Elimde Bir Bulut: Gazze Bianeli İstanbul'da

-
Aa
+
a
a
a

Geçtiğimiz hafta Depo İstanbul'da açılan “Elimde Bir Bulut” (A Cloud in my hand) başlıklı Gazze Bienali İstanbul sergisini Hüsnükabul’de sanatçılarıyla konuşuyoruz: Shulamit Bruckstein, Reinse Chahine, Tanji Khaled, Kubilay Özmen konuğumuz.

""
"Elimde bir bulut" - Gaza Biennale Istanbul
 

"Elimde bir bulut" - Gaza Biennale Istanbul

podcast servisi: iTunes / RSS

W. A. S: Merhaba herkes. Apaçık Radyo burası. Bugün Ferhat Kentel yok. Ben Waseem Ahmad Siddiqui ile birliktesiniz.

Ö. Ö: Merhabalar, hoş geldiniz.

W. A. S: Hoş bulduk. Bugün insanlık enkazın altında kalmış durumda. Bu sözler, bir yıl önce Gazze’den kaçan, bombalardan evini kaybeden ve sayısız akraba ve arkadaşını yitiren Filistinli şair ve yazar Mosab Abu Toha’ya ait. Şimdi o, geride kalanların hikâyelerini anlatmak için bir misyon üstlenmiş durumda. Bugün burada bizimle birlikte, aynı cesarete sahip, geri kalanların hikâyelerini anlatma sorumluluğunu üstlenen konuklarımız var. A Cloud in My Hand / Elimde Bir Bulut başlıklı, Gazze Bienali İstanbul Pavyonu’nda emeği bulunan sanatçılar ve emekçiler bizlerle birlikte: Shulamit Bruckstein, Reinse Chahine, Tanji Khaled, Kubilay Özmen konuğumuz. Hoş geldiniz.

Şimdi konuşacağımız ve dertleşeceğimiz çok konu var. Ben sadece çok kısa… Sine Ergün’ün 21 Eylül’de ArtDog Magazine’deGazze Bienali: Sanatla Direnmek” başlıklı yazısında çok yerinde bazı sorular var. Onları okumak istiyorum, sonra size hemen söz vermek istiyorum: “Savaşa karşı duyarsız hâle mi geldik?” diyor Sine devamında. “Savaşın üzerimizdeki etkisi, basında ve sosyal medyada gördüğümüz rastgele görüntülerle mi sınırlı? Bize ne gösteriliyor ve ne kadarını izlemeyi seçiyoruz? Savaşın yol açtığı tüm kaynaklara erişememek, bir bireyden veya bir sanatçının eserinden neyi götürüyor? Savaşı görmek istemeyenlere sanat yoluyla savaşı anlatmak mümkün mü?” Belki de bunlar asla cevaplanmayacak ya da tek bir cevapla cevaplanmayacak sorulardır. Yine de Gazze Bienali girişimini oluşturan sanatçılar, direnişin bir aracı olarak sanatı kullanmaya devam ediyor; soruları da cevaplıyor ve yeni sorular da yaratıyor,” diye yazıyor Sine Ergün ilk paragrafta. Şimdi buradan sözü tek tek size vermek istiyorum. Şöyle başlayabiliriz: Kubilay Özmen’den. Çünkü burada bilen tek Türkçe konuşan kişi olduğu için yanında Khaled Tanji de var, Türkçe biliyor. Ama sırasıyla yine de herkese, Shulamit'e de geçeriz. İlk sözü Kubilay’a vermek istiyorum. Bu bienalin motivasyonunu bize anlatma şansınız var mı?

