"Bende sistem yok": Sanatçı Teoman Madra'nın ardından

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

Açık Dergi’de dijital sanatın Türkiye’deki öncü isimlerinden Teoman Madra’nın mirasını, geride bıraktığı arşivi üzerine çalışan akademisyen ve sanatçı Selçuk Artut ile konuşuyoruz.

""
“Bende sistem yok”: Sanatçı Teoman Madra’nın ardından…
 

“Bende sistem yok”: Sanatçı Teoman Madra’nın ardından…

podcast servisi: iTunes / RSS

İlksen Mavituna: Bugün büyük bir sanatçıyı, geçen hafta aramızdan ayrılan Teoman Madra'yı konuşacağız. 1960'lardan 2010'lu yıllara kadar üretimi sürmüş, sanat ve teknolojiyi beraber düşünmüş öncü bir isim. Ardından yazılanlarda da en çok bunu okuduk. Bunun yanı sıra, pek çok alanla temas halinde, interdisipliner yapısıyla da sanat üretimi bâbında öncü diyebileceğimiz figürlerden birisiydi. Teoman Madra, sanat hayatı boyunca farklı alanlarda üreticilerle yan yana gelmiş, hep birliktelikleri gözetmiş ve akışlardan beslenmiş bir isim.

Onun üretiminin geriye bıraktıklarının kapsamına dair konuşmanın -geç de olsa- zamanı diye düşünüyoruz. Onu sanat tarihimizde henüz hak ettiği yeri görmemiş büyük bir isim olarak düşünenlerin sayısı belki çok değil ama bu muhtemelen bir bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor. Bu bilgi eksikliğini bir parça da olsa gidermek için, Selçuk Artut'la bu akşam yayındayız. Sabancı Üniversitesi'nde akademisyen ve sanatçı, müzisyen Selçuk Artut'la zoom üzerinden buluştuk hızlıca bu söyleşiyi kotarabilmek için. Kendisinin Sabancı Üniversitesi ve Müzesi bünyesindeki faaliyetlerini daha önce Açık Dergi'de, uzaktan da olsa takip etmiştik. Dijital sanat eserlerinin konservasyonu, korunmasına dair etkinlikler sırasında da ismini zikretmiştik. Selçuk kendi solo işlerinin, sanat işlerinin ve müzik işlerinin yanı sıra, böyle çok önemli, kulağa ilk başta niş gelebilecek ama bence hayati yetenebilecek bir meselede faaliyet göstermeyi sürdürüyor. Üstüne üstlük Teoman Madra'nın yapıtı ile, geride bıraktığı arşiv ile de bir müddettir haşır neşir kendisi. Bu arşivin tasnifinin ve arşiv mahiyetinin iyice ortaya çıkması için çalışılması gibi çok büyük bir mesai üstlenmişti kendisi. Çalışmalar farklı şekillerde sürüyor, sürmeye devam ediyor.

Teoman Madra'nın kaybının ardından da bu tabii ki büyük de bir mesuliyet. Hem bu çalışmalarda ne oluyor, ne bitiyor, bunu konuşmak için hem de arkasından yazdığımız, kaleme almaya çalıştığımız kısa biyografilerin de ötesine geçerek Teoman Madra'ya anmak için Selçuk'a ulaştık. Şimdi bir teşebbüsümüz olacak Teoman Madra biyografisini ortaya çıkarmak ve başka pek çok konuya da temas etmek için. Selçuk, hoş geldin yayınımıza.

Selçuk Artut: Hoş bulduk, çok teşekkür ederim. Hoş bir giriş oldu. Umarım bunu katman katman açacağız. Konuşacak epey çok şey var.

İ. M: Öyle, hakikaten öyle. Nereden başlamalı... Yani, şöyle bir şekilde başlamak lazım hakikaten: Önemli pek çok meseleye de girizgâhta değinmiş bulundum. Teoman Madra Arşivi ile başlayalım. Bir yandan da aslında onun eseri, üretimi, kendinin aynası diye de düşünerek, yavaş yavaş onun biyografisini de notlandırırken eserlerinden faydalanmak da önemli olacaktır.

Arşivle sen nasıl karşılaştın? Arşive nasıl yaklaştın? Nedir bu arşiv? Arşiv denince de çok kolay geliyor insanların kulağına. Ortada genellikle son ürünü görmeye alışığız pek çoğumuz ama büyük bir emek tabii ki. Biraz anlatır mısın Teoman Madra Arşivi'yle neler yaptığını?

