Faşizm Nasıl Geldi?

Editörden
-
Aa
+
a
a
a
""

Yirmi yılı aşkın bir süredir ben ve Sheldon Wolin, Noam Chomsky, Chalmers Johnson, Barbara Ehrenreich ve Ralph Nader gibi bir avuç insan, genişleyen toplumsal eşitsizliğin ve medya, kongre, örgütlü emek, akademi ve mahkemeler de dahil olmak üzere demokratik kurumlarımızdaki istikrarlı erozyonun kaçınılmaz olarak otoriter ya da Hıristiyan faşist bir devlete yol açacağı konusunda uyarıda bulunduk. Kitaplarım - “American Fascists: The Christian Right and the War on America” (2007), ”Empire of Illusion: The End of Literacy and the Triumph of Spectacle” (2009), ‘Death of the Liberal Class’ (2010), Joe Sacco ile birlikte yazdığım ‘Days of Destruction, Days of Revolt’ (2012), ‘Wages of Rebellion’ (2015) ve ”America: The Farewell Tour” (2018), çürümeyi ciddiye almak için yapılan ateşli yakarışların art arda sıralanmasıydı. Haklı çıkmaktan hiç de keyif almıyorum.

Inside Out / İllustrasyon: Mr. Fish

2007'de ‘American Fascists ’te “Ekonomi tarafından terk edilenlerin öfkesi, kuşatılmış ve güvensiz bir orta sınıfın korku ve endişeleri ve topluluk kaybıyla birlikte gelen uyuşmuş izolasyon, tehlikeli bir kitle hareketinin çırası olacaktır” diye yazmıştım. “Eğer bu mülksüzler ana akım topluma yeniden dahil edilmezlerse, sonunda kendileri ve çocukları için iyi, istikrarlı işler ve fırsatlar bulma umutlarını, kısacası daha parlak bir gelecek vaadini kaybederlerse, Amerikan faşizminin hayaleti ulusu kuşatacaktır. Bu umutsuzluk, bu umut kaybı, bu geleceğin inkârı, çaresizleri mucizeler ve kıyamet ihtişamı hayalleri vaat edenlerin kollarına sürükledi.”

Başkan seçilen Donald Trump faşizmin gelişini müjdelemiyor. O, egemen sınıfın içindeki yozlaşmayı ve demokrasi iddialarını maskeleyen cilanın çöküşünü müjdeliyor. O bir semptomdur, hastalık değil. Temel demokratik normların kaybı, Amerikan totalitarizmine giden yolu açan Trump'tan çok önce başladı. Sanayisizleşme, deregülasyon, kemer sıkma, sağlık sektörü de dahil olmak üzere kontrolsüz yağmacı şirketler, her Amerikalının toptan gözetimi, sosyal eşitsizlik, yasallaştırılmış rüşvetle boğuşan bir seçim sistemi, sonu gelmeyen ve nafile savaşlar, dünyanın en büyük hapishane nüfusu, ama en önemlisi ihanet, durgunluk ve umutsuzluk duyguları, yönetici sınıfa ve sadece zenginlere ve güçlülere hizmet etmek için deforme ettikleri kurumlara karşı içgüdüsel bir nefretle sonuçlanan zehirli bir karışımdır. Demokratlar da en az Cumhuriyetçiler kadar suçludur.

”America: The Farewell Tour” (Amerika: Veda Turu)nda “Trump ve milyarderler, generaller, yarım akıllılar, Hıristiyan faşistler, suçlular, ırkçılar ve ahlaki sapkınlardan oluşan zümresi, William Faulkner'ın bazı romanlarındaki Snopes klanının rolünü oynuyor” diye yazmıştım. 

“Snope'lar çürümüş Güney'in güç boşluğunu doldurdular ve yozlaşmış, eski köle sahibi aristokrat elitlerden kontrolü acımasızca ele geçirdiler. Flem Snopes ve geniş ailesi -ki aralarında bir katil, bir pedofil, bir iki eşli, bir kundakçı, bir inekle çiftleşen zihinsel engelli bir adam ve hayvanlarla cinsel ilişkiye tanık olmak için bilet satan bir akrabası da vardır- şu anda federal hükümetin en üst kademesine yükselmiş olan pisliğin kurgusal temsilcileridir. Sınırsız kapitalizmin serbest bıraktığı ahlaki çürümeyi somutlaştırıyorlar.”

Eleştirmen Irving Howe, Snope'larla ilgili olarak şunları yazmıştı: “‘Ahlaksızlığa’ yapılan alışılagelmiş atıf, doğru olmakla birlikte, yeterince ayırt edici değildir ve tek başına onları, yerleştirilmeleri gerektiği gibi, tarihsel bir âna yerleştirmemize izin vermez.” “Belki de söylenmesi gereken en önemli şey, onların sonradan gelenler olduğudur: yıkımdan, dudaklarında hâlâ balçıkla ortaya çıkan yaratıklar.”

