinde bu kişisel koruyucu malzemelerin sağlandığını biliyoruz. Şu anda Diyarbakır’da genel olarak da kişisel koruyucu malzemelerle ilgili bir eksiklik olmasa da bu malzemelerin niteliği ile ilgili ciddi bir sıkıntı var, özellikle birinci basamakta dağıtılan kişisel koruyucu malzemelerde ciddi nitelikle ilgili bir sorun var. Yani meslektaşlarımız, sağlık çalışanları arkadaşlarımız bu malzemeleri kullanıyorlar ama bunun ne kadarı aslında onları koruyor? Bir diğer konu başlığı da sağlık çalışanları açısından aslında Şahut arkadaşım da söyledi, bir standardizasyon yok, hani her hastanede işte kendi çabasıyla aslında ne kadar oluşturabilmişse ona göre belirlenen bir kullanım biçimi var. Her hastanenin sağlık çalışanlarının çalışma koşulları da bir değil, hastane yoğunlukları da bir değil. Bu çok daha iyi bir biçimde yürütülebilirdi, bir koordinasyon dahilinde sürdürülebilirdi. Özellikle Diyarbakır açısından, belki sonrasında sürecin bütününe ilişkin de konuşabiliriz, bir yönetememenin olduğunu biz düşünüyoruz açıkçası. Bu pandemiyle mücadele çok daha efektif yapılabilirdi, sağlık çalışanları çok daha iyi korunarak yapılabilirdi, daha koordineli biçimde değerlendirilebilirdi. Son olarak belki şunu vurgulamak lazım, sonuç itibariyle sadece hastanelerde bu süreci çözmemiz mümkün değil, bu salgın sürecinin aslında hastane öncesi aşamaları, toplumsal dayanışmadan tutun toplumun yapacaklarına ve bizim sürekli vurguladığımız fiziksel mesafe kuralına, hijyen kuralına, maske takılmasına kadar ama asıl önemli olan bu epidemiyolojik veriler üzerinde bu mücadelenin sürdürülmesi ve filyasyon çalışmaları aslında. Buralarda da ciddi sıkıntılarla karşı karşıyayız. Diyarbakır açısından şunu söyleyeyim, yine bölge açısından da böyle, 1 Haziran önceki süreç ile şu anı karşılaştırdığımızda çok daha fazla sayıda vakalarla karşı karşıyayız. Bu enfekte sağlık çalışanı sayısına da yansıyor, yani bizim Diyarbakır için mesela öncesinde 80-90’larda iken çok hızlı bir biçimde son 2-3 haftada bu sayı 155’e çıktı diyebilirim.
AT: Evet onu müzik arasından sonra da konuşalım Halis. Evet Anadolu’da bir dalgalanma var covid-19 açısından.
SB: Bir müzik arası zamanı geldi galiba Ayşegül değil mi?
AT: Evet.
SB: O zaman hocalara biraz hareketli bir parça ile merhaba diyelim, ilk parçamız Kardeş Türküler’den geliyor “Kara üzüm habbesi”. 94.9 Açık Radyo’dayız, Kardeş Türküler’den “Kara üzüm habbesi” adlı parçayı dinledik Önce Sağlık programında. TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Halis Yerlikaya ve Manisa Tabip Odası Başkanı Dr. Şahut Duran bizi kırmadılar, o yoğun mesaileri içinde bizimle birlikteler ve onlarla söyleşimizi sürdürüyoruz. Evet Ayşegül söz sende.
AT: Halayla sürdürüyoruz sanıyorum sohbetimizi! Tabii bu kadar karanlık ve sıkıcı günlerde biraz umut ve enerjiye de ihtiyacımız var diye düşünüyoruz. Yine Manisa’dan başlayarak aslında her ikinize de soracağımız bir soru var. Geçen haftaki sınavı biliyoruz ve bu hafta sonu YKS sınavı olacak, 2 milyonun üzerinde öğrenci bu sınava girecek. Bu sınavın yapılıp yapılmamasını eleştirebiliriz ancak artık yapılacağı da kesin bu sınavın. Tıp fakültesine girmek birçok öğrencinin da hayalidir, siz de mesleklerinde çok başarılı hekimlersiniz, bir psikiyatrist ve bir onkolog olarak hem covid-19 önlemleri bağlamında hem de Şahut özellikle sana soruyorum bu soruyu, psikiyatrik bağlamda öğrencilere, o sınavın denetimini yapacak görevlilere ve öğretmenlere nasıl önerileriniz olacak?