S. A: Tabii ki. Ben bu alana dair, bu alan için teknolojik sanatı en uygun bulduğum ifade olarak belirteyim. Teknolojik sanat alanında bir süredir uğraşlar veriyorum, bu uğraşları yaparken hemen, nihayetine vardığım tanımı kullandım. Ama acaba bu sanatı nasıl tanımlayabiliriz? Hem bir sanatçı olarak yaptığım işlerin ne anlama geldiği, hangi zemine oturduğunu daha iyi kavrayabilmem için hem de bir akademisyen olarak bu coğrafyada, bu ülkede buna ne dememizin daha doğru olacağına dair soru işaretleri içerisinde, başka kaygılar da oluştu. Ondan da hemen bahsedeyim. Ben bu eserleri üretirken bu eserler farklı koleksiyonlara girmeye başladı. Tabii ki netice, onların birer kültürel öğe olması, kültürel kıymetli bir öğeye dönüşmesi. Çünkü, "Biz hayattayız ama yarın öbür gün işte biz olmadığımız zaman bu eserler ne olacak?", "Bu eserler bir müzede tozlu raflarda yok mu olacaklar ya da koleksiyonerlerin elinde?" ya da "İleride tekrar temsiliyetlilerini canlandırabilmek için nasıl bir strateji, nasıl yöntemler, neler yapmak gerekir?" diye kafa yormuştum.

Bununla beraber de, senin de dile getirdiğin gibi, Sabancı Müzesi'nde teknolojik sanat eserlerinin korunması üzerine bir farkındalık faaliyeti başladı. Orada yaptığımız etkinlikler kapsamında. İlk önce ben bir sanatçı olarak bir veryansın ettim. Bu alana dair aslında çok somut çalışmalar olmadığını söyledim. Bu süre zarfında, Sabancı Müzesi'nde yaptığımız etkinlikler zarfında epey videolar, atölyeler, çalışmalar üretildi. Ama ben onu somutlaştırmak istiyordum ve iki editörle beraber, toplam üç kişiyiz, biz bir kitap yayınladık: Teknolojik Sanat Eserlerinin Korunması; Technological Art Preservation.

Dünyanın farklı kurumlarından insanlar da katkılarda bulundular. Bunlar arasında Almanya'daki ZKM (Zentrum für Kunst und Medien), Konrad-Adenauer-Stiftung'un (KAS) ekibi, Tate Britain gibi oluşumlar yer alıyor. Bu kurumlardan görüş yazıları aldık ve sonuç olarak bu kitap yayınlandı. Bu kitaptan bu kadar uzun bahsetmemin sebebi şu, bir yandan da ben Türkiye'de medya tarihinde neler oluyordu, medya sanatı ve teknolojik sanat bağlamına baktığımda çok az referanslarla Teoman Bey'in ismini de duyuyordum. Sonra Teoman Bey'in neler yaptığını merak ettiğim için Beral Hanım'la iletişime geçtim. O da bana Ayvalık'ta birtakım malzemeler var, gelip bakabilirsin, inceleyebilirsin demişti, atlayıp gittim. Gerçekten neyle karşılaşacağımı bilmeden ama bir yani müthiş bir şey malzemeyle karşılaştım. Ben sadece buzdağın tepesini görmüşüm ve hani birkaç cd değil, binlerce cd, binlerce dia, yüzlerce saat video kaydı gibi eski materyallerin olduğunu fark ettim.

Aslında bu durum özelinde, teknolojik sanat eserlerini nasıl koruyacağıza dair, Teoman Bey'in çalışmalarının yok olmakta olduğunu fark ettim. Bu alana dair yapacağım çalışmaları ikinci safa bırakarak ilk önce bu Teknolojik Sanat Eserlerinin Korunması kitabını yayınladık ve kitabın kapağında Teoman Bey'in bir yaptığı eserlerden bir tane görsel var; aslında burada ikinci çalışmanın sinyallerini çok da belirgin bir şekilde olmayacak şekilde sunmuştum.

Makro bakmak gerekirse, "Teknolojik sanat eserleri nasıl korunacak?" sorusuna dair genel bir söylem ardından "bir vaka analizi olarak da Teoman Madra" diye bu süreç başladı. Teknolojik medya saklayıcılar elbette 1950'lerden alacak olursak, kimine belki dinleyicilerimiz aşinadır: VHS bantlar, Betamax kasetler, flopiler, sonra hard diskler vs. diye gidiyor. Bunların, özellikle analog medyaların bir raf ömrü var. Örneğin VHS'lerin 20 yıllık bir raf ömrü var. Dialar biraz daha koruyor ama ben Teoman Bey'in işlerini gördüğüm zaman onların böyle tozlu raflarda yok olmaya maruz kaldığını gördüm. Hemen ilk çabamla, pandemi zamanıydı, bireysel çabamla diyebilirim herhangi bir yerden destek söz konusu olmadan bunları dijitale aktarmaya başladım. İşin muhasebesini yapmak gerekirse 18.000 civarında dia taradım, 500 saate yakın video görüntüsü aktardım, binlerce CD, şu an çok rakam konuşuyorum ama insanların gözünde canlanması için söylüyorum. 5 TB'ye yakın bir veri elimde oluştu. Çünkü ilk yapılması gereken, acil nokta buydu; bu eserlerin daha fazla erozyona uğramadan dijitale çevrilmesi. Peşi sıra da yine aynı akademik duruşla, bunları sadece aktarmak değil, onların taksonomilerini yapmak, onları sınıflandırmak, içeriklerine dair bilgiler sunmak gibi onların biraz artık dijitale dönüştükleri hallerinde, verileriyle uğraşmaya başladım. Bunun için dünyada belirlenmiş bazı standartlar var. Bilgi yönetimi alanındaki en bilinen standartlardan biri olan CDWA'yı kullanarak bu içerikleri de adlandırmaya çalıştık. Şimdi bunlar işin teknik tarafı ama bir yandan da tek bir kişiyle uğraşınca, bu işin o kadar çok katmanı ortaya çıkıyor ki, hepsinden bahsetmeye çalışacağım.

