İklim Kuşağı Konuşuyor'da Atlas Sarrafoğlu, iklim alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarının Türkiye’nin 2024 yılında iklim alanında attığı olumlu ve olumsuz adımları değerlendirdikleri 'Türkiye’nin 2024 İklim Karnesi üzerine bilgi veriyor.
Merhaba Apaçık Radyo dinleyicileri, ben Atlas Sarrafoğlu. İklim Kuşağı Konuşuyor programına hoş geldiniz. Bu hafta derlediğim haberler, Türkiye’nin iklim krizi ile mücadelesine dayalı.
Türkiye’nin ‘2024 İklim Karnesi’ yayımlandı. Sivil toplum kuruluşlarının hazırladığı bu kapsamlı rapor, Türkiye’nin yenilenebilir enerji hedeflerini olumlu bir adım olarak değerlendirirken, kömür ve nükleer enerjiye dayalı stratejilerinin gelecekteki etkilerine dikkat çekiyor. Güneş ve rüzgâr enerjisinde önemli bir artış hedeflenirken, fosil yakıtlardan çıkış projeksiyonlarının ve katılımcı bir enerji politikası sürecinin eksikliği raporda eleştirilen temel başlıklar arasında. Bugün, Türkiye’nin iklim politikalarının geleceğini ve alınması gereken önlemleri masaya yatırıyoruz.
Sivil toplum örgütlerinin hazırladığı bir raporda, Türkiye’nin yenilenebilir enerji enerjisi kapasitesini artırma hedefi olumlu bulunurken, nükleer bağımlılığı ve kömürden çıkış projeksiyonu olmaması eleştiriliyor.
İklim alanında çalışan sivil toplum kuruluşları, Türkiye’nin 2024 yılında iklim alanında attığı olumlu ve olumsuz adımları değerlendirerek Türkiye’nin ‘2024 İklim Karnesi’ni hazırladı.
Türkiye’nin güneş ve rüzgâr enerjisi kapasitesini dört katına çıkarma hedefi olumlu bir adım olarak öne çıkarken, bu hedefin ulusal enerji planına hâlâ dâhil edilmemesi endişe yaratıyor. Karnede olumsuz olarak değerlendirilen konular ise şöyle;
- Afşin-Elbistan A Kömürlü Termik Santrali'ni genişletme planlarıyla kömürde ısrar edilmesi
- 2053 Uzun Dönemli İklim Stratejisinde fosil yakıtlardan çıkışın yer almaması
- Nükleer enerjinin 2050 yılına kadar üç katına çıkarılması taahhüdü
- Sivil toplumla birlikte hazırlanmayan İklim Kanunu’nun akıbetinin hâlâ belirsiz olması
Maraş’taki Afşin-Elbistan A Kömürlü Termik Santrali'ne yeni bir santral büyüklüğünde iki yeni ünite eklenmesi planlanıyor. Oysa Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın kendi emisyon verileri dahi, mevcut termik santralden kaynaklanan kirliliğinin yönetmelik sınırlarının sekiz kata kadar aşıldığını gösteriyor. Yörede 40 yıldır kömürün gölgesinde süregelen çevresel ve sağlık sorunları dikkate alındığında bu projeden vazgeçilmesi şart.
İklim alanında çalışan sivil toplum kuruluşları, Türkiye’nin santrali genişletme planından vazgeçip acilen kömürden çıkış tarihi belirleyerek adil geçiş planları hazırlaması, pahalı ve tehlikeli nükleer enerji bağımlılığını sona erdirmesi ve yenilenebilir enerji potansiyelini doğaya saygılı ve halkın katılımıyla hayata geçirmesi gerektiğini belirtiyor.
Avrupa’da 23 ülke kömürden çıkış kararı verdi. Türkiye; Polonya, Sırbistan, Kosova ve Bosna Hersek ile birlikte Avrupa’da hala kömürden çıkış kararı almayan beş ülkeden biri. Ayrıca Türkiye OECD ülkeleri içinde yeni termik santral planı olan beş ülkeden biri.
