Ekonomi Politik’te Ali Bilge gündeme yönelik yorumlarını paylaştı.
(25 Ocak 2021 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Ali bey, merhabalar!
Özdeş Özbay: Günaydın!
Ali Bilge: Merhaba Ömer Bey, merhaba Özdeş, herkese iyi haftalar, günaydın!
ÖÖ: Teşekkürler!
ÖM: Her zaman olduğu gibi dolu bir hafta var, neyle başlıyoruz?
AB: Malum Biden göreve başladı ve hemen içeriye dönük düzenlemelere imza attı, Trump’tan kalan pek çok kangren konu var, bir enkaz devraldı ki, covid’den dolayı perişan bir Amerika var. Hemen 2 trilyona yakın bir ekonomik canlandırma paketi açıkladılar. Biden, Amerika’da 2 milyon çocuğun yeterli beslenemediğini, 14 milyon kişinin her gün evinden atılma riskiyle karşı karşıya olduğunu söylüyor. Amerika’da, 400 bin küçük ölçekli firma açılmamak üzere kapanmış. 600 bin eğitim sektörü çalışanı, 800 bin sağlık sektörü personeli işini kaybetmiş. Trump’ın bıraktığı muazzam kötü bir sorun stokuyla karşı karşıya, Çin, Rusya ilgili meselelerde bulunuyor, ayrıca Türkiye ile ilgili konularda önemli, masada duruyor. Türkiye bağlamında, ilişkilerin nasıl tanzim edileceğine dönük, çok yakın bir zamanda nasıl bir politika izleyeceklerine dönük, Türkiye’nin iç yapısında yaşanan gelişmelere karşı nasıl bir rota izleyeceklerine dair açıklamalara tanık oluyoruz. Bu açıklamalar, hem hükümet yetkililerinden, Biden ekibinden geliyor, hem de Biden’e tavsiyede bulunan ‘tink-tank’lerden, danışmanlardan, kanaat önderlerinden geliyor. Dün Amerikan Dışişleri Bakanlığı mahreçli bir rapor, haber vardı, ondan bahsettiniz mi bilmiyorum. https://dokuz8haber.net/gundem/politika/biden-yonetiminin-ilk-turkiye-aciklamalari-kavala-ve-demirtas-hakkinda-geldi/ >
ÖM: Bahsettik azıcık.
AB: Raporda, Demirtaş ve Kavala’ya ilişkin gelişmeleri çok yakından izlediklerini, serbest bırakılmalarını beklediklerini, bırakılmalarını talep eden Avrupa Parlamentosu kararına ve uluslararası sözleşmelere uygun olarak mahkeme kararlarına uyulması gerektiğini, konunun takipçisi olduklarını belirtiyorlar, ayrıca tüm konuları not ettiklerini bildiriyorlar. 3 günlük Amerikan yönetimi başlar başlamaz Türkiye ile ilgili görüşlerini işte böyle açıklıyor. Önümüzdeki dönemde Türkiye, iç dinamiklerinden daha çok dışarıdan gelen etkilere çok açık olacağı anlaşılıyor. Ekonomide ve siyasette dış dinamiklerin Türkiye’yi belirleyebileceği bir yıla girmiş bulunuyoruz. Türkiye-ABD ilişkileri önceki yıllar gibi olmayacağı gözüküyor, yani Trump dönemi gibi değil. Bu dinamiklerin Türkiye’ye nasıl etkisi olur? Sadece dış dinamiklerin etkisi ile bir ülkenin rejim sorunlarını çözmesi mümkün mü? Bunlar tartışmaya muhtaç.. Ama şunu biliyoruz ki Osmanlı’nın son dönemi dahil, bu coğrafyanın son 200 yılında ülkenin yönetimi ve rejim değişimi üzerinde dış dinamiklerin yüksek tesirleri olmuştur. Hem iktisaden bir çöküş yaşayan dönemlerinde, hem de siyasal anlamda ciddi bunalımların yaşandığı dönemlerde, dış dinamiklerin belirleyici olduğunu yenileşme örnekleriyle biliyoruz. Aklıma Yeniçeri ocağını kaldıran Padişah 2.Mahmut’a, Kaptan-ı Derya Halil Paşa ile 1830 yılında yaşanan bir diyalog geliyor. Paşa diyor ki; “Padişahımız, efendimiz batıyı dinlemek ve taklit etmek zorundayız, yoksa Asya’ya çekilmek zorunda kalacağız !” Ardından Tanzimat gelir malum, sonra Gülhane Hattı, imparatorluğu kurtarabilme çabaları sonuç vermez, Asya’ya çekilmek ki bugünkü Anadolu’dur zaten. 1945’te çok partili denilen rejime geçişimizde hep dış dinamiklerin etkisi altındadır. Batı dünyası ile ilişki içinde olmanın şartı tek parti rejiminin terk edilmesidir.