Howe, “Bırakın Güney'de ya da Rusya'da bir dünya yıkılsın ve orada toplumsal tabanın altından yukarıya doğru tırmanan kaba hırslı figürler, ahlaki iddialarının anlaşılmaz olduğu kadar saçma da olduğu adamlar, hiçbir yerden sürüklenip gelen ve yekpare güçlerinin katıksız çirkinliğiyle yönetimi ele geçiren serserilerin ya da mujiklerin (Rus köylülerin) oğulları ortaya çıksın,diye yazmıştır. “Yerel bankaların başkanları ve partinin bölge komitelerinin başkanları oluyorlar ve daha sonra, biraz cilalanmış bir şekilde, Kongre'ye veya Politbüro'ya giriyorlar. Engel tanımayan çöpçüler, toplumlarının çökmekte olan resmî kodlarına inanmak zorunda değiller; sadece seslerini taklit etmeyi öğrenmeleri yeterli.”

Siyaset felsefecisi Sheldon Wolin, eski ikonografiyi, sembolleri ve dili koruyan ancak gücü şirketlere ve oligarklara teslim eden yönetim sistemimizi “tersyüz edilmiş totalitarizm” olarak adlandırdı. Şimdi totalitarizmin daha tanınabilir bir biçimine, bir demagogun ve ötekinin şeytanlaştırılmasına, aşırı erkekliğe ve büyülü düşünceye dayanan bir ideolojinin egemen olduğu biçime geçeceğiz.

Faşizm her zaman iflas etmiş bir liberalizmin piç çocuğudur.

“Yoksul insanların, 2014 yılında Eric Garner'ın New York polisi tarafından boğularak öldürülmesine neden olan açık sigara satmak gibi saçma sapan suçlar nedeniyle taciz edildiği, tutuklandığı ve hapse atıldığı, oligarkların ve şirketlerin ise korkunç büyüklükte suçlar işlediği iki katmanlı bir hukuk sisteminde yaşıyoruz, “Amerika” başlıklı yazımda, petrol sızıntılarından yüz milyarlarca dolarlık banka dolandırıcılığına kadar dünyanın zenginliğinin yüzde 40'ını yok eden olayların, bu zengin faillere cezai kovuşturmadan muafiyet sağlayan ılımlı idari kontroller, sembolik para cezaları ve sivil yaptırımlar yoluyla ele alındığını “Veda Turu” başlıklı yazımda belirtmiştim.

Neoliberalizm ve küresel kapitalizmin ütopik ideolojisi büyük bir aldatmacadır. Küresel zenginlik, neoliberal savunucuların vaat ettiği gibi eşit bir şekilde yayılmak yerine, açgözlü, oligarşik bir elitin eline geçerek soyguncu baronlar çağından bu yana en kötü ekonomik eşitsizliği körükledi. Sendikaları ve hakları ellerinden alınan ve ücretleri son 40 yılda durgunlaşan ya da azalan çalışan yoksullar, kronik yoksulluk ve eksik istihdamın içine itildi. Barbara Ehrenreich'in “Nickel and Dimed” adlı kitabında anlattığı gibi, hayatları stres dolu uzun bir acil durumdan ibaret. Orta sınıf buharlaşıyor. Bir zamanlar ürün üreten ve fabrika işleri sunan şehirler, tahta perdelerle çevrili çorak araziler haline geldi. Hapishaneler dolup taşıyor. Şirketlerin ticaret engellerini yıkarak 1,42 trilyon dolarlık kârlarını vergi ödememek için denizaşırı bankalarda saklamalarına olanak sağladı.

Neoliberalizm, demokrasiyi inşa etme ve yayma vaadine rağmen, düzenlemeleri hızla ortadan kaldırdı ve demokratik sistemlerin içini boşaltarak onları birer şirket leviathan’ına (canavarına) dönüştürdü. “Liberal” ve ‘muhafazakâr’ etiketlerinin neoliberal düzende anlamsız olduğu, Demokrat başkan adayının yüzde 13'lük bir onay oranıyla görevinden ayrılan bir savaş suçlusu olan Dick Cheney'nin desteğini almakla övünmesinden de anlaşılmaktadır. Trump'ın cazibesi, aşağılık ve soytarı biri olmasına rağmen, siyasi maskaralığın iflasıyla alay etmesinden gelmektedir.

”Amerika: Elveda Turu“nda “Kalıcı yalan, totalitarizmin ilahıdır” diye yazmıştım:

Artık neyin doğru olduğu önemli değil. Sadece neyin 'doğru görünüşlü' olduğu önemli. Federal mahkemeler, korporatizmin 'doğru' ideolojisine ve Hıristiyan sağın katı sosyal adetlerine hizmet eden budala ve beceriksiz yargıçlarla dolduruluyor. Bunlar bilim ve hukukun üstünlüğü de dahil olmak üzere tüm gerçekliği küçümsüyorlar. Entelektüel ve ahlaki özerklikle tanımlanan gerçekliğe dayalı bir dünyada yaşayanları sınırdışı etmeye çalışıyorlar. Totaliter yönetim her zaman acımasız ve aptal olanı yüceltir. Hüküm süren bu aptalların gerçek bir siyasi felsefesi ya da hedefi yoktur. Açgözlülüklerini ve iktidar hırslarını meşrulaştırmak için çoğu saçma ve çelişkili olan klişe ve sloganları kullanırlar. Bu durum Hıristiyan sağ için olduğu kadar serbest piyasa ve küreselleşme vaazları veren korporatistler için de geçerlidir. Korporatistlerin Hıristiyan sağ ile birleşmesi Godzilla ile Frankenstein'ın izdivacıdır.