Bir yandan da tabii, Teoman Bey tanınmıyor. Belki bu kuşak tarafından tanınmıyor ya da benim şahsi kanaatim ona yeterince hak ettiği ilgi sunulmamış. Bir yandan da şöyle bir çabaya girdim -bir mücadele!- Teoman Bey yaşamdayken onunla ilgili bir kitap yayınlayabilmek ve bir sergi yapabilmek. Bunun için kolları sıvadım ama dünya benim arzu ettiğim hızla dönemedi. Neticesinde, maalesef Teoman Bey'i çok yakın bir dönemde kaybettik. Ama bu çalışmalar hala devam ediyor. Kitap çalışması da devam ediyor. Yanı sıra bu verilerin anlamlı hale gelebilmesine dair bir uğraşlar devam ediyor. Bu proje üzerinde bir de yüksek lisans öğrencimle biz makale de yayınladık, bir tez de ürettik. Bu tez kapsamında da Teoman Bey'in kim olduğuna dair biraz biyografisini toparladık, biraz yaptığı işleri yine klasifiye etmeye çalıştık. Bunu geniş kitlelere tanıtmaya çalışıyoruz.

Süreçte geldiğim noktada, ben yılmadım. 5 yıldır, 6 yıldır bununla ilgili bireysel kendi mücadelem devam ediyor. Oolumlu şeyler çıkmaya başlıyor. 2026 yılında büyük ihtimalle daha görünür hale getirebileceğimiz birtakım fırsatlar karşımıza çıkacak, gibi gözüküyor.

İ. M: Evet, evet ben de öyle umuyorum. Bir yandan da şimdi ölümünün ardından dostların bir araya gelmesi de söz konusu olacak. Pek çok ihtiyaç vardır bu projelerde sürerken. Süreç olabildiğince yaratıcı şekilde, çok da mücbir sebebe takılmadan hızlı bir şekilde ilerler.

Bir yandan not alıyorum, sen yeterince ilgi sunulmamış bir sanatçı olduğunu söyledin, öyle olduğunu düşündüğünü belirttin. Bir yandan şu da aklıma geliyor, -Teoman Bey'in ürettiği işleri çok kısmi olarak, bilen birisi olarak, kimi izlenimlerim itibariyle tabii bu soruyu soruyorum şüphesiz- bir yandan Teoman Bey'in kullandığı araçlar, şimdi senin en başında aslında andığın mesele bu, teknolojik eserlerinin korunması meselesine dair de bir soru tabii ki, bir yandan kullandığı araçlarla ilgili bilinmez diyeyim, ilgi görüp görmemesi ayrı bir konum gibi gözükse de tam da değil aslında. Teknolojiyle sanatı yanyana getirmek, gizgahta da söylediğim gibi öncülük vasfı da yüklüyor kendisine ve bir yandan yakın çevresinde anlaşılamaması gibi bir durum da söz konusu olabilir. Yakınında olmuş sanatçıların da pek ilişki kurması kolay olmayabilir. Bu manada "Teoman Bey'in öncülüğü bir noktada acaba bir dezavantaja da dönüştü mü?" diye insan düşünmeden edemiyor. Neler söylemek istersin? Biraz spekülatif bir soru sormuş olurum.