ŞD: Evet şöyle bir giriş yapalım, aslında bu sınava giren öğrencilerimiz, gençlerimiz, çocuklarımızın Covid süreci boyunca travmaları daha eskiye dayanıyor. Uzun süre evde kaldılar biliyorsunuz, okullar kapandı çok hızlı bir şekilde ve sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte çoğu evde kalmak zorunda kaldılar. Gerçekten zor bir süreçti onlar için, bir de bunun üstüne bir anda sınava hazırlanmak ve sınava girmek de kaygılarını arttırmıştır tabii ki. Ancak şöyle bir durum var, farklı bir şekilde ele alacağım bu Covid’le ilgili, bildiğiniz üzere bakanlık bir antikor çalışması yaptı, toplumda bununla ilgili bir duyum vardı. Toplumdaki bağışıklık oranının %1 civarında olduğunu biliyoruz, yani %1’e yakın yüzde 0,8 bu hastalığa yönelik bağışıklık, yani bir antikor gelişiminin olduğunu biliyoruz. Bu çocuklarda daha düşük özellikle gençlerde, çok kapalı kaldıkları için ama şimdi özellikle bu yasakların ortadan kalkması, toplu sınavların olmasıyla birlikte muhtemelen şu son dönemde hastalık bu kesimde daha fazla artabilir gibi gözüküyor, yani hazırlıksız, steril bir ortamdan böyle riskli bir ortama girdiler birdenbire. Bir olay yaşandığını biliyoruz Manisa’da bir hasta –onu sonra konuşacağız- bir anda böyle bir şeyin içine girip hastalıkla baş başa kalmanın, maruz kalmanın sıkıntısını da yaşıyorlar. Bir yandan da o esaretin de verdiği sıkıntıyla o özgürlüğün de tadını çıkartmaya çalışacaklar tabii ki. Yaş itibariyle biraz da denetlenmesi zor, kontrol edilmesi zor, yani davranışları kontrol edilmesi zor olan bir kesim, daha fazla sıkıntı yaşayacaklar öyle görünüyor hem hastalıkla ilgili hem de özgürlüğün tadını çıkartmayla ilgili, kendilerini kontrol etmekle de ilgili zorlanacaklarını düşünüyorum. Meslek seçimiyle ilgili de şöyle diyebiliriz, yani bu tüm toplumu etkiledi tabii, travmatize etti hepimizi; çalışma hayatımızı, yaşam şeklimizi değiştirdi, muhtemelen bu süreçte seçim konusunda yani meslek seçimi konusunda da muhtemelen bir dönüm yaratacak bu gençlerde. Özellikle üniversite sınavında zaten popüler olan sağlık alanlarına daha fazla bir eğilim olacağını düşünüyorum ben açıkçası. Tam tersi de olabilir tabii ki, korku ya da kaygı nedeniyle de uzaklaşma da olabilir. Bunu göreceğiz bakalım, bu süreci nasıl atlatacaklarını. Şöyle bir durum da var, çocuk ve ergen psikiyatrisiyle ilgili bu dönemlerde başvuru da kabul etmedikleri için onların ne durumda olduğunu da bilmiyoruz. Yasaklar vardı ve çocuk psikiyatrisi uzmanı arkadaşlar boş oturdular bir süre bu yasak döneminde, çok çok az başvuru oldu. Yani bunların gerçekten sorunlarını nasıl geçirdiklerini de bilmiyoruz, ilerideki dönemlerde daha çok etkisini göreceğiz muhtemelen. Umarım hasarsız bir şekilde atlatırlar, çok hassas bir yaş aralığı tabii bunların yaşadıkları travmaları umarım sağlıklı bir şekilde atlatırlar.