K.Ö: Teşekkür ederim. Gazze Bienali, 2024 yılında Gazzeli sanatçıların kendilerini bir Gazze Bienali olarak tanımlamalarıyla ortaya çıkmış bir yapıydı. Bu doğrultuda birtakım ulusötesi işbirliklerini organize etmeye başladı. Dünyanın her tarafından birçok insan… Londra’da, Edinburgh’da, New York’ta… Şu an bildiğim kadarıyla Berlin’de hazırlanan Gazze Pavyonu çalışmaları oluyor ve sunumları yapılıyor. Burada hem Gazzeli sanatçılar hem onlarla dayanışma içinde bulunan küratörler ve diğer sanatçılar bir araya geldi; etkinlikleri izleme şansımız oldu. Biz de yılbaşına yakın bir zamanda, yanlış hatırlamıyorsam House of Taswir’den sevgili dostum Shulamit Bruckstein’ın bizi bir araya getirmesiyle Şubat ayı gibi İstanbul Pavyonu’nun hazırlıklarına başladık. O arada dört kişilik bir kürasyon ekibi oluştu: Reinse, Tanji, Shulamit ve benden oluşan. Ama tabii bize destek olan birçok sanatçı arkadaşımız ve özellikle de Gazze Bienali’nden arkadaşlarımızla sürekli bir iletişim hâlinde böyle bir bienalin kürasyonuna başladık. Daha sonra sanatçıların iletişimlerini elde edip onlarla uzun uzun görüşmelere başladık.

Şöyle bir durum oldu bu Bienal’de: kürasyon yapılırken sanatçı seçmek gibi bir süreç olmadı. Başladığımız anda kırk sanatçı vardı, Gazze Bienali kendini deklare ettiğinde. Şu anda elli dörde çıkmış bir sanatçı sayımız var ve biz her sanatçının bu Bienal’de, İstanbul Pavyonu’nda temsiliyetini önemsedik. Dolayısıyla bir seçme, bir eleme sürecinden geçilmedi. Ve bütün bu çalışmaların sonucunda nihayet 19 Eylül’de Tütün Deposu’nun bize sağladığı alanda iki katında, hatta üç katında; sağ olsun Anadolu Kültür ve Tütün Deposu sergimizi açmayı başardık. Giriş katında da belki biraz sonra değineceğimiz paralel etkinlikler, yan etkinlikler devam etmekte. Belki burada birkaç kelime sevgili arkadaşım Shulamit, Gazze Bienali’nin İstanbul Pavyonu’nun hazırlığında bizi de çok güzel motive ederek nasıl başladığımızdan bahsedebilir diye düşünüyorum. Birkaç kelime, izninizle. Ondan da duymak isterim ben.

W. A. S: Lütfen sadece şunu netleştireyim: Neredeyse elli sanatçı bir arada?

K. Ö: 54 sanatçının temsiliyeti var. Yeri gelmişken söyleyeyim: Sadece bu sanatçılarla kısıtlı değil Bienal’de göreceğiniz sanat yapıtları. “Minnettarlık Festivali” adı altında yaptığımız bir bölümde de Gazze Bienali ve İstanbul Pavyonu ile dayanışma içinde olan sanatçıların işlerini görüyoruz. Bunların arasında Alfredo Jaar da var, Silvana Der-Meguerditchian da var, İstanbul’dan genç sanatçımız Furkan Akan da var. Dolayısıyla Minnettarlık Festivali dediğimiz yerde de yirmi-yirmi beş kadar sanatçı bu dayanışmaya katıldı. Aynı zamanda bu ucu açık; belki önümüzdeki günlerde dünyanın her tarafından daha başka sanatçılar bu dayanışma ve imece için bizimle beraber olmaya devam edecek. Yani kabaca sayı verecek olursam, yetmiş-yetmiş beş civarı bir sanatçının burada dahli var şu anda.

W. A. S: Çok muazzam bir eylem. Shulamit, lütfen nasıl rahat edecekseniz, Türkçe veya İngilizce?

S. B: Çok çok teşekkürler, Waseem. Türkçe gerçekten konuşmuyorum. Ama çok önemli bir şey var: Sanatçılar Gazze’den bu bienali başlattılar. Her gün sanatçılarla çalışıyorduk; Tanji her gün sanatçılarla konuşuyordu. Bu yöntemi hazırlamak çok uzun bir süreçti. Ve gösterdiğimiz her şey, zaman, adalet, inanç ve hatta sevgi diyebilirim çok fazla emeğe dayandı.