Ekonomide ve dış politikada dibe batmış devasa sorunlarla karşı karşıyayız. Üstelik önceki yüzyıllara göre ülkenin dış dünya ile olan bağlantısı, iktisadi, finansal, küresel sistemle olan ilişkisi çok fazla, borç almadan büyüyemeyen bir ekonomiye sahip olması da bir başka özelliği. Borçların yapısal bir sorun haline gelmiş olması, borçların çok üst seviyede olması nedeniyle Türkiye ancak yüksek faizle soluklanabiliyor. Özetle; iktisadi, siyasal anlamda dış dinamiklerin etkisinin kuvvetli olacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz. AB, Türkiye yaptırımlarını Mart ayına bıraktı. ABD ve AB, NATO üzerinden Türkiye’ye yaklaşacağı gibi bir izlenim ediniyorsunuz. Dış politikada izlediği, iç politikada baskıcı rejimi, kuvvetler birliğine dayalı uygulamaları, NATO üzerinden gözlenecek gibi. Görece yumuşak ABD yaptırımları açıklandı, AB yaptırımları Mart’a erteledi, yaptırım meseleleriyle geçecek bir yıl olacak gibi.. Biden seçildikten 10-15 gün sonra kutlama göndermişti Cumhurbaşkanı Erdoğan, ama bildiğim kadarıyla oradan da bir dönüş olmadı, dönüş olmaması da bir işaret. ABD’den bir teşekkür gelmedi, belirtelim, bu tavırda işlerin rengi açısından önemli.
İşte tüm bu atmosfer içinde bir reform lafı dolaşıyor ortada, sarayın ekonomide ve hukukta U dönüşü, V çıkışı yapacağı söyleniyor, otoriter rejimin reform yapması beklenti yükseltiliyor, buna değinmek istiyorum. Şöyle bir soru sorulabilir, bir otokrat kendi kurduğu otoriter rejimi, reforma tabi tutar mı, değiştirir mi, nasıl değiştirir? Yani biz 1945 koşullarında mıyız, tek parti rejiminden çıkış koşullarına benzer koşullarda mıyız? Değiliz. Biliyorsunuz o zaman BM’ye üye olmanın şartı, ülke içinde dikta rejimine son vermek, çok partili rejime geçmek, Almanya ve Japonya’ya savaş ilan etmekti. Bunlar bir ön koşuldu adeta. Peki iktidarda darbe yapmış bir askeri cunta var da, böyle bir durumdan reformla mı çıkış demokrasiye geçiş yapacağız? Hayır. Mevcut anayasa referanduma sunuldu ve %50 üzerinde oy aldı bu rejimin savunucuları. 2017 Anayasa değişikliği demokrasiye geçiş için yapılmadı, otokrasiye geçiş için demokrasiden çıkış için yapıldı. Dolayısıyla önceki dönemlerdeki gibi askeri rejimden çıkış ya da 1945 gibi bir durumda değiliz. Anayasal rejimin Türkiye’de nasıl değiştiğini gerçekten iyi anlamak lazım. Dolayısıyla bu U dönüşü beklentisini abartmak, derin devlet Erdoğan’ı tasfiye mi edecek? Beklentisi içinde olmak pek gerçekçi değil.Otoriter rejimde derin devlet nedir? Derin devlet kavramı da değişti bu dönemde. Türkiye’de 19 yıldır kesintisiz bir iktidar var, tek parti dönemini ikiye ayırdığınızda ikisinin de süresini geçiyor, İnönü ve Mustafa Kemal dönemini, ki adı üstünde ‘tek parti dönemi’!
