Açık Gazete’nin köşelerinden Ekonomi Politik’te Ali Bilge gündeme yönelik yorumlarını paylaştı.
(30 Kasım 2020 tarihinde Açık Radyo’da Ekonomi Politik programında yayınlanmıştır.)
Ömer Madra: Günaydın Ali Bey.
Özdeş Özbay: Günaydın Ali Bey.
Ali Bilge: Günaydın Ömer Bey, günaydın Özdeş, herkese iyi haftalar! Nasılsınız, her şey yolunda mı sağlık açısından?
ÖM: Sağlık açısından evet, onun dışında bilemeyeceğim, onu arkadaşlar söylesin!
AB: Geçen haftanın sonuna doğru Katar emirliği ile bir anlaşma oldu, ona değinelim demiştik. Herkes Katar’la yapılan anlaşmayı konuşuyor, aslında biz çok öncesinden Katar’la ilgili bayağı programlar, konuşmalar yapmışız, programlarımızda değinmişiz. Baktım önceki Katar dosyasına hatta dosyaya “Katar, ne katar ne katmaz!” dosyası adını vermişim! Eski notlara da baktım. Büyük bir gösteriyle Beştepe’de Katar’la yapılan anlaşma açıklandı. 300 milyon Dolarlık bir paket, birazdan anlaşmanın alt başlıklarına gireriz. Türkiye ekonomisi o kadar güç durumda ki, Covid’le mücadele etmekten bile aciz, Covid’den etkilenen vatandaşlarını, işsizlerini açlığa mahkum eden bir pozisyona girmiş durumda. Çünkü kaynak sıkıntısı içerisinde, 2021 bütçesi de bu durumu gösteriyor. Ekonominin daralması, nedeniyle vergi gelirleri de önemli ölçüde azalıyor. Hem 2020, hem de 2021’de kaynak sıkıntısı çeken, borca batmış bir ülke olunca da çırpınıyorsunuz, bazı arayışlar içerisinde olmanız gerekiyor. 300 milyon doların hepsi açıklansa, kaynağı belirtilse bile, Türkiye’nin sıkıntılarını çözmez, aşı parası değil. Dolayısıyla, Türkiye’nin içinde bulunduğu zor durumu anlatan bir anlaşma oldu Katar gösterisi, defilesi. Aslında borca batmış bir ülkenin faiz ve kur freni arası patlamış, denge kuramamış bir ülkenin görüntüsüdür. Taze kaynak ihtiyacı var ama taze mali kaynak arayışı içinde olan ülkesiniz ama ülke dünyaya güven veren bir durumda değil. Covid çaresizliği içinde kıvranıyorsunuz, ayrıca kıtlık da geliyor, yoksulluk, açlık içinde yaşamaya başladığınız için Katar gösterisine ihtiyaç oluyor.
Geçen haftalarda söylediğimiz gibi Katar da dahil Türkiye’nin son olarak Azerbaycan’la birlikte; BM, NATO ve kendi inisiyatifiyle 14 ülkede askeri bulunuyor. Bu askeri harcamaların niteliğini, nasıl kaynak ayrıldığını bilmiyoruz, buralara harcanan paraları bilmiyoruz. Ayrıca askeri olarak müdahil olduğunuz bu durumlar Dünya tarafından tasvip edilmiyor, dolayısıyla yaptırımlar gündeme geliyor.
Böyle olunca da hacimli finansal akımlar olmuyor, doğrudan ya da sıcak para dediğimiz akımlar kapanmış olduğunda da, kırıntılar geldiğinde gösteriler yapılıyor, kırıntılar geldiğinde işte bu tür görüntülerle “ülke kötü durumda değil, bakın kaynak giriyor, fiziksel sermaye, direk sermaye geliyor algısı yaratılıyor. Dolayısıyla Katar meselenin özünde böyle bir durum yatıyor. Başka taraflarına da gireceğiz birazdan konunun ama ben Sayın Ahmet Davutoğluna seslenmek istiyorum. Yeni öğrendim Sayın Davutoğlu covid’e yakalanmış, geçmiş olsun! Sağlık dileklerimizi iletelim kendisine ama muhtemelen Katar konusunda Davutoğlu’nun bize söyleyeceği çok şey var. Davutoğlu zaman zaman çok ciddi çıkışlar yapıyor. Diyor ki “bana anlattırmayın Haziran 2015’le, Kasım 2015 süresi içinde yaşadıklarımı!”
