"İnsanoğlu doğaya karşı savaş verir; eğer bu savaşı kazanırsa kaybedeceğiz"

Nereye Doğru
-
Aa
+
a
a
a

Nereye Doğru’da Cengiz Aktar, Güney Kore’de ilan edilen sıkıyönetime, Donald Trump’ın Notre Dame Katedrali'nin açılışı için Fransa’ya çağrılmasına, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin dokunulmazlık meselesine, Fransa’da kurulamayan hükümet çalışmalarına, Türkiye’nin Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliği ile bir sonraki Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı için adaylığına ve Gürcistan, Ukrayna ve Suriye ile ilgili son duruma değiniyor.

""
Nereye Doğru: 04 Aralık 2024
 

Nereye Doğru: 04 Aralık 2024

podcast servisi: iTunes / RSS

Fransa, Rusya, Suriye, Gürcistan derken bir de şimdi Kore çıktı diyerek Nereye Doğru’ya başlayan Cengiz Aktar, “Güney Kore bir istikrar ülkesi. Eskiden orada da berbat bir diktatörlük vardı ama iki Kore'nin ayrılmasından sonra, 1979'dan bu yana bir sorun yoktu. Kuzey Kore; komünist, dünyaya kapalı, diktatörlerce yönetiliyor denilir ama hep unutulur; bir zamanlar Güney Kore de diktatörlerce yönetiliyordu. Güney Kore Cumhurbaşkanı Yoon Suk Yeol, kimsenin beklemediği bir hamle ile sıkıyönetim ilan ediverdi. Güney Kore’nin sıkıyönetim geçmişi çok ağır. İlk sıkıyönetim, Kore Savaşı'ndan önce 1948'de ilan ediliyor. 1979'a kadar 12 tane sıkıyönetim var ve hep iktidarı ele geçirmek ve sürdürmek için bir araç olarak kullanılmış. Başkan Yoon, Kuzey Kore'den gelen bir tahrik ile komünist bir tehlike olduğunu söyledi. Kimse de inanmadı tabii,” dediğinde Özdeş Özbay, yapılan resmi açıklamada, Muhalefet Partisi’nin Kuzey Kore'ye sempati duyması nedeniyle ve liberal bir Güney Kore'nin devamlılığı için sıkıyönetim ilan edildiğinin söylendiğini belirtti. Aktar, “Herhalde 2022 yılından beri en manasız siyasi hamlesini gerçekleştirdi Kore Başkanı. Çünkü kendi partisi, Halkın Gücü Partisi (PPP) de onu desteklemedi. PPP Genel Başkanı Han Dong-Hoon ‘bu yanlış’ dedi ve halkla birlikte bunu durduracaklarına, halkı sokaklara çağırdı. Parlamento toplandı ve sonuçta sıkıyönetime karşı oy çıktı. Başkan Yoon, bugün yarın gidici gibi, hafta sonunu çıkaramaz herhalde. Suçlandı, büyük ihtimalle azledilecek ama bu arada olan oldu. Doğu Asya birbirine girdi, görülmüş, duyulmuş bir şey değil. Bakalım gün içinde göreceğiz, belki erken seçim olur. Bu dünyanın genel gidişatıyla bu durum, Almanca sık kullanılan zamanın ruhu -Zeitgeist- dediğimiz durumla çok alakalı. Her taraf patlıyor. 1989’da Gorbaçov makamı terk ettikten sonra, Rusya'yla ilgili olarak ‘Bizi çok arayacaksınız’ demişti. Rusya derken, Sovyetler Birliği'nden bahsediyor tabii. İfade etmek istediği şuydu: Tamam, zor bir dünya, soğuk savaş dönemi ama herkes sınırını biliyor. Evli evinde, köylü köyünde ve kimse diğerinin toprağına veya etki alanına sataşmıyor. Orada bir ‘Modus Operandi’ -Belirgin Davranış Modeli- var demeye getirmişti. Hatırlarım, ne kadar haklı olduğu çıktı,” dediğinde Özbay, “Ama o kadar da istikrarlı bir dönem değildi; Afganistan işgali, İran'da devrim, her tarafta ulusal kurtuluş hareketleri vardı,” diye belirtti. Aktar ise, “İtiraz yok değil ama iki dünya vardı. Özellikle mesela, Afrika kıtasında veya Doğu’da didişmiyorlardı mıydı? Tabii didişiyorlardı. Küba savaşı vardı. Sovyetler Birliği ya da ABD gibi ülkelerden bahsediyorum, bir yere birisi girdiği zaman veya onun kontrolü altında olduğu zaman, bir tanesi bir yerdeyse öbürü oraya saldırmazdı - başka şeyler yapardı, karıştırırdı. Şimdi artık kimin nereye saldırdığı belli değil. Suriye'ye bakın? Kimin eli kimin cebinde belli değil,” diye cevapladıktan sonra ABD -MAGA Land- gündemine geçti.