Türkiye, Birleşmiş Milletler 29. Taraflar Konferansına (COP29) en fazla kişiyle katılım sağlayan üçüncü ülke olmasına rağmen, zirvede açıkladığı ‘2053 Uzun Dönemli İklim Stratejisi’ hayal kırıklığı yarattı. Belgede, kömür başta olmak üzere fosil yakıtların tüketiminden vazgeçilmesine dair bir tarih yer almıyor.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın açıkladığı 2024-2028 Stratejik Planı’nda ise kömür ve diğer fosil yakıt arama faaliyetlerinin artarak süreceği belirtiliyor. Türkiye 2053 net sıfır emisyon hedefine, kömürden çıkmadan ulaşamaz.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, COP29’da 2050’ye kadar nükleer enerji kapasitesini üç katına çıkarma taahhüdünde bulundu. Mersin’de hâlâ inşaat halindeki Akkuyu Nükleer Santrali işletmeye geçtiğinde, santralin sahibi Rus şirkete piyasada megavat saat başına yedi dolar, elektrik için 12,35 dolar ödeme yapılarak kamu kaynakları boşa harcanacak.
Atık sorunu çözülmemiş, tehlikeli ve pahalı nükleer enerji, ülkemizi enerjide daha da dışa bağımlı hale getirecek. Nükleer enerjiye harcanacak kamu kaynakları yenilenebilir enerji, enerji verimliliği, enerji tasarrufu ve iklim değişikliğine uyum gibi yatırımlara ayrılmalı.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın açıkladığı ‘Enerji Dönüşümü Yenilenebilir Enerji 2035’ yol haritasına göre, Türkiye’nin 2035’te yenilenebilir enerjide güneş ve rüzgarın kurulu gücü bugüne göre dört kat artarak 120 gigawatta ulaşacak. Türkiye’nin yenilenebilir enerji kapasitesinde oldukça iddialı bir artışa işaret eden bu hedef 2053 net sıfır hedefine giden yolda da önemli bir dönüm noktası olabilir.
Ancak yol haritası kapsamında izin süreçlerinin de kısaltılması öngörülüyor. Oysa yenilenebilir enerji projeleri, ekosistemlerin bütünlüğü gözetilerek ve halkın katılımıyla planlanmalı. Mevcut düzenlemelerdeki boşluklar enerji projelerinin doğal alanlar üzerindeki baskısının artmasına neden oluyor. Bu nedenle söz konusu projelerin korunan alanların dışında tutulması ve çevresel etkilerinin bağımsız uzmanlarca değerlendirilmesi sağlanmalı. Yöre halkının öncelikleri ve ihtiyaçları doğrultusunda hazırlanacak projelerin faydaları halkın geneliyle paylaşılacak şekilde tasarlanmalı. Ayrıca bu hedef ulusal enerji planına eklenmeli.
2024 yılında yürürlüğe girmesi beklenen ve Türkiye’nin yürüteceği iklim politikalarının hukuki zeminini oluşturacak İklim Kanunu taslağı hâlâ Meclis’e gelmedi. 2021 yılından beri gündemde olan taslak hazırlanırken ise iklim alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarının görüşü alınmadı. Uzman görüşleriyle hazırlanması gereken bu kanunda, 2030 yılına kadar %35 mutlak emisyon azaltım hedefi yer almalı, kömürden adil bir çıkış hedeflenmeli.
Kanunla, biyolojik çeşitlilik ve doğal ekosistemler korunmalı, uyum mekanizmaları kurulmalı ve politika hedefleri ile uygulamayı takip edecek bağımsız bir bilim kurulu oluşturulmalı.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Türkiye için bir adil geçiş stratejine başlayacağını duyurması olumlu bir gelişme. Ancak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın kömürde ısrar ederek sektördeki çöküşü görmezden gelmesi büyük bir çelişki yaratıyor.
Bu yıl Yatağan Kömürlü Termik Santrali ve madenlerinde çalışanların bir kısmı işten çıkarılırken, Çayırhan’da ise özelleştirme nedeniyle işçiler işsiz kalma tehdidiyle karşı karşıya. Bu gelişmeler, adil bir geçiş planı olmadığında işçilerin ne kadar mağdur olabileceğini bir kez daha ortaya koyuyor. İklim kriziyle mücadelede, işçilerin işsiz kalmadığı, mevcut iş gücünün korunduğu ve insana yakışır yeni iş olanaklarının sağlandığı adil geçiş planları kritik bir öneme sahip. Bu nedenle bu planların kapsayıcı ve hak temelli bir yaklaşımla hazırlanması gerekiyor.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, 2024 yılında demir-çelik, alüminyum, çimento ve gübre sektörleri için düşük karbonlu yol haritaları hazırladı. Türkiye’nin 2053 net sıfır hedefi doğrultusunda bu kritik sektörlerin karbon emisyonunu azaltması için orta vadede somut ve iddialı hedefler ne yazık ki bu yol haritalarında yer almıyor.