ÖÖ: Sonunda da anlatmıyor zaten!
AB: Davutoğlu bildiklerini anlatmalı, anlatırsa gerçekler ortaya çıkacak çünkü, katliam gerçekleri, Davutoğlu zaman zaman kükrüyor ama ilave ediyor “ben aslında tam başbakan değildim! İnisiyatif bende değildi” diyor. Yani göstermelik bir başbakanlık faaliyeti sürdürdüm” demek istiyor. Şimdi konumuza dönelim Davutoğlu görevde olduğu dönemlerde, dışişleri bakanı olduğu dönemde 15 kez Katar’a gitmiş. Bir kez de başbakan sıfatıyla gitmiş, son gidişinden sonra da zaten görevden alınma operasyonu oldu, Pelikan vs. hikayeleri.. Davutoğlu’nun Katar konusunda bize söyleyeceği çok sözü olmalı diye düşünüyorum. KKTC ve Azerbaycan’a bile bu kadar gitmemiş, Türkiye’nin 2014’ten sonra depreşen Katar ilgisini nedenleri üzerine Davutoğlu’na müracaat etmemiz kanaatindeyim. Ali Babacan dün bu anlaşmaya ilişkin bir açıklama yaptı, Babacan ‘da o sırada aslında hükümetteydi. Onun da bildikleri varsa, Türkiye’nin muamma haline gelen Katar ilişkileri hakkında paylaşmalı. Davutoğlu da Babacan da Katar hakkında bildiklerini kamuoyu ile paylaşmalı.
ÖM: Şu anda sanırım ses gitti Ali Bey! Bu arada biz de şeyi konuşalım, yani Katar’ın Borsa İstanbul’a ortak olması anlamı var. Açık Gazete diye bir basın organında Yusuf Yavuz’un yazdığı ilginç bir yazı var, “bir çöl ülkesi olan ve deniz suyunu arıtarak kullanan Katar’la yapılan su yönetimi alanında iş birliği anlaşması dikkatimizi çekti” diyor. İddiaya göre anlaşma suyun yanında gıda güvenliğini de kapsıyor. Akıllardaki soruysa bugün itibariyle barajlarındaki doluluk oranı %33’e düşen Türkiye’nin Katar’a içme suyu verip veremeyeceği” diye önemli bir soru soruyor. “Türkiye ile Katar arasında önceki yapılan 10 ayrı anlaşmanın içinde su yönetimi anlaşması dikkati çekti” diye devam ediyor.
AB: Ben yayındayım.
ÖM: Tamam ben bu arada şeyden bahsediyordum, Açık Gazete diye bir gazete var, orada Yusuf Yavuz’un yazısında “Katar’la yapılan su anlaşması ne anlama geliyor?” diye.
AB: O başlıklara gireceğiz, onu ama koptum en son neyi anlatıyordum? Ben çünkü sizi duyuyordum.
ÖM: Öyle bir bağlantı, hiçbir konuda açıklık olmadan Davutoğlu’nun da mesela anlatacağı çok şey var diyordunuz.
AB: Babacan’ın, özellikle de Davutoğlu’nun Katar konusunda söyleyecekleri olmalı diye düşünüyorum. Türkiye Katar ilişkilerinde iki noktayı da belirtmek lazım, bunlardan bir tanesi, her iki ülkenin Körfez ülkelerinin çoğu ile arası bozuk. 2017’den itibaren Körfez ülkeleri S. Arabistan liderliğinde Katar’a ambargo uyguluyorlar. Bu ambargonun nedenlerinden biri ihvanla ortak hareket etmesi Katar hükümetinin. S. Arabistan Katar ilişkisi bozulması sonucunda Katar’ın sınırlarını kapalı, tek kara sınırı da S. Arabistan’la.