AT: Evet.
HY: Tabii biz TTB olarak bu sınava giriş süreciyle ilgili açıklamalarda bulunduk, YKS öncesinde de bazı açıklamalar yaptık 2 gün önce ayın 24’ünde. Bizim söylediğimiz şöyle bir şey, sonuçta bu kadar sınava yakın bir zaman içinde yapılan açıklamaların az önce de Şahut hocanın söylediği gibi bu yaş grubunda oluşturacağı kaygıları göz önünde bulundurmamız gerekiyordu. Yine en başta da ifade ettiğimiz aslında sürecin şeffaf yürütülmemesi nedeniyle hangi ilde kaç hasta olduğu ve buralardaki durumların ne olduğuna dair elimizde çok net veriler olmamakla birlikte bazı illerde daha fazla hasta sayısının olduğunu biliyoruz. Tabii bu aşamada sınava 2 gün kalmışken bir ilde sınav yapılsın diğerinde yapılmasın şeklindeki bir yaklaşımın da çok doğru olmayacağını biz düşünüyoruz. Sonuç itibariyle süreç biraz daha farklı yürütülebilirdi bizce, çok daha iyi bir değerlendirme yapılır, bu yaş grubunun kaygı düzeyleri daha iyi anlaşılır, o açıdan daha farklı değerlendirmeler yapılabilirdi ama bu bugünün tartışması değil. Bugün için önemli olduğunu düşündüğümüz covid-19 pozitif olma olasılığı olan yani klinik bulguları en azından işte bu ateş, öksürük, boğaz ağrısı vb. şikayetleri olan kişilerin sınavlarda görev almamalarının sağlanması gerekiyor mutlaka. Sizler aracılığıyla da bu çağrıyı iletmiş olalım, eğer varsa böyle birileri sonuçta uzun süre kapalı ortamda bulunulması nedeniyle bu bulaş riskinin olacağını düşünüyoruz. Yani bu yaş grubu açısından hastalığın çok daha hafif seyredeceğini biliyoruz, tabii ister istemez ailelerde, çocuklarda ve gençlerde bir kaygı oluşuyor ama bu sürece sanıyorum çok sıkıntıya yol açmadan devam edilebilir. Sadece şu uyarıyı yapmak istiyorum, süreç çok daha iyi değerlendirilebilirdi ama bu aşamada en azından eğer hastalık bulgusu olan birileri varsa bu sınav süreçlerinde görev almamalarının çok kritik önemde olduğunu söyleyebiliriz. Meslek seçimiyle ilgili ben de şunu ifade etmek istiyorum, aslında bu pandemi sürecinin kendisi sağlık çalışanlarının ne kadar önemli bir görev üstlendiklerini, ne kadar aslında toplum sağlığı açısından ve bir bütün olarak önemli bir rol oynadıklarını çok daha görünür kıldı. Mesela bu süreçlerde daha önce var olan şiddeti tartıştığımızda bunun daha da azalacağıyla ilgili öngörülerimiz varken, sistemle ilgili çok ciddi sıkıntılarımız varken biz de TTB olarak, sendikalar olarak bu süreçlere ilişkin kendi değerlendirmelerimizi, yöntemsel birtakım sıkıntıların yol açtığı sorunların sağlık çalışanlarına mal edilmemesi gerektiğini hep söylüyoruz. Bu sistemsel sıkıntıları o idealist meslek seçiminin önünde engel olmaması gerekir diye düşünüyorum. Hekimlik gerçekten, sağlık emekçisi olmak, sağlık çalışanı olmak çok kıymetli bir meslek ve yaptığımız görev gerçekten hem özellikle insanlara yardım etme noktasında ya da bir bütün olarak aslında toplumsal sağlığın korunmasına yönelik göstereceğimiz çabalar tek tek bireyler olarak da mesleki anlamda yürüttüğümüz çalışmalar yapacağımız işler toplum sağlığı açısından çok kritik önemde olduğunu düşünüyoruz, bunun mesleki tatmin düzeyinin çok daha farklı olduğunu düşünüyoruz. Ben mesela onkolog olarak sonuçta çok daha ölümün kıyısında olan bir uzmanlık alanında çalışmaya, insanların aslında sağlıklarının bozulmasıyla birlikte sağlığın ne kadar önemli olduğunu, her şeyin önünde tutulması gerektiğini çok daha anlaşılır olduğu bir uzmanlık alanı bizim onkoloji. Orada yaşamı uzattığımızda ya da tamamen kür sağladığımızda yahut sağlayamadığımız