S. A: Tabii, şimdi burada birkaç parametre, birkaç bakış açısıyla dokunmak lazım, senin de dile getirdiğin gibi: Öncü. Çünkü çok konvansiyonel olan bir şeyle uğraşmıyor. Geleneksel tarzda bir resim çalışması ya da bir heykel çalışması gibi, 1960-1970'li yıllarda ortalıkta dönen sanat dünyasının, buradaki sanat dünyasının üretimlerinden farklı bir kulvarda yol alıyor. Ama o biraz rotasını çizerken; 1950'li yıllarda Amerika'ya gidiyor öğrenci olarak, California'da bir eğitim alıyor pomoloji, meyve bilimi üzerine. Orada da tabii ki asıl işin kaynağına yaklaştığı, beslendiği bir fluxus dönemi var. O döneme bağlı olarak da tavrı tabii ki medyalar arası işler üretebilmek, intermedya kavramı üzerinde yoğunlaşmak. Böyle olunca da bu işin parçası olarak ses var, görüntü var ve performans var. O bunlara yöneldiğinde bunlara cevap verebilecek bir ortam, eğer bakacak olursak daha çok Amerika kıtasında New York'ta ya da Avrupa'da var.

Parametrelerden biri bu dedim ama ikincisi de aile mesleği olan zeytin üreticiliği ve ürünleriyle ilgili yaptığı şey. Onun tabii ki çok bireysel olarak ve sanatçı olarak parlamasında biraz da olsa zorluk çıkarıyor. Bu da günümüzün halen devam eden sorunlarından bir tanesi. Eğer bir alanda çok öncü noktadaysanız ve insanların bu durumu daha fark etmesi için çok daha zaman gerekiyorsa, siz kişisel çabalarınız ve tutkunuzla bu süreci yürütmek zorundasınız. Ama Teoman Bey hiçbir zaman yılmamış. Yaptığı sergilere bakın, 1964 olması lazım, tarihe bakabilirim, İstanbul'da Şehir Galerisi'nde yaptığı bir sergi var. Ama rotasını biraz da çevirmiş, Avrupa'da işler üretmiş. Orada tanınırlığı var. Paris Bianali'nde bir iş üretmiş. 70'li yıllardan sonra da bu disiplinler arası tutumuyla beraber çeşitli müzisyenlerle beraber işbirliklerine girmiş. Bunlardan bir tanesi Okay Temiz, yıllarca o konserlerinde, o da Işık Gösterileri adını verdiği ya da Multimedya Gösterileri dediği, Dia Gösterileri dediği birtakım işler üretmiş: Ama zamanın çok ötesi! Okay Temiz'le bir yerde karşılaştık ve ona sorduğumda demişti ki, "Bak burası AKM, burada yıllar önce konser verdiğimizde insanlar işte kapatın şu görüntüleri, biz konser izlemeye geldik diye eleştiriyorlardı." 1970'li yıllardan bahsediyoruz. Sanırım bugün hiçbir konser yok ki yani böyle bir görüntüsü olmasın. O zaman için insanların anlaması için çok erkenmiş ama Teoman Bey kimseyi beklememiş. Çünkü bir yandan, bir başka kanaatim de Teoman Bey'in doğuştan bir sanatçı olduğu. O doğuştan sanatçı vasfı ise çok da dış etmenlere bağlı o gelişen bir şey değil. O personayı bir kimlik olarak hayatının sonuna kadar da devam ettirmiş. Yani 80'li yaşlarında, iPad ile bir şeyler yapmaya başlamış. 80'li yaşlarında iPad ile iken 80'li yıllarda ise yani 50'li yaşlarında Amiga bilgisayar çıkınca Amiga bilgisayarla bir şeyler yapmaya başlamış. Ama bunları sunma bağlamında, o konvansiyonel, o hani böyle sanatça, bir dilden konuşan bir yapısı yokmuş. Onu sevenler veya beğenenler, onu takdir edenler, etrafında olanlar daha çekirdek bir kitle olarak var olmuş. Bu anlamda da biraz indie yani independent, bağımsız bir sanatçı olarak kimliğini de koruyabilmiş.

Ama bugün bakınca tabii, bugün gelinen noktada, özellikle dijital sanat bağlamında böyle işlerin öncü olduğu üzerinden müthiş bir ilgi uyanıyor. Aynı sorunsallık içerisindeyiz, "Yaptığı işlerin zamanında kıymeti bilinmemiş" demek zorundayız. Bugün kıymetinin bilinmesi açısından tabii ki bir uğraş içerisindeyiz. Hem bu tarihsel sürecin, Teoman Bey'in yaptığı işlerin gün açığa çıkması hem de bir yandan da teknolojik evrimin neticesinde ortaya koyduğu çalışmalar da aslında çok uzun bir süreyi kapsadığı için, 1960'lı yıllardan 2010'a kadar çok ciddi bir süreç, "Yakın sanat, modern sanat, çağdaş sanat mı, medya sanatı mı demek daha doğru olur Türkiye ekseninde?" bile diyebilirsiniz. Uluslararası ölçüde de konuşulabilir. Bir tarih yönünü de insanlara sunma gayretindeyim. "60'lı 70'li yıllarda Türkiye'de medya sanatı üzerine bir iş yapıldı mı, yapılmadı mı?" sorusunun cevabını Teoman Bey'in işlerine baktığımız zaman çok daha net bir şekilde görebiliyoruz. Umarım, arşiv çalışmaları da yaygınlaşabilir ve insanların da erişebileceği, üzerine çalışmalar yapılabileceği bir boyuta geldiğinde o zaman literatürün de artacağını düşünüyorum.

