Sabit Fikirlilik (ve siyaset)

-
Aa
+
a
a
a

Açık Bilinç'te Güven Güzeldere, sosyal psikolojide 'inancın kalıcılığı'nı ve 'sabit fikirlilik' kavramının en çok hangi alanlarda kendini gösterdiğini irdeliyor.

""
Sabit Fikirlilik (ve siyaset)
 

Sabit Fikirlilik (ve siyaset)

podcast servisi: iTunes / RSS

Geçtiğimiz hafta 'Özgür İrade' serisine geri dönerek üçüncü bölümü yapacağımızı duyurmuştuk, fakat plan değişti; geçen hafta yaptığımız CHP'nin 'mutlak butlan' davası ve rasyonalizasyon tartışmasına, sosyal psikoloji ile ilgili ama farklı bir konuyla devam ediyoruz: Sabit fikirlilik.

Sabit fikirli olmak, 'inancın kalıcılığı' ('perseverance of belief') kavramının olumsuz sayılabilecek bir çağrışımı. Bir başka ve daha olumlu çağrışımı ise 'inancın direnci' olabilir. 

Bu ikisi arasındaki fark ne ve sosyal psikoloji araştırmaları hangi kavramı öne çıkartıyor?

Sabit fikirli olmak, en çok şu üç alanda ve nispeten tesadüfen, veya 'hasbelkader' edinilmiş ve üzerinde uzun boylu düşünülmeden kabul edilmiş inançlar bağlamında karşımıza çıkıyor.

  1. Spora (takım tutmaya) dair inançlar.
  2. Siyasi inançlar.
  3. Dini inançlar.

Bu üç alana dair üzerinde pek de kafa yormadan edindiğimiz inançları, büyük bir sebatla savunuyoruz. Gerekirse 'rasyonalizasyon' yöntemiyle bahaneler üretiyor veya mazeretler buluyoruz. Bunların hepsini, yanlış yolda olduğumuzu itiraf etmemek için yapıyoruz.

Peki, niye? İnançlarımızın, yanlış da olsa, kalıcı olmasının ne gibi bir faydası var? Bu kalıcılığın insan türüne sağladığı evrimsel bir avantaj ne olabilir? Bu sorulara cevap aramak yerine, inancın kalıcılığıyla ilgili klasikleşmiş bir çalışma/makale aktaracağım.

Bu, Stanford Üniversitesi'nden sosyal psikolog Lee Ross ve iki çalışma arkadaşının 1975'te yayımladıkları 'Öz-algı ve Toplumsal Algıda Kalıcılık' başlıklı ilginç bir deneye dayanan bir araştırma.

Bu makaledeki en ilginç çalışma, deneklerden okudukları 'intihar mektuplarının' sahici mi yoksa sahte mi olduklarını teşhis etmesinin istendiği deney. Deneklere, sahici mektuplar gerçekten intihara teşebbüs etmiş kişilerce yazılmış; sahteler ise sahici mektuplara benzetilerek tasarlanmış olduğu söyleniyor.

Oysa, bu mektuplar içinde hiç 'sahici intihar mektubu' yok; hepsini deneyi tasarlayanlar yazmış ama denekleri yanlış yönlendirmeye çalışıyorlar. Deneyin sonunda bazı deneklere çok başarılı olduklarını, bazıların ise başarısız veya çok başarısız oldukları söyleniyor.

Deneyde aynı zamanda deneklerin öz-değerlerini yani kendilerini ne kadar başarılı bulduklarını ölçecek bir anket de var. Deney sonunda başarılı olduğu söylenenler kendi puanlarını yükseltiyorlar; başarısız olduğu söylenenler ise kendilerine daha düşük puan veriyorlar.

Bu çalışma 'inancın kalıcılığını' da ölçmek derdinde. En sonda deneydeki bütün yanlış yönlendirmeler 'debriefing' denilen kısa toplantıyla deneklere açıklanıyor. Peki bu durumda deneklerin öz-değerlendirmelerine yani kendilerine verdikleri puanlara ne oluyor dersiniz?

Bu puanlar 'debriefing' öncesiyle yaklaşık olarak aynı kalıyor yani denekler, sanki kendilerine bir açıklama yapılmamış gibi kendileri hakkındaki inançlarını sabit tutuyorlar.

Bu araştırma, "debriefing"in yeterince etkili olamadığını gösterdiği için zamanında çok ses getirmişti yani bir şekilde edinilen bir inanç, sonra yanlış olduğu açıklansa bile etkili olmaya devam ediyor.

'Sabit fikir' kolay kolay değişmiyor.

İnsanların, yanlış çıktığı zaman bile inançlarını değiştirmek istememeleri, hatta bazen rasyonalizasyon gibi yöntemlerle haklı çıkmaya çalışmaları bence bugünün siyasetine de ışık tutuyor.