ama acılarını dindirebildiğimiz noktalarda kaçınılmaz sonu ve o kaçınılmaz sondan kurtulamasa bile o acının dindirilmesinin yarattığı dinginliği ve o rahatlamayı gerçekten insan sağlığı açısından oluşturduğu sonuçları yani bu açıdan çok önemli bir rol oynadığımızı ve bunun duygusunun bütün yorgunlukları, bütün o geçmiş süreçlerde yaşadığımız sıkıntıların tamamen hepsine bedel olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla eğer bir hekim ya da tıp fakültesi talebesi olma isteği varsa bundan lütfen bu süreçten olumsuz etkilenip vazgeçmesinler, ideallerini korusunlar, çocukluk hayallerinin peşinden gitsinler diye söylüyorum.
AT: Çok teşekkür ederiz.
SB: Bu bağlamda tam da sizin değindiğiniz konuyla ilintili, ülkemizde uzun süreden beri sağlık çalışanlarına, hekimlere yönelik şiddet, saldırılar, bunlar çok büyük bir sorun olarak karşımıza çıkan bir gerçek. Bu bağlamda Lancet Dergisi’nde bir yazı çıktı, farklı coğrafyalarda ve farklı kültürlerde Avrupa ülkelerindeki sağlık personelinin, sağlık çalışanlarının çok takdir edilmesi, onların alkışlanması söz konusu iken bazı Uzakdoğu ülkelerinde ya da Nikaragua gibi ülkelerde örneğin sağlık personelinin “siz bize bu hastalığı bulaştırırsınız” diye toplu taşımaya alınmamaları, bunların işlerine bisikletle gitmek zorunda kaldıkları ya da bazen kiraladıkları ya da oturdukları evlerden çıkartılmaya çalışıldığına dair çıkan haberler vardı, Lancet’te yazıyordu bunlar. Bizde toplumun davranışı nasıl her iki kentte de farklı?
HY: Aslında bu Covid pandemi süreciyle birlikte bizde olumlu yönde bir değişimin olduğunu ben düşünüyorum. Yani işte kirasını almayan ev sahibinden tutun da sağlık çalışanlarının çalıştıkları ortamlara yemek getirenlere kadar, alkışlardan tutun da gerçekten sağlıkçıların en ön safta yaşamları pahasına, hastalanma pahasına ve sevdiklerinden uzakta kalma pahasına yürüttükleri mücadeleyi gördüklerini, bizim toplumun bu açıdan olumlu bir değişim yaşadığını düşünüyorum. Tabii bu sağlıkta şiddet meselesi çok daha uzun bir konu başlığı, bunun çok farklı yönleri, çok farklı boyutları ile karşılaşılabilir, sosyo kültürel düzeylerin yani sosyo kültürel toplumların gelişmişlik düzeylerinin bunda etkili rol oynadığını, etkili olmakla birlikte asıl meselenin bir sistem sorunu olduğunu düşünüyorum. Daha önceki yıllara göre bizim toplum içerisinde bu kadar bu şiddet meselesinin özellikle sağlıkçılara yönelik şiddet meselesinin artmasının mevcut sağlık politikalarından bağımsız olmadığını düşünüyorum. Her şeyin güllük gülistanlık olduğu, her şeyin vatandaş için var olduğunu ama bir sorun varsa bu sorun o anda o karşısında olan sağlıkçının görevini yapamaması algısının, böyle bir algının yaratıldığını biliyoruz. Bunun şiddete yol açtığını, sistemsel sıkıntıların sağlıkçılara yönelik şiddeti körüklediğini, yine mevcut yöneticilerin sağlıkçılara, hekimlere yönelik yaklaşımlarının buna yol açtığını biliyoruz ama bir bütün olarak bu pandemi sürecinin sağlıkçıların yaptığı için ne kadar önemli olduğunu, daha görünür kıldığını ve toplumda bu anlamda daha olumluya gittiğini, olumlu bir algısının olduğunu ve şiddet meselesinin daha azalacağını düşünüyorum. Tabii bu şu anki Covid’e yoğunlaşmış sağlık sisteminin süregelen kronik sorunları ya da Covid olmayan hastaların yaşadığı sıkıntıların bu biçimde devam etmesiyle çözülememesi durumunda çok daha farklı şiddet haberleriyle karşı karşıya kalabiliriz. Ancak bir bütün olarak bakıldığında toplumumuzda olumlu bir algı oluştuğunu düşünüyorum.