Bu ambargoya karşı Katar’la Türkiye ile işbirliği halindeler ama Katar’ın Türkiye ile de şöyle bir durumu var. Malum Türkiye Doğu Akdeniz’de, ‘mavi vatan’ ilan etmesi, doğal gaz araması, bölgenin kendi karasuları olduğunu söylemesi üzerine yedi düvelle ciddi bir gerilim yaşıyoruz. Yaptırımların konuşulmasının bir nedeni de bu sorun. Dostumuz Katar, KKTC’yi tanımayan bir ülke. Aynı zamanda dostumuz Katar, Rum kesiminde doğalgaz anlaşması yaptı. 2017’den bu yana Exxon Mobil isimli Amerikan şirketi ile Qatar Petroleum isimli Katar şirketi, Kıbrıs'ın güneyindeki 10 numaralı parselde arama faaliyetleri ve sondaj yapıyorlar. Elbette arama faaliyetini Kıbrıs Rum hükümeti ile anlaşarak yapıyorlar. 300 milyon Dolar’lık gösteri yapılırken, Kıbrıs cumhuriyetiyle Katar ülkesi arasında böyle bir kontratın devam ettiğini de belirtelim. Türkiye ile Katar arasındaki ekonomik ilişkilerin boyutu çok büyük değil aslında toplam dış ticaret hacmi yüksek rakamlara ulaşmış durumda değil. Katar’ın satın almalar yoluyla Türkiye’ye yatırımları oldukça yüksek oldu son yıllarda. Ayrıca Katar’da birde askeri üssümüz var, onu da sona saklayalım.
Katar küçücük bir ülke, Eskişehir vilayeti boyutunda neredeyse bir ülke, zaten nüfusunun %70’i yabancı statüsünde, nüfusu 2 milyon 500 bin, 1 milyon 800 bini de yabancı statüsünde çalışanlardan oluşuyor. Nüfusun sadece %12’si Katarlılardan oluşuyor. Mutlak monarşiyle yönetilen bir ülke. Katara hususunda şunu da hatırlatalım; Katar Prensi bir uçak hediye etti Erdoğan’a “bu şahsıma değil, hediye meselesini” bunu da derkenar etmekte fayda var. Şunun da altını çizelim, Katar’a ilginin yoğunlaşmanın, aşkın bir nedeni de inşaat faaliyetleri. Katar’ın 2022 dünya kupasına ev sahipliği yapmaya hak kazanmasından sonra yaklaşık 22-25 milyar dolarlık bir inşaat yapacağı gündeme geldi. Dolayısıyla Türkiye’nin bundan pay alması iştahı çoğaldı. Yandaş firmalar hem ülke içinde ve ülke dışında gözetilen firmalardır. Havuz sistemi böyle çalışır, işler paylaşılır. Memleketimiz Türkiye bir müteahhitlik otokrasisidir. Firmaların bu ülkede epey işleri var, 36 milyar dolarlık bir Pazar olduğunu müteahhitler söylüyorlar, o konulara girmeyeceğim, kaç firma, ne kadar yatırım, vs.? Ciddi bir inşaat kapasitesinin olduğunu Türk firmalarının, Türkiye’den giden firmaların burada bayağı bir pay aldığını söyleyelim. Elbette müteahhitlik hizmetlerinden gelen ciddi paraların da orada bulunduğunun altını çizelim.
ÖM: Ben bir şey eklemek istiyordum, yüksek strateji komite 6. toplantısında Türkiye Varlık Fonu Genel Müdürü Zafer sönmez de sizin sözünü ettiğiniz firmalardan Fettah Tamince ve Ferit Şahenk gibi isimlerin da katılması ve bu kapsamda 10 ayrı anlaşma imzalanması yüksek strateji komite toplantılarının altıncısında. Onu da belirtmek lazım.