MAGA Land, bir kabus olarak giderek büyüyor. Hükümet bir kurulsun bakalım ki hükümet demek bile abes. İçinde bir dolu milyarder, bir dolu iş insanı var. Başlarında bulundukları bakanlıklarla alakası olmayan insanlar, o bakanlıkların başına bakan olarak atandı. Meclisten geçecek mi, bakalım göreceğiz. Geçen hafta söylediğim gibi, sadece Trump'ın değil, tayin edilen bakanların dilinde de iki tema var: Savaş ve İntikam. Sürekli bundan bahsediyorlar. Trump, hep savaştan bahsediyor ama diğer taraftan da Netanyahu'ya ‘savaşı bitir’ diyor. Hamas'a da ‘rehineleri bırak yoksa Orta Doğu'yu cehenneme çeviririm’ dedi. Daha nasıl cehenneme çevirecek bilmiyorum ama pek ne dediğini bilmiyor, o kadarı anlaşılıyor,” diye belirten Cengiz Aktar’a, Özdeş Özbay, Hamas’ın ‘Biz bunu İsrail'e söylenmiş bir söz olarak anlıyoruz. Biz zaten cehennemi yaşıyoruz’ açıklamasını söyledi. Aktar, “Dalga geçiyorlar artık.” dedikten sonra Trump’ın yakında yapacağı Fransa ziyaretiyle ilgili şöyle devam etti, “Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Trump’ı daha önce yanan ve artık açılışa hazır hale gelen Notre Dame Katedrali’nin açılışına davet etmiş. Trump, daha başkan bile olmadan ilk seyahatini yapıyor. Bu da tabii dünyanın ne kadar manasız bir yer olduğunu, artık her şeyin çığırından çıktığını da gösteriyor. Notre Dame Katedrali’nin açılışına illa bir ABD yetkilisini çağırmak istiyorsan, hala görevde olan Biden'ı çağıracaksın ya da ikisini çağıracaksın. Trump kim? Tamam, seçilmiş ama olacak şey değil. Tamamen diplomatik teamüllere aykırı, son derece tuhaf bir dünya. Fransa'da Notre Dame Katedrali’nde böyle bir seküler -dünyevi- bir liderin olması, açılışı onun yapması görülmüş bir şey değil. Fransa laikliğiyle temayüz etmiş olan bir ülke orası. Türkiye'ye de iyi ya da kötü aynı şey bulaşmıştır. Fransa'da bu işi bilen çevreler ayaklanmış vaziyette. Macron'a ‘Ne alakası var? Ne işin var senin orada?’ diyorlar. Fransa'nın sorunları sadece bundan ibaret de değil maalesef; Mecliste bugün yapılacak oylamaya gelmeden önce Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) dokunulmazlık meselesinden bahsedelim,” diyerek yeni gündemine geçti.

Fransa, ‘Tamam, mahkemeye saygımız sonsuz ama Netanyahu'nun dokunulmazlığı var ve onu tutuklamayacağız’ dedi ve ortada kaldı. İstemese bile hiçbir Batılı ülke Fransa'nın arkasında ‘Hayır, biz katiyen tutuklamayacağız kendisini’ demedi. Bu, Fransa'nın uluslararası konulara ve altına imzasını attığı metinlere olan savsaklığını da gösteriyor. ‘Pacta sunt servanda’ denilen bir kavram vardır, bu, o ülkenin, uluslararası metinlere veya genelde atılan imzalarının teyit edildiği ve her zaman bu imzaların takipçisi olunduğu anlamına gelir çünkü eğer akitler uygulanmazsa, o zaman savaş çıkar - bu kadar basit. Yani hem imza atıyorsun, hem ondan sonra dönüp aksini yapıyorsun. Mesela, şu sırada İsrail'in Lübnan'da yaptığı gibi, güya ateşkes var değil mi? Ordu çekilecek ama hâlâ sürüyor, bir yandan vurup duruyorlar,” diyen Cengiz Aktar’a, Özdeş Özbay, “Tabii, dün sadece 12 kez daha vurmuş yani ‘Toplamda ateşkesi en az 73 kez ihlal etti’ deniyordu,” eklemesini yaptı. Aktar, “Fransa, bu dokunulmazlık meselesindeki tavrını yani -Pacta sunt servanda- attığı imzanın arkasında durmama adetini Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği için de uygulamıştı. 1963'ten bu yana ve ondan sonra 1999'da Fransa'nın da altında imzası olan Türkiye'nin müstakbel üyelik meselesi vardı ve döneminde Nicolas Sarkozy, ‘Hayır, Türkiye Avrupa Birliği üyesi olamaz, olmayacak’ demişti. Bir tek Fransa demişti o zaman yani aynı tavır. Kendi imzasını, verdiği sözü, şerefini, onurunu reddediyor,” dedikten sonra Fransa gündemiyle programına devam etti.