SB: Manisa’da durum nasıl hocam?
ŞD: Benzer bir şey, bu süreçte sağlık çalışanlarına yönelik saygınlık arttı gerçekten toplumda ama özellikle pandemi hastanesinde çalışan arkadaşların evet biraz da bu tarz bir stigmaya uğradıklarını biliyoruz. Yani bu hastalığın yarattığı ciddi bir stigma var, yani başından beri sadece bu sağlık çalışanlarına yönelik değil hastalanan kişilere karşı da istemediğimiz bir şey, kötü anlamda yani bir ayrım oluştu, bir stigma oluştu toplum tarafından, eskiden vebalı dediğimiz, hani bir laf vardı şimdi de buna benzer işte “koronalı, bu mahalle koronalı, burada, bu apartmanda korona çıktı” şeklindeki stigmalar ve tepkiler gelişiyor, geliştiğini de biliyoruz. Dediğim gibi yine pandemi hastanesinde çalışan, sağlık çalışanlarına yönelik de buna benzer böyle bir davranış da çok ciddi olmasa da sözde böyle buna benzer tepkilerin ya da ayrımcılığın oluştuğunu biliyoruz. Bazı şehirlerde, Manisa’da çok fazla değil ama özellikle bazı apartmanlarda sağlık çalışanlarına yönelik farklı tepkilerin geliştiğini de biliyoruz ama çok minimum düzeyde. Yani gelişen olumlu tepkilerin yanında daha az bir olumsuz tepkiler gelişti bu konuda.
SB: Afrika’da bir kentte aynı sokak içinde 2-3 tane korona vakası çıkınca sokağın başına ‘corona road’ “burası korona sokağıdır” demişler ve öyle bir tabela asmışlar. Kimse o sokağa girmiyormuş, yani böyle şeyler oluyor demek ki farklı kültürlerde. Bir müzik arası daha verelim, bu kez Fransızca bir parça Serge Reggiani’den dinleyeceğimiz "Les loups sont entrés dans Paris". 94.9 Açık Radyo’dayız Önce Sağlık programında. Dr. Halis Yerlikaya ve Dr. Şahut Duran’la Manisa ve Diyarbakır yörelerinde olup bitenleri konuşuyoruz. Serge Reggiani’den "Les loups sont entrés dans Paris" isimli parçayı dinledik. Söz Ayşegül’de.
AT: Evet bu sorum daha çok Dr. Halis Yerlikaya’ya yönelik olacak, dün sosyal medyada tweetler gördük Cizre ile ilgili. Cizre’de Covid-19 vakalarının artış gösterdiği yazılıydı, burada gerçekten sizin duyumlarınız ve duyum yanlış söz belki bilimle örtüşmüyor ama Şırnak Tabip Odası ile görüşmeleriniz ve belki Sağlık Bakanlığı’yla, İl Sağlık’la görüşmeleriniz sonucunda vakaların artış gösterdiğini düşünüyor musunuz? Burada bireysel önlemlerde 1 Haziran sonrası esneme mi oldu? Bundan dolayı mı vaka artışları gerçekleşti, sizin görüşünüz nedir? Kültürü de tanıyan bir kişi olarak, biliyorum taziyeler evleri var ve daha coşkulu ve kalabalık yaşayan bir kültür.
