Ali Bilge’nin gündeminde 105. yılında Ekim Devrimi, yıl sonunda gerçekleşecek G20 zirvesi, Rusya’ya yönelik yaptırımlar ve Türkiye-Rusya ilişkileri vardı.
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey. Çok yoğun bir gündem var, giderek insanı boğacak hale geliyor. Bir yanda nükleer savaş, diğer yanda nükleer savaş kadar beter küresel iklim değişikliği. COP’tan ve COP öncesinden gelen haberler tarihteki en sıcak 8 yılı yaşadığımızı gösteriyor. Dehşet verici.
Ali Bilge: Bugün, Ekim Devrimi’nin 105. yılı. Tarihe ilk sosyalist devrim olarak geçen devrimdir. 7 Kasım 1917’de gerçekleşen, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kurulmasını sağlayan devrimdir. Devrimin 105. yılında, iki Sovyet ülkesi Rusya ve Ukrayna birbiriyle savaşta. Aynı zamanda savaşta nükleer silahların kullanımı da gündemde.
Çok genç bir sosyalist devrimci iken, 1977’de İstanbul’da Ekim Devrimi’nin 60. yıl kutlamasına katılmıştım. Çok büyük bir coşkuyla kutlanmıştı, Türkiye’de hatırladığım kadarıyla Ekim Devrimi’nin ilk kutlamasıdır, afişi de önümde duruyor şu anda. Biraz afişte yer alan konuşmacı ve sanatçılardan bahsedeyim: Emekli Büyükelçi ve Barış Derneği Başkanı rahmetli Mahmut Dikerdem programda konuşmacı olarak yer alıyor, kendisi 12 Eylül’de Barış Derneği davasından yargılandı ve uzun süre hapiste kaldı. İşçiler ve sendikalar adına Dinçer Doğu bulunuyor, Doğu, sendika ve işçi lideridir. 15-16 Haziranın 50. yılı münasebetiyle hazırladığımız belgeseller için kendisiyle de 2 sene önce görüşmüştüm. Sanatçı Genco Erkal, Senatör Suphi Kahraman ve değerli yazarımız Aziz Nesin, yazarlar Sendikası Başkanı olarak bu programda yer alıyor. TİP Genel Sekreteri rahmetli Nihat Sargın, sanatçılarımız Rahmi Saltuk, Timur Selçuk ve Ruhi Su da Ekim Devrimi’nin 60. yılı kutlama gecesinde yer alanlardan, Ruhi Su ve Timur Selçuk bugün aramızda değiller. Hayata veda edenlerin hepsini sevgi ve saygıyla anıyoruz.
45 yıl önce bu toplantı olduğunda dünya dengesi çok farklıydı. Türkiye’de de sosyalist ve sendikal hareketin çok güçlü olduğu ama bölünmüş olduğu yıllardı. Kutlamanın olduğu günlerin haberlerine biraz baktım, Ekim Devrimi’nin 60. yılı kutlamalarının afişleme çalışmaları esnasında, TİP üyelerine saldırılar, gözaltılar oluyor, gözaltında işkence gündeme geliyor.
O yıllarda faşist gruplar, sosyalistlere ve devrimcilere “Komünistler Moskova’ya” diye bağırarak saldırıyorlardı. Daha sonraki yıllarda, 90’ların başında SSCB ve sosyalist sistemin çöküşüne, sosyalist rejimlerin kapitalistleşmesine ve sağa kaymasına tanık olduk. Bugün devrimin 105. yılında tam tersi bir durum söz konusu. Otokratlar ve faşistler Moskova’ya hâkim olmuş durumda. Türkiye’nin sağcıları, faşistleri, otokratları da Moskova’dakilerle kenetlenmiş halde. Bir hayatın içine bunların hepsinin sığması çok ürkütücü.
Özdeş Özbay: Bir not düşmek lazım: Putin işgale başlarken Lenin’i eleştirdi. Ukrayna’yı zaten onlar kurdu. Böyle bir devlet yoktu. Burası Rusya toprağıydı, Bolşevikler kurdu.