Şimdi gelelim bugünkü hadiseye. Fransa Meclisi'nde iki tane güven oyu oylaması olacak, hükümet sallantıda. Bir tanesi Ulusal Birlik Partisi'nin (Rassemblement National) kendi verdiği güven oyu - hükümete güven oyu vermeme diyelim. İkincisi de solun verdiği güven oyu tasarısı. Birincisi yetersiz tabii, sadece kendileri oy atacaklar. Ulusal Birlik Partisi'nin başındaki Meclis Grup Başkanvekili Marine Le Pen, solun verdiği güven oyu teklifini de oylayacağını söyledi. Görülmüş şey değil. Aşırı sağ ile sol birlikte hareket edip, oy verip hükümeti düşürecekler. Bütün gözlemciler hükümetin kalamayacağı yönünde. Zaten kalsa bile ucu ucuna kalacaktır, imkansız değil. Mesela, sosyalistlerden bir iki tanesi vazgeçebilir, oy vermeyebilir. Her durumda, bundan sonra devam etmesi kolay değil. Herkes bunun Macron'un meselesi ve Macron'un fiyaskosu olduğunu söylüyor. Tabii burada hiçbir zaman konuşulmayan, Jean-Luc Mélenchon dışında Fransa'daki siyasi çevrelerin hiçbir zaman dillendiremediği bir gerçek var. 1958'de kurulmuş olan 5. Cumhuriyet bitti, tükendi, iflas etti. Bu böyle başkanlık sistemiyle yürümüyor. Yarı başkanlık da deniyor, bu da çok güçlü tabii. Son derece engin yetkileri olan ama sorumsuz bir başkanlık. Ancak ve ancak parlamento çoğunluğu olursa yürüyebilen bir başkanlık sistemi bu ama senelerdir de yürümüyor. François Mitterrand zamanında Cohabitation -Cumhurbaşkanının bir partiden, meclisin çoğunluğunun başka partilerden olması- denilen durumda sistem yürümüyor. Ama kimse de çıkıp ‘ya bu sistem artık tükendi, şunu artık bir değiştirsek’ demiyor. Çok zor Fransa'nın durumu. Fransa'da hükümet yok gibi bir şey. 23 Şubat'a kadar belki daha sonrasına kadar Almanya'da da hükümet yok. Avrupa Birliği’nin iki motoru denilen Fransa - Almanya ikilisi atıl durumda ve bu çok tehlikeli aynı zamanda çünkü Trump diye birisi var. MAGA Land var, ne yapacakları belli değil. NATO devam edecek mi, etmeyecek mi? Birleşmiş Milletler devam edecek mi, etmeyecek mi? Ukrayna meselesi ne olacak? Dolayısıyla Avrupa'nın zaafı ifşa edilmiş vaziyette. 2025'e büyük soru işaretleriyle giriyoruz. Ukrayna derken, Rusya ile devam edelim,” diyerek Rusya gündemine geçti.