HY: Aslında biz sürecin başında da bu uyarıyı yapmıştık, şunu demiştik, tabii Türkiye’de şöyle bir şey var ‘İstanbul’a kar yağmadan Türkiye’ye kış gelmiş sayılmaz’ meselesi. Sonuçta bütün sürecin İstanbul’a göre ya da büyük şehirlere göre yapılmasının doğru olmadığını, yani epidemiyolojik veriler doğrultusunda çalışmalar sürdürülüp aslında her il bazında o ilin özelliklerine uygun, kültürel yapısına da uygun çalışmaların yapılması gerektiği ilgili bizim uyarılarımız olmuştu sürecin en başında. İstanbul’da vaka sayıları azalırken işte bölgede bazı illerde bu artışın olabileceğini de öngörmüştük. Nitekim hayat bizi doğrulamış oldu aslında, 1 Haziran’da başlayan süreç ve birlikte toplumsal hareketliliğin çok arttığını biliyoruz. Aslında biz TTB olarak 1 Haziran’ın bu biçimde hızlı bir normalleşme sürecinin olmasının yol açacağı sıkıntıları zaten defaten açıklamalarımızda, katıldığımız bütün programlarda ifade etmeye çalışmıştık. Biz sürecin daha kademeli ve kontrollü bir biçimde yapılmasını gerektiğini ve salgın tehlikesinin henüz geçmediğini, kendimizi ve sevdiklerimizi korumaya devam etmemiz gerektiğini söylemiştik. Tabii burada şöyle bir sıkıntı da var, şimdi 1 Haziran hep milat olarak söyleniyor ama iktidarın aslında bu meselede bir başarı öyküsünü ortaya çıkarttığını ve böyle bir algı oluşturmaya çalıştığını da biliyoruz. İşte “biz bu süreçte çok başarılıyız, hasta sayılarımız düşüyor, bunu kontrol altına aldık” gibi bu şekilde toplumda oluşturdukları bu algı üzerinden çok hızlı bir ‘normalleşme’ sürecini yaşadığımızı biliyoruz. Şimdi sorunuza gelecek olursak, Cizre’de gerçekten çok sayıda hasta var, Cizre devlet hastanesi 150 yataklı, şu anda orada hasta yatıracak yer yok neredeyse. Diğer çevre ilçelerdeki İdil gibi yerlere hastaların sevk edildiğini biliyoruz, oralardan Diyarbakır’a kadar gelen hastalar olduğunu biliyoruz. Oradaki arkadaşlarımızla yaptığımız görüşmelerde elbette söylediğimiz bu kültürel meseleler de ön planda belirgin ama sonuçta bu Covid’le mücadele sürecinin en önemli şeyi aslında filyasyon çalışmalarının yapılıp bu hasta olan kişilerin tespit edilmesi ve bu kişilere yönelik önlemlerin alınması, karantina çalışmalarının yapılmasıyla ilgili. Bunun buralarda çok iyi yapılmadığını düşünüyoruz, daha doğrusu çok eksik yapıldığını düşünüyoruz. Tabii ki insan faktörü, kişisel özellikler ön planda, biz de her zaman bunu söylüyoruz, bu fiziksel mesafe kurallarına uyulması, hijyen kurallarına uyulması, maskenin uygun şekilde takılması, özellikle bu kapalı ortamlarda insanların bir araya gelişlerinin minimuma indirilmesi, daha doğrusu engellenmesi gerektiğini, bunlara toplu olarak uymamız gerektiğini söyledik. Bu meseleyi sadece kişilerin yaptıkları yanlışların yol açtığı sonuçlar olarak değerlendirmenin gerçekçi bir değerlendirme olmadığını düşünüyoruz. Burada bütün meseleyi, her şeyi oraya atmak anlamında söylemiyorum ama gerçekten bu meseleyle, bu pandemiyle mücadele meselesinin