Aynı zamanda Bakanlık, ‘Türkiye Endüstriyel Karbonsuzlaştırma Yatırım Platformu’ girişimini başlatarak uluslararası kalkınma kuruluşlarından yeşil dönüşüm için finansal kaynaklar sağlamayı hedefledi ancak bu finansal desteklerin etkili ve verimli bir şekilde kullanılabilmesi için sanayide kararlı bir dönüşümü mümkün kılacak somut emisyon azaltım hedeflerine ihtiyaç duyuluyor.
İklim krizi; doğa, canlılar ve toplumlar üzerindeki etkisini her geçen gün artırırken, harekete geçmek için zaman daralıyor. Bilim insanları ve sivil toplum kuruluşları, yıkıcı etkilerden kaçınmak için küresel ortalama sıcaklık artışının sanayileşme öncesi döneme göre 1,5 °C’de sınırlandırılması gerektiğine dikkat çekiyor. Bunun sağlanabilmesi için de küresel ölçekte sera gazı salımının 2050 yılına kadar net sıfır seviyesine indirilmesi gerektiğini belirtiyor. Bu bağlamda, Türkiye’nin iklim kriziyle mücadelesini güçlendirecek politikaların geliştirilmesi amacıyla kurulan İklim Ağı, bu alanda çalışan Avrupa İklim Eylem Ağı, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, ClientEarth, Doğa Derneği, Greenpeace Türkiye, Hukuk Doğa ve Toplum Vakfı, İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği, İklim için 350 Derneği, Mekanda Adalet Derneği, Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği, Temiz Hava Hakkı Derneği, Türetim Ekonomisi Derneği, TEMA, WWF-Türkiye ve Yeşil Düşünce Derneği kuruluşlarının katılımıyla kuruldu.
15 sivil toplum kuruluşunu kapsayan İklim Ağı, enerji dönüşümü ve ekosistem bütünlüğünün sağlanması gibi kritik alanlarda somut adımlar talep ediyor. İklim değişikliğiyle mücadelenin sadece bir doğa koruma meselesi olmadığını, aynı zamanda sosyoekonomik bir dönüşüm gerektirdiğini vurgulayan İklim Ağı üyeleri, sera gazı salımlarının bugünden başlayarak azaltımını öngören iklim hedeflerinin belirlenmesi gerektiğini ifade ediyor. Elektrik üretiminde kömürden çıkışı ve adil bir enerji geçişini sağlayacak politikaların hayata geçirilmesi ve doğal alanların korunmasına yönelik etkin tedbirlerin ortaya konulması gibi adımların toplum refahını artıracak bir dönüşüm için de kritik olduğunu belirtiyor.
Tanıtım toplantısında konuşan, WWF-Türkiye İklim ve Enerji Programı Müdürü Tanyeli Behiç Sabuncu, mevcut politikaların kritik eşik olan 1.5 °C ile uyumlu bir azaltım sağlamadığına, bu bağlamda, Türkiye’nin 2053 net sıfır vizyonunun hayata geçirilebilmesi için iddialı ara hedeflere ihtiyaç olduğuna dikkat çekti. Paris Anlaşması kapsamında verilen 2030 yılına yönelik taahhüdün mutlak emisyon azaltımı ön görecek şekilde gözden geçirilmesi gerektiğini, 2035 yılına yönelik bir sonraki hedefin ise net sıfır emisyon hedefini destekleyecek bir emisyon azaltımı öngörüsünün yanında adil enerji geçişine yönelik somut adımlarla desteklenmesi gerektiğini belirtti.
TEMA Vakfı Çevre Politikaları ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkan Yardımcısı Berna Balcıoğlu ise 2025 yılında yürürlüğe girmesi planlanan İklim Kanunu taslağının, iklim değişikliğiyle etkin bir mücadele için gerekli azaltım ve uyum hedeflerini içermediğine dikkat çekti. Balcıoğlu, iklim krizinin çok katmanlı bir sorun olması nedeniyle iklim politikalarının oluşturulma süreçlerinde kapsayıcı yaklaşımların ele alınmasının hayati önem taşıdığını ve bu nedenle sivil toplumun sürece dahil edilmesi gerektiğini belirtti. Bu çerçevede, uzman sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte oluşturulan İklim Ağı’nın Türkiye’nin iklim politikalarının geliştirilmesinde etkili bir taraf olacağına inandıklarını ifade eden Balcıoğlu, “Unutmamalıyız ki, iklim adaletinin sağlanabilmesi için iklim krizinden etkilenen tüm kesimlerin politika oluşturma süreçlerine aktif olarak dâhil edilmesi gerekiyor” dedi.