W. A. S: Shulamit şunu diyor, özet olarak aslında 2024 yılında ilk başlayan, Gazzeli sanatçıların bir araya geldiği Forbidden Museum of Jabal al-Risan işbirliğiyle olağanüstü bir sanatsal direnişti. Ve o zamandan beri dünyanın çeşitli yerlerindeki sanat kurumları, ulusal temsillerin yerine ulus-ötesi bir sanatsal yakınlık ve ittifak pratiğini ortaya koyan diasporik dayanışma eylemleriyle devam ediyor ve ev sahipliği yapıyor. Evet, ben teşekkür ederim. Başka söylemek istediğiniz bir şey varsa ekleyebilirsiniz.

H. T: Bir şey daha eklemek ister misin?

W. A. S: Eğer istiyorsanız, lütfen.

S. B: Bir şey var İngilizce söyleyeceğim, özür dilerim. Gazze’de bir bienal düzenlediğinizde, Venedik’teki gibi “ülke pavyonları” modelini genişletmeniz mümkün değil. Her şeyin sona erdiği, kuşatma altındaki bir yerde bienalin temelini değiştirmek zorundasınız. Ülke pavyonları yok; Venedik Bienali’nde her zaman ulusal temele dayalı pavyonlar var. Bizim durumda ulusal ve toprak temelli bir yaklaşım yok; tamamen imkânsız, diasporik bir varoluş bunu değiştiriyor.
Bu sebeple, biz “ülke pavyonları”yla değil, aslında başarılı olanlar için bireysel inisiyatiflerle ilerledik. New York Pavilion bizim gibi insanların özel bir inisiyatifidir öyle başladık. Böylece bir kurumun bütün altyapısını kurmadan ilerleyebildik. Bu gerçekten çok ilginç bir şey.

W. A. S: Evet, yine özet olarak Shulamit şunu söylüyor: Aslında tamamen ulus-ötesi bir sanatsal yakınlıktan söz ediyor; ulusal temsiller içermiyor. Ve bütün ittifaklar diasporik, yerinden edilmiş insanların bir araya geldiği bir eylemden oluşuyor.

Ö. Ö: Evet, “inisiyatifler” olarak bahsetti. Yani Gazze Bienali’nin diğer bienallerden farklı olduğuna dikkat çekiyor. İşgal topraklarında ilk kez geçen yıl bir kumsalda normalde her bir pavyon fiziksel bir alana sahipken Gazze’de bu mümkün değildi. Normalde bir bienalde ulus-devletlerin pavyonları olur; burada böyle değil, farklı. Dolayısıyla diasporik; mesela New York Pavyonu’nu örnek verdi orada bireysel inisiyatifler New York Pavyonu’nu kurdu. Şimdi de İstanbul Pavyonu kurulmuş durumda diye özetlemek mümkün herhalde.

W. A. S: Evet, şimdi diğer arkadaşlara geçmek istiyorum. Yanımda Khalid Tanji de var. Khalid Tanji, sen neler söylemek istersin bu eğilimle, dayanışma eğilimiyle ya da dostluk eğilimiyle ilgili?

H. T: Yani ben aslında ilk başta davet için teşekkür ederim. Ben Filistinliyim ama Filistin’i hâlâ görmedim. Yermuk Kampı’nda doğdum. Orada, 1948’de, benim ailem, benim insanlarım, arkadaşlarım Filistin’den insanlar Filistin’den değişik ülkelere dağıldılar.

W. A. S: Filistin’den ayrılmak durumunda kaldılar yani 1948’de yerinden edildiler.

H. T: Ben de aynen; benim ailem… Yani ben de orada doğdum ve mülteci gibi bir hayat kurdum. Bilmiyorum, bu doğru ifade mi? 


W.A.S: Evet, gayet doğru bir ifade. 

Ö. Ö: Bütün bir ailem için bu Bienal, ailemle yeniden bağlantı kurma anlamına geliyordu, diyor.

H. T: Tüm sanatçıların bu tarz arzuları durumlarda yarattılar. Hayat için hiçbir şey yoktu. Onlar için arzularını yaratmak çok zordu. Bizim için bu büyük bir mesajdı: bir gazete, bir televizyon ve bir şekilde Filistin’den mesajlar göndermek için.