AB: İstinye Park’ın hissesinin satılması ve Antalya limanının işletmesinin 3 yıllığına verilmesi önceki aylarda gerçekleşmişti. Rekabet Kurulu izin verdi satışlara, haberleşti bunlar. Yani, Katar’la yapılan anlaşmaya, mutabakat zaptına iki satış daha önceden gerçekleşmişti. Ama burada ilginç şöyle bir şey var, bahsettiğiniz bu iki iş adamı Erdoğan’la yıllar boyu müthiş kenetlenmiş, et-tırnak olmuş iş insanlarıydı, daha sonra ilişkiler bozuldu. Erdoğan, “bazıları paraları yurt dışına çıkarıyorlar” diye şikayet ettiği isimlerdendir bir tanesi. Diğeri de Gülen cemaatiyle olan yakın temasları nedeniyle kara listeye girdi ama hemen çıktı. Ki bu şahıs, ağırlıklı turizm sektöründe, özellikle Rusya federasyonuyla ortaklaşa çok işler yapıyor, Rus devleti ile arası iyidir. Erdoğan sürekli bunun otellerinde kalırdı. Bu iki kişinin bu pakete dahil olması bana da ilginç geldi. Şahenk’in ve Tamince’nin; et-tırnak pozisyonundan daha sonra bazı gelişmelerle ilişkilerinin bozulduğunu, yani havuzun içinden havuzun dışına çıkıp sonra tekrar içine girdiğini görüyoruz. Bu kişilerin varlıklarının satışı mutabakat zaptının içine katılıyor da, “niye başkalarının hisseleri satılmıyor da, bunların hisseleri Katar’a satılıyor?” sorusunu sormakta fayda var.
Ayrıca son yıllarda Telekom dahil, örtük bir şekilde elden çıkarılan kamusal varlıkların neler ve ne kadar olduğunu, açık bir şekilde bilmiyoruz, mali dağılımını bilmiyoruz. Bunların havuz içerisindeki dağılımını da tam bilmiyoruz Ama Türkiye zenginlerinin yurt dışında çok ciddi bir paraları olduğunu evvel ezer biliriz. Ayrıca sormakta fayda var, bu satışlar ya da bu devirler rızayla mı oldu, baskıyla mı oldu? Ayrıca yurt dışından gelen sermayede, satın almalarda yıllardan beri takip etmeye çalıştığımız bir husus vardır: Gelen hangi sermaye? Bıyıklı yabancı sermaye mi bu kuruluşları satın alıyor, yoksa sarışın sermaye mi? Bıyıklı yabancı sermaye dediğimiz Türkiyelilerin dışarıdaki paralarıdır. Bugün bu operasyonda satın almalar gerçekten BİST dahil diğerleri hangi sermaye tarafından alındı, gerçek Katar sermayesi mi? Çeşitli ülkelerden giden, Malezya üzerinden Katar’a intikal eden yabancı sermaye mi? Türkiye’ye gelen ‘bıyıklı yabancı sermaye’ mi? Doğrusu insan bunları düşünmeden edemiyor. Ayrıca bir swap anlaşması var ve bu swap’ın da para takası, vadesi dolduğunu da söyleyelim. Malum Katar bize dolar verdi biz ona TL verdik, bu satın almalarda swap dönüşümü var mı?
Pek çok konunun açıklığa kavuşmadığını belirtelim. Bir diğer husus ; Türkiye’nin körfez ülkeleriyle arası çok bozuk S. Arabistan dahil Birleşik Arap Emirlikleri, gibi ülkelerle, herkesle papaz olmuş durumdayız. Ortadoğu’da, bir Katar’la ilişkiniz iyi, herkesle pozisyonunuz negatif. Katar’la da ciddi ithalat-ihracat ilişkileriniz olmuş, kredi ilişkileriniz olmuş, memleket varlıklarını bunlara satıyorsunuz. Ancak, bugün hala S.Arabistan’ın Türkiye’ye boykotu devam ediyor. Erdoğan Kral’la görüşmesine rağmen. Körfez ülkelerini Katar nedeniyle karşınıza almanız doğru bir politika mı? Diğerlerini dışlayarak sadece Katar’la, 11 bin kilometrekarelik küçük bir ülkeyle ilişki kurmak doğru mu? Tamam finansal cüssesi çok büyük, finansal olarak çok kuvvetli bir ülke ama sadece bir ülke ile böylesine bir ilişkiye girmek, tekli bir dış politika siyasası oluşturmak doğru olmuyor, ciddi bir olumsuzluğa işaret ediyor. Ortadoğu-Körfez politikanızı sadece Katar’la sürdürmek, Messi’ye göre Barcelona’nın takım kurması gibi bir şey! Olacak şey değil.