İ. M: Az evvel bir tezden bahsettin. Sabancı Üniversitesi'nde senin gözetiminde yazılmış bir tez bu, Begüm Çelik'in tezi.

O da aslında kimi alokasyonları yapıyor. Teoman Bey'in eserine dair hem Türkiye Sanatı hem de dünya sanatı bakımından. Hem de Teoman Bey'in aslında sanat yaşamına dair de çok iyi bir özeti de veriyor. Ama öte yandan, dediğim gibi, bu araştırmaların bir biçimde kamusal alanda da var olması, farklı fonksiyonlara erişebilmesi çok kıymetli. Umuyoruz kısa süre içerisinde daha kamusal diyebileceğimiz, daha açık, herkese açık, herkesin erişiminde olan alanlarda Teoman Madra ismini daha çok görürüz bu konuya dair.

Söyleşinin ilk kısmını yavaş yavaş tamamlarken, söylemek isteyeceğin ekstra bir şey olur mu acaba?

S. A: Evet, süregelen bir kitap çalışması var. Bu kitap da Teoman Bey'in sanatçı duruşuna ve işlerine dair. Çünkü yaptığı işler çok görsel olduğu için bunların yaygınlaşmasını sağlamak açısından kitabın da önemli olduğunu düşünüyorum. Bu çalışma içerisinde de onun yakınen tanıyan, etraftaki, az önce dile getirdiğim o çekirdek kitledeki insanlarla biraraya gelerek onu konuşuyoruz. Kitap da biraz ondan bahsediyor olacak. Hem akademik hem de bir sanatçı olarak duruşunu söyleyecek. Sanat tarihsel bağlamında da böyle bir çalışma devam ediyor.

İ. M: Peki, şimdi eğer senin için de uygunsa, hazır seni yakalamışken burada, 60'lardan 2010'lu yılara kadar o muazzam üretimin en yakından şahidi oldun arşivle. Arşiv üzerine çalışırken biraz buradaki serencamı konuşalım mı? Ayrıntı verebildiğimiz kadarıyla, ne kadar yapabiliyorsak bunu. Çünkü dediğim gibi ardından kaleme alınan yazılarda, isabetli olmakla birlikte belli başlı tespitler var. Bizim de süreçimizin ilk bölümünde vurguladığımız gibi; sanat ve teknolojinin yakınlığı ve interdisiplinerliğe dair tespitler bunlar. Biraz bunları teferruatlandıralım istiyorum ben eğer senin için de uygunsa.

Bir yandan, paralel olarak da şeyi de düşünüyorum: Farklı mecralarda üretilmiş işlerin dijitale aktarılmasını söyledik ama bunlardan ibaret de değil muhtemelen arşiv meseleleri. Sen farklı dönemlerden, farklı eserlerle karşılaştığında nasıl zorluklar yaşadın? Bunları da duymayı çok çok isterim. Özellikle bizi dinleyen arşivci dostlarımız da vardır. İlla ki böyle merakları da vardır. Ama şöyle bir yapılmışlardan başlayalım, Teoman Madra'nın ilk ışık oyunları... Öne çıktığını söyleyebileceğimiz dönem bir yandan cazla haşır neşir olduğu, müzikle haşır neşir olduğu dönem. Nasıl ilerlemiş Teoman Bey dünyada? Bize baştan şöyle bir anlatmaya başlamanı rica etsem?

S. A: Tamam, çok iyi oldu müzikten bahsetmen. Çünkü müziksiz, Teoman Bey'den bahsetmek çok mantıklı değil. Onu iten, sanattaki o besleyici kaynağı aslında müzik olmuş. Fotoğraf çalışmalarını da şöyle tarif edebilirim, 60'lı yıllarda Türkiye'ye dönüp askere gittiğinde -bunlar hep tesadüfler, belki de güçlü tesadüfler- bir yüzbaşından aldığı bir Voigtländer fotoğraf makinesiyle uzun pozlama yöntemlerini kullanarak, daha böyle deneysel ama bugünün estetik dünyasına konuşacak olursak, üretken sanat, İngilizcesi generative diye geçen bir hal ve tavır içerisinde, müzik eşliğinde, hareket ederek, dans ederek, elinde bir ışık kaynağını uzun pozlayan bir makinede daha soyut örüntülere dönüştüren bir çizgisi var. Bunlara Işık Oyunları diyor. Aslında hayatın sonuna kadar da öyle ya da böyle onu bırakmıyor o tutkusu.