Ö.M.: Ve “Onları nazilerden arındıracağız” dediler, değil mi? Nazifikasyonla başladı sözüm ona.
A.B.: Putin’in kendisi de Komünist Parti üyelerinden, değil mi? Şu anki Rus yönetiminin pek çoğu ya Komünist Parti üyesidir ya da Komsomol üyesidir o devirde. Kendisinin de Türkiye’ye Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) ajanı olarak geldiği ve Aliağa Rafinerisi’nde çalıştığı iddia ediliyor.
Devrimin 60. yılını kutlarken sonraki yıllarda sürekli izlenen Potemkin Zırhlısı filmini, sürekli okunan John Reed’in Dünyayı Sarsan On Gün kitabını da hatırlatmak isterim.
Ö.Ö.: Bizzat bir devrim tanıklığı kitabıdır.
A.B.: Müthiştir, defalarca okuduk.
Ö.Ö.: Lenin de böyle söylemiş: “Defalarca okunması gereken bir kitap!”
Rusya’nın nükleer silah tehdidi giderek ciddi bir hâl alıyor
A.B.: Ekim Devrimi’nin yıldönümünde Ukrayna ve Rusya savaşı devam ediyor ve savaşta nükleer silahların kullanılması konuşuluyor. Putin “nükleer silahları kullanırım” diyor. ABD Başkanı Biden, “şakası yok bu işin!” diyor. Putin, Macron’a da açık açık söylemiş: “Hiroşima ve Nagazaki’yi hatırlatarak, küçük şehirlere atarız, büyük şehirlere atmamıza gerek yok” gibi bir söylemde bulunmuş.
Ö.M.: Teknik detaya da giriyorlar artık. Bunu bir oyun, bir fikri düşünce egzersizi olarak nitelendirmenin ötesine geçmemiz gerekiyor. Çok endişe verici.
A.B.: 15-16 Kasım’da Endonezya’nın başkenti Bali’de, nükleer savaşın gölgesinde G20 zirvesi yapılacak. Zirveye katılacak 20 ülkenin içinde Rusya da var, ABD katılmasını istemiyor ama Rusya katılacak.
Ö.Ö.: G8 vardı, oradan çıkarıldı Rusya. G7’ye dönmüşlerdi.
A.B.: Evet, Kırım’ın işgalinden sonra çıkarttılar.
Ö.Ö.: G19 mu yapmayı istiyorlar?
A.B.: Evet, Mayıs ayında maliye bakanları düzeyindeki ilk toplantıda Rusya ekibi protesto edildi. ABD’li ve batılı diplomatlar Rus delegesinin konuşması sırasında salondan çıktılar. Böylesi bir gerilim ortamında bu zirve toplanıyor.
İsterseniz biraz “savaşta nükleer silah kullanırım” diyen Putin’in ekonomisine bakalım. Rusya ekonomisi nasıl dayanıyor?
Savaş bugün 10. ayında, savaşın başlamasıyla ABD, Birleşik Krallık ve AB’den gelen yaptırımlar başladı ve bunlar devam etti. Rusya’yı küresel finansal sistemden koparmaya yönelik yaptırımlar, ileri teknoloji kısıtlamaları hemen geldi. Rus hava yollarının batıya uçması yasak. St. Petersburg Limanı Rusya’nın dünyaya açılan en önemli limanıdır. Limana gelen gemiler önemli ölçüde azalmış durumda. Elbette yaptırımlar Rus ekonomisini ve Rus halkını belirsizlikle, enflasyonla karşı karşıya getiriyor. Raflarda bazı mallar duruyor hâlâ ama eskisi gibi satın alan yok.
Rusya 2020’de savaştan önce dünyadan 220 milyar dolarlık ürün ithal etmiş bir ülkeydi. Şimdi bu ticaret aksıyor, elbette ama bunun etkisi görülüyor ancak ticaret hemen kolay kolay yön değiştirmiyor.