Şimdi anlaşma başlıklarına gelelim. İki gündür Borsanın satış değeri üzerine hepimiz çalıştık, nedir diye bütün kaynaklarımızı, oralarda yöneticilik yapmış arkadaşlarımızı, uzmanları, dostları harekete geçirdik. Herkes bu hissenin değeri nedir? Diye soruyor. Gerçek değerinin nasıl hesaplandığını, neye göre hesaplandığını hangi kuruluş tarafından hesaplandığını, ne olduğunu bilmiyorsunuz. Tek bu bile, Türkiye’nin şeffaf bir ülke olmadığını göstermektedir. Onun dışında gerçekten bütün bu paraların ne zaman intikal edeceği, nasıl intikal edeceği, nereden geleceği gibi durumlar muallak. BİST İstanbul anonim şirketinin %10’unun ne kadar olduğunu açıklanmasının üzerinden birkaç gün geçmesine rağmen bilmiyoruz. Varlık Fonu sığınağına giren varlıkların akıbetleri hakkında yeterli bilgimiz yok. Varlık Fonu sığınağına girdiğinizde özel kanunla korunuyorsunuz, hiçbir şekilde vergi de ödemiyorsunuz, hiçbir şekilde kanunlara uyulmuyor, muafsınız, ihale kanunlarına, Sayıştay’a, Meclise tabi filan olmuyorsunuz. Dolayısıyla tümüyle Katar’la olan bu anlaşma mutabakat zaptı ki çoğu maddesi temenni ve yapılması gerekenleri sıralıyor, parasal hükümler azı, 3-5 madde satış- para meseleleri var, BİST ‘e ve İstinye Park’ta var, Altınboynuz’da var, ki o da ortak yatırım mutabakatı, Antalya liman işletmesi var, bunlardan para girişi oluyor ya da olacak. Diğerleri, iste serbest bölgeler aralarında mutabakat zaptı, ileriye matuf şeyler, komisyon kurulması vbg şeyler. Yani akçalı kısım ama 3-4 tanesinde.
Gelelim anlaşmada yer alan su yönetimi meselesine. Dün ve evveli gün ben de işin peşine düştüm açıkçası. Yıllar önce Yeni Yüzyıl’da yazıyordum, o zaman Manavgat suyu meselesini araştırmıştım, o aklıma geldi. Manavgat suyunun İsrail’e satılması için bir anlaşma yapılmıştı. Bizi çok meşgul eden bir işti, ben de su meselesine o zaman dahil olmuştum. Manavgat çayının suyu İsrail’e, yok gemiyle taşınacak, yok boruyla taşınacak, yok balonla taşınacaktı, sonra İsrail’le de olmadı, KKTC ile oldu, önce “balonla gidilsin” dendi, Kıbrıs’a balonla olmadı, boru döşendi, geçenlerde de o boru patladı bildiğim kadarıyla. Aklıma bunlar geldi, anlaşmada bu maddeyi okuyunca araştırmaya koyuldum. “Kuveyt bayağı uzak bir yer, bu nasıl bir iştir “diye üzerine düştüm. Londra kaynaklı Açık Gazete, tanıyorum o arkadaşı Faruk Eskioğlu’nun yayınladığı gazetede Yusuf Yavuz’da benim gibi işin peşine düşmüş, değil mi?
ÖM: Yusuf Yavuz evet.