Çok partili dönemin 76. Yılındayız, bu sürenin 19 yıllı mevcut iktidarla geçti, son 10 yılda da adım adım otoriterliğe geçildi. Dolaysıyla, rejim değişti, elbette devlette değişti, tabii ‘derin devlet’ de değişti, bunun farkına varmak lazım. Derin devlet Erdoğan’ı tasfiye mi edecek, yok U dönüşü, V dönüşü geliyor gibi değerlendirmeler yaparken çok dikkatli olmak gerekiyor. “Bugün şunun farkına varmak lazım: deriniyle, yüzeyiyle, sığ haliyle, her haliyle devlet, iktidarın elindedir. Derin devlet’ kavramını 1990’lardan itibaren gündemimize girdi. “’Derin devlet’i tanımlar mısınız?” diye Süleyman Demirel’e sormuştuk Ankara’da, “askerdir” demişti.Derin devlet eğer askerse, MGK ise derin devlet, bugün hepsi bir kişiye bağlıdır. Derin devleti ve algısını evrelere bölerek bakmak faydalı olur. 1952’den soğuk savaş çıkışına kadar ‘derin devlet’ kavramı neydi, ‘AKP döneminde nasıl bir seyir izledi” diye bakmak lazım. ‘Balyoz’a kadar geçen olan süre, sonra 17-25’e kadar, daha sonra 15 Temmuz’a kadar ve sonrasında ki gelişmelere göre değerlendirmek lazım. Bugünkü rejimde sivillerinde askerlerin yetkisi de tek adamda. Eski MGK’yı hatırlayalım, orada devletin kırmızı çizgileri vardı, bir ‘parlamentoculuk’ oynanırdı, sivillerin, siyasi iktidarın sınırları belliydi. 82 anayasasından gelirsek siviller alanlarını genişletilme mücadelesi vermeye çalışırlardı. Aslında ‘milli güvenlik siyaset belgesi’ çerçevesi içerisinde Türkiye parlamentosu çalışmaya gayret ederdi. Bugün geldiğimiz evrede böyle bir MGK olgusu yok, özellikle 15 Temmuz’dan ve otoriter rejime 2018’den sonra geçtikten sonra askerlerin payları da, sivillerin de payları bir tek yerde toplandı.
Yaşadıklarımız, iktidarın uygulamaları reform yapacak iktidarı desteklemiyor. Anayasa Mahkemesi kararı Enis Berberoğlu’na uygulanmıyor, Gezi davası kararı iptal edildi, tam tersi U dönüşü oldu, Kobane davası kabul edildi, ekonomi üzerinden giderseniz Cumhurbaşkanı merkez bankasına yine düstur verdi “faizleri daha fazla üstüne yükseltemezsin!” diye. 100 vergi rekortmeninin 67’si isimsiz bir şekilde yayınlandı geçen hafta. Saldırılar var siyasetçilere ve gazetecilere, ülkede kuvvetler birliğinin en önemli göstergesi olarak son günlerde yaşanan atama gözümüzün önünde, saraya çok yakın bir savcının Yargıtay’a oradan Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilmesi süreci bile zaten memlekette neyin dönüşü olduğunu gösteriyor. Anayasa Mahkemesi adeta Saray’ın bir şubesi haline geldi- gelecek. HDP’nin kapatılması gündemde.. Bunları yapan iktidar reform mu yapar? Türkiye’de hukuk ve ekonomide reform için gerçekçi bir beklenti sebebimiz yok.
Seçim kanununda yapılması düşünülen değişikliklere bakıyoruz, bir reform değil, anti demokratik. Yeni kurulan partilerin engellenmesi amaçlanıyor. Yeni kurulan bir partinin genel başkan yardımcısı evinin önünde saldırıya uğruyor, gazeteciler saldırıya uğruyor. Belediyelerin gelirlerine el koyma önlemleri aldılar geçen haftanın son günlerinde biliyorsunuz, belediye gelirlerine el koyma önlemleri başlı başına bir konu. Bu ülkenin en önemli varlıklarından biri olan doğa harikası Kapadokya gibi bir merkezde altın arama izni verildi.
ÖM: Bundan bahsedememiştik, bu da fırsat oldu, evet Kapadokya yani Türkiye’nin gözbebeklerinden bir tanesi turizm açısından.
AB: Dünyanın da..
ÖM: Ve orayı oldukça büyük bir tahribata uğratacak olan bir bölgede altın aranması önerisi veriliyor, evet.