Batı’nın Rus gazına, petrolüne bağımlılığı, yaptırımların tamamen uygulanmasını imkânsız kıldı, tamamen kesilmedi. Rusya’ da bu bağımlılıktan savaşın ilk 6 ayında, Ağustos’a kadar yararlandı. Yani kademeli bir düşüş oldu. Ayrıca gazın ve petrolün fiyatları çok yükseldiği için Rus ekonomisi yaptırımlardan sınırlı ölçüde etkilendi. Gaz ve petrol fiyatlarındaki düşüş Ağustos’tan sonra kendini göstermeye başlayınca, etkiler sınırlı olmaktan çıktı. Rusya ekonomisi ve Rus halkı etkilenmeye başladı. Çünkü Rusya gaz ve petrol satmadan ekonomisini ayakta tutamaz. Bunlara bağlı bir ekonomi. Elbette fosil yakıtların ticaretinin yapısı değişiyor, yeni ülkeler gaza ve petrole talip oluyorlar, talep eden ülkelerin başında Hindistan ve Çin geliyor. Ancak Hindistan ve Çin, gazı ve petrolü Rusya’dan indirimli alıyor. Ayrıca gaz boru hatlarıyla gittiği için sevkiyat problemleri de var. Gazı sıvılaştıracak tesisler de yeterli değil, hemen devreye girmiyor. Avrupa’ya giden çok boru hattı var ama Çin’e giden tek boru hattı var. Dolayısıyla ticari partnerlerin hemen dönüşmesi, değişmesi kolay değil. Ayrıca Ağustos ayından itibaren fiyatların düşmesi söz konusu. Batı Rusya’yı dize getirmek için fiyatları limitlemeye çalışıyor.
Almanya altın çağını Rus gazıyla, petrolüyle yaşadı. Merkel uzun süre iktidarda kalmasını, Avrupa’nın dinamosu olan Almanya’nın güçlü performans sergilenmesini bu gaza ve petrole borçlu. Avrupa ekonomileri 2009 krizinden ve Covid-19’dan sonra müthiş bir parasallaşma yaşadı. Dolayısıyla şimdi enflasyona karşı program geliştiriyorlar. Bir taraftan da yaptırımlar nedeniyle enerji sıkıntısı yaşıyorlar, Fransa nükleer santrallerinin pek çoğu Rus uranyumu ile çalışıyor. Hâl böyleyken bir de nükleer savaşı konuşuyoruz.
Ö.M.: Bu sabah BBC’dengelen habere göre, “Topyekûn enerji kesintisi hâlinde şehir boşaltılabilir” diyor Kiev Belediye Başkanı. Başkent Kiev’den bahsediyoruz… Herson da tümüyle karanlığa bürünmüş durumda.
Ö.Ö.: Hafta sonu önemli gelişmeler vardı. Büyük savaşın, çarpışmanın yaklaştığı söyleniyordu. Ukrayna birliklerinin merkeze doğru bir kez daha ilerlediğine dair videolar paylaştı. Rusya’nın geri çekilip, savunmayı güçlendirip, şehrin terk edilmesine dair son uyarılarını yaptığı haberleri vardı.
Ö.M.: Kaygı verici gelişmeler.
A.B.: Bütün bunlar gözümüzün önünde cereyan ediyor. Şu günlerde Antalya’da bulunmam nedeniyle Ukraynalı insanların göçünü izleyebiliyorum. Buraya gelenler hâli vakti biraz daha iyi olanlar.
Önümüzdeki aylarda Rusya'dan Avrupa’ya enerji ithalatının daha da yavaşlaması bekleniyor. Avrupa, Ağustos ayından bu yana artık Rus kömürü almıyor. Aralık ayında petrol ithalatını durduruyor, Şubat ayında da tüm petrol ürünlerini yasaklıyor. Rusya da kendi ürünlerinin ihracatını, tarım ürünleri başta olmak üzere, yasaklıyor. Buğday, tahıl arzının sekteye uğraması ile bütün dünyanın dengesi değişiyor. Ukrayna ve Rusya’da çok ciddi bir buğday üretimi vardı, dünyayı besliyorlardı.