Ö. Ö: Bu Bienal, sanatçılar için buna katılan sanatçılar için herhangi bir gazete haberinden, herhangi bir mesajdan çok daha güçlü bir anlam taşıyordu. Çünkü Gazzeli sanatçılar için… (Bu arada parantez içinde kendi notum: Ben de Bienal’i görme fırsatı buldum.) Gidip görürseniz fark ediyorsunuz ne kadar büyük zorluklar içerisinde savaşın ortasında, soykırımın içinde sanat üretimi yapmak… Yani ne anlama geliyor? Gidip görmelisiniz gerçekten. 

H. T: Bu sebeple sanatçılarla çalıştım. Onları kaydedip, hayatlarında onlarla birlikte olup söyleşileri kaydettim ve bir projeyi kurguladık. Tüm artistler onların 25 artistinin işleri ikinci katta gösteriliyor. Orada insanlar, insanlığa dair iletişim kurma fırsatına sahip olabilecekler; “Gazze’de ne oluyor?” diye… İnsanlar oraya gidip telefonu kaldırırlar, dinlerler ve onların hikâyelerine bağlanırlar.

Ö. Ö: Çevirmeye çalışayım. Özellikle ikinci kattaki eserlerden bahsediyor: yirmi beş kadar sanatçının buradaki çalışmaları olduğundan… Ve ayrıca Bienal’e katıldığınızda göreceksiniz, bazı kutular var; telefon ahizeleri var. Bunu isterseniz siz, Kubilay Bey, siz daha iyi anlatırsınız kısaca ondan bahsetti çünkü.

K. Ö: Evet, Bienal Tütün Deposu’nun iki katına yayıldı. İlk katta, sanatçı çeşitliliğinin daha fazla olduğu bir enstalasyon varken; ikinci katımızda, ana alanda Khalid Tanji’nin yaklaşık yedi-sekiz ay boyunca çalışıp ürettiği detaylı bir enstalasyonu izleme şansı var izleyicilerin. Burada hikâye şuydu: Gazze Bienali’nin İstanbul Pavyonu bir anlamda bir tür temsili Bienal’di. Çünkü sınırları kapalı bir coğrafyadan bahsediyoruz; sanat yapıtı getiremiyoruz, sanatçı dostlarımızı davet edemiyoruz. Dolayısıyla biz burada bu Bienal’de neyi göstereceğiz diye başlamıştık. Bu Bienal, bir tür temsili ve birtakım sanat yapıtlarının transformasyonuyla oluşan bir Bienal’e dönüştü. Önce bunu söyleyip Tanji’ye geleceğim tekrar; çünkü onun ifadesi var. Bize fotoğraflar gelmeye başladı bazıları şu anda yok olmuş işlerdi Gazze’deki yıkımlardan dolayı. Dolayısıyla “Bunları nasıl sergileriz, nasıl temsil ederiz?” diye ciddi bir mesai harcadık. Bütün bunu yaparken de sevgili dostumuz Halet Tanji, bütün bu sanatçılarla uzun uzun diyaloglarda bulundu; yaklaşık bir-bir buçuk saatlik röportajvari görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerden edit ederek yaklaşık 25 dakika uzunluğunda, ortalama 30-35 tane video üretildi. Bu videoların 25 tanesi şu anda sergi salonunda görülebilir. Çalışmanın ismi Reconnecting “Yeniden Bağlanma”. Biz bunu tasarlarken Tütün Deposu’nun yapısına da uygun olarak telefon kulübesi gibi bir tasarımla sunmayı düşündük; çünkü şu an Gazze ile kurabildiğimiz tek iletişim küçücük telefon ekranları o da internet çalışırsa.