AB: O da merak etmiş ve işin peşine düşmüş, Yusuf Bey’de Antalya’daymış. Zaten bir çevre aktivisti aynı zamanda, kendisiyle de temas edeceğim, mesaj gönderdim, o da merak etmiş araştırmış ve dün de yazmış. https://qoshe.com/acik-gazete/yusuf-yavuz/katarla-yapilan-su-anlasmasi-ne-anlama-geliyor/92569483
Gerçekten muğlak bir madde açıklık yok. Böyle durumlarda elbette hemen DSİ kaynakları aklımıza gelir. O arkadaşlara da sordum, çok değişik ülkelerle su yönetimi mutabakatları çalışmalarına katılmış, anlaşma imzalamış arkadaşlara da sorduk, Yusuf Yavuz da sormuş. Her iki ülkenin su yönetimi üzerine anlaşma yapması maddesi de -diğerlerinde de olduğu gibi-açıklık olmadığı için sorular uçuşuyor, olsa olsa şu olur, bu olur diyorsunuz. Türkiye eğer bir su kaynağını satmak istiyorsa -ki kaynağı kıt bir ülke, kurak bir dönemdeyiz üstelik -bunun da bir prosedürü vardır. Türkiye’deki temiz su, içilebilir su kaynaklarını göndermesi borularla hiç mümkün değil, ancak pahalıya gelse de dev kargo, gemi ve uçaklarıyla olabilir, raflarda satılacak su gidebilir, ya da büyük bir olasılıkla Türkiye’deki Katar sermayesi su piyasasına girebilir.
Katar’da deniz suyunu arıtıyorlar, deniz suyunu arıtmak çok pahalı biliyorsunuz, çok yüksek enerjiye ihtiyaç var. Parada bir sıkıntısı yok doğalgazı, petrolü olduğu için pahalıya rahatlıkla üretebilir, şu anda da onu yapıyor. Türk müteahhitlik firmaları deniz suyu arıtmasında ihalelere giriyor ve üstleniyorlarmış. Teçhizatı dışarıdan alıyorlar ama işin yüklenicisi konumunda olabiliyorlar. TUBİTAK’ın da içinde su projelerinde çalışmalar olduğunu öğrendim, yani mühendislik ve müşavirlik hizmetleri verilebilir diye düşündük. Türkiye içinde ise nasıl banka satın alıyorsa, nasıl Borsa hissesi satın alabiliyorsa su şirketleri ve kaynaklarını satın alabilir. Diğer bir husus geçmişte örneklerini bildiğimiz, su projeleri için Körfez ülkelerinden sağladığımız krediler olabilir. Melen çayı projesi Kuveyt fonuyla yapılmıştı hatırladığım kadarıyla, çok eski bir proje. İslam kalkınma ve ülke fonlarından Türkiye’nin su yönetimiyle ilişkili projelerinde kredi alınmıştı Katar dan böyle bir amaçla kredi alınabilir. Açık bir madde değil, ayrıca ilgili kuruluşlardan da şu ana kadar açıklama gelmedi. Ne akçalı tarafıyla ne akçasız tarafıyla açıklama gelmediği için..
ÖM: Evet bu çok önemli bir nokta aslında Ali bey. Sizin söylediğinizi aynı şekilde Yusuf Yavuz da belirtiyor Açık Gazete’deki yazısında. Yani bakanlığın bu anlaşmanın ayrıntılarını kamuoyuna açıklamak zorunda olduğunu söylüyor. “Tarım ve Orman Bakanlığı Katar’la yapılan özellikle su konusundaki anlaşmanın içeriğinin ayrıntılarını kamuoyuyla paylaşması ve bu anlaşmanın Türkiye’den Katar’a su teminini içerip içermediği sorusunu açıklık getirmesi gerekiyor” demiş. Çünkü dünyadaki en su fakiri ülkeler arasında başı çekiyormuş Katar. Bunu daha önceden de biliyorduk ama Türkiye’nin en fazla yağış alan bölgesi Doğu Karadeniz’de bile mevsim normallerinin altında seyrediyor yağışlar ve birkaç hafta daha yağmur yağmazsa barajlarda büyük bir boşalma olduğu yani kuraklık olduğu tehlikesi de özellikle İstanbul gibi büyük illerde de, su fakiri olduğu belirtilen iller başta olmak üzere bir çok yerde. O zaman Katar’la yapılan su anlaşmasının neleri içereceğini Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’yle Katar Enerji İşleri Bakanı Saat Bin Şerid El Kaabi arasında imzalanan bu mutabakat zaptı anlaşmasının detaylarının da söylenmesi ve hangi suyun yönetimi için anlaşma imzalandığının belirtilmesi gerekiyor. Su zaten dünyanın en önemli şeyi.