AB: Tüm saydıklarım ve sayamadıklarım reform beklentisini kuvvetlendiriyor mu? Hayır! Yapısal hukuk reformu ne demek gerçek anlamda bugün Türkiye için? Parti başkanlığı ile cumhurbaşkanlığı ayrılacaksa evet, gelin yapalım, 2 sene önce geçtiğimiz otoriter rejim dediğimiz Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini mi değiştireceğiz? Yasama örgütü TBMM mi kuvvetlendireceğiz? 2 seneyi aşkın süredir uygulanan rejimi yeniden referanduma mı götüreceğiz? Tamam bunlarsa yapalım, bunlar reformdur. Uluslararası Af Örgütü “sosyal medya platformları boyun eğdi Türkiye’de” diyor “muhalefeti susturacak düzenlemelere boyun eğdi sosyal medya” diyor. Facebook’ları, Twitter’ları kastediyor. Bunlar mı U dönüşü! Bugün cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine destek verenler ciddi azalmış durumda, rejime 2-3 sene önce oy verenler vazgeçmiş durumda. “Bu rejim yürümüyor, haydi bunu referanduma sunalım” Mümkün mü? Böyle bir durum söz konusu değil.
İktidar ortağı MHP’ye gelince, ona da netlik getirmeye çalışalım. MHP ile iktidar partisi arasında bir mecburcu ilişki var, bir kader birliği var. Bu kader birliği bozulursa eğer dışarıda kalırsa MHP’nin durumu güç, barajın altına düşme tehlikesiyle karşı karşıya. Ayrıca yeniden muhalefete geçen Bahçeli’ye milliyetçi çevrelerin yeniden vize vereceğini de zannetmiyorum. Dolayısıyla ortakların arasındaki kimi gerilimli durumları çok abartmamak lazım. Bunlar birbirlerine mecburcudur çünkü aynı şekilde bunu Erdoğan için ve Saray rejimi için de söylemek mümkün. Erdoğan’ın yeni ortak bulma ihtimali de zor gözüküyor. İktidar güç durumda ama ortaklık çatırdıyor meselelerini iyi analiz etmek lazım. Doğu Perinçek iktidar bileşenlerinden ayrılıyormuş, derin devlet Erdoğan’ı tasfiye edecekmiş! Sorarım Doğu Perinçek’in ne kadar oy gücü var? Bu kişileri ve kavramları eskinin bakışıyla değerlendirirsek yanılgılara düşmüş oluruz. Eskinin ‘derin devlet’i değil bugünkü durum. Bir kere içiyle dışıyla ‘derin’iyle, her şeyiyle Saray’ın elinde devlet. Devleti iyi yönetiyor mu? Hayır yönetemiyor. Kuvvetler birliğinin göstergesine bakar mısınız? Savcının 1 ay içerisinde Anayasa Mahkemesi üyeliğine getirilmesi sürecine bakar mısınız Kemal Gözler bu konuda çok güzel bir yazı yazmış, tavsiye ederim, sabah gördüm.
ÖM: Evet, ‘Elveda Anayasa Mahkemesi’ diye, daha önce ‘Elveda Anayasa’ kitabını yazmıştı izinli olarak ve tamamını okuma fırsatımız olmuştu yıllar önce. Şimdi bu konuda da Anayasa’nın tamamen ortadan kalktığını, artık Anayasa’nın kurum olarak Türkiye’de böyle bir rejim olmadığını söyleyen önemli bir yazı yazmış, evet.
AB: Reformlarla kastettikleri Batı finans çevrelerine şirin gözükebilecek, borçlanmayı sağlayabilecek iktisadi düzenlemeler, kararlar söz konusu olabilir. Ancak, bugün için Anayasa Mahkemesi kararlarına, AİHM kararlarına uyuyorsanız onun adı reform olabilir, bir rutinin uygulanmasına maalesef bugün reform diyebiliyoruz. Bugün bunun emaresini göremiyoruz. Evet, Türkiye borç batağına batmış bir ülke, 450 milyar Dolar civarında borcu var, borç buluyor ama dünyanın en yüksek faizin vererek borç buluyor. Dünya eksi faizlerde, ABD Merkez Bankası dahil pandemide Merkez Bankaları para basıyor. Eksi faiz nedeniyle emeklilik fonları zararda, emeklilik fonları en büyük borç verenlerdir, elbette yüksek faize gelenler oluyor, dünyanın en yüksek getirisini elde etmek isteyen geliyor, ancak yüksek büyümeleri sağlayabilecek hacimde bir para akışı söz konusu değil. Zaten bunlar doğrudan yatırımlarda değil. Reform dedikleri yeniden borç akışını sağlayabilecek düzenlemeler, makyajlamalar söz konusu olabilir.