The Apprentice’de (Çırak) Trump için yaratılan hayali kişilik de dahil olmak üzere ekranlarımızda satılan illüzyonlar gerçekliğin yerini aldı. Kamala Harris'in sönük, ünlülerle dolu kampanyasının da gösterdiği gibi siyaset bir burlesktir. Menajerler, reklamcılar, pazarlama departmanları, tanıtımcılar, senaryo yazarları, televizyon ve film yapımcıları, video teknisyenleri, fotoğrafçılar, korumalar, stil danışmanları, fitness eğitmenleri, anketörler, kamu spikerleri ve televizyon yeni kişilikler ordusu tarafından yaratılan duman ve aynalardır. Biz yalanlarla dolu bir kültürüz.

“İllüzyon (Yanılsama) İmparatorluğu” adlı kitabımda ‘Benlik kültü, kültürel manzaramıza egemendir’ diye yazmıştım:

Bu kült, psikopatların klasik özelliklerini içinde barındırıyor: yüzeysel çekicilik, büyüklenme ve kendini beğenmişlik; sürekli uyarılma ihtiyacı, yalan söyleme, aldatma ve manipülasyon eğilimi ve pişmanlık ya da suçluluk hissetmeme. Bu, elbette, şirketler tarafından desteklenen etiktir. Bu, sınırsız kapitalizmin ahlâkıdır. Bu, bireycilikle karıştırılan kişisel tarz ve kişisel ilerlemenin demokratik eşitlikle aynı şey olduğuna dair yanlış yönlendirilmiş bir inançtır. Aslında, satın aldığımız ya da tükettiğimiz metalarla tanımlanan kişisel tarz, demokratik eşitlik kaybımızın bir telafisi haline gelmiştir. Benlik kültünde, arzu ettiğimiz her şeyi elde etme hakkına sahibiz. Para kazanmak, mutlu olmak ve ünlü olmak için her şeyi yapabiliriz, hatta arkadaşlarımız da dahil olmak üzere çevremizdekileri küçümseyebilir ve yok edebiliriz. Şöhret ve zenginlik bir kez elde edildiğinde, kendi gerekçeleri, kendi ahlakları haline gelirler. Oraya nasıl ulaşıldığı önemsizdir. Bir kez oraya ulaştığınızda, bu sorular artık sorulmaz.

Kitabım “Empire of Illusion” (Yanılsama İmparatorluğu) Madison Square Garden'da World Wrestling Entertainment'ın (Dünya Amerikan Güreşi Eğlencesi’nin) bir turnesinde başlar. Profesyonel güreşin sosyal ve siyasi hayatımız için bir şablon olduğunu biliyordum ama bu şablonun bir başkan doğuracağını bilmiyordum doğrusu.

Bir Trump mitinginin tasviri olabilecek bir şekilde, “Müsabakalar stilize edilmiş ritüellerdir,” diye yazmıştım:

Bunlar acının ve intikam için duyulan ateşli özlemin kamuya açık ifadeleridir. Kalabalıkları çılgına çeviren şey, güreş müsabakalarının kendisinden ziyade, her müsabakanın ardındaki korkunç ve ayrıntılı destanlardır. Bu ritüelleşmiş mücadeleler, arenaları dolduranlara sıradan hayatlardan geçici ve baş döndürücü bir kurtuluş sağlıyor. Gerçek sorunların yükü, yüksek enerjili bir pandomim için yem haline dönüştürülür.

Bu durum daha iyiye gitmeyecek. Muhalefeti susturmak için kullanılan araçlar yerlerini sağlamlaştırdı. Demokrasimiz yıllar önce çöktü. Filozof Søren Kierkegaard'ın “ölümcül hastalık” dediği şeyin pençesindeyiz - ahlâki ve fizikî çöküşe yol açan umutsuzluğun ruhu uyuşturması. Trump'ın çırılçıplak bir polis devleti kurmak için tek yapması gereken şey, bir düğmeye basmak. Ve basacak da.

"Yanılsama İmparatorluğu“nun sonunda şöyle yazmıştım: ”Gerçeklik ne kadar kötüleşirse, kuşatılmış bir halk bunu o kadar az duymak ister ve ünlülerin çöküşleri, dedikodu ve ıvır zıvırdan oluşan iğrenç sahte olaylarla dikkatini o kadar çok dağıtır. Bunlar, ölmekte olan bir uygarlığın sefil ve sefih eğlenceleridir."


* Chris Hedges'in 'How Fascism Came' adlı makalesi Nil Kayarlar Sarrafoğlu tarafından çevrilmiş, Ömer Madra tarafından çeviri editörlüğü gerçekleştirilmiştir.