AB: Tabii.
ÖM: Yeni yapılan açıklamada 3 milyar insanın su kıtlığı içinde olacağı yakın gelecekte uluslararası ajanslardan bilgi olarak verilmişti zaten. Bir de buna ilaveten üstünde konuşulmayan Kanal İstanbul’la yapılan anlaşma nedir? Mesela bunu bilmiyoruz.
AB: Böyle hiçbir bilgi olmayınca araştırma yaparken Kanal İstanbul bir su projesi olabilir mi? diye bizde düşündük. Konuyu araştırırken uzman arkadaşlarla da konuştuk. Hem Kanal İstanbul bir muamma, hem Kanal İstanbul’un kaynağı bir muamma. O kadar büyük bir kaynağı Türkiye’nin şu aşamada temin etmesi dışardan çok zor bir tek Katar akla gelebiliyor.
Ancak Katar meselesi de açıkçası çok gözümüzde büyütülmesin. Dediğim gibi Katar’a yapılan boykotu ve Katar’ın körfez ülkeleriyle lişkisini düzeltmek üzere ABD devrede. Şu anki Amerikan Trump yönetimi de, -Biden yönetimi de bu görüşte- Katar’ın S.Arabistan ilişkisini düzeltme yolunda pek çok görüşme, toplantı yapılıyor. Yakında bu ilişkinin düzeleceği konuşuluyor, düzelmesi isteniyor ve büyük bir baskı kurulmuş durumda. Dolayısıyla Katar’ın Türkiye ile yakın olmaktan çıkıp öbür tarafa doğru gideceği hesaplanıyor. Yeni yönetimle birlikte bu iş çözülecek gibi, çünkü Katar güvenliğini batıya emanet etmiş bir ülke. Körfez’deki en büyük Amerikan üslerinden biri orada, en uzun piste sahip Amerikan üssü bulunuyor. Türkiye’nin de göstermelik bir üssü bulunuyor artık, kimileri gecekondu üssü, korkuluk üs dese de, Türkiye burada askeri üs kurdu ve asker gönderdi. Nereden ve ne kadar para harcanıyor ve ne gerek var diye pek soran olmuyor.
Türkiye’nin son Azerbaycan’la birlikte 14 ülkede, üssü ya da askeri bulunuyor. Bunun bir kısmı NATO, BM çerçevesinde, 6’sı galiba bu şekilde.. Diğerleri kendi tezkereleriyle gittiği yerler. Şimdi Türkiye Katar’a üs kurdu asker gönderdi ama S. Arabistan ve diğer körfez ülkelerinin Katar’a uyguladığı ambargonun bitirilme şartlarından biri Türkiye’nin oradaki askeri üssün kalkması, şartlardan bir tanesi de bu.. Dolayısıyla, Türkiye-Katar ilişkileri de gelecekte pek parlak olmayabilir zaten çok dengesiz bir ilişki. Doğu Akdeniz’de olduğu gibi çatışan alanlarınızda var. Ayrıca 82 milyonluk bir ülkesiniz, tek bir ülkeyle ilişki kurarak dış politika hayatınızı sürdüremezsiniz. Batıyı, orta doğuyu, AB’yi, ABD ‘yi sırtınızı döneceksiniz, Körfez’de minnacık ve askeri eğitimini ve güvenliğini İngilizlere, Amerikalılara ve Fransızlara bırakmış küçük bir emirlikle, monarşik bir ülkeyle hayatınızı sürdürecek anlaşmalar yapacaksınız. Geçiniz, bunlar olmaz yani!