W. A. S: Evet.

K. Ö: Bu “reconnecting” hikâyemiz de burada devreye giriyor. Bazen iletişim kopuyor ve biz İstanbul’dakiler Halet İstanbul’dayken “Acaba ne oldu? Bomba mı düştü, yangın mı çıktı?” diye endişeleniyoruz; sonra yeniden bağlanınca aldığımız o derin nefes var. Aslında Halet’in orada göstermeye çalıştığı en temel hikâye buydu, “reconnecting” derken. Sanatçılar da buraya gelemediklerinden ötürü hem buraya gönderdikleri sanat yapıtlarını hem de kendi sanat pratiklerini bizimle paylaşma imkânı buldular bu videolar marifetiyle.

W. A. S: Evet, bu hakikaten, tek tek biricik olan, olağanüstü anlatılar, hikâyelerden oluşıyor, yeniden bağlanma fikri… Olağanüstü bir şey. Şimdi ben Reinse Chahine’e de dönmek istiyorum. Chahine, Türkçe bilmediği için ben İngilizce bir cümle, bir soru soracağım. Reinse, Gazze Bienali’yle ilgili bu deneyimi anlatabilir misin? İngilizce konuşabilirsin; son Türkçe çevirebiliriz.

R. C: Evet; bahsettiğim gibi, bu bienal çok özel. Dünyada gördüğümüz standart bir bienal değil. Bu, artistler tarafından, artistler için örgütlendi. Nasıl gerçekleştiği çok zordu; çünkü nasıl bir Bienal yapabilirsiniz nasıl bir mucize yaratabilirsiniz elinizde iş olmayan bir durumda? Çünkü artist veya eser Gazze’den çıkamaz. Bu yüzden çok zordu. Ama bir küratör takımı olarak diğer artistlerle birlikte çalışıp bu işleri yeniden hayal etmeyi sağladık. Örneğin Gazze’deki işleri, Türkiye’deki sanatçılarla Furkan Akan ve diğerleriyle birlikte yeniden ürettik. Ayrıca Abu Dabi ya da Kahire’den birçok çalışmanın gelmesinde şanslıydık; çünkü bazı Filistinliler Kahire’ye geçmişti ve bazı orijinaller elimizde olabildi. Bu, özel bir duygu ve özel bir durum oluşturdu. Benim kısımda her gün lojistik olarak ve “nasıl yapacağız”ı konuşuyordum. Zamanla bunu her zaman söylerim ve çok mutluyum bazı artistlerle bir arkadaşlık kurdum. Bu anlamıyla, hayatlarının detaylarına girmek zorunda kaldım; bir küratör olarak yaşadıkları şeyleri gördüm. Onlarla, işlerle yaşarken olağan dışı bir durumda yaşadım. Ve bunu bir haberden duymakla, bir kişiden doğrudan duymak çok farklı. Son bir şey söylemek istiyorum: Onlara her zaman diyorum ki sanat hakkında konuşmak bazen yanlış gibi geliyor insanlar yemek bulamıyor veya elektrik ya da su yokken… Bu durumda sanat çok ikincil bir şey belki üçüncü, dördüncü, bilmiyorum. Ama bana her zaman “Lütfen, lütfen bizimle konuşmaya devam edin,” diyorlar; çünkü bu, onlara bir kapı gibi geliyor kısacık uzaklaşmak, kaçmak ve yaşadıklarını biraz azaltmak; sonra geri dönmek. Üzgünüm, uzun oldu.