Ö.Ö.: T24’te bugün Akdoğan Özkan’ın “Kara kış öncesi AB’de ilk çatlak” yazısı yayımlandı, Rusya’ya yönelik ekonomik sınırlamaları konu ediyor. Hollanda tarafından esnetilmeye başlandığı söyleniyor. Hollanda’nın Rusya ile ticaret hacmi savaş başladığından bu yana yüzde 32 artmış, Belçika’nın da yüzde 81 artış göstermiş.
A.B.: Evet, özellikle küçük ülkelerin yaptırımları kendi hesaplarına göre delme projeleri yapılıyor.
Ö.Ö.: Evet, ilk çatlak dediği oydu zaten.
Ö.M.: Para kazansınlar da ne olursa olsun!
A.B.: Rusya, Batı'nın kendisine uyguladığı yaptırımları delmek için Türkiye’den yaralanıyor. Türkiye eksi döviz rezervlerine rağmen, döviz kurunda sözde sakin bir evrede, niye böyle şu anda? Rus parası sayesinde… “Rus parası sayesinde seçimi nasıl atlatabilirim ?” hesapları yapılan bir ülkeyiz. Dış açığı çoğunlukla Rus parasıyla karşılıyoruz. Para değişik kanallardan geliyor. Antalya, hep dikkati çekiyorum, ana damarlardan ve diğeri İstanbul’daki Kapalı Çarşı. Yakında “Rus Çarşısı” olursa hiç şaşmam.
Ö.Ö.: Belki söylemekte fayda var, Rusya’ya yönelik yaptırımlar küresel yaptırımlar değil. Batı’yla sınırlı kaldı. Afrika, Asya destek vermedi. Bu da çok tartışılıyordu.
“Rusya ile Türkiye ilişkileri önümüzdeki 10 yılın en önemli konusu.”
A.B.: Rus şirketleri ve oligarkları Türkiye üzerinden Dünya ile ticaret yapıyorlar. Rus şirketi Türkiye kanunlarına göre bir şirket kuruyor ve ticaret devam ediyor. Türkiye’nin gaz üssü olmasını konuşuyorlar. Rusya gazı ve petrolü satmak zorunda. Batı da buna bağımlı, almak zorunda. Yıllardır böyle bir iletişim içerisindeler. Amerika’nın ihtiyacı yok. Amerika, Rus gazına ve petrolüne ihtiyacı olmayan bir ülke. Ciddi bir ekonomik savaş yaşanıyor. Ama bu ekonomik savaş olarak kalmıyor. Silahlar yarışıyor, enerji savaşı nükleer silahların kullanımına doğru gidiyor.
Yaptırımlar neticesinde Rus ekonomisinin daha fazla küçülmesini bekliyorduk. İlk 6 ayda gaz ve petrol fiyatların yükselmesi ve Batı’nın gaz ve petrolü tamamen kesememesi Rus ekonomisinin sınırlı etkiledi. Bu nedenle IMF dahil, Rus ekonomisi için beklenen negatif büyüme oranlarını revize etmek durumunda kaldı. IMF savaşın başında yüzde 8.5 negatif daralma bekliyordu, bu rakam birkaç kez revizyona uğradı, şimdi eksi yüzde 3,5 civarında bir daralma bekleniyor. Ama önümüzdeki yıl meçhul. Rusya’nın kendi halkı açısından da meçhul.
Sonuçta dünyadan ciddi ithalat ve ihracat yaparak düzenlerini sürdürüyorlardı. Dediğim gibi Hindistan, Çin Rusya’dan daha fazla mal alıyor, destekliyor ama onlar da indirimli alıyorlar. G20’de Çin’in izleyeceği politika önemli. Çin, ABD'ye karşı ama ekonomisi de zor durumda. Eğer bir nükleer savaş söz konusu olursa, dünya ticareti ve iletişim çok kötü boyutlara gider. Bundan etkilenecek ülkelerin başında Çin geliyor. Çin uzun yıllar dış ticarete dayalı bir büyüme modeli sergiledi. Çin ekonomisindeki ciddi dar boğazları daha önce konuşmuştuk. Çin’in Rusya’ya hak vermekle birlikte Ukrayna savaşının durdurulması doğrultusunda yaklaşımını da görüyoruz. Çin’in savaşın sona ermesi, ateşkes olması yönünde aktif rol oynaması bekleyebiliriz.