Kendisi otoriter rejimi planlamış ve hayata geçirmiş bir iktidarın reform yapmasını beklemek şu aşamada bana pek gerçekçi gözükmüyor. Uluslararası arenada tabii ki bazı değişimlerin etkileri Türkiye üzerinde olacak ama bizim dükkanın dışından gelen efektlerle birlikte, dükkanın içindeki duruma bakmamız gerekiyor. Esas mesele muhalefet yani iç dinamiklerin güçlü olmasıdır. Yoksa dışarının tabii ki bir etkisi vardır ve küçümsenemez ama iç dinamiklerin de yükselmesi gerekiyor. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine güvenin bu kadar azaldığı bir yerde, 13 milyon insanın işsiz olduğu bir ortamda, covid salgınında beter olmuş bir ülke halindesiniz, Covid’i dünyanın en kötü yöneten ülkelerden bir tanesisiniz.Tüm bu olumsuzluklar muhalefete iktidar davetiye çıkartmaktadır. Tüm bu gelişmeleri muhalefetin değerlendirmesi ve bir demokrasi cephesi etrafında örgütlemesi ve uzun erimlibir ittifak manzumesi oluşturması gerekiyor. Yoksa sadece dış dinamikler beklentisiyle değil, iç bahçenin de düzenlenmesi ve kuvvetlenmesi gerekir. İç dinamiklerin dükkanın içinde olan varlıkların güçlenmesi de önem teşkil etmektedir.
ÖM: Bu ‘derin devlet’ konusunda da gerçekten tarihe geçecek kadar ayrıntılı bir dökümü de yapılabilecek, sadece Uğur Mumcu cinayetinde geçen örgütlerin ve kişilerin sayısı, mesela Belma Akçura Milliyet’teki yazısında ufak bir şey vereyim izninizle, yani “her türlü varlığı hiç duyulmamış İslami örgütlerden bölücü örgütlere çete ilişkilerinden gizli servislere kadar uzandı. İlk 8 yıl sadece cinayeti kimin işlediğine dair ortaya atılan soruların yanıtları, yani cumhuriyet savcısı Ülkü Coşkun “siyasi iktidar isterse çözer!” dediği iddia edilince dosya ondan alınıyor, savcı Kemal Ayhan’a veriliyor ama Ayhan “biraz mafya ve karanlık güçler var” diyor uluslararası istihbarat örgütleri ve evinde ölü bulunuyor. Çok karanlık bir dosya, yani dönemin Başbakanı Demirel “bugüne kadar ismi geçmemiş örgütler var, sormayın söyleyemem. İçişleri Bakanı Sezgin “o örgüt İslami hareket örgütüdür” diyor, Adalet Bakanı Kazan yalanlıyor ve İsrail gizli servis ajanları tarafından öldürüldüğünü öne sürüyor. SHP o zaman MİT’in suikasti bildiğini iddia ediyor, 3 yıl sonra Susurluk çetesi ilişkiler ağı ortaya dökülünce bu kez cinayetin yönü değişiyor. Susurluk bağlantılı bir grup “JİTEM öldürdü” diyor ve Cen Ersever’i işaret ediyor, Ersever öldürülüyor, bir başka grup PKK öldürdü diyerek Behçet Cantürk’ü işaret ediyor, Cantürk öldürülüyor. Susurluk’un PKK itirafçılarından Uğur Mumcu’nun katilinin Susurluk çetesi, bombacının da Veli Hüseyin olduğu öne sürülüyor. Veli Hüseyin Silopi’de ölü bulunuyor. Jandarma genel komutanı orgeneral Eşref Bitlis Mumcu öldürüldükten hemen sonra “zamanı gelince konuşurum” diyor ve şüpheli bir uçak kazasında ölüyor, resmi uçağında. Yeraltı dünyasından Tevfik Alansoy “Mumcu cinayeti dahil herşeyi anlatacağım” diyor, o da öldürülüyor. Böyle bir karmaşık durumdan bahsediyoruz maalesef.