Toplantıda ayrıca ‘Türkiye’de İklim Politikalarına Bakış: 2024 yılı Değerlendirmesi ve 2025 yılından Beklentiler’ başlıklı bir panel düzenlendi. Avrupa İklim Eylem Ağı (CAN Europe) İklim ve Enerji Politikaları Kıdemli Koordinatörü Özlem Katısöz’ün moderatörlüğünü üstlendiği panelde, Yeşil Düşünce Derneği Proje Koordinatörü Özge Doruk ve SEFİA Derneği Analisti Taylan Kurt konuşmacı olarak yer aldı. Panelde, Türkiye’nin mevcut durumu değerlendirilirken, 2025 yılında açıklanması beklenen ikinci Ulusal İklim Hedefi için sivil toplumun talepleri dile getirildi.
Sivil toplum kuruluşları, özellikle Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 29. Taraflar Konferansı’nda açıklanan Enerji Dönüşümü Yenilenebilir Enerji 2035 yol haritasındaki güneş ve rüzgâr enerjisi kapasitesinin 10 yılda dört katına çıkarılması hedefini olumlu karşılarken, Ulusal Enerji Planı ve 2053 Uzun Vadeli İklim Değişikliği Stratejisi’nde kömür dahil fosil yakıtlardan çıkışın yer almamasını ve bunun dışında nükleer enerjinin 2050 yılına kadar üç katına çıkarılması taahhüdünü, ulusal politikalara ilişkin endişe verici gelişmeler olarak değerlendirdi. Panelin ana mesajlarından biri olarak, net sıfıra giden yolda kömürden çıkışın şart olduğu vurgulandı. Ülkemizin iklim politikalarının hukuki zeminini oluşturacak İklim Kanunu’nun ise 2030 yılına kadar %35 mutlak emisyon azaltım hedefini içermesi gerektiği açık bir talep olarak ifade edildi.
Ayrıca, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından 2026 yılına kadar açıklanması beklenen ulusal adil geçiş stratejisinin önemi vurgulanırken strateji ve eylem planlarında sektörel hedeflerin belirlenmesi gerektiğine dikkat çekildi. Kimsenin mağdur edilmediği, işçilerin güvence altına alındığı, mevcut iş gücünün korunduğu, insana yakışır yeni işlerin sağlandığı hak temelli ve kapsayıcı adil geçiş planlarının hazırlanması talep edildi. Yenilenebilir enerji projelerinin doğaya saygılı ve halkın katılımıyla planlanması gerektiği ifade edildi.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yusuf Demir, şu ana kadar yağışların yetersiz olduğunu, umutlarının kış sonu ve ilkbahar aylarında düşebilecek yağışta olduğunu dile getirdi. Demir, “Düşen yağış miktarında da bir azalma meydana geldi. Bu da kış kuraklığının en önemli göstergesi olarak karşımıza gelmektedir. Önümüzdeki süreçte böyle devam ederse ocak ayının ilk yarısının da bu şekilde devam edeceğini görebiliyoruz. Umudumuz kış sonu ve ilkbahar aylarında düşecek yağışlara kalmıştır. Ama tabii bu yağışların ne kadar yeterli olacağı da uzmanlar tarafından tartışılıyor,” diye konuştu.