Endonezya Devlet Başkanı Joko Widodo‘da arabulucu rolü üstlenmiş durumda. Malum bu role aday olarak Türkiye’de de var: “Zelenski ile Putin’i yan yana getireceğiz” söylemleri ortada. Savaşan ülkeleri bir araya getirmekten, arabulucu rol üstlenmekten çıkarımız olacağı düşünülüyor.
Ö.Ö.: Mısır da COP27’de bunu söylüyor.
A.B.: Endonezya ve Türkiye, arabuluculuktan barıştan nemalanmak istiyor. Bu durum G20’nin yapılacağı Endonezya’da şehirlerin duvarlarına da yansımış: Duvarların birindeki graffitide Erdoğan kısa pantolonlu ve fesli, Biden’ın elini tutuyor. Bir diğer graffitide Zelenski ile Putin’in arasına Widodo girmiş. Bunlar protestocuların değil, Endonezya devletinin kontrolünde duvarlara yansıyan graffitiler.
ABD, Rusya’yı G20’den çıkartmak istiyor ama diyalogsuzluk çok kötü bir şey. G20 çok matah bir organizasyon değil. Bugüne kadar hiçbir karara uyulmadı, uyulsa iklimle ilgili hususlara uyulurdu. Bir araya geliniyor, diyalog oluyor, dünyanın sorunlarına dikkat çekiliyor. Örneğin geçen sene küresel, kurumsal vergiyi konuşmuşuz. Bu senenin gündeminde yok. Küresel kurumlar vergisi geçen sene kabul edilmişti.
Savaş nedeniyle ticaretin azalması, ticaretin yapılamaması, sanayinin durması, kapitalistler açısından istenen bir durum değil. Ukrayna’nın inşası uzun yıllar alacak ve çok önemli potansiyele sahip bir ülke. Nükleer silahların kullanımı söz konusu olursa, bundan en fazla etkilenecek ülkelerin başında Türkiye geliyor. Sözde Rusya’yı destekleyen bir ittifak var ama Çin’ de nükleer silah kullanılan savaşa itiraz ediyor. Endonezya bile Rusya’nın yanında yer almakla birlikte kabul edilemez buldu savaşı.
Bali’de büyük bir gerilim içerisinde bir araya gelecek olsalar da bu buluşma önemli. BM ve barışı sağlayacak mekanizmaların artık dünyada işlemediğini gördük. Dolayısıyla önümüzdeki günlerde böyle bir masada buluşmak önemli ipuçları ve sonuçlar verebilir. Savaşın durdurulmasına ilişkin bazı ataklar olacağı anlaşılıyor. Rus ekonomisinin savaşı ve yaptırımları uzun süre sürdürmesi pek mümkün gözükmüyor. Otokratların bağımlı olduğu doğal varlıkar vardır. Çoğunlukla otokrasi bir varlığa, zenginliğe dayanıyor. Arkana gazı, petrolü, altını, bakırı alarak ayakta kalabiliyorsun, onu da satman gerekiyor. ABD bunları sattırmama markajı uyguluyor. Önümüzdeki yıl Rusya’nın istediği gibi geçmeyeceği anlaşılıyor. Ancak Türkiye, yaptırımların delinmesi ve Rus ticaretinin devamı açısından en önemli ülke konumunda.
Ö.M.: Tahıl yolu meselesinde de Türkiye bir kilit gibi kullanılıyor. Bir açılıyor, bir kapanıyor.
A.B.: Rusya ile Türkiye ilişkileri önümüzdeki 10 yılın en önemli konusu. Türkiye dünyanın neresinde duracak? Otokrasi tarafında mı, demokrasi tarafında mı? Bu sorunun cevabını hepimiz merak ediyoruz.