W. A. S: Hayır, tamamen iyiydi. Bu yoğun deneyimler…

Ö. Ö: Elimden geldiğince özetlemeye çalışayım. Bahsedildiği üzere bunun özel bir bienal olduğu söylendi; çünkü bu bienal sanatçılar tarafından organize edildi. Normalde küratörler olur, organizasyonlar olur, sanatçılar katılımcıdır; bu öyle değil. Çok da zordu; çünkü elimizde sanat eseri yoktu diyor yani Gazze’den nasıl çıksın bu eserler? Biz de başka sanatçılarla birlikte re-imagination yaparak, yani yeniden hayal ederek onu tekrar üretmeye çalıştık. Mesela bunu yaparken Furkan Akan gibi Türkiye’den isimlerle yeniden ürettik bazı eserleri, diyor. Şanslıydık ki bazılarını getirebildik; ama onlar Gazze’den değil, mesela Abu Dabi gibi yerlerden, Kahire’den geldi. Buralardan gelen bazı Gazzeli sanatçıların eserleri oldu; onlara da yer verdik, diyor. Bu koşullar sebebiyle özel bir durum. Kendi adıma, sanatçılarla gün gün görüştüm; nasıl yaparız diye Gazzeli sanatçılarla arkadaşlık kurdum; onların günlük hayatına şahit oldum çadırlarda kalıyorlar, yemek bulmakta zorluk çekiyorlar… Normal olmayan koşullarda yaşıyor bu sanatçılar. Bu, haberlerde görmekten farklı bir duygu. Onların günlük hayatına bu şekilde şahit olmak, sanat konuşmak dolayısıyla bana yanlış gibi geliyor, diye bir vurgu yaptı; mesele bundan öte yiyecek dahi bulamayan insanların koşullarından söz ediyoruz. Dolayısıyla sanat daha ikincil bir önemde. Ama bu bir pencere; insanların gelip görebilecekleri bir alan. Böyle özetleyebilirim en azından. Çok teşekkürler.

W. A. S: Teşekkürler, Reinse.

R. C: Bir şey daha söylemek istiyorum lütfen. Benim deneyimime göre, bazı insanlar hâlâ dünyada soykırımın ciddiyetini anlayamıyor. Yanımızda olmadığı gibi hissediyoruz ve o zaman da endişe etmemiz gerekmiyor sanıyoruz. Ama sadece durup insanları hissetmemiz gerekiyor ve tüm dünyada yaşayanlar özellikle Gazze’dekiler onlara dua etmeli. Kimse hiçbir şekilde yardım edemiyorsa, bizim yöntemimiz sanatla yardım etmekti. Bazı insanlar sokağa çıkarak yardım ettiler. Ama insanların bu konuda konuşması gerek konuşmaları gerek. Çünkü maalesef şu an konuşmaktan başka bir şey yapamayabiliriz; farklı mecralarla ama en azından konuşmamız gerek. Bunu yapabiliriz.

W. A. S: Birbirimizle konuşma arzusu…

Ö. Ö: Özetleyeyim; yayının sonuna geldiğimiz için hızlı olmaya çalışacağım. Son bir şey, bir deneyimden bahsetmek istiyorum: Bazı insanlar bu işin ciddiyetini anlamıyor ama bir soykırım gerçekleşiyor. Yanımızda değilse bunun önemini çoğu kez fark etmiyoruz, dedi kendisi. Gazzeli insanlar için dua edin ve elinizden geleni yapın, dedi. Biz bunu sanatla yapmaya çalışıyoruz. Sokağa çıkın, başka şeyler yapın ama hiç değilse konuşun. Başka bir şey yapamıyorsak da Gazze’de yaşananları konuşmak önemli.

W. A. S: “Tek çaremiz konuşmak.” Çok teşekkür ediyorum. Kubilay, lütfen bir dakika kaldı.

K. Ö: Bir dakikada kısaca birkaç şey söyleyeceğim. Burada bizim birkaç kurumsal işbirliğimiz oldu; onları anmadan geçemeyeceğim. Addar, İstanbul’daki merkezimiz bizim için çok değerli bir yerdi. Ramallah’tan Forbidden Museum of Jabal al-Risan bizim için en değerli kurumlardan bir tanesiydi. Ve bize ev sahipliği yapan Anadolu Kültür ve Tütün Deposu’na çok teşekkür ediyorum. 2024’te kuşatma altında bir kumsaldan doğan Bienal dediğimiz arkadaşların deklarasyonunun son cümlesiyle bitirmek istiyorum, izninizle.

W. A. S: Lütfen.

K. Ö: Hiçbir savaş, hayalperestlerin hayallerini durduramaz. Hiçbir tahakküm mekanizması, yaratıcıların kalplerindeki ve zihinlerindeki ışığı söndüremez.

Ö. Ö: Harika.

W. A. S: Bu hâliyle kapatıyoruz. Teşekkürler hepinize.