Azalan yağış miktarının oluşturabileceği tehlikelere ilişkin konuşan Prof. Dr. Demir, “Yıllardır ifade ettiğimiz gibi küresel iklimin etkilerini yaşamaya, her geçen gün artarak devam eden iklim değişimlerini görmeye devam ediyoruz. 2024 yılının son dönemlerinde belirli ölçülerde yağış alan ülkemiz, kasım ayının ikinci yarısından itibaren aralık ayı sonuna kadar Türkiye geneli baktığımızda maalesef ciddi anlamda yağışlarda düşüş meydana gelmiştir. Bu da yıllık ortalamanın oldukça altındadır. Kasım ayına baktığımızda toplamda geçen yıla göre %40’lık bir azalma yaşanmaktadır. Karadeniz Bölgesi, Türkiye ortalaması üzerinde olmasına rağmen geçen yılki yağışa göre oldukça az bir yağış almış durumdadır. Maalesef yağışların azlığından dolayı kış kuraklığı yaşamaya başladık. Bu aylarda hala ülkemizin pek çok yerinde ciddi anlamda kış mevsiminin etkilerini göremedik. Kar yağışı yeteri kadar alamadık. Türkiye’deki ortalama yağış miktarındaki düşüşler, ülkemize düşen toplam su varlığımızda ciddi anlamda azalma meydana getiriyor. Uluslararası meteoroloji müdürlüklerinde yapılan çalışmalarda 2025 yılı için ciddi anlamda uyarılar görmeye başladık. 2025 yılını kış ve yaz kuraklığı olarak ikiye ayırmak gerekir. Hatta bazı değerlendirmelerde 2025 yılında dünyanın üçte ikisinin ciddi anlamda su sıkıntısı yaşayacağı belirtiliyor. Dolayısıyla küresel iklimin böyle etkili olduğu bir dönemde çok dikkatli olmamız gerekiyor,” ifadelerini kullandı.
Su kuraklığından kurtulmak için alınması gereken önlemlere ilişkin bilgi veren Prof. Dr. Yusuf Demir, “2025 yılının, geçtiğimiz 2024 yılına göre çok daha zor olması bekleniyor. Tarımda ve sanayide tüketilen suyun kullanımını dikkatli planlamak gerekiyor. Ülkemizde öncelikle yapılması gereken, halkımızın suyu doğru kullanması için çalışmalar düzenlemektir. Artık kişisel çalışmalardan ziyade örgütlü ve planlı çalışmaların yürütülmesi zorunlu olmuştur. Yerel yönetimlerimizin de mutlak suretle acil eylem planları hazırlaması gerekmektedir. İlkbaharda düşen yağışın nasıl toplanacağı, yaz dönemine nasıl aktarılabileceği ve sıkıntı yaşayan belirli bölgelerde nasıl çözüm üretebileceği noktasında çalışmalara hız vermeleri gerekiyor. Bu dönemde çiftçilerimize de çok büyük sorumluluklar düşüyor. Artık suyu doğru kullanıp geleceğe taşımak hepimizin sorumluluğudur. Özellikle düşen yağış miktarının azalması maalesef yeraltı sularımızı çok ciddi etkiliyor,” dedi.
Türkiye’nin iklim karnesi, hem umut verici hem de düşündürücü veriler sunuyor. Yenilenebilir enerjiye yapılan vurgular, ülkenin doğru yolda ilerleyebileceğini gösterirken, kömür ve nükleer enerjiye bağımlılığın devamı endişe yaratıyor. Bugünkü yayınımda yer alan raporlarda da görüldüğü gibi, iklim kriziyle etkin bir mücadele ancak toplumun tüm kesimlerini kapsayan, adil ve sürdürülebilir bir dönüşümle mümkün olabilir. Umuyoruz ki, Türkiye’nin enerji politikaları, doğa ve insanı merkeze alan bir anlayışla şekillenmeye devam eder.
Sizin için bu hafta seçtiğim şarkı ise son üç gündür Los Angeles’te dört farklı noktada başlayan büyük yangınlar için. Yangınlarda beş kişi hayatını kaybetti ve ciddi şekilde yüzlerce yaralı mevcut. Birçok ev, hastane ve okul ise tamamen yandı.
Los Angeles County'deki yangınlar nedeniyle en az 130 bin sakin, tahliye emriyle yaşadıkları evlerini terk etmek zorunda kaldı. Yangınların çıkış sebebi ise bölgedeki kuraklık. Düne kadar L.A. County ve Ventura County'nin büyük bölümünde kırmızı alarm vardı. Santa Ana rüzgarlarının sert esmesi sebebiyle de yangının önüne geçilemiyor.
Nijeryalı şarkıcı Asa’dan önce “Fire On The Mountain” ve sonrasında da “Jailer” isimli şarkılarını dinletmek istiyorum size.
Gelecek Cuma İklim Kuşağı Konuşuyor programında görüşene dek kendinize, sevdiklerinize ve gezegenimize iyi bakın...