farklı boyutlarıyla, çok farklı toplumsal katmanlarla da değerlendirilip il bazında, ilçe bazında gerekli önlemlerin alınması, belki sosyal desteğin de sağlanarak buna göre yol alınması gerekiyordu. Sadece Cizre açısından değil Diyarbakır açısından da örneğin 1 Haziran’a kadar 800-900 vaka görülürken şu anda Diyarbakır’da 2000’leri geçti hasta sayısı. Burada suçu insanlara atmanın ben doğru olmadığını düşünüyorum, bu meselede elbette ki insanların duyarlı davranması, toplumsal dayanışmanın herkesin kendi üzerine düşen görevi yapması gerekiyor ama ciddi bir koordinasyonsuzluk ve iletişimsizlik var kurumlar arasında. Sonuç olarak da bu vakalardaki artış tabii ki ölüm istatistiklerine de yansıyor, bu sadece tespit edilen hastalar üzerinden, her bir bireyin burada kıymetli olduğunu düşünüyoruz. Sonuçta bizim yakınımız, sevdiğimiz olabilir bu kaybedilenler, sadece buna değil başlangıcından bugüne kadar PCR testi pozitif olanların üzerinden tüm ülkede 5 binin üzerinde insanı kaybettik. Elbette pandemi yani dünyanın şu anda genelinin uğraştığı bir süreç ama Türkiye açısından ve özellikle bölge açısından önlenebilir birtakım yanlarının olduğunu düşünüyoruz, bunların biraz daha matematik biraz daha epidemiyolojik ve halk sağlığı doğrultusundaki düzenlemeler üzerinden aslında daha başarılı bir sonuca yol açabilir. Ne yazık ki bu yapılamadı şu ana kadar, bizim uyarılarımız dikkate alınsaydı bu sonuçlarla karşı karşıya kalmayabilirdik.
AT: Evet biraz ses gidip gelişliydi, son bölümde Halis hocam, sonlandırdınız zannediyorum değil mi?
HY: Evet.
AT: Tamam ses daha iyi.
HY: Sonuç olarak şunu söyledim, bizim uyarılarımız dikkate alınmadı, eğer TTB’nin meslek örgütü olarak tabip odalarının yaptığı uyarılar dikkate alınsaydı, il bazında, ilçe bazında gerekli değerlendirmeler yapılsaydı, merkezi Bilim Kurulu’na TTB’nin temsilcisi alınsaydı, iller düzeyinde il pandemi kurullarına bizim tabip odalarımızın temsilcileri eğer alınmış olsaydı bazı yaşanan bu acı ölümlerin bir kısmının en azından olmayabileceğini ve bu sonuçlarla karşı karşıya kalmayabileceğimizi düşünüyoruz. Uyarımız ne yazık ki dikkate alınmadı.
AT: Teşekkür ederiz. Bu arada Selim hocam galiba yavaş yavaş programın da sonuna geliyoruz.
SB: Evet bir parça daha dinleyeceğiz çıkarken onun için biz hem Dr. Halis Yerlikaya’ya hem de Dr. Şahut Duran’a çok teşekkürlerimizi iletelim. Bu yoğun mesaileri sırasında bize vakit ayırdılar ve bağlandılar.
AT: Çok teşekkür ederiz. Bizim tartışmak istediğimiz çok soru vardı ama 2 konuk da tabii çok dolu konuklar olduğu için belli bir yerde kesmemiz gerekiyor sanıyorum. Çok teşekkürler Şahut ve Halis, ikinize de.
ŞD: Biz teşekkür ederiz.
HY: Biz teşekkür ederiz. İyi yayınlar.
AT: Çok teşekkürler.
SB: Çok teşekkürler. Ayrılırken son parça olarak komşu Yunanistan’dan parça Makis Ablianitis’ten geliyor ‘Mi Mou arnithis’. Hoşça kalın efendim, iyi hafta sonları. Teşekkürler.
AT: İyi hafta sonları, çok teşekkürler.