Cengiz Aktar, “Avrupa zorda, Rusya zorda değil mi? Tabii ki zorda. Oradan da pek çok farklı bilgi ve haber geliyor. Rusya'nın girmiş olduğu veya desteklediği, himayesi altına almış olduğu topraklar altüst olmuş vaziyette. Gürcistan'da neredeyse bir iç savaş çıktı. Kendini cumhuriyet zanneden küçük bir toprak parçası olan Abhazya tamamen Rusya'ya bağlı. Onlar da ‘Artık yeter. Biz ne Gürcistan'ı, ne Rusya'yı istiyoruz. Kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz’ gibi bir şeyler söylemeye çalıştı ama olmadı, orası da karıştı ki mümkün değil zaten, Gürcistan ile Rusya arasında sıkışmış kalmış bir yer, ancak Rusya bir şeyler verdiği zaman ayakta kalabilecek bir toprak. Gürcistan’da, hükümette ‘Avrupa Birliği’ni istemiyoruz’ çoğunluğu çıktı. Seçimin tamamen usulsüz olduğu söylendi. Artık halk sonunda sokağa döküldü çünkü hükümet Avrupa Birliği ile olan müstakbel üyelik meselesini kestirdi, attı, ‘Yok böyle bir şey’ dedi. Bunlar Rusya'nın arka bahçeleri. Suriye de öyle. Suriye'ye gelmeden Karabağ da çekiliverdi ve orayı Azerbaycan'a bıraktı. Ukrayna'da ne olduğu belli değildi - belli tabii ama muazzam bir asker kaybı var. İktisadi kriz demeyelim ama savaş ekonomisiyle yaşıyor Rusya. Bu ne kadar sürer, nereye kadar gider, bunların hiçbiri belli değil. Her kafadan bir ses çıkıyor ve bütün bahisçiler bütün paralarını Trump'a yatırmış vaziyetteler. Trump gelince Ukrayna'ya vereceği desteği kesecek ve Rusya istediğini elde etmiş olacak ama öyle değil galiba çünkü Trump, Ukrayna ile ilgili, emekli asker Keith Kellogg’u özel temsilci olarak tayin etti. Henüz ortalıkta yok ama hiç öyle ‘Biz Ukrayna'yı unuttuk, bir dolar vermeyeceğiz, başının çaresine baksın, ne olursa olsun’ diyen birisi değil; çok daha temkinli, sonuçta asker kökenli ve Rusya'nın ondan önce Sovyetler Birliği’nin ne anlama geldiğini bilen biri. Dolayısıyla evde yapılan hesaplar çarşıya uymayabilir. Aynı şey Suriye için de geçerli; Suriye'de şimdi hakikaten göz gözü görmüyor, toz toprak içerisinde her taraf. Suriye konusunda yorum yapmak son derece tehlikeli ve manasız şu sırada çünkü hiçbir haberde kaynaklar belli değil. Bir tek Londra merkezli, Suriye gözlem evinin verdiği Syrian Observatory for Human Rights (SOHR) var. Onun verdiği bilgiler olup bitenle alakalı en güvenilir bilgiler ama onun dışında dünya kadar yalan haber var, herkes kendine göre bir şeyler uyduruyor. Şam yönetimi, Beşşar Esed gitti, gidiyor havasında olanlar var ama öyle bir şey yok. Ondan sonra, ‘İran tükendi’ diyenler var, böyle bir şey de yok. Çok dikkat etmek lazım ama Suriye'de ABD'nin desteğini alan Rojava'daki yönetim – Kuzey Doğu, Suriye özerk yönetimi - konusunda da ABD’deki yeni yönetim, öyle dedikleri gibi ‘Biz çekiyoruz, gidiyoruz.’ gibi değil. Trump, bir önceki döneminde bir ara toplantıdan çekip gitti sonra Pentagon devreye girip ‘Sayın Başkan, ne yapıyorsunuz?’ dedi. Ondan sonra aynı gün içerisinde verdiği o saçma sapan kararı neredeyse ters yüz etmişti. Muazzam bir belirsizlik var ve bu belirsizlik herhalde önümüzdeki aylarda da sürecek,” diyerek son olarak Türkiye gündemine geçti.

Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı Genel Sekreterliği’ne Türkiye'nin bir adayı var: Dışişleri Bakanlığı'nın epeydir AKP ile birlikte çalışan isimlerinden biri olan eski Bakanlık Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu. Yalnız 57 ülkenin 54'ü razı değil kendisine. Arnavut Dışişleri Bakanı Igli Hasani tercih ediliyor ama ona da üç ülke karşı çıkıyor. Oldum olası Arnavutluk ile zor ilişkileri olan Türkiye, Yunanistan ve tabii Sırbistan. Ama geriye kalan 54 ülke destekliyor. Sinirlioğlu'nun pek bir şansı yok gibi ama Türkiye tekrar iteliyor, bastırıyor çünkü orada bütün 57 ülkenin oyunu alması yani oy birliği gerekiyor. Aynı şekilde bundan sonra Brezilya’da yapılacak olan COP – Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı - için Avustralya adaydı, Türkiye ona veto oyu kullandı. Türkiye kendisi aday olmak istiyor. İyi mi, kötü mü bilemedim artık onu,” diyen Cengiz Aktar’a, Özdeş Özbay, “Aktivistler, bu yıl ‘COP zirvelerini, iklim konusunda tutarlı olmayan ülkelere vermekten vazgeçin artık’ diye çok açık propaganda yapmıştı,” diye ekleme yaptı. Aktar, “Şöyle bir şey var; bu, Olimpiyatlar gibi. Onların parası var ve paraları oldukları için zirve yapabiliyorlar. Duyarlı olanların, diğerlerinin yapması mümkün değil,” dedikten sonra Hubert Reeves'in ‘İnsanoğlu doğaya karşı savaş verir, eğer bu savaşı kazanırsa kaybedeceğiz’ sözünü söyleyerek bu haftalık gündemini tamamladı.