Ama bu tutkunun en temelinde de yine belirttiğim gibi müzik var. Böyle herhangi bir rastgele serlikten bahsetmiyoruz, dinleyicilerin hayal etmesi için elbette görüntülere erişmeleri lazım. Bununla eriştikleri zaman fark edecekleri nokta orada bir böyle müzik uyumunu o görsellik içerisinde fark edebiliyorsunuz.

Teoman Madra Arşivi, Işık Oyunları (1960-1970)

İ. M: Müzik demişken kastımızın hangi müzik olduğunu da belki bir parça konuşabiliriz. 50'lerden bahsediyoruz. 50'ler 60'ların ve devamında konuşuyoruz galiba.

S. A: Birinci olarak cazdan yola çıkacak olursak ama daha avangard caz, işte daha deneysel olarak, Charlie Parker, Ornette Coleman gibi isimler söyleyebilirim. Caz çizgisinde ama tabii oradan evrimleşerek -ve onunla beraber diyebileceğim- biraz daha Fluxus'un etkisini hissettiğimiz; John Cage'ler, La Monte Young'lar, bu coğrafyadan ismini bildiğimiz İlhan Mimaroğlu, Bülent Arel'i, İlhan Usmanbaş gibi isimleri çok fazla görüyorum. Ben Edgard Varèse, Poème électronique vs. gibi isimlere de denk geldim yer yer kullandığı işlerde. 80'lere buradan bağlayabilirim. O zaman onları dinlediğine dair elimde birtakım doneler var ama 80'li yıllarda Amiga bilgisayarla yaptığı işlerde bizzat video bandı olduğu için onları duyabiliyorsunuz. Ve o müzik tutkusu, avangarde diyeceğim, caz veya çağdaş, besteciler noktasında bırakmamak lazım, günümüze kadar gelebilmiş. Çünkü 90'lı yıllarda da bazı canlı gruplarla performans ve görüntü şovları yapmış mesela onlardan anabileceğim isimler Zen var, Islak Köpek var, Alper Maral var, Sia Sia Band var. 2000'lerde bunlar daha da belirginleşmiş ama yine o avangarde çizgide. Birincil etkilendiği katman olarak görülebiliyor.

Evet 80'li yıllarda Amiga bilgisayarla yaptığı şeyler de son derece deneysel. Amiga bilgisayarı alıp bir yandan oyun oynamak amaçlı ya da bilgisayar programlamak amaçlı gibi gözükse de o dönemin imkanlarını kullanarak, video feedbackleri yapabileceği birtakım kontrol cihazları ekleyerek bunları kendince manipüle ederek yapıyor, yine o üretken sanat bağlamında, o generative sanat diyebileceğim görüntüler ve örüntüler üretiyor. Burada da yine hareketin tekrarı ama müziğe eşlik etmesi vs. gibi şeyleri estetik açıdan yine gözlemliyoruz.

90'lara geldiğinde de bu sefer teknolojik evrimi de görüyorum. Teoman Bey'in işleri üretmesinde önemli bir yerde çünkü o bir aparat ve o aparatın sunduğu imkanlar neticesinde, aslında özünde tuttuğu avangarde müziğin etkilenimleriyle beraber, o üretken sanat bağlamını hep başka bir medyuma göç ettiriyor. Bu çalışmalar, ta ki 2010 yılında -şunu da unutmamak lazım o zaman 60-70 yaşında bir insandan bahsediyoruz- eline Ipad aldığında da devam ediyor. Hani o bahsettiğim ilk fotoğrafla yaptığı işlere Işık Oyunları demesi de çok tesadüf değil. Yaptığı işi oyunsallaştırmış ve içselleştirmiş.

Bu ideal bir laf olabilir ama kişisel kanaatim olduğu için söyleme özgürlüğü hissediyorum. Gerçek bir sanatçı profili görüyorum karşımda. Hem de inatçı, yaptığı şeyleri yapma konusunda her ne kadar demotive edecek bir sürü faktör olsa da buna olan inancı, o ısrarı ve inatçılığıyla beraber hiçbir zaman nefes almadan bu işleri üretmesine yol açmış diyebilirim.

Şimdi arşiv bağlamında baktığımızda ise şeye çok dikkat etmek gerekiyor. Biraz sanatçı olarak ben de o bilinçle bakıyorum yaptığım işlere. Yaptığımız her şey kıymetli olmak zorunda değil. Hatta her sanatı korumamız da doğru değil. Mesela biyolojik sanatlar var. Onlar yok olmak üzere var olan sanatlar da olabilirler ama kültürel bağlamda bazı işler var ki onu ancak zaman fitresinden geçirdiğimizde ya da bir sanat analizi gözüyle bakabildiğimiz zaman ne kadar kıymetli olduğunu anlayıp bir kenara koymaya karar vermemiz gerekiyor.

