Antroposen Sohbetler'de Utku Perktaş, insan etkisinin dünyanın doğal dengelerini dönüştürdüğü ve yönettiği bir dönemde hepimizin ortak görevlerine dikkat çekiyor.
Gezegenimiz, insanlığın izlerini her geçen gün daha derinden taşıyor. Antroposen çağındayız yani insan etkisinin dünyanın doğal dengelerini dönüştürdüğü ve yönettiği bir dönemdeyiz. Ancak bu dönemde elde edilen güç, beraberinde ağır bir sorumluluğu da getiriyor: Doğayı korumak ya da onu geri dönülmez şekilde tahrip etmek.
Biyoçeşitlilik: Doğanın Can Damarı
Doğanın temel taşlarından biri olan biyoçeşitlilik yalnızca estetik bir zenginlik sunmaz; aynı zamanda ekosistemlerin işleyişini ve gezegendeki her bir biyoçeşitilik bileşenin hayatta kalmasını mümkün kılar. Ancak bugün, biyoçeşitlilik kaybı insanlık tarihinin en büyük çevresel krizlerinden biri haline gelmiş durumda. Sebebi insan baskısı sonucu gezegenin içinde olduğu darboğaz.
Dünya üzerindeki türlerin yok olma oranı, bilim insanlarının belirlediği güvenli sınırların kat kat üzerine çıktı. Bu kayıplar yalnızca doğal zenginliklerin azalması anlamına gelmiyor; aynı zamanda ekosistemlerin çöküşü, besin zincirlerinin kopması ve doğanın yaşamsal işlevlerini yerine getirememesi gibi domino etkileri yaratıyor. Memelilerin dörtte biri, amfibilerin üçte biri ve kuşların %10'undan fazlası neslinin tükenme tehlikesi altında. Sağlıklı bir biyoçeşitlilik, su kaynaklarının korunması, toprağın verimliliği ve temiz bir atmosfer için vazgeçilmezdir. Ancak biyoçeşitliliği korumak için yalnızca doğal alanların artırılması yeterli değil; ekonomik sistemlerin doğayı bir sermaye olarak değerlendirmesi gerekiyor.
Antroposen Çağı ve İnsanlığın Gücü
Antroposen, insanın doğa üzerindeki kontrolünü ve bu kontrolün sonuçlarını simgeliyor. Sentetik biyoloji gibi bilimsel gelişmeler, yaşamın en temel bileşenlerini yeniden tasarlama gücünü insanlığa sundu. J. Craig Venter’ın laboratuvarında üretilen yapay bakteriler, bilimde yeni bir dönemin başlangıcını temsil ediyor. Ancak bu başarılar, insanlığın etik sınırlarını ve doğa üzerindeki sorumluluğunu yeniden düşünmesini gerektiriyor.
İnsanlık artık atmosferden karbon döngüsüne, su kaynaklarından biyoçeşitliliğe kadar birçok doğal süreci kontrol edebiliyor. Ancak bu müdahaleler, dünyanın büyük biyokimyasal döngülerini bozarak, gezegenin yaşamsal dengelerini tehdit ediyor. Antroposen çağında en büyük sorumluluğumuz, doğanın sınırlarını gözetmek ve bu gücü sürdürülebilir bir şekilde yönetmek.
Yerel Perspektif: Türkiye’nin Doğası Tehdit Altında
Türkiye, üç büyük biyoçeşitlilik sıcak noktasına ev sahipliği yapıyor: Akdeniz, Kafkasya ve İran-Anadolu. Ancak bu zenginlik, yanlış politikalar ve ekonomik önceliklerin baskısı altında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Önemli doğa alanlarımızın çoğu ‘çok acil’ korunması gereken statüte. Örneğin; Batı Anadolu’daki Bargilya Sulak Alanı yüzlerce kuş türüne ev sahipliği yapmasına rağmen, turizm projeleri nedeniyle tehdit altında.
Bu durum, yalnızca yerel bir kriz değil; aynı zamanda ekonomik büyüme ile doğa koruma arasındaki dengenin sağlanamamasının küresel bir yansımasıdır. Biyoçeşitliliği korumak için yerel halklara ekonomik teşvikler sunmak ve doğayı bir ‘doğal sermaye’ olarak görmek sürdürülebilir politikaların anahtarıdır.
Biyoçeşitliliğin Geleceği: Sorumluluk ve Fırsatlar
Doğayı koruma politikaları yalnızca çevresel bir gereklilik değil; aynı zamanda sosyal ve ekonomik bir zorunluluktur. Doğal alanların korunması, yoksullukla mücadelede önemli bir rol oynayabilir. Örneğin; Meksika’da su kaynaklarını koruyan ormanlar için yerel halklara yapılan teşvik ödemeleri, yıllık ormansızlaşma oranını yarıya indirmiştir. Benzer şekilde, Maldivler’de turizm gelirlerinden elde edilen fonlarla deniz parklarının korunması sağlanmıştır.
Bu yaklaşımlar, biyoçeşitliliğin korunmasının hem doğa, hem de insanlık için ne kadar kritik olduğunu göstermektedir. Ancak bu çabaların başarılı olabilmesi için küresel işbirliği ve politik kararlılık gereklidir.
Sonuç: Geleceği Korumak İçin Şimdi Harekete Geçme Zamanı
Antroposen çağında insanlık, doğa üzerinde benzersiz bir güce sahip. Ancak bu güç, büyük bir sorumluluğu da beraberinde getiriyor. Biyoçeşitliliğin korunması yalnızca doğanın değil, gezegenin geleceğini güvence altına almanın bir yoludur. Gezegenimizin sınırlarını korumak, ekolojik çöküşün önüne geçmek ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak hepimizin ortak görevi.
Unutmayalım: Doğayı korumak yalnızca bir ahlaki zorunluluk değil, aynı zamanda gezegendeki tüm biyoçeşitlilik bileşenleri için bir hayatta kalma meselesi. Şimdi harekete geçme zamanı.