AB: 1952’de başlayan kontrgerilla, seferberlik tetkik dairesi, sonra özel harp dairesi adı altında faaliyetler, 90’larda yaşadığımız cinayetler, suikastlar, bunların hepsi ‘derin devlet’ diye tarif edilir. ‘Derin devlet’in içinde başka ülkelerin girişimlerinin, istihbarat örgütlerinin de bulunduğunu gördük. Soğuk savaş çıkışında sonrasında pek çok ülke, iyi kötü derin devletini yargıladı, işin içine girdi, hiçbiri de çok parlak sonuçlar olmadı ama Türkiye hiçbir şey yapmadı. Arkasından gelen cinayetler, Uğur Mumcu’yu her yıl bütün siyasi cinayet ve katliamları tekrar tekrar anıyoruz, Hrant Dink’i aynı şekilde, Gaffar Okkan’ı aynı şekilde, Abdi İpekçi’yi, nice isimleri, her güne birkaç ölü düşüyor anmamız gereken, o kadar çok siyasi katliam ve cinayete sahip olan bir ülkeyiz ki.. 1975’le 82 arasında 5500 insan öldürüldü, 52 insan idam edildi, bu istatistikler travmatik bir durumda olduğumuzu gösteriyor.
1960’lardan itibaren aldığımızda ne kadar çok vaka ile karşılaşıyoruz, saymaya zaman yetmiyor, işte kültür sarayının yakılması, Marmara vapuru olayı vbg, pek çok aslında aydınlanmış, bir şekilde bilinen ama hukuksal olarak asıl suçluların bulunmadığı yargılanmadığı vakalar. Uğur Mumcu katledilmesi de onlardan biriydi, o dönemde devletin en önemli pozisyonundaki insanların, aczi gözlerimizin önünde. Mehmet Ağar ne demişti Güldal Mumcu’ya “buradan bir tuğla çekersek devlet altında kalır”.
ÖM: Bunu sonradan söylemediğini söyledi.
AB: Evet. Yakın dönemde aydınlatamadığımız çok şey var, özellikle son 18-19 yıllık AKP iktidarında cemaatle olan ilişkiler çok berrak bir şekilde aydınlanmadı, “biz cemaatle 17-25’e kadar ortaktık, daha önce bunların kötülüğünü görmedik, göremedik” dediler. Derin ilişkiler ağının çoğunlukla Kürt meselesiyle düğümlenmiş durumda olduğunu da belirtmeleriyiz. 90’ların cinayetleri, Vedat Aydın, Musa Anter’i son dönemde Tahir Elçi yi bir çırpıda hatırlıyoruz. Geriye baktığımızda Sabahattin Ali öldürülmesi ile karşılaşıyoruz, daha öncelerine kadar gidebilirsiniz.
‘Derin devlet’ kavramına ve ‘derin devlet’in ne olduğuna, siyasal gelişmelerden ve değişimlerden ayırarak bakmak doğru olmaz. Siyasal bağlantılarından koparılmadan incelenmesi gereken bir durum. 1950’ lerde NATO’ya girdikten sonra karşımıza çıkan bu yapı, AKP döneminde de bir değişime uğramıştır. Bugün eski ‘derin devlet’ analizleriyle bugünü açıklamamakta fayda var ve gerçekten ‘derin devlet Erdoğan’ı tasfiye ediyor’ yaklaşımı, gerçekçi gelmiyor bana. Aynı zamanda kuvvetli U dönüşler ve V dönüşler yapılacağı da gelmiyor. Bakın yayınlanmamış bir çalışmadan alıntı yapacağım şimdi, covid yılıydı 2020 yılı, değil mi? Sağlık Bakanlığı’nın ödeneklerinin salgın döneminde artması lazım değil mi? Büyük bir salgın var dünya çapında, Sağlık Bakanlığı ödenekleri %10,28 artmış, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın ödenekleri ne kadar artmış?
ÖM: Ne kadar?
AB: %101.
ÖM: Harika! Bu rakamın üzerine bir şey söylemeye de pek lüzum yok herhalde.
AB: Yayınlanmamış bir çalışmadan aktarıyorum, birkaç hafta içinde yayınlanacak, o yüzden ismini belirtmiyorum. 2020 yılı bütçe kurumlar bazında bütçe ödeneklerinde artış, değişim,Sağlık Bakanlığı %10,28, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı %100,93! Bu kadar…
ÖM: Ali bey süreyi bitiriyoruz.
AM: Tamam, başka konular var ama artık bununla yetineceğiz bugün.
ÖM: Çok teşekkür ederiz.
AB: Hoşça kalın, iyi yayınlar dilerim.
ÖÖ: Görüşmek üzere.