Teoman Bey'in arşivi son derece karmaşık ve karışıktı ve bu aslında düzenli diyebileceğim hali, yani karışık olmasına rağmen bir nebze düzenli olabilecek dediğim hali, dijitalleşmeden öncesi. Bunu herkes kendine de sorabilir gerçi. Çektiğiniz fotoğraflar ne zaman düzenliydi? Onların çıktılarını alıp albümlere koyduğumuz dönemlerde düzenliydi. Sonrasında hard disklerde, böyle belleklerde kaybolan, bir daha dönüp bakmadığımız, belki de dönüp bakmaya yönümüzün yetmeyeceği kadar çok olan imajlara dönüşüyor. İşte o dijitalleşme sonrasındaki arşiv şu anda çok büyük bir şey ve benim için zor bir uğraş olarak karşımda duruyor.

Herkes kendine belki dersler çıkarabilir. Bu düzeni ben lineer medya yani VHS ve Betamax'ları kadar sonrasına kadar koruyabilmiş olduğunu gördüm Teoman Bey'in. Bir yandan da bu medyaların da fiziksel olarak daha az erozyona uğradığını görüyoruz. Çünkü harddiskler çalışmayabiliyor. Ya da bir cd çizildiği zaman artık işlevsiz hale gelebiliyor. Ya da o cdyi okuyacak malzemeyi bulduğunuz zaman o malzemeler çok çabuk bozulabiliyor. Fotoğraf diaları ve VHS'ler çok uzun bir süre saklanabiliyor.

Tabii ki arşivcilik bağlamında buradan çıkarılacak en önemli ders, her yeni bir teknoloji çıktığında daha öncekilerin oraya doğru göç edilmesini sağlayabilmek ve özlerini de koruyabilmek ve onları tabii ki klasifiye edebilmek. Eğer klasifiye edemezsek, onlara manalar yükleyemezsek, onlar sadece birer veri olarak kalacaklar. Onların tarihsel önemleri, sanatsal içerikler üzerinden bir takım bağlamlar yaratıp işte kitap, tezdir, makaledir vesaire gibi uğraşa girdiğinizde O zaman üzerinize düşen sorumluluk sadece aktarmak değil, asıl sorumluluk o zaman başlıyor, onlara yorum verebilmek. Bu noktada benim çıkmazlarımdan biri Teoman Bey ömrünün son döneminde çok fazla iletişim kurabileceğimiz bir seviyede bir farkındalığı yoktu. Şu an zaten ne yazık ki aramızda da bulunmuyor ama biraz ona daha dışarıdan bakarak, bir sanat analizi yaparak, o işlere mana verecek ve tarihsel yerlerini, o tuğlayı arıyorum. Her seferinde "70'li yıllarda Türkiye medya sanatında neler yapılıyordu?"ya dair söylemlerin daha sağlam bir zeminde konuşulabileceği o tuğlayı, sanat tarihi tuğlasını yerine koymak için çaba gösteriyorum.

İ. M: Evet, sanat tarihi tuğlası. En son söylediğinden devam ediyormuşum gibi ama çok önemli aslında. Bir yandan Teoman Bey'in de ağırlığına dair de pek çok şey söylüyor. Yaptığı, ürettiği işin ehemmiyetine dair çok şey söylüyor. Bir yandan da tabii ki ondan ibaret olmadığını aynı anda işaret ediyor. 60'lı ve 70'li yıllarda Teoman Bey'in nasıl bir manzarada olduğunu da düşünüyorum, bunu da düşünmek önemli ama bir yandan bu da zor tabii ki. Yani Avrupa ile Amerika ile kurduğu ilişki, Fluxus ile kurduğu ilişki burada tam muhatabını bulamıyor oluşu da yine zorluklara yol atacak.

Ben biraz da oyun konusunu konuşalım istiyorum. Orada kaldı aklım aslında Selçuk. Yani Işık Oyunları diye başlamış ama işte senin de söylediğin gibi hem Amiga zamanında hem sayenizde görme imkanını da buldum, tezde de görseller vardı. iPad zamanı ürettiği işlerde de. Bir devamlık da var tabii ki, Işık Oyunları'nın devamlı. Ama esas burada mesele bana biraz oyun gibi geliyor.

Öte yandan, şimdi şunu hatırlıyorum, mesela New Media Kitchen web sitesi gibi bir teşebbüsü var bir noktada. Asla da bırakmıyor yani. Bir dirayeti var aslında arşiv tutmaya, insanları biraraya getirmeye dair bir inadı da söz konusu kendisinin. Belki başkaca zorluklar var bir ekip olabilse etrafında, bugün daha düzenli diyebileceğimiz bir arşiv karşımıza çıkacaktır şüphesiz ama oyun merakı yani sürekli birilerini işin içine katma merakı izleyiciden başlayarak ama üreticileri de düşünerek... Galiba şeyin cevabı gibi geliyor bana, bu kadar ilgi görmezken, karşılığını bulamazken pek çoklarımız belki çok evvel bir safhada pes ederdik, bırakırdık işi ama sanki hep "Yeni bir alan açma, onu oyun gibi düşünme eğiliminden mi kaynaklanıyor?" diye kafamda bir soru oluştu. Neler söylemek istersin?