Bütün bu yaşadıklarımız, Türkiye’nin çaresizlik içerisinde olduğuna, otokrasinin çaresizliğine işaret ediyor. Neoliberal bir düzende oyun kurallarının dışına çıktınız, ekonominizi çok kötü yönettiniz, ekonominiz çok berbat bir hale geldi. Dolayısıyla yönetiminiz ciddi bunalım yaşıyor, tam teşekküllü otokrasi iki yıldır uygulanıyor ve Türkiye yönetilemez bir hale geldi. Üstüne üstlük bir salgınla karşı karşıya, bir afetle karşı karşıyasınız, vatandaşın cebine para koyamıyorsunuz, maskeyi bile parayla satıyorsunuz, aşı bulan/bulacak ülkelerden değilsiniz,yeterli test bile yapamıyorsunuz, kovid’i en kötü şekilde yönettiğiniz de ortada ve paranız döviziniz kaynağınız yok. Sonra gidiyorsunuz Katar’dan üç, beş gelsin kırıntılar gelsin istiyorsunuz ve bunu da şeffaf olmayan bir şekilde yapıyorsunuz, ülke varlıklarını satıyorsunuz. Böyle durumda yapılması gereken, olması gereken şu, muhalefete yine bir öneride bulunayım, çıkar muhalefet cephesi, demokrasi cephesi, millet cephesi, neyse ittifak der ki “arkadaş biz yurt içinde ve yurt dışında yapılan bu muğlak anlaşmaları, kontratları yok hükmünde sayıyoruz çünkü bunlar şeffaf değil ve bir iktidar transferi, değişimi söz konusu olursa, bunlar iptal edilecektir, herkes bunu bilsin” Bunları demesi lazım muhalefetin.
ÖM: Süreyi de bitirdik ama ben bir ufak boyut daha eklemek istiyorum izninizle son olarak. Şimdi Ortadoğu’yu ve bütün dünyayı aslında yakından ilgilendiren çok önemli bir mesele var bu İran’la nükleer fizikçinin öldürülmesi Fahrizade’nin meselesi var. Bu Ortadoğu’daki bütün ilişkileri bambaşka bir gerilimin içine sokması çok muhtemel. Yalnız Ortadoğu’yu değil bölgeyi, bütün dünyayı ilgilendirecek. Damat Jarret Kushner’in Beyaz Ev’in baş danışmanı olarak geçiyor giden başkanın, artık gitmekte olan ölü, topal ördek durumunda olan başkanın damadı S.Arabistan ve Katar’a gidiyor büyük gerilim varken İran’daki Fahrizade’nin öldürülmesi üzerine Trump’ın damadı. Bu da ilişkileri ayrıca gerebilir diye de önemli bir kuşku var içimde.
AB: İran’daki suikast, zaten buram buram provokatif bir şey, İsrail saldırıyı kabul etti. Bu bölgede Türkiye’nin ciddi bir rol oynayamadığı ortada, nereye baksanız elinizde kalan bir dış politika, politika bile denmez buna, ilişkiler ağı içindesiniz. Hali hazırda ABD ile gidenle de gelenle de aranızın iyi olmadığının altını çizelim. Bir de 11 Aralık’ta liderler toplantısı var AB’de ve yaptırımlar kapının önünde. Sonumuzu hayreyle, hayırlar olsun!
ÖM: Evet. Damadın, eski maliye bakanının söylediği gibi.
AB: Evet o da nerede şu anda? Hiçbir bilginiz var mı nerede yaşıyor?
ÖÖ: Artık Varlık Fonu’ndan da çekilmiş herhalde ailesinin yanında.
ÖM: Ailesinin yanındadır. Peki çok teşekkür ederiz.
AB: Hoşça kalın! Dediğim gibi Davutoğlu’nun bize söyleyeceği çok şeyler olması lazım ama Covid nedeniyle konuşmayabilir.
ÖM: Evet.
ÖÖ: Muhtemelen Covid’dir sebebi!
ÖM: Geçmiş olsun!
AB: Hoşça kalın!