S. A: Tabii, geniş bir konuya girdik ama mesela çocuğu düşünüyorum çocuğun oyuna verdiği kıymeti. Oyun oynadığı için hiçbir çocuk para kazanmıyor mesela hayatı bu. Bundan tek edindiği şey o anın kıymeti, sonrası bile yok, müthiş bir şey haz hali. O haz hali aslında benim kendimle özdeşleştirebildiğim noktasında müzikle sağlanabilen bir şey. Sen o performansı sunduğun noktada o hazı sen üst seviyede yaşayabiliyorsan, eğer şanslıysan bunu insanlarla da beraber paylaşabileceğin ortamlar oluşuyor. Teoman Bey'in de böyle kıymetli insanları bir yere getirebildiği şeyler olmuş.

Ama öncü karakterinden bahsediyoruz. Bu deneyselliğe tabii çok fazla geniş bir kitle etrafında yok. Mesela arşivlere baktığımızda 1974 yılında İzmir'de bir şey sunuyor. Orada insanlara dinlettiği şeyler arasında İlhan Mimaroğlu, Edgard Varèse gibi isimler var. Şimdi bunları o zaman dinletip böyle fotoğraflar göstermek falan ancak o işleri kendisi kadar sevebilen insanlarla birarada yapabileceği bir saflığı gerektiriyor. Bugünkü tavrıyla, bu ifadeyi özellikle kullanacağım, cool bir şey yapmaya çalışmıyor. Eleştirel olarak söylüyorum bu kelimeyi. O, bundan haz duyuyor ve bununla beraber haz duyan insanlarla beraber o oyunu oynamayı seviyor. Zaman içerisinde değişmeyen şeylerden bir tanesi bu.

Bunun getirisi ne olur, ben bununla meşhur mu olurum, bununla şöyle bir şey mi olur vs. gibi noktaları beraberinde geldiği için benim kafamda oluşan ideal sanatçı tanımında çok güçlü bir yere oturuyor.  Statü bağlamında farklı işler üretip işte stratejik davranıp bunlara girdiğiniz zaman o oyundan aldığınız haz ise son derece azalıyor. Belirttiğin gibi, etrafında ekipler olması işte menajerin olması, o sergi, bu sergii sonra burada konuşma gibi yerlere hiç bulaşmadan kendisi gibi olmayı, kalmayı bir 60 yıl -sanat üretiminin tam çizgilerine bakmak lazım- boyunca devam edebilecek bir iradeye sahip olması bence onu bir gerçek sanatçı olarak karşımıza çıkarıyor.

Birçok insan için de, yaptıkları işin sanat eseri olup olmadığı bağlamında tabii ki argümanlar varlar ama bugün Teoman Bey'e sorsanız bence pek umurunda olmayacaktır. İşlerinin dağınık olması ise sanatsal estetiği bence başından sonuna kadar bir bağlamda bir yere oturuyor ama onları malzeme olarak korumak, onları bir şey yapmak bağlamında ise çok bir sistemi olduğunu söyleyemem.

Ki bizzat ben, bir gün bir araya geldik bir projektörle işleri gösterip fikir teatisinde bulunuyorduk, Beral Hanım şey demişti, yani unutmuyorum o anlardan birini, "Teoman senin işlerin niye bu kadar dağınık?" dediğinde, Teoman Bey'in çok fazla farkındalığı yok, ne oldu, ne der bir şey söylemiyor zannederken, "Bende sistem yok" demişti. Bu benim için çok çok çok önemli. Teoman Bey'i tarif eden çok önemli şeylerden, anlardan birisi. Sistemsizliği sanat için bir güç olarak kullanıyor. Eğer sanat dünyasında bir sisteme dahil olacaksanız onun kulvarı farklı, o sistemsiz kalabilmeyi, gerçekten bir çocuk gibi oyun oynayabileceği alanı genişletebileceği bir zemin olarak tercih ediyor diyebilirim.

İ. M: Evet, müthiş. Hakikaten, "Bende sistem yok" deyişi yankılanıyor insanın kulağında. Çok da yakışmış. Harika bir anekdot bu. Bu da pek çok şeyi izah ediyor. Öte yandan hem geride kalan arşivine dair de birçok şey söylüyor ama esas tabii ki ana akımlarla olan ilişkisizliği diyelim. Onun özgün güzergahından kaynaklanıyor. Arşiv de bunu olabildiğince hakkıyla, umarım ki bizlere daha net